MEHMET AKİF ERSOY’UN İNSAN İRADE VE
HÜRRİYETİNE BAKIŞI
Abdulvahit imamoğlu*
Günümüzde insanı tanımada onun iç dünyasının ve dışa yansıyan bu iç dünyanın asli özellikleri olarak iradesini irdelemenin doğru olacağını düşünüyoruz. Zira N.Topçu’ ya göre; “irade içimizden dışa çevrilen itici kuvvetlerle frenleyici kuvvetler arasında şuurlu bir denkleşme” olarak tanımlanmaktadır. Bu manada duygular
itici kuvveti harekete geçirir, emirler ve baskılar frenleyici kuvveti idare ederler. Böylece bu iki zıt kuvvetin ortasında hareketlerimiz şekillenir. Hürriyet ise insanın kendi iradesini istediği gibi kullanabilme melekesidir.
Ancak burada hürriyeti iç ve dış etkilerden tamamen soyutlayarak ifade etmek çok zor görünmektedir. Zaten Spinoza da “Dış olaylar bizde tam fikirler haline geldiği nisbette hür oluruz ve mademki Allah fikri fikirlerin Fikridir, bizi sadece o hür kılabilir.” (Topçu, İsyan Ahlakı s. 47) demektedir. Bunlara bağlı olarak şunu diyebiliriz ki; insanın sorumlu olmasında sorumluluk iradenindir. Zira insan iradesinin gücü, sorumluluğuyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla, sorumluluk hür iradenin de belirleyicisi olmaktadır.
Bu bağlamda Mehmet Akif’in de insan iradesine çok değer verdiğini görüyoruz. O, her şeyden önce insana değer veren bir şairdir. Bu değer onun hem iradesini kullanabilmesi hem de ilahi olanı tanıma ve ona yönelmesi noktasında kendini göstermektedir. Ne yazık ki çoğunlukla insanoğlu kendi değerinin farkında değildir.
İnsanın kendinin farkında olması, aklını kullanabilme ve sorumluluk alabilmesiyle doğru orantılıdır. Nasıl olsa yaşıyoruz, bizim rızkımızı veren bir güç var diyerek sorumluluktan uzak duran insanların aynı zamanda kaderci olduklarını ve kadere boyun eğdiklerini ifade etmektedir. Dolayısıyla günümüzde de çok tartışılan kader konusunda insanı ön plana çıkarmış görünmektedir. Esasen, M. Akif kadere, imanın farzlarından biri olarak
inanmakta ve
“Kader feraizi imana dahil…Amennâ…
Fakat yok onda senin sapmış olduğun mânâ”
diyerek kaderin bazı kişiler tarafından yanlış anlaşıldığını ifade etmekte ve özellikle yanlışlığın tevekkül anlayışında ortaya çıktığını belirtmektedir.
Nitekim O;
“Kader; şeraiti mevcut olup ta meydanda, Zuhura, gelmesidir mümkinatın a’yanda”
diyerek kaderin ne olduğunu öğretmekte ve kaderle tevekkülü birbirinden ayırmaktadır. O’na göre kader, şartları mevcut ve meydana gelmesi mümkün olan bir durumun Allah tarafından meydana getirilmesidir. Fakat bunun niçin ve nasıl meydana geldiği konusunda bilgimizin olamayacağını, bunu ancak Allah’ın bileceğini söylemektedir.
* Doç. Dr. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fak. Öğr. ÜyesiMEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ
Dostları ilə paylaş: |