7. MARBAATUL KABR SUTUNU
Bu sütuna Makam-ı Cibril de denir. Şimdi bu sütun Resulullah Aleyhisselam’ın Kabri Şerifin içinde olduğu için, ziyaret etmek ve görmek mümkün değildir.
Şüphesiz bu sütunların hepsinin ayrı ayrı faziletleri vardır. Mescid-i Nebevi birkaç kere yandığı ve defalarca tamir görüp genişletildiği halde bu sütunların yerleri değişmemiştir.
MESCİDİ NEBEVİNİN KAPILARI
1. BABUS SELAM:
1 Numaralı kapıdır. Mervan Bin Abdül Melik tarafından açtırıldığı rivayet edilmektedir.
2. BABUS SIDDIK:
Ebu Bekir kapısıdır. Babü’s Selam'ın yanında iki numaralı kapıdır.
3. BAB-I CIBRİL:
Cebrail Aleyhisselam’ın vahiy getirdiğinde, bu cihetten geldiği için Cibril Kapısı denmiştir. Aişe validemiz Cebrail Aleyhisselam’ı bu kapının önünde gördüğünü söyler.
4. BAB'UN NİSA
Kadınlar kapısıdır. Hazreti Ömer zamanında açılan bu kapı sadece kadınların girişine tahsis edilmiştir.
5. BAB'UL BAKI
Yeni kapılardan biridir. Kabri Şerifi ziyaretten sonra çıkış kapısıdır.
6. BAB 'UR RAHME
Batı duvarındadır. Efendimiz zamanında açılan kapılardan biridir.
7. BAB-I ABDUL MECİD
Sultan Abdülmecit’in mescidi genişletirken açtırdığı bir kapıdır. Son genişletmede mescidin içinde kaldı.
8. BAB-I ABDUL AZIZ
Abdül Aziz kapısıdır. Doğu duvarındadır. 1955 yılındaki genişletme esnasında açıldı. İkinci genişletmede mescidin içinde kaldı.
9. BAB-I ÖMER VE BAB-I OSMAN
Son genişletmelerde her ikisi de mescidin içinde kaldı.
10. BAB- I MELIK SUUD
Batı duvarındadır. Kral Suud ilk genişletme çalışmasını buradan başlatmıştır.
BEDİR SAVAŞI (Hicri 2 / Miladi 624)
Bedir beldesi, eski Mekke yolu üzerinde Medine'ye 160km. uzaklıktadır.
Sevgili Peygamberimizin Medine'ye hicretinden sonra Mekkeli müşrikler Efendimize ve Medine halkına karşı kesintisiz savaş ilan ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz müşriklerin askeri ve ekonomik güçlerini zayıflatmak istiyordu. Bu nedenle Kureyş'in iki can damarından biri olan Şam ticaret yolunun kontrol altına alınması için Medine ile Kızıldeniz arasındaki bölgeye birlikler gönderiyordu. Hicretin 2. yılında Ebu Süfyan'ın idaresinde büyük bir Kureyş kervanının Şam'dan dönmekte olduğu haberi Medine'ye ulaştı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (A.S.), ashabını topladı ve stratejik önemi sebebiyle bu kervanı ele geçirmeleri gerektiğini anlattı. 305 kişiden oluşan bir orduyla Bedir istikametine yola çıkıldı. Bu durumu haber alan Ebu Süfyan kervanın seyir yolunu değiştirip sahil yolundan hızla ilerleyerek, durumu Kureyş'e bildirdi. Müşrikler Ebu Cehil'in komutasında 1000 kişilik donanımlı bir orduyla Medine üzerine yürüdü. Daha sonra Ebu Süfyan'ın kervanın kurtulduğuna ve artık ordunun geri dönmesi gerektiğine dair haber göndermesine rağmen, Ebu Cehil intikam hırsıyla yoluna devam etmekte ısrar etti.
İki ordu 17 Ramazan Cuma günü Bedir'de karşılaştı. Bu çetin savaş ikindiye doğru Müslümanların kesin zaferiyle sona erdi. Başta Ebu Cehil olmak üzere 70 müşrik öldürüldü ve 70 kişi de esir alındı. Müslümanlar ise 14 şehit verdiler. Müslümanların bu savaşta meleklerin yardımıyla desteklendiğini Yüce Allah (c.c.) Al-i İmran ve Enfal surelerinde açıkça beyan etmiştir. Bedir savaşı neticesinde Müslümanlar bölgenin en büyük gücü kabul edilmiş ve İslam hızla yayılmaya başlamıştır.
UHUD SAVAŞI (Hicri 3 /Miladi 625)
Uhud Harbi Hicret'in 3. yılında Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında Uhud Dağı eteklerinde yapılmıştır. Bedir'deki yenilginin intikamını almak için gelen Müşrikler 3000 kişi, buna karşılık Müslümanlar ise 700 kişi idiler. Peygamberimiz bölgeyi stratejik olarak inceleyip, ordunun sağını Uhud dağına, solunu da tepe tarafına vererek mevzilendi. Tepenin arkasına da 50 kişilik okçu birliği yerleştirip, arka tarafı da emniyete aldı. Okçulara şartlar ne olursa olsun yerlerini terk etmemelerini emretti.
Savaş üç merhalede gerçekleşmiştir. Birinci merhalede müşrikler kısa sürede bozguna uğratılarak her şeylerini terk edip kaçışmaya başlamışlardır. Bu durumu gören okçular emir gelmeden yerlerini terk etmişlerdir.
Bu fırsatı iyi değerlendiren ve henüz iman etmemiş olan Halid b.Velid süvari birliğiyle tepeyi dolanarak Müslümanları arkadan kuşatmıştır. Kaçmakta olan müşriklerin de geri dönmesiyle savaşın ikinci merhalesi başlamıştır. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kalarak çok zor anlar yaşamışlar ve Hz. Hamza başta olmak üzere 70 şehit vermişlerdir. Müşriklerden ise 37 kişi ölmüştür.
Ancak daha sonra Müslümanlar yeniden toparlanıp, savaşın üçüncü merhalesinde dağın eteklerine çekilerek mevzilendiler. Bu durumu gören müşrikler tekrar savaşmaya cesaret edemeyip, emellerine de ulaşamayarak Mekke'ye geri dönmüşlerdir.
KIBLETEYN MESCİDİ
Kabe Hz. Adem'den beri kıble idi. Hz. İbrahim ve onun dinine tabi olan Hanif'ler de Kabe'ye yönelerek ibadet ediyorlardı. Hz. Muhammed (A.S.)'ın Mirac'ında namazın farz kılınmasıyla birlikte kıble Mecsid-i Aksa'ya tahvil edildi. Bu hicretin 16. ayına kadar böyle devam etti. Ancak Efendimiz, Kabe'ye yönelerek ibadet etmeyi arzuluyordu. Özellikle Medine'de bir kısım Yahudilerin "Muhammed ve ashabı hem bizim dinimize inanmıyorlar, hem de bizim kıblemize doğru ibadet ediyorlar..." gibi alaycı sözleri üzerine Rasulullah Allah'tan kıblenin değiştirilmesini temenni ederek bazen yüzünü semaya çevirip bu hususta gelecek haberi bekliyordu.
Bir müddet sonra gelen vahiyde Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur; “Biz kıblenin değişmesini talep ederek yüzünü semaya çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni razı olacağın (Kabe)ye döndüreceğiz. Artık yüzünü hemen Mescid-i Harem tarafına çevir. Siz de ey inananlar nerede olursanız olun yüzlerinizi ona doğru çevirin”. (Bakara 144) Bu esnada Resulullah Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının üçüncü rekatında bulunuyordu. Namazı bozmadan cemaatle birlikte kalan iki rekatı Kabe istikametine yönelerek kılmışlardır. Bu hadisenin anısına buraya mescit yapılarak adına “Mescid-i Kıbleteyn”, (İki Kıbleli Mescid) denilmiştir.
MESCİD-i KIBLETEYN (Hicaz Albümü, Diyanet İşleri Başkanlığı)
Medine'nin kuzeybatısındaki Vebere harresinde ve Mescid-i Nebevi'nin 5 km. uzağında yer almaktadır. İlk adı, içinde bulunduğu kabile bölgesinden dolayı Beni Selime Mescidi iken Resul-i Ekrem'in burada öğle veya ikindi namazını kıldırdığı sırada kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan, Kabe'ye çevrilmesi üzerine "iki kıbleli mescid" anlamına gelen bugünkü adını almıştır.
Resul-i Ekrem Mekke döneminde olduğu gibi hicretten sonra da on altı veya on yedi ay Kudüs'e yönelerek namaz kıldı ve Mescid-i Kuba ile Mescid-i Nebevi'nin mihrapları buraya yönelik olarak yapıldı. Bu süre içinde Hz. Peygamber Kudüs'e yönelerek namaz kılmakla birlikte ilgili ayette de işaret edildiği üzere (el-Bakara 2/144) Kabe'nin kıble olmasını arzulamakta ve bu hususta bir vahiy beklemekteydi. Bu mescidde namaz kıldığı sırada vahiy inmiş ve kıblenin artık Kabe olduğu bildirilmiştir.
Ömer b. Abdülazız, Medine valiliği sırasında Mescid-i Kıbleteyn de dâhil olmak üzere Resul-i Ekrem'in namaz kıldığı bütün mescidleri yenilemiştir. Memlük Sultanı Kayıtbay zamanında 1488'de Mescid-i Kıbleteyn'in tavanı yenilenmiş, avlusu da bir duvarla çevrilmiştir. Sonraki dönemlerde Mescid-i Kıbleteyn'in ilk ciddi imarı Kanuni Sultan Süleyman devrinde 1543-44'te gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde cami iki kıblesinde de yer alan revaklarla birlikte 425 m2'lik bir alanı kaplıyordu ve üzeri daha önce olduğu gibi ahşap bir çatıyla örtülmüştü. Uzun süre Kanuni döneminde gerçekleşen yenileme dışında herhangi bir değişikliğe uğramayan, etrafında yapıların bulunmadığı, bağ ve bahçeler içerisinde varlığını sürdüren Mescid-i Kıbleteyn XX. yüzyılın başlarında harap bir vaziyette idi. En son 1987’de Suudi hükümeti tarafından genişletilerek yeniden inşa edilen Mescid-i Kıbleteyn'in alanı 3920 m2'ye ulaştl. Bu yenileme sırasında Kabe kıblesine mihrap, Kudüs tarafına ise Bakara suresinin 144. ayetiyle Türkçe, Farsça, Urduca, İngilizce ve Fransızca mealinin yazıldığı bir pano konulmuştu. Bu pano daha sonra kaldırılarak Kudüs tarafına bir kapı açılmıştır. Kıble yönündeki iki köşesinde birer minare bulunan caminin üzeri 8,7 m. çapında ve 8,18 m. yüksekliğinde iki kubbe ile örtülü harim kısmının içi modern tarzda süsleme motifleriyle ve Türk hattatı Hasan Çelebi’nin yazdığı celi sülüs ve kufi hatlarla bezenmiştir.
Kıbleteyn Mescidi (Diyanet Hac Rehberi)
Kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesi sırasında Hz. Peygamber'in içinde namaz kıldırmakta olduğu cami.Medine'nin kuzeybatısındaki Vebere harresinde ve Mescid-i Nebevi’nin 5 km. uzağındadır.
İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber, Seleme oğulları mahallesinde öğle veya ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda aşağıdaki âyet-i kerime indi: "... Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey mü’minler) siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün."(Bakara, 144)
Bunun üzerine Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelinerek tamamlandı.
İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir. Bu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat Tahiyyet’ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur.
HENDEK SAVAŞI (Hicri 5 / Miladi 627)
Müşrikler Uhud'da Medine'yi yerle bir etme emellerine ulaşamamışlardı. Hayber Yahudilerinin de tahrikiyle Hicret'in 5. yılında Mekke'de büyük bir ordu oluşturarak Medine üzerine yürüdüler. Kendilerine Medine Yahudilerinin de katılmasıyla sayılan 10.000 kişiye ulaştı.
Hz. Muhammed bu haberi duyunca sahabileri toplayıp görüşlerine başvurdu. Selman-ı Farisi'nin hendek kazarak şehri koruma altına alma fikri kabul gördü. Arazi gruplara paylaştırılarak hendek kazımına başlandı. Bütün Müslümanların katıldığı çalışma neticesinde 3 km.'ye yakın hendek kazım işlemi müşrikler gelmeden tamamlanarak 3000 kişilik İslam Ordusu mevzilendi.
Medine'yi yerle bir edip Müslümanların tamamını öldürmek için yola çıkan müşrikler o güne kadarki savaşlarda hiç görmedikleri bu savunma sistemiyle karşılaşınca şaşırıp kaldılar. Bütün yollarını keserek bir ay süreyle şehri muhasaraya aldılar. Bu arada Beni Kureyza Yahudileri Medine Sözleşmesi'ni tek taraflı bozarak müşriklerin tarafına geçtiler. Kuşatmanın 30. gününde Yüce Allah'ın yardımıyla şiddetli soğuklar ve görülmemiş kasırgalar meydana geldi. Çadırları ve mühimmatları havada uçuşan müşrikler, olumsuz hava şartlarına dayanamayıp birçok eşyalarını da terk ederek Mekke'ye dönmek mecburiyetinde kaldılar.
Neticede Müslümanlar 6 şehit verirken müşriklerden 3 kişi öldürülmüş oldu. Kur'an-ı Kerim'de bu olaya Ahzap Savaşı denmiştir.
HİCAZ DEMİRYOLU VE MEDİNE TREN İSTASYONU
Osmanlı Devleti'nde, Paris'e kadar uzanan Rumeli demiryolları projesinin 1888'de tamamlanmasıyla birlikte batı dünyasını doğuya bağlamak ve bütün semavi dinlerin beşiği olan kutsal topraklara, Mekke, Medine ve Kudüs'e ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla bir demiryolu yapılması fikri İstanbul'da gelişmeye başladı. 2 Mayıs 1900 tarihinde Sultan II. Abdülhamit uzun yıllar hayal ettiği "Hicaz Demiryolu" projesini hayata geçireceğini ilan etti.
İleride Bağdat hattıyla da birleşecek olan demiryolu, Şam'dan başlayıp Medine, Mekke ve Cidde'ye, ardından Yemen'e daha sonra da Orta Arabistan üzerinden Basra'ya ulaşacaktı. Abdülhamit Han'ın projeyle ilgili açıklaması Batıda istihza konusu olurken, bütün İslam aleminde sevinç ve coşkuyla karşılandı. Çünkü söz konusu olan normal bir yol değil, bir inanç yolu idi. Bu proje diğer demiryollarının aksine yalnızca öz kaynaklarla gerçekleştirilecek ve İslam dünyasından gelebilecek bağışlar kabul edilecekti. Tahmini maliyeti 4 milyon Osmanlı Sarı Lirası olan projenin başlangıçta kullanılacak yarıya yakın miktarı bağışlardan sağlanmıştı. Medine'ye kadar olan bölümü 1900 km.'yi bulacak olan Hicaz Demiryolu inşaatı 1 Eylül 1900 yılında Şam'da yapılan törenle başladı.
Bu inşaatın yapımında çoğunluğu Osmanlıların tebasından 43 mühendisle birlikte 7500'ü aşan Osmanlı askeri görev almış olup, Medain-i Salih'den itibaren Medine'ye kadar olan bölümünde ise tamamı Müslüman mühendis, tekniker ve işçiler çalıştırılmıştır.
Hicaz Demiryolu bir takım batılı güçlerin tüm engelleme çabalarına rağmen Medine'ye kadar tamamlanmış ve 1 Eylül 1908 tarihinde işletmeye açılmıştır. Haziran 1916'ya kadar süren 9 yıllık ömrüne rağmen Hicaz Demiryolu sağladığı kolay ulaşım sayesinde bölgenin kültürel ve ekonomik kalkınmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca bu proje birçok müslüman mühendis ve teknikerin ilk tecrübe ve yetişme yeri olmuştur. Buradaki bilgi ve tecrübe birikimi daha sonra cumhuriyet dönemi demiryolları yapımına büyük katkı sağlamıştır.
KUBA MESCİDİ (İslam'ın İlk Mescidi)
Kuba Mescidi; Hz. Muhammed'in Mekke'den hicret ederek gelişinde, Medinelilerin sevgi ve coşkuyla karşıladıkları bölgede yer almaktadır. Peygamberimiz Medine'den önce burada 14 gün konaklamıştır. Bu zaman zarfında İslam'ın ilk mescidini yaparak namazlarını da ilk defa cemaatle kılmaya başlamıştır. Kur'an-ı Kerim'de bu mescid ve cemaatiyle ilgili şöyle buyrulmaktadır. "... Habibim ilk günde takva üzerine yapılan mescidde namaz kılman senin için daha uygundur. 0 mescidde maddi ve manevi kirlerden temizlenmeyi seven kimseler vardır..." (Tevbe 108)
Rasulullah sonraları da çoğu zaman bu mescide gelerek ziyaret eder ve namaz kılardı. Müslümanların da ziyaret ederek, burada namaz kılmalarını şu sözleriyle teşvik etmiştir. "Kim güzelce hazırlanıp namaz kılmak için abdestli olarak Küba mescidine gider ve orada (iki rekat) namaz kılarsa bir umre yapmış gibi sevap kazanır".
MESCİD-İ DIRÂR
Peygaberimizin inşasında bizzat çalıştığı İslam'ın ilk Mescidi Kuba Mescidi; Peygamberimizin bizzat yakılıp-yıkılması emrini verdiği ilk ve son mescid Mescid-i Dırar. HER İKİ MESCİD KUBA'da ve yanyanaydı. İkisi de aynı şekilde taştan topraktandı ve adı da mescid idi. Fark fonksiyonuydu.
Münafıklarca Medine'de inşa edilen mescit. Müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s), münafıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mesciti yaktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir.
Medine'de münafıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için İslâm devletinin takibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Aslen Medineli olduğu halde, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret etmesi üzerine İslâma ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e düşmanlığı ve hışmı dolayısıyla önce Mekke'ye daha sonra da Bizans ülkesine giden Ebû Âmir er-Râhib/el-Fâsık (Hz. Peygamber, onun er-Râhib lakabını el-Fâsık şeklinde değiştirmiştir) irtibatlı bulunduğu Medine'deki münafıklara mescit şeklinde bir merkez kurmaları tavsiye ve tahrikinde bulundu.
Bunun üzerine münafıklar, 9/630 senesinde Medine'de Sâlim b. Avf Oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi'ne yakın bir yerde sözde bir mescit inşa ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber'e müracaatla içlerinden yaşlıların ve özür sahiplerinin devamlı merkezdeki Medine Mescidi'ne gelemediklerini, bazen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaata katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatla kılabilmek üzere bir mescit inşa ettiklerini belirterek, mescitlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescitin açılışını yaparak resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s), Tebûk Gazvesi'nin hazırlıkları ile son derece meşguldu ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescitlerine gelebileceğini belirtti.
Fakat Hz. Peygamber (s.a.s), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde sözkonusu mescitin zarar verme (dırâr) inkar etme, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münafıkların bu amaçlarını gizlemek için
"Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek şöyle buyuruluyordu:
وَالَّذِينَ اتَّخَذُواْ مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْرِيقاً بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَاداً لِّمَنْ حَارَبَ اللّهَ وَرَسُولَهُ مِن قَبْلُ وَلَيَحْلِفَنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ الْحُسْنَى وَاللّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ{107}
لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَداً لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ {108} أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ {109} لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ {110}
(et-Tevbe, 9/107-110)
"Ey Nebi! Bu mescitte asla namaza durma. Şüphesiz ki başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescitte namaz kılman daha hayırlıdır. O mescitte kendilerini maddi ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah kendisini temizleyenleri sever. Binasının temelini Allah'tan korkma ve rızasını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla Cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır! Allah zalimler güruhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescit daima bir şüphe kaynağı olarak kalblerinde kalacaktır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir"
Münafıklar Dırâr Mescidini açmak için Hz. Peygamber (s.a.s)in seferden dönmesini bekliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye dönünce, gerçek mahiyeti konusunda bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırâr mescitini görevlendirdiği birkaç sahabe vasıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırdı. Böylece münafıkların belli bir merkezde üslenerek faaliyette bulunmalarına fırsat vermedi. Dırar mescidinin yakılması, İslâm tarihinde bir ibadet mahalline yönelik ilk ve son eylemdir. Bu eylem İslam toplumunun birliğini bozmaya yönelik faaliyetlere hiç bir şekilde izin verilmeyeceğinin bir kanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının haince amaçları için İslam'ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda Müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır.
Kuba Mescidi - HÜSEYIN ALGÜL, T.Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 279-280
Hz. Peygamberin hicreti sırasında Medine'den önce son durağı olan Kuba'da yapılan mescid.
ilk muhacirler, Resül-i Ekrem daha Medine'ye gelmeden Kuba'da Amr b. Avf oğullarına ait bir hurma kurutma yerini mescid haline getirmişlerdi. Ebü Huzeyfe'nin azatlısı Salim burada bir grup muhacire Kudüs'e yönelerek namaz kıldırıyordu. Resülullah Kuba'ya ulaşınca burayı genişleterek Kuba Mescidi'ni bina etti (ıbn Sa'd, III, 87; iV. 311). Salim'in imamlık yaptığı kişiler arasında Hz. Ebü Bekir, Ömer, Ebü Selerne el-Mahzümi, Zeyd ve Amir b. Rebia'nın da sayılması (Buhari, "Ai)kam", 25). Hz. Peygamber ve EbüBekir'in burada kaldığı süre içinde veya bir süre daha onun bu göreve devam etmiş olduğunu göstermektedir. Mescid-i Beni Amr b. Avf olarak da anılan (Müsned, II, ıo; ibn Şebbe, 1,41) Mescid-i Kuba'nın arsasının kabilenin ileri gelenlerinden Külsüm b. Hidm'e ait olduğu ve KüIsüm'ün arsayı mescid yapılması için bağışladığı rivayet edilir.
Diğer bir rivayete göre ise mescidin arsası leyya adında bir kadına ait harman yeriydi. Resül-i Ekrem'i arsaya kıble yönünde bitişik evinde misafir eden kabilenin ileri gelenlerinden Sa'd b. Hayseme burada mescid yapılmasına öncülük etmiş olmalıdır. Çünkürivayette mescid ona izafe edilmektedir. Öte yandan münafıklar, "leyya'nın merkebini bağladığı yerde mi secde edeceğiz?" diyerek bunu Dırar Mescidi'ni yapmak için bahane saydılar (ıbn Şebbe, i, 54-55). Taberanl'nin bir rivayetine göre Kubalılar, Resülullah 'tan bir mescid yapmasını talep edince Hz. Peygamber orada bulunan sahabeden birinin devesine binmesini istemiş, önce Hz. Ebü Bekir binmiş, deve kalkmamış, ardından Hz, Ömer binince deve yine kalkmamış, bu sırada Kuba'ya ulaşmış olan Hz. Ali binince deve kalkıp yürümüş, Resül-i Ekrem, Hz. Ali'ye devenin yularını serbest bırakmasını söylemiş ve mescidin onun etrafında dolaştığı arsaya yapılmasını istemiştir (el-Mu'cemü'l-kebir, II, 246). Meseidin ortalarına isabet eden bir mekan daha sonraları "mebrekü'n-naka" (devenin çöktüğü yer) olarak anılmıştır (Semh udi,lI, 23). Buhari'nin ("Menakıbü'l-enşar", 45) bir rivayetine göre Hz. Peygamber Kuba'da on geceden fazla kalmış ve Meseid-i Kuba bu sırada yapılmıştır. Bu rivavet, İbn Sa'd'ın Resülullah'ın Kuba'da on dört gece kaldığına dair rivayetine (et-TabaI!;at, i. 235) uygundur. Resül-i Ekrem'in burada dört gün gibi çok kısa bir süre kaldığına dair rivayetler de vardır.
Mescidin ilk hali kare şeklinde bir düzlüğü çevreleyen dört duvardan ibarettl. Arsa hazırlandıktan sonra temele ilk taşı bizzat Hz. Peygamber koymuş, ardından sırasıyla Hz, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğerlerinin taşlarını koymalarını istemiştir (Taberani,II, 339). Bu uygulama devlet başkanlarının ilmi, dini ve milli nitelikli yapıların temeline ilk harcı koyma geleneğinin başlangıcı olarak görülmektedir (Abdülhay el-Kettani, ii, 301). Mescid-i Kuba yapılırken Resül-i Ekrem'in bir işçi gibi çalıştığı, taşıdığı ağır taşları ellerinden alıp yardımcı olmak isteyenlere bir başkasına yardım etmelerini söylediği (Taberani, XXiV. 317-318).Abdullah b. Revaha'nın, "Mescidin inşasına katılanlar, ayakta olsun oturarak olsun Kur'an okuyanlar, geceleri uykuyla geçirmeyenler kurtuluşa erdiler" diye şiirler okuduğu, her beytin son kelimesinin Resülullah tarafından tekrarlandığı rivayet edilmektedir (ıbn Şebbe, i, 52).
Hz. Peygamber, muhtemelen kıblenin Kabe'ye çevrilmesinden (623) sonra Kuba Mescidi'niyeniden inşa etmiştir (Semhudi. II, 16). Bu sırada ön duvar ve ona paralel dizilen yedi sütun üstüne bir tavan yapılmıştır. Meseidin güneyinde Külsüm b. Hidm ile Sa'd b. Hayseme'nin evleri bulunmakta ve Sa'd'ın evinden meseide bir kapı açılmaktaydı. Müslümanlar Resül-i.Ekrem'in misafir kaldığı bu evleri ziyaret eder, ardından Sa'd'ın evinin tarafında bulunan kapıdan mescide geçip "elüstüvanetü'l-muhalleka" denilen üçüncüsütunun doğu yanında onun namaz kıldığı yerde namaz kılarlardı. Daha sonra bu kapı kapatılıp meseidin batı duvarında bir kapı açılmıştır. Mescidin Ammar b. Yasir tarafından tamamlandığı ve bu sebeple onun islam'da ilk mescidi bina eden kişi olarak anıldığı söylenir (Nüreddin el-Halebl,II, 236).
Mescid-i Kuba, müslümanların hür ve güvenli bir ortamda yaptıkları umuma açık ilk mescid olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Kur'an'da sözü edilen, "ilk günden takva üzerine kurulan mescidin" (et-Tevbe 9/108) Kuba Meseidi olduğu kabul edilir. Ancak bu mescidin Mescid-i Nebevi olduğu da rivayet edilmektedir. Mescidde, "üssise ayeti" diye adlandırılan ayetin (et - Tevbe 9/ i 08) nazil olduğu mekan olarak kabul edilen yere sonradan bir mihrap yapılmıştır.
Başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kaynaklarında Meseid-i Kuba'nın faziletine dair bölümlere yer verilmiş, Hz, Peygamber'in Medine'de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazan da pazartesi günleri ve ramazanın 17. günü Meseid-i Kuba'ya giderek namaz kıldığına dair rivayetler zikrediimiştir. Ayrıca onun meseidde sürdürülen öğretim faaliyetine nezaret ettiği, Kuba'da namaz kılmayı umreyle eş değerde gördüğü rivayet edilmektedir (ibn Mike, "İ~met", 197; Tirmizi, "Meva~itü'ş-şalat", 125). Hz. Ömer Meseid-i Kuba'yı ziyaret ettiğinde tozunu alır, buraya büyük hürmet gösterirdi.
MİMARİ YAPISI
Mescid-i Kuba'nın ilk kuruluşundaki ölçüleri hakkında elde bilgi bulunmamaktadır. ibn Şebbe'nin verdiği ölçüler, Hz, Osman ile Velid b- Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen tevsi ve imar çalışmalarından sonraya aittir, Buna göre meseid kare şeklinde olup 66 x 66 zira ebadındadır. Abbasiler devrinde zira 0,48 m, olarak kabul edildiğinde bu ölçüler yaklaşık 32 x 32 m, etmektedir, Bu dönemde mescidin kıble tarafı her birinde yedişerden toplam yirmi bir sütunun taşıdığı bir tavanla kaplıydı, Arka tarafta aynı şekilde yedişer sütunlu iki sıra, yanlarda da ikişer sütunlu birer revak bulunmaktaydı, Böylece meseidde otuz dokuz sütun yer almaktaydı. Bunların ortasında 50 x 26 zira (yaklaşık 24 x 12,5 m.) ebadında üstü açık bir orta sahanlık mevcuttu, Üç kapısı olan meseidin duvar yüksekliği 19 zira idi (yaklaşık 9 m.). Meseidin o zamanlar "savmaa" denilen, muhtemelen daha önce burada bulunan bir yüksek ev veya hisar (ütum) yerine inşa edilmiş 50 zira (yaklaşık 24 m.) yüksekliğinde bir minaresi 9 x 9 zira bir karış (yaklaşık 4,30 x 4,5 m.) ebadında bir zemine oturmaktaydı, Minarenin o dönem Emevi mimarisinin genel üsıAbunu taşıdığı tahmin edilmektedir. Meseidde niteliği bilinmeyen on dört adet kandil koyma yeri vardı(Tiiril;u'I-MedineÜ'I-münevvere, I. 57),
Ömer b. Abdülaziz'in Medine valiliği sırasında (706-712) Meseid-i Kuba'nın duvarları yontma taş ve kireç kullanılarak yenilendi. Kurşun kaplı demir çubuklarla birbirine perçinlenmiş taşlardan oluşan sütunlar yapıldı, Üzeri değerli saç kerestesinden bir tavanla kapandı, Duvarlar kireç ve mozaiklerle süslendi. Muhtemelen Meseid-i Nebevinin imarı için getirilen Bizanslı ustalar burada da çalıştılar, Meseid daha sonra birçok defa imar gördü. 43S'te ( 1044) Şerif EbO Ya'la Ahmed b. Hasan, SSS'te ( 1160) Zengi Veziri Cemaleddin eı-isfahani tarafından imar edildi. S93'te (1197) meseid hakkında bilgi veren ibnü'n-Neeear'ın kaydettiği ölçüler ibn Şebbe'ninkine yakındır, ibnü'n-Neeear, meseidin ebadının 68 x 68 zira, tavan yüksekliğinin de ZO zira olduğunu söylemektedir, Meseidin arka ve yan revaklar dahil üstü kapalı kısmın tavanıarıaralarında 7'şer zira mesafe bulunan otuz dokuz sütun üzerine oturmaktadır, Duvarlarda sekizer pencere vardır, Kuzey duvarındaki pencerelerden sekizincisi burada yer alan minare sebebiyle kapalıdır (ed-Oürrelü'ş-şemine, s. 188).
Mescid-i Kuba'nın imarına Memlükler de büyük ihtimam gösterdiler. 733'te (1333) Muhammed b. Kalavun'un yeniden inşa ettirdiği yapının tavanındaki eskiyen bölümler 840'ta (1436) el-Melikü'I-Eşref Barsbay tarafından yenilendi. 881'de (1476) Sultan Kayıtbay binada birtakım ıslah çalışmaları yaptırdı,
Medine ile ilgili müstakil bir eser telif eden SemhOdi (ö. 911/1506) Meseid-i Kuba'nın tarihi hakkında geniş bilgi vermektedir (Ve{ii'ü'l-ve{ii',I, 178 vd.; II, 16vd.). Onun kaydettiği ölçüler de İbnü'n-Neeear el-Bağdactinin ölçülerine yakındır- SemhAdi kıble duvarını 70, kuzey duvarını 68,5 zira olarak verir, Ancak derinlik için yazılan 79 zira muhtemelen bir istinsah hatasıolup bu rakam 69 olmalıdır (Salih Lem'i Mustafa, s. 167).
Kanuni Sultan Süleyman, 9S0'de (1543) Kuba Mescidi'nin tavan ve minaresini yıktırıp yeniden inşa ettirdi. 111l'de (1699) meseidin eskiyen duvar ve minaresini yenileten ii. Mustafa da Mebrekü'n-naka üzerine dört direkli bir kubbe, meseidin dışına bir sebil ve abdest alma yerleri yaptırdı. Buradaki kumlukta su ihtiyacını karşılamak için derin kuyular kazdırdı. Önemli bir çalışma da 18Z9'da II, Mahmud zamanında gerçekleştirildi. Mescid 1985'te yenilenmek üzere tamamen yıkılmadan önce batı duvanndaki kapının cephesinde Osmanlı tuğraları, mescide işaret bulunan ayetle birlikte (et-Tevbe 9/108) II. Mahmud'un bu tamiratma dair kitabe yer almaktaydı, Kitabenin başlarında, "imamü'l-müslimin şah-ı cihan Sultan Mahmud Han! Hilafet zabna muhtas keramet tab'ına mu'tad ! işitip işbu akdes mescidin viraneliğin derhal! Buyurdu hüsn-i i'marıyla ehl-i Tayyibe'yi dilşad ..," mısraları yer almaktaydı.
Bu imar sırasında Mescid-i Kuba'nın duvarları yenilenmiş, üstü, düz ahşap tavan yerine sütunlar üzerinde kemerlere oturan ve basık yarım küre kubbelerden oluşan bir tavanla örtülmüştür. Planda arka kısımdaki çift sıra sütunlu revak tek sıraya düşürülmüş, böylece yapı istanbul'daki selatin camiierinin revakıı düzenine benzetilmeye çalışılmıştır, Sultan Abdülmecid de mescidde bazı ıslahat çalışmaları yapbrmışbr. Osmanlı dönemiyle ilgili son bilgileri İbrahim Rifat Paşa vermektedir. Onun kaydettiğine göre mescidin dış duvarı 40 x 40 m.. tavan yüksekliği 6 metredir. Yıkılma tehlikesine karşı dış duvar payandalarla desteklenmektedir (Mir'atü 'I-Haremeyn, I, 397). 1968'de Suud Kralı Faysal arkadaki revaklara bir sıra ilave etmiş, böylece kuzeybab köşesinde yer alan minare batı duvarı içinde kalmışbr. Bu sırada kuzey duvarına kadınlar için özel bir giriş yapılmıştır.
Mescid-i Kuba 1985'te Kral Fehd döneminde tamamen yıkılıp kısa bir sürede yeni bir planla tekrar inşa edildi. Mescidin sahası eskisine göre beş kat genişletildi ve 10,000'den fazla insanın aynı anda ibadet edebileceği şekilde büyÜtüldü..
Yeni planda önde yer alan kapalı kısımda 12 m. çapında alb büyük kubbe yer almaktadır. Bunlar ortada araları boş bırakılmış dörder kümeden oluşan on alb, yanlarda tek tek on altı olmak üzere toplam 36 kare destek ve ön duvarı birbirine bağlayan çifte kemerler üzerine oturtulmuştur. Önde bulunan üç büyük kubbe arkadakilerden, onların ortasında bulunan diğer ikisinden daha yüksek planlanarak önden bakıldığında simetrik olarak gittikçe yükselen bir görüntü oluşturulmaya çalışılmıştır. Altı büyük kubbenin iki yanında dörderden sekiz küçük kubbe mevcuttur. Renkli mermerlerden geometrik desenlerle kapIanmış avlunun üç tarafında 6 m. çapında elli alb küçük kubbenin örttüğü revaklar yer alır.
Avlunun ortasına gerektiğinde açılabilen elyaftan modem dev bir çadır yapılmış, böylece cuma namazlarında güneşin sıcağından korunan avludan da faydalanılması sağlanmıştır. Mescidin avlusuna iki yanda ikişer, kuzey duvarında bir taç kapıdan girilir. Avlu ile ana yapı arasında duvar yoktur. Ortada büyük kubbeye uygun geniş bir kemerle iki yanda daha dar birer kemerli açıklık bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı yapının dört köşesinde 47 m. yükseklikte birer minare yapılmıştır. Kare kaideler üzerine oturan ve üçgenlerle sekizgene dönüşen minarelerin gövdesi iki şerefe arası ile silindirik petek kısımlarında gittikçe incelir. Son inşaat esnasında mescidde kullanılan mermerler Türkiye'den götürülmüştür.
Yapıda yaklaşık 1400 metreyi bulan kuşak yazılarını (- 1200 m. kufi,- 200 m. kadarı celi sülüs) Hattat Hasan Çelebi yazmış, kalem işi süslümeleri de Mustafa Çelebi yapmıştır. Mescid, sosyal tesislerden oluşan müştemilatıyla beraber bugün 13,5 dönüm kadar bir alana yayılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |