Medya ve Dış Politika
Prof Emin GÜRSES.
Bu derste amaç, medya(Basın-Yayın v.s)- kamuoyu ile dış politika ilişkisi incelenecektir.
Medya’nın dış politika yapım sürecini etkilediği, bu süreçte önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. siyasi liderlerin/otoritenin politika belirlemelerinde (dahili-harici) kamuoyunun oy tercihlerini yönlendirmek amacıyla medyayı dikkate almak zorunda oldukları da açıktır.
Medya’nın karar verme sürecine etkisinin farklı boyutları vardır. Medya danışmanlarının bu süreçte etkileri ve karar vericilerinin girdileri yorumlama biçimleri bu süreçte farklı kararların çıkmasına yol açabilir. Dış politikada karar vericiler ise yazılı-görsel medya üzerinden uygulayacakları politikalara meşruiyet kazandırma yolarını arayacakları da açıktır.
Günümüzde, geçmişte olandan farklı olarak medya’nın dış politika sürecindeki etkisi artmakta olduğu dikkati çekmektedir.
Teknolojik gelişmelerin artan oranda medya-TV-basın-radyo vs. alanlarda kullanılmaya başlanması dış politikada karar vericilerle kamuoyu arasında karşılıklı bir mutabakat oluşturma zorunluluğunu da öne çıkarmıştır.
Medya bu süreçte artık dış politikanın yapım sürecinin yoğrulduğu bir alan haline gelmiştir. Dış politikada karar verme süreciyle ilgili teorilerle, iletişim teorileri iç içe geçen bir görünüm arz etmeye başlamıştır.
Bu çerçevede medya’nın dış politika yapımı üzerinde etkileri tartışılacaktır.
Medya: Televizyon, gazeteler, ve diğer haber kaynakları v.s. Objektif oldukları iddiasındadırlar.
Kamuoyu: Bireylerin algılamalarıyla oluşmaktadır.
Kamu oyunun dış politikadaki etkisi konusundaki tartışmalar genelde pluralist ve elit model üzerinden yapılmaktadır.
Kamuoyu, farklı bireylerin medya v.s. kaynaklar üzerinden aldıkları bilgi girdilerini yorumlamalarıyla biçimlenmektedir.
Hükümetlerden bağımsız medyanın varlığı söz konusu olduğu kadar hükümetlerin politikalarını destekleyen, ya da kar-zarar hesabı yaparak farklı gerekçelerle (Ekonomik, siyasi v.s.) tutumlarını biçimlendirenleri de mevcuttur.
Dış politika yapımcıların bazı medya v.s. üzerinden doğrudan kamuoyunu yönlendirmeleri olabileceği kadar, dolaylı olarak medyanın bireyleri yönlendirerek dış politikayı biçimlendirmeye çalıştıkları da görülmektedir.
Belirli kurumlara/örgütlenmelere bağlı olan bazı gazetecilerin yazı ve konuşmalarıyla kamuoyunu bağlı oldukları kurum/örgüt çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışmaları onların bağımsız çalışmalarını da etkileyeceği açıktır.
Dış politika uzmanları, büyük ölçekli ticari kuruluşlar, düşünce kuruluşları v.s. dış politika tartışmalarını etkilemek/yönlendirmek konusunda yoğun çaba harcamaktadırlar.
Medya hesapları siyasi otorite tarafından çerçevelendirilmeye de çalışılacaktır.
Fakat, elitlerin ekonomik, siyasi v.s. farklı beklentilerinin olması bu süreci etkileyecektir.
1- Medya nedir?
2-Dış Politika nedir?
3- Medya ve Dış Politika.
4- Dış politikada karar vericiler ve Basın ilişkisi.
5- Medya, Toplum ve Propaganda.
5- Medya ve Savaş/Barış. (Orta Doğu v.s. gelişmeler).
6- Medya ve Uluslararası İlişkiler.
7- Kamuoyu ve siyaset.
siyasi kültür: Siyasi kültür, insanların siyasete bakışlarını/ona karşı tutumlarını araştırmak/incelemek, o ülkenin siyasi kültürünü araştırmaktır. İnsanların bulundukları toplumdaki siyasal gelişmeler, oluşumlar hakkında taşıdkları bir dizi inaçlar, hisler ve davranışlar ve onların ifade ediliş biçimleri bu toplumun siyasi kültürünü oluşturur. Bkz., G.A. Almond, G.B. Powell, Comparative Politics: System, Process, and Policy, Second Edition, Little, Brown and Co., Boston, Toronto, 1978:25.
Kamuoyunun dış politikayla ilişkisinde Pluralist ve elite model yaklaşımları. Dış politikanın belirlenmesinde farklı faktörlerin etkili olduğunu iddia eden Pluralist yaklaşım, toplumda çeşitli aktörlerin var olduğunu ve bu nedenle bu nedenle tek bir grubun dış politikada etkinlik sağlamasının mümkün olmadığını öne sürer. kurumsal etkilere yeterince önem vermez. Yurttaşların sağduyusuna önem verir. Gazeteciler topluma aktardıkları haberlerde özgürce davransa bile, edindikleri haberlerin bir kısmı kurumsal kanallardan gelebilir ve bu da haber aktarmada yönlendirmeyi gündeme getirebilir. Ayrıca medya’da güçlü ulusal-uluslararası şirketlerin etkinliğini artırması, hükümetler-şirketler bağlantısının varlığı, haberlerde yönlendirme yapılma olasılığı, kamuoyunun medya üzerinden yönlendirilmesini gündeme getirebilmektedir. Egemen medya şirketleri büyük oranda ulusal/uluslararası büyük işletmelerle bağlantılıdır. Reklam-Medya ilişkisi burada devreye girmektedir. Bir çok medya kuruluşunun varlıklarını sürdürmeleri önemli ölçüde alacakları reklam ve ilanlarla sağlanır.
Elite model’de medya’nın elit bir kesimin (Düşünce Kuruluşları, İşveren örgütlenmeleri v.s.) etkisi altında olduğu iddiası vardır. Elit çıkarlarına göre gündem belirlenir iddiasında. Medya, elit çıkarlarına göre şekillendirilir (Framing) iddiası eleştirilmektedir. Ekonomik ve siyasi elitler arasındaki anlaşmazlık durumunda bu şekillendirmenin nasıl yapılabileceği açık değildir. Elit model’e eleştiri yöneltilmiş, bireylerin dayatılan haberlere körü körüne inanmayacağı, eleştirel gözle de bakabileceği, içinde yaşadığı koşulların bunda etkili olabileceği iddiası gündeme getirilmiştir. Medya’da, yekpare/ bütünlük içeren bir yapı ve tanımlama sorunludur. Ekonomik-siyasi elit dışı farklı sivil toplum kuruluşlarının dış politika kararlarına eleştiri yöneltilmesini bu modelle açıklamak zordur.
Hegemon güçlerin (ABD gibi) dış politika kararlarında etkili olduğu iddiası da her zaman geçerli değildir. Irak işgalinde ABD her ne kadar CNN üzerinden tüm ülkelere kendi çıkarlarına uygun haberler servis etmiş olsa da, müttefik olarak İngiltere hükümetini yanında bulabilmiş, Ankara hükümetinden istediği desteği alamamıştır. Bu da dahilde Washington yönetimi Amerikan halkını medya üzerinden ikna edebilmiş olsa da, uluslararası kamuoyunu istediği gibi yönlendirememiştir. Gramsci’ye göre hegemonya’nın sürdürülebilmesinde, ceberrut uygulamalar yanında, topluma önderlik edilerek insanların rızasının kazanılması da gerekebilir.
8- CNN etkisi. Irak’ın işgali ne meşruiyet kazandırmak, ve karar alma sürecinde kamuoylarını yönlendirmek için aralıksız yayınlar sürdürülmüştür. Sürdürülen yayınlar kamuoyunun ve dış politika yapımcılarının karar verme süreçlerinde etkisi ne düzeyde olmuştur? Merkezi ülke yönetimlerinin ya da istihbarat birimlerinin haber yönlendirme çabaları ne kadar etkili olmuştur? Nereye kadar?
9- Manufacturing Consent (Rızanın İmalatı: Bir eylem v.s. için medyayı kullanarak kamuoyunda onay yaratmak). (Consent: Rıza göstermek, uygun bulmak). Her şey propaganda mıdır? Ne kadar başarılı olunmuştur?
Propaganda: Belirli bir yapı/örgütlenme ile bireylerin/toplumun-toplumların ikna edici araçlar/yöntemler kullanılarak belirli düşünceler, eylemler v.s. doğrultusunda yönlendirme çabasıdır. Anti-komünizm propagandası bir dönem toplumu kontrol etmek için kullanılmıştı. Günümüzde radikal islam benzer bir tehdit olarak topluma sunulmakta ve batılı toplumların belirli bir çerçevede kontrolü ya da yönlendirilmesi için (Örneğin, Afganistan işgalini haklı göstermek gibi.) kullanılmaktadır.
Halkla ilişkiler de bu amaçla devreye sokulmaktadır.
Herman & Chomsky: kapitalist toplumlarda ideolojinin bir üretim biçimi olarak kulanıldığını, liberal kapitalist ideolojinin insanların gönüllü olarak rızalarının alınmaya çalışıldığını iddia etmektedirler. Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media (Pantheon Books, 1988) adlı çalışmada, propagandanın nasıl işlediği tartışılmaktadır.
Manufacturing Consent, adlı kitaplarında Chomsky ve Herman; tüm haberlerde baskınlıkları hissedilen "elit konsensüs"'ün olayları nasıl belli bir ideolojik bakış açısıyla sunduğunu ortaya koyarlar. Zira, medya baronları toplumdaki güçlü ekonomik ve kültürel "elitin" manipülatif haberlerini ön plana çıkartarak "kültürel hegemonyanın" varlığını sürdürebilmesi için gerekli zemini hazırlamaktadırlar. Propaganda yaklaşımlarında, habercilikte ulusal iktidar odaklarına hizmet etmenin temelinde sistemli ve siyasal bir kimlik yaratma çabaları görülmektedir. Diğer yandan, İktidarın, özellikle kriz dönemlerinde, kitle iletişim araçlarını, toplumsal rızayı ne biçimde üretip koruduklarını ortaya koyan kamusal senaryo sürecinin farklı söylemleri vardır;
Chomsky'e göre, kitle iletişim araçlarının gündemini siyasi iktidarı paylaşanlar belirler. İktidar, kitle iletişim araçları üzerinden, kamusal tartışmaların çerçevesini ve gündemini yönlendirmeye çalışır.
Krizle korkutarak sorunun çözülebilmesi için sıkı önlemler alınması gerektiği yolunda haberler yaptırılır.
Siyasi-sosyal ve ekonomik konulara toplumun nemelazımcı bir tutum izlemesi için toplumun tepkileri bıktırılarak törpülenir. İktidar bir taraftan otoritesini zedelemeyecek bilgileri medya yoluyla yayarken, diğer taraftan aleyhine olabilecek bilgileri engellemeye çalışır. Mevcut gelişmeleri kabul edici, kaderci bir tutumun önü açılır. Siyasi otoriteden v.s. beklentiler bu kaderci tutumu pekiştiren bir rol da oynar.
14- Framing (Çerçeveleme teorisi). medyanın haberleri gerçekte değişik nedenlerden dolayı değişik biçimde çerçevelediği kabul edilir. framing teorisi, topluluğa sunulan şeylerin sunulma şekli, ( frame diye adlandırılıyor)insanların sunulan enformasyonun işlenmesi konusunda yaptıkları seçimlerini de etkilemektedir.
Liberal yaklaşım Irak işgalini, insani bir kriz yaşandığı, insanların hayatlarının kurtarılması gerektiği için müdahalenin gerektiği iddiasında. İstikrarın korunması için demokratik rejimlerin yaygınlaştırılması gereği vurgulanmakta.
Realist yaklaşım, özellikle askeri gücü çıkarların korunması için öne çıkardığı için, bu amaç doğrultusunda dış politika belirlemek ve uygulamak için toplumsal desteği sağlama yolunda medyayı araç olarak kullanmayı amaca ulaşmada bir araç olarak kullanabilir.
Konstrüktivist yaklaşım, devletlerin dış politika kararlarını değerlendirirken temel argümanları olan kimlikler, normlar v.s. nin önemine vurgu yapar. Düşman ya da dost diye algılamalar toplumsal olarak inşa edildiği için bu inşa sürecinde dış politika karar vericileri medya üzerinden bu inşa sürecini yönlendirmeye çalışabilirler. Bireylerin algılamaları devletlerin dış politijkalarını belirlemede (karar verici siyasileri etkileme gücü olduğundan) rol oynar.
Marksist/Strüktüralist bakış: Üretim ilişkileri ve üretim araçları üst yapıyı yani medya, eğitim, siyaset gibi alanları etkiler/belirler iddiasında Marxism. Sermaye sınıfının egemen olduğu uluslararası sistemde kurumlar v.s de bu sınıf tarafından kontrol edilir ve yönlendirilir iddiasında. ABD’nin Irak işgalinde alınan dış politika kararı, Amerikan ulusunun değil, petrol peşinde olan Amerikan sermaye sınıfının çıkarlarına olduğu için yapılmıştır iddiasında.
Rasyonel Aktör modeli, Hükümetin akılcı ve tek karar verici olarak hareket ettiği, kar-zarar hesabı yaparak ulusal çıkarlara hizmet edecek en uygun alternatifler konusunda doğru seçim yapacağı iddiasında. Karar verme sürecinde, farklı grupların, etkenlerin, kamuoyunun hislerinin v.s. dikkate alınmadığı için eleştirilir.
Liderlik/Psikolojik faktörlerin dış politika karar verme sürecine etki ettiği iddiası da önemlidir. Liderlerin v.s entelektüel yapıları, algılamaları dış politika davranışlarını etkiler. Burada bireylerin yanlış karar verme olasılığı bir eleştiri olarak yöneltilmektedir.
Bürokratik model, dış politika karar verme sürecinde özellikle dışişleri bakanlığı’nda ya da bağlı bakanlık /kuruluş v.s.’de çalışan profesyonellerin önemli rol oynadıklarını vurgular. Bunlar enformasyonları toplar, değerlendirir ve ulusal çıkarlara en uygun kararı verir iddiası var. Bunlar uygulanacak politikaları görüşmeler sürecinde belirler. Farklı kurum, grup, kamuoyu etkisi dikkate alınmaz diye eleştirilmektedir.
Örgütsel/kurumsal yaklaşım modeli’nde, örgütsel uzmanlık dış politika karar verme sürecinde belirleyici rol oynar. Uygulanabilirlik dış politika sürecinde yöntem seçiminde öncelikli rol oynar.
Sistemsel analiz, diş politika yapım sürecinde özellikle uluslararası sistemin yapısının etkisini öne çıkarır. Devletlerarası ilişkilerin bir ülkenin dış politikada karar verme sürecini nasıl etkilediği dikkate alınır.
Dış Politika Nedir?
Hükümetlerin kendi coğrafyaları dışındaki gelişmeleri etkilemek ya da kontrol etmek için sürdürdükleri çabalar (ekonomik, siyasi, kültürel, güvenlik v.s.) dış politika çerçevesinde değerlendirilir.1 Karar vericiler, güvenlik konularına öncelik vermekle birlikte, toplumsal refahın da (ekonomik ilişkiler dolayısıyla dış ticaret v.s. ile bağlantılı) artırılmasının da güvenlikle (ekonomik çıkarları korumak için askeri müdahaleler v.s.) bağlantılı olduğunun farkındadırlar. Geçiş dönemlerinde, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistemde de değişimler söz konusu olmuş, bu da dış politika karar verme süreçlerini etkilemiştir. Sistemde var olan kurallar, normlar (insan hakları, insani müdahaleler v.s.) da da değişiklikler gündeme gelmiştir. Bu da devletlerin dış politikalarında yeniden yapılandırılmaları gündeme getirmiştir.
Karşılıklı birbirlerinin tutumlarını etkilemeye çalışan devlet yönetimindeki karar alıcılar uluslararası ortamın kendi ülke yararlarına şekillenmesi için çaba gösterirler. Amaçların ulaşılabilirlik düzeyi, kaynaklar, kurumların/örgütlenmelerin yapılanma biçimleri bu süreçte önemli rol oynarlar. Farklı aktörlerin yer aldığı bu süreçte devlet kurumlarının (özellikle dış politikada karar verenler) önceliğini vurgulamak gerekir.
Bir çok ülkede dış politika, dışişleri bakanlığı aracılığıyla yürütülür. Bazı ülkelerde liderler (Türkiye’de bir dönem Özal, R.T. Erdoğan, İngiltere’de M. Thatcher gibi) dişişleri bakanlıklarının önünde diş politikada öncü rol oynarlar. Bazı dönemlerde ise (ABD’de Nixon-Kissinger dönemi-1973/1974) Kissinger gibi etkili dışişleri bakanları dış politikada öncelikli rol oynamışlardır.
Soğuk Savaş döneminde genelde iki büyük güç etrafında (ABD-Sovyetler) toplanmalar, kutuplaşmalar öne çıkıyordu. Soğuk Savaş’ın bitimiyle bu yapılanma önemli oranda bozulmuş ve yerine yeni bir sistem oluşturma süreci başlamıştır. Bu dönemde ülkelerin dış politika süreçlerinde dahili ve harici yapının diğer bir deyişle ulusal ve uluslararası faktörlerin hükümetlerin uygulamalarını değişik düzeylerde etkilediği görülmektedir.2 Dış politikada hükümetlerin aldığı ya da almaya karar verdiği karar/eylemler, uluslararası sistemde3 arzu edilen görünümü korumayı ya da istenmeyen görünümü değiştirmeyi amaçlamaktadır.4 Gelişmiş merkezi ülkelerin harici baskılara önemli oranda dirençli olduğu, gelişmekte olan çevre ülkelerinse uluslararası sistemin yapısından kaynaklanan önemli sınırlamalarla yüz yüze kaldığı dikkate alınırsa, Türkiye gibi çevre/yarı-çevre ülkelerin dış politikalarında karar alma sürecinin bundan etkileneceği de açıktır.5
Ülkelerin dış politikada hareket alanları uluslararası sistemdeki konumlarına göre belirlenir. Bu konumun büyük ölçüde o ülkenin dahili yapısıyla ilgili olduğu söylenebilir. Bulunduğu coğrafya, nüfusu, sanayileşme düzeyi, kaynakları, askeri yapısı, milli geliri, teknolojisi, diplomasisi, istihbarat gücü, medyası, başkalarına kendi politikalarını dayatabilme ya da onların kararlarını değiştirebilme gücü gibi konular bir ülkenin konumunun belirlenmesinde doğrudan ya da dolaylı rol oynar.6 İstihbarat kuruluşlarının dış ilişkilerdeki faaliyetlerde artan oranda rol oynadıkları da dikkati çekmektedir. İstihbarat faaliyetleri ile elde edilen bilgiler dış politikada karar vericiler tarafından dış politika faaliyetlerinde kullanılır.7 Son gelişmeler (ABD’deki 11 eylül saldırısı, Ankara’daki (Ekim2015) ve Paris’teki (Kasım 2015), Londra’daki (Temmuz 2015) gibi terör saldırılarının önceden haber alınıp önlenememesi istihbarat birimleri hakkındaki güvenin sarsılmasında rol oynadığı da söylenebilir. Güvenlikle ilgili bazı birimlerin dış politika konusunda siyasi otoriteden bir derece bağımsız hareket etmesi de bu temkinli yaklaşımlarda etkili olmaktadır.8
İç sorunlara (etnik, dinsel v.s.) odaklanma durumunda olan çevre ülkeler varlıklarını sürdürme çabasına öncelik verirken uluslararası sistemde meydana gelen değişimlerle ilgilenmeleri zordur. Buna karşın büyük merkezi güçlerin aksine bir tutum izlemeleri kolaydır. Dış tehdit konusunda çevre ülkelere göre daha rahat hareket eden merkezi ülkelerin dış politikanın inşası sürecinde daha rahat edecekleri açıktır.
Büyük güçlerin iç siyasetin dayatmalarına duyarlı olmadığı söylenemez. ABD’de Vietnam Savaşı karşıtlığı, Fransa’da ekonomik nedenlerle halkın çoğunlukla AB Anayasası’na karşı oluşu büyük güçlerin zaman zaman iç muhalefete kulak vermek zorunda olduğunu göstermiştir.
Goldgeier ve McFaul’a göre iç politika büyük güçlerin dış politikalarını yönlendirmekte etkili olurken, yapısal/sistemsel engellerin çevre ülkelerin dış politikalarında etkili olacağı belirtiliyor.9 S.R. David ise yapısal/sistemsel yaklaşımlı açıklamanın öncelikli olmadığını iç yapının öncelikli olduğunu ifade etmektedir.10
Bu arada çevre’de sivil-asker bürokrasi ve dayanışma içinde bulundukları çıkar grupları-örgütlenmelerin toplumsal talepleri kendi politikaları doğrultusunda yönlendirerek bir dış siyaset belirleme çabasını da sürdürürler. ABD yönetiminin ve müttefiklerinin Irak’ın işgaline giden yolu açmak için kamuoyunu doğru olmayan bilgilerle yönlendirmesi bu açıdan önemli bir örnektir.
Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde dış dayatmalarla bazı çevre ülkelerdeki dahili kurumları biçimlendirme çabasının arttığı da görülmektedir. Merkezi ülkelerin biçimlendirdiği uluslararası sistemde sisteme uygun düşmeyen ülkelerin iç yapılanmalarının değiştirilmesi aynı dönemde Avrupa Birliği’nin (AB) genişleme sürecinde de yaşanmıştır.11 Konumu nedeniyle batı sistemine entegrasyonu önemli olan Türkiye’nin 24 Ocak kararları ve bu kararları uygulamak için uygun ortam yaratan 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sonrası ve özellikle AB’ye üyelik sürecinde siyasi, ekonomik, hukuki değişiklik talepleriyle karşılaştığı ve bunların karşıladığı görülmüştür.
Ulusal çıkarlar konusunda devletin varlığı12, güvenliği, bağımsızlığı gibi kavramlar objektif kavramlarken karar vericilerin ulusal çıkarların ne olduğu konusundaki önerileride subjektif kriterler olarak adlandırılır. Bütün karar vericilerin rasyonel aktörler olduğunu söylemek zordur. Böyle olsaydı bunların aynı konuda aynı yada benzer kararlar vermeleri ve uygulamaları beklenirdi. Kısa-orta-uzun dönem amaçlar belirlendikten sonra önceliklerin neler olduğu, nelerin riske edilebileceği, ana hedefe varmak için adım adım ara hedeflerin nasıl tamamlanacağı dış politikada karar vericilerin öncelikli çalışma konularıdır. Gücün burada yerinin ne olduğu konusu önemlidir. Objektif olarak gücü ölçmek zordur. Kaynakları, milli geliri v.s. ölçebiliriz. Rakip güçlerinkiyle karşılaştırmak için bu bize kabaca bir bilgi verebilir. Ülkelerin konumları ekonomik, askeri v.s. faktörler göz önünde bulundurularak belirlenir. Sınıflandırmada fiziksel ve materyal durum dikkate alınır.13
Ülkenin kaynakları nelerdir, coğrafi konumu nedir, nüfusu ve bu nüfusun eğitim/meslek boyutu yani ehil olma düzeyi nedir, ülkenin sanayileşme düzeyi, askeri gücü, milli geliri, ticari gücü, teknolojisi, diplomasideki yetenekli eleman gücü, enformasyon ve medyasının durumu, başka ülkeleri herhangi bir şeyi yapmaya zorlama ( ya da ikna edebilme) ya da yapmamaya zorlayabilme (ya da ikna edebilme) gücü nedir, yıkıcı faaliyetlere karşı direnci ve karşı faaliyette bulunma yeteneği varmıdır gibi sorularla bir ülkenin uluslararası sistemdeki konumu belirlenebilir. Yeteneklerine göre ülkeleri büyük güçler, orta güçteki ülkeler ve küçük boyuttaki ülkeler olarak tanımlamak da mümkündür.14
Uluslararası ilişkileri15 güç yarışı olarak görenler sürekli olarak ortaya çıkan rakipleri tasfiye etmek gibi bir kısır döngüden nasıl kurtulunabileceği konusuna tam bir açıklık getiremezler. Rakiplerini fiziki güçle etkilemeye çabalamanın fiziki zorlama, şantaj, zorlayıcı diplomasi, bir karardan zorla vazgeçirme, müeyyide uygulama, yıkıcı propaganda gibi yöntemlerle nereye kadar sürdürülebileceği ve sistemsel istikrara ne kadar katkı yapacağı konusu tartışmalıdır. Burada güce her durumda tamamıyla olumsuz bir anlam yüklemenin yetersiz bir açıklama olacağı ise açıktır.
Askeri gücün dış politika aracı olarak kullanılması her ne kadar etkili gibi görünse de ilişkileri her zaman olumlu yönde geliştirdiği söylenemez. Ülkelerin genelde askeri gücü rakip güçlere karşı bir denge unsuru olsun diye istedikleri ve nükleer silah edinme isteğini de bu açıdan yorumlama eğiliminde oldukları görülmektedir.
Dahili ve harici ortam, ülkelerin coğrafi konumu, kurumsal yapısı, medyası, baskı grupları, kamu oyu dış politikayı doğrudan ya da dolaylı etkilerken insanların dış politikayla artık artan oranda daha aktif olarak ilgilendikleri dikkati çekmektedir. Bunun nedeni iç ve dış politikanın iç içe geçer bir duruma gelmesi ve halkın dış gelişmelerin kendi yaşamına doğrudan etki edeceğine olan inancıdır. Bu inancın siyasi kültürle doğru bir ilişkisi olduğu da belirtilmelidir.16 İç politikada sorunların artmasının dış politikada radikalleşmeyi getirmesi olasılığının yüksekliği yanında, uluslararası sistemdeki gerginliklerin global entegrasyon oranı yüksek çevre ülkelerin iç politikalarını radikalleşme yönünde etkileyeceği de söylenebilir.
Hangi politikaların önemli olduğunu ve öncelik verilmesi gerektiğini, devletlerin neden farklı davranış özellikleri sergilediklerini, takip edilen amaçları, kullandıkları yöntemleri, kimlerin hangi etkilerle dış politikayı belirlediklerini, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası sistemin yapısındaki değişimin ortaya çıkardığı iki kutuplu sistemin dış politika karar alma süreçlerine etkisinin ne olduğunu ve 1980’li yıllardaki yeni değişim sürecini oluşturan nedenlerle 1990’li yıllarda ortaya çıkan sistemsel dönüşümün ardından nasıl bir yapılandırma çabasına girişildiğini dış politikada karar vericiler dikkate alarak bir dizi karar alma yoluna giderler. Burada amaç uluslararası toplumdaki gelişmeler karşısında belirli ve ulaşılabilir amaçlara yönelik politikalar belirlemek ve uygulamaya koymaktır.
Burada yanlış bilgi yada bireysel bazı tutumların bu süreci etkileyebileceği de unutulmamalıdır. Politikalar ortaya çıkan gelişmelere göre belirlenir ve bunlara ya tepki gösterilir ya da oluşan ortama uyum sağlanır. Dış politik ortamdaki gelişmeler konusunda sağlıklı bilgi edinmenin zor olması bir tarafa, bu bilgilerin karar vericilerce tasnifi, yorumu ve karara bağlanması süreci pürüzsüz değildir. Karar vericilerin, analistlerin eldeki bilgileri kendi açılarından yorumlama eğiliminde oldukları da söylenebilir. Uluslararası ilişkilercilerin dış politika yorumlamalarında harici etkiler ve koşullara, iktisatçıların ticari ilişkilere, siyaset bilimcilerin dahili siyasi ve toplumsal yapılara öncelik verebileceği dikkate alınmalıdır.
Bu süreçte gerçekler olarak öne sürülen olguların seçilmiş olup olmadıkları ya da hangi kriterlere göre seçildikleri, bilgiler konusunda bir çarpıtmanın olup olmadığı, taraf olunup olunmadığı veya taraf olmanın analiz sürecine etkisinin ne düzeyde olduğu çok önemli olduğu kadar merkez ve çevre ülkelerin sistemden beklentilerinin yaratttığı çıkar farklılıklarının karar vericiler üzerindeki etkilerinin, verilerin yorumlanmasında önemli rol oynadığı da unutulmamalıdır.
Merkezi ülkeler dış politikada çıkarlarını artırmak için daha yayılmacı - saldırgan bir politika güderlerken, çevre ülkelerin dış politikalarında var olanı koruma şeklinde ifade edilebilecek savunmacı bir dış politika izlendiği dikkat çekmektedir. Merkezi ülkelerin bugünkü gelişmişlik ve refah düzeylerini önemli oranda askeri güçle desteklenen ekonomik korumacılık politikalarına borçlu oldukları dikkate alınırsa17, çevre ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları iddia edilen tarım alanında bile dayatılan serbest ticaret koşulları nedeniyle zarara uğradıkları görülmektedir.
Global yada bölgesel düzeyde önemli oranda etkileme gücüne sahip merkezi ülkelerin genelde uluslararası alandaki kuralları kendi çıkarlarına uygun bir şekilde belirledikleri soylenebilse de, bu süreçte gücün tek başına yeterli olmadığı ABD’nin Vietnam’daki ve Irak’taki, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki başarısız deneyimlerinde görülmüştür. Uluslararsı örgütlerin kontrolü yanında Çok Uluslu Şirketler’le de global ekonomideki etkinliklerini sürdürmeye çalışan merkezi ülkeler18, bu şirketlerin faaliyetlerini engelsiz sürdürebilmeleri için gerekli olan hukuki, siyasi ve ekonomik düzenlemeleri yapmaları yolunda çevre ülkeler üzerinde baskılarını da sürdürdükleri görülmektedir. Merkezi ülkelerin dış politikadaki amaçlarından hayati olanlarını korumak için gerektiğinde kendi koydukları uluslararası kuralları çiğnediği de Irak işgalinde olduğu gibi görülmüştür. Merkezi ülkeler önceliği kendi ulusal güvenlik, ekonomik çıkarlarını ulusal-uluslararası düzeyde korumak, kendi değerlerini global düzeyde yaygınlaştırmak, diğer devletleri kendi çıkarlarına uygun yapılanmaya zorlamak gibi konulara verirlerken bunların çevre ülkelerce gerçekleştirilmesi ise normal koşullarda zor bir görev olduğu gerçeği kabul edilmektedir.
-
Dış Politika’da Merkez- Çevre sorunu
Dış politika inşa süreci esasta liderlerin belirlediği amaçlara ulaşmakta bir ulus devletin kabiliyetlerinin kullanılması için stratejilerin oluşturulmasıdır.19 Dış politika tartışmasına bir ulus-devlet’in kabiliyetleri nelerdir20, bunlar nasıl algılanmıştır, karar verenler bu kabiliyetleri nasıl seferber ederler, önemli röl oynayan bireyler, gruplar kimlerdir, birbirini etkileyen örnekler nelerdir, değer verilen amaçlar nasıl algılanır, uygulanması nasıl düşünülüyor, uluslararası engeller nelerdir, kim-kimler formüle ediyor, kim-kimler uyguluyor, uluslararası sitemin yapısından doğan engeller nelerdir, etnik yapı nasıl bir görünüm arz ediyor ve sorun yaratma potansiyeli nedir, çıkar gruplarının örgütlenme ve dış politikayı etkileme güçleri nedir, medyanın dış politikada takınacağı tavrın boyutları ne olabilir gibi bir çok soru sorularak başlamak gerekir.
Dış politika özellikle bir devletin ya da hükümetin diğerleriyle ilişkilerini sürdürmesinde gerekli olan kararların alınması ve uygulamaya konulması süreci olarak ifade edilebilir. Bir ülkenin dış politikası genelde uluslararası toplumda diğer devlet ve aktörlerle olan ilişkilerin sürdüğü hükümet faaliyetleri alanındaki ilişkilere gönderme yapar.21 Değişik tanımlamaların yapılabileceği dış politika kavramının uluslararası ilişkilerde devlet gibi bağımsız aktörlerin resmi dış ilişkilerini yürütmeleri olarak da ifade edilebilir. Uluslararası ililşkiler her tür aktör, grup ve bireylerce devlet sınırları ötesindeki ilişkilerin ağını anlatır. Günümüzde dahili ve harici politika çoğunlukla birbiriyle iç içedir. Her ne kadar dış politika devlet idaresiyle bağlantılı olsa da devlet dışı aktörlerin de uluslararası ilişkilerde önemli aktörler haline geldiği açıktır.
Devletin önemli oranda global politikada doğrudan ya da dolaylı olarak tekelini sürdürdüğü söylenebilse de ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren diğer gruplar, örgütler de etkileri oranında dış politika aktörleri olarak tasnif edilmelidirler. İnsan hakları konusunun özellikle Soğuk Savaş sonrası gündemde daha öne çıkmasıyla, Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar ülkelerin dış politikaları üzerinde etkili olabilen raporlarıyla önemli birer aktör statüsü elde etmişlerdir. Fakat bunların, Irak’ın gelişmiş merkezi ülkelerce işgal edilmesiyle ikinci plana itilmiş raporlarıyla emperyal ülke politikalarını etkileyemediği, dayatmalarla çevre ülkelerin politikalarını yönlendirmede birer baskı unsuru olarak kullanıldıkları görülmüştür.
Dış politika, ulusal (dahili) ve uluslararası (Harici) ilişkiler düzeyindeki gelişmelerle biçimlenir. Ulusal alan bir devletin coğrafi sınırları içinde değişik düzeylerdeki birey ve grupların yer aldığı alandır. Ülke içinde toplumsal yapılardaki uyumun boyutu dış politikada karar alma sürecini önemli ölçüde etkiler.
Bazı devlet dışı aktörler özellikle çevre ülkelerin uluslararası alandaki rolünü azaltan bir rol oynayabilirken, merkezi ülkelerin birçok durumda bu örgütleri yönlendirme kabiliyetleri nedeniyle etkinliğini artırıcı rol oynayabilmektedir. Hükümetlerin dış politikada karar verme süreçlerinin dış aktörlerce etkilendiği söylenebileceği kadar, uluslararası alanda belirlenen hedeflerle ve bu amaçla izlenecek yollarla ilgili olarak yönetimdeki değişik görüşlerin çıkar önceliklerinin açık-gizli bir mücadele içinde oldukları da yadsınamaz.
ABD ve AB gibi güç merkezleri uluslararası kuralları koyarken kendi aralarında bir uzlaşmaya varmaya özen göstermeye çalışırlarken, dışarıda kalanları alınan kararlara uymaya zorlarlar. Hayati çıkarların söz konusu olmadığı durumlarda kendi aralarında uzlaşmaya varma eğilimleri yüksektir. Ortak çıkar söz konusu olduğunda Çok Uluslu Şirketler gibi yapılanmaların faaliyetleri önündeki engellerin kaldırılması doğrultusunda çevre ülkelere baskılarını ortak bir dayanışmayla artırırlar.
Orta güç sınıflandırılması içindeki bazı ülkeler yapısal faktörler açısından (ekonomik, askeri v.s.) yeterli olmamalarına karşın yapısal olmayan bir faktör olan diplomatik yetenekleri nedeniyle uluslararası ilişkilerde önemli röl oynayabilirler. Orta güçteki ülkelerin diplomatik yetenekleriyle kendi bölgelerinde büyük güçlere rağmen sorunların çözümünde öncü rol oynayabilme ve bölgesel koalisyonlar oluşturarak bunu uluslararası sistemdeki yerleri için bir manivela olarak kullanabilme imkanları takip ettikleri dış politikaya uygun olarak biçimlenir. Bölgesel dayanışmaya öncelik verilmesi durumunda, dayanışma içinde olunan ülkelerin de benzer politikalar izlemesi koşuluyla başarı oranı artar. Bu tür yapılanmalara öncülük eden çevre ülkelerin global konularda değil fakat bölgesel konularda aracı olma eğilimleri öne çıkar. Büyük güçler ise bölgesel konularla çıkarları ölçüsünde ilgilenirken global düzeydeki gelişmelerle dış politika hedefleri gereği ilgilenmek zorundadırlar.
Türkiye gibi orta güçte gelişmekte olan çevre ülkelerde dış politikada hayati öncelikli çıkarların (sınırların korunması, iç işlerine müdahale edilmesinin önlenmesi gibi) yanında, ekonomik gelişmenin ve dolayısıyla halkın refahının sağlanmasının önündeki engellerin kaldırılması çabaları sürdürülürken farklı iç ve dış sorunlarla yüz yüze gelindiği dikkati çekmektedir. Merkezi ülkelerin izledikleri emperyal-yayılmacı politikaların uluslararası ekonomiden daha fazla pay alma amacını güttüğü ve Türkiye gibi ülkelerin bu süreçte emperyal merkezlerin taleplerine olumlu cevap verme konusunda sıkıştırıldığı görülmektedir. Merkezi ülkelerin bunu yaparken izledikleri yolların ise dönem dönem farklılık gösterebileceği görülmüştür.
Çevre ülkeler merkezi ülkelerin kontrol ettiği global sistemle karşı karşıyadır. Bunların bir çok durumda ekonomik güçlerini çevre ülkelere karşı bir baskı aracı olarak kullanabilme imkanları mevcuttur. Her ne kadar karşılıklı bir bağımlılıktan söz edilse de22, merkezi gelişmiş ülkelerin çevre ile karşılıklı bağımlılıkları çevre’de gücün artması anlamına gelmemektedir. Bu çoğunlukla radikal ulusalcı çıkışlarda (İran Devrimi gibi) söz konusu olmaktadır.
Devlet merkezli bir rekabetin gözlendiği günümüz uluslararası sistemde buna paralel olarak dış politika analizlerinde de devlet merkezli yorumlara rağbet edildiği görülmektedir. Özellikle merkezi ülkelerde dış politika inşası sürecinde genellikle devlet merkezli yaklaşımların öne çıktığı görülse de, devletin bu süreçte farklı toplumsal güçlerle ilişkileri ve bunun dış politika sürecine etkisi de son derece önemlidir.23 Çevre ülkelerin güvenlik konusundaki sıkıntıları, endişeleri ve bunun dahili yapıda yarattığı zayıflık ve güçlü dış etkenlerin baskısının öne çıktığı ise yadsınamaz.24 Bazı dönemlerde Almanya, Fransa ve İngiltere gibi gelişmiş merkezi ülkelerde de toplumsal tercihlerin dış politika inşa sürecine etki ettiği de açıktır.25
Merkezi ülkelerde farklı bir görünüm öne çıkmaktadır genellikle. ABD dış politikasını belirlerken çeşitli iç ve dış faktörlerin değişik düzeylerde etkili olduğu görülmektedir.26 Fakat dış politika son aşamada ABD devlet başkanlarının açıkladığı doktrinlerle formüle edilirler. Eylül 2002 tarihli W.Bush doktrininde ABD’nin ulusal çıkarlarına karşı oluşturulabilecek tehditlere karşı ABD askeri gücünün hayati önemde olduğu vurgulanmakta,27 ve Washington’un emperyal yayılmacı politikalarını meşrulaştırmak için Amerikan güçlerinin ülke dışında bulunmasının ABD’nin müttefiklerine ve dostlarına karşı sorumluluğunun en önemli göstergesi olduğu ifade edilmekte, “ABD’nin ulusal güvenlik stratejisi değerlerimizin ve ulusal çıkarlarımızın birliğini yansıtan Amerikan enternasyonalizmi üzerine kurulacağı” belirtilmektedir.28 Burada hegemon ülkenin global düzeydeki kontrolüne bir meşruiyet arama çabasının öne çıkarılmaya çalışıldığı dikkat çekmektedir.29
İngiltere başbakanı Blair, Kasım 2000’de yaptığı bir konuşmasında bir ulusun dış politika amacının çıkarlarını ve değerlerini geliştirmek ve yaymak için güçlü, kuvvetli, ve etkili olması gerektiğini ifade etmiş ve bu amacın hiçbir zaman değişmeyeceğini, sadece takip edilen yolun içeriğinin değişebileceğini vurgulamıştır.30 Bu ifade var olan sistemden memnun olan merkezi ülkelerin güç merkezli sistemsel yapılanmanın sürdürülmesini arzu ettikleri ve bunun için çabalarını sürekli kılmaya çalıştıkları görülmektedir. Klasik Realist yaklaşımla, hegemon ülke dış politikasının inşası sürecine ve eylemlerine meşruiyet sağlayıcı bir çerçeve oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.
İngiltere’nin merkezi ülke konumunu önemli oranda ABD ile AB arasında aracı rol oynamasına borçlu olduğunu bilen başbakan Blair 10 Kasım 1997’de şöyle diyordu:”İngiliz dış politikası Avrupa’da güçlü, ABD ile güçlü olmalıdır. Biz ABD ile Avrupa arasında köprüyüz”. ABD-İngiltere arasında çıkar dayanışmasına rağmen Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Avrupa’da Fransa’nın hegemonya yarışında öne çıkma çabasında olduğu görüldü. Fransa bu çabasını AB içinde Almanya ile dayanışmaya girerek gösterdi. Fakat AB’deki yeni sorunlar bu gidişte önemli bir engel teşkil etti. Bu arada ABD hegemonyasının sona ermekte olduğunu ifade eden açıklamalara karşın31, AB içindeki sorunların, ABD’nin sistemsel hegemonyasında sorun yaratabilecek olan Avrupa coğrafyasından dışlanma çabalarını engelleyici bir röl oynadığı da görülmektedir.
Dünya pazarının yeniden yapılandırılmasının ABD hegemonyası altında olması, bazı gelişmiş merkezi ülkelerin barış içinde bir arada yaşamaları için uygun ortam yaratmış ve çevre ülkelerdeki toplumsal muhalefetle ekonomik ve askeri olarak uğraşmak konusunda işlerini kolaylaştırmıştır.32 Bu nedenle ABD hegemonyasının sürmesinden yana olan merkezi ülkelerin varlığı da yadsınamaz. Bunun yanında inşa edilmekte olan uluslararası sistemden daha fazla pay almak isteyen yeni güç merkezlerinin dış politikalarında yayılmacı eğilimlerin arttığı görülse de, var olan hegemon’un (ABD) çıkar alanlarını yeni güç merkezleriyle paylaşmaya yanaşmaması nedeniyle bu güç merkezlerinin bazı durumlarda geri adım atma eğilimleri de dikkati çekmektedir. Bu eğilimlerin zaman zaman iniş-çıkışlar gösterdiği fakat sistemin kontrolünde daha fazla söz sahibi olmak ve böylece daha çok pay almak çabası ise güç merkezleri arasında sürmektedir.
-
Uluslararası Sistemin Yapısı
Uluslararası sistemde yeni oyuncuların ortaya çıktığı, bunların özellikle çok uluslu şirketler, uluslararası örgütler ve özel çıkarları olan gruplar olduğu belirtilerek devletlerin global oyuncu olmalarını sürdürmelerine karşın güçlerini görece olarak yitirdikleri iddia edildiği bir dönemde33, önemli birer sistemsel aktör haline gelen Çok Uluslu Şirketler’in ulusal orijinlerini korudukları, devletsiz birer global yatırımcı olmadıkları inkar edilmemektedir.34
Gelişmiş merkezi ve gelişmekte olan çevre ülkelerdeki güçlerin/aktörlerin işbirliği veya rekabeti, bunların karşılıklı etkileşimleri dış politika kararlarında etkilidir. Uluslararası sistemin işleyişi konusunda dünya ekonomisinin belirleyici olduğunu ileri süren düşünceler yanında35 gelişmiş merkezi ülkelerin egemen sınıfının çevre ülkelerdeki egemen sınıflarla işbirliğine giderek orada kendi çıkarlarına uygun bir yapılanmaya gidebileceğini ve böylece sistemin arzu edilen biçimde yapılandırılarak sürdürülebileceğini belirten36, uluslararası sistemin anarşik bir yapıda olduğunu ve özellikle iki kutuplu bir dengenin sağlanmasıyla sistemde istikrarın korunabileceğini vurgulayan37, Çok Uluslu Şirketlerin dünya ekonomisindeki etkinliğini öne çıkaran38, uluslararası örgütlerin uluslararası sistemdeki rolünün önemine vurgu yapan39, hegemon gücün sistemin istikrarında önemli bir rolü olduğunu40, toplumsal güçlerin dünya politikasında öne çıktığını41 v.s. savunan görüşler öne sürülmüştür. Çok Uluslu Şirketler’in devletler gibi, dahili bir yapılanmaları yanında faaliyet gösterdikleri harici bir uluslararası ortam da mevcuttur. Devletlerin dış politika yürütürken ihtiyaç duydukları kadrolar (uzmanlar v.s.) Çok Uluslu Şirketlerde de mevcuttur. Bu kadrolarla yabancı ülkelerdeki faaliyetlerini şirketlerinin beklentilerine uygun bir şekilde yürütmeye çalışırlar.42 Belirtmek gerekir ki, bu şirketler yabancı ülkelerdeki faaliyetlerinde kendi ülkelerinin siyasi güçlerini arkalarına alarak hareket ettikleri ve faaliyetlerinin önünü açmada (hukuki altyapının uygun hale getirilmesi gibi) kullandıkları da bilinmektedir.
Uluslararası sistemin önemli bir aktörü olarak belirli bir coğrafyada otoritesini tatbik eden (zorla veya değil) bir yapı olarak tanımlanabilen devletler dahili-harici politikaları, yine dahili ve harici gelişmelerden çoğunlukla muaf değildir. Devletler dahili olduğu kadar (değişik çıkarları ve politik hesapları olabilen sınıflardan, gruplardan, bireylerden oluşan bir yapının üzerinde yükselmiş) harici (IMF, AB, NATO gibi örgütlerin ve devletlerin) sınırlamalarına da açıktır.43 IMF gibi uluslararası mali kuruluşlarla yada AB gibi siyasi-ekonomik yapılanmalarla tek taraflı bağımlılık ilişkisi içine giren ülke yönetimlerinin kendi dış politikalarını bağımsız bir şekilde belirlemeleri de zorlaşacaktır. Fakat çevre ülke yönetimlerinin bunun dışında toplumsal örgütlü talepler nedeniyle sadece dış dayatmalarla siyaset belirlemeleri de kolay değildir.44
Devletler dahili olarak topluma güvenlik gibi bazı hizmetleri sağlamak ve böylece var olan toplumsal sisteme meşruluk sağlama yoluyla sistemin devamlılığını sürdürmeye çalışırken, harici olarak diğer devletlerle var olan global ekonomik kaynakların paylaşımı için (yada korunması) mücadele eder ve başarılı olmaya çalışırlar. Bu yarıştaki devletlerin harici ve dahili faaliyetleri iç içe geçmiştir. Bir çok durumda büyük devletler kendi ekonomik, siyasi ve hukuki sistemlerini dünyanın diğer bölgelerinde uygulamaya koymak amacıyla, kendi çıkarlarını korumak için belirli düzeyde bir uluslararası işbirliğine ihtiyaç duyarlar.45 Fakat merkezi ülkelerin tüm güçlerine karşın her zaman çevre ülkelerde arzu ettikleri bir kontrolü sağlamakta güçlük çektikleri de görülmektedir. (Örn. İran, Irak). Bu da uluslararası sistemin yapısının nasıl bir biçim alacağının tam olarak bilinemeyeceği, bunda son aşamada toplumsal örgütlenmelerin yapılarının, bunların dayanışmalarının düzeyinin ve direnişlerinin boyutunun önemli rol oynayacağı söylenebilir.
Dostları ilə paylaş: |