MEKSİKA VE 1994 KRİZİ
1994 yılbaşı gecesi ajanslar Meksika’da bir köylü isyanının başladığını haber verdiler. Rastlantıya bakın!...1 Ocak 1994 Meksika için tarihi bir gün. Kısa adı NAFTA olan ve Meksika’nın yanısıra, ABD ve Kanada’dan oluşan bölgesel ekonomik bütünleşme, bu tarihte resmen yürürlüğe girecek. 21 Ağustos 1994’de kendi seçtiği, hatta nerdeyse atadığı selefine teslim edecek Başkan Salinas için ayaklanma, -çapı ne olursa olsun- tam bir fiyasko sayılıyor. Batı dünyasına gelişmişlik, model ülke pazarlarken, açız diyen köylülerin isyanıyla karşılaşmak, Kayserili’nin boyadığı eşeğin ilk yağmurda kazınıp, gerçek rengin ortaya çıkmasını andırıyor.
Global dünyada kimin ne olduğunu anlamanın kolaylaştığı gibi, nerede ne olduğunu öğrenmek de artık sorun olmaktan çıktı... 2-3 gün sonra isyanın başkent Mexico City’nin güneyinde, ülkenin yoksul Kızılderili kesiminin kümelendiği Chiapas eyaletinde çıktığını öğreniyorum. 1910 yılındaki ünlü Meksika Köylü İsyanı’nın efsanevi lideri Zapata’dan esinlenerek ayaklanan ve 2000 kişi oldukları sanılan milisler, kendilerine Zapatist Ulusal Kurtuluş Ordusu adına vermişler.
Chiapas eyaleti TÜTAV ekibinin programında yer almıyordu. Yine de yorgun belleğimde eyaletin ismi bir iz bırakmıştı. Arşivimde, şu minnacık haberi buluyordum:
Ekim ayında çıkan bu haberde kısa adı CNDH olan “Ulusal İnsan Hakları Komisyonu”nun Chiapas’daki olayları yerinde izleyeceği bildiriliyor. Haber veren The News gazetesi tümüyle ülkede varolan gizli sansürden payını alan bir organ olduğundan, CNDH’nın hangi olayları yerinde izleyeceği açıklanmıyordu... Ama ne olursa olsun, Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan kendisini duyurmuş, anlayana sivrisinek bile saz olur, demişti.
Başkan Salinas ayaklanma sonrası, ülkede “hafiyesi” olarak bilinen, İçişleri Bakanı’nın, sağlık gerekçesi bile göstermeden “düz” istifasını kabul ediyor ama olaylar yine yatışmıyordu. Salinas bu kez koşulsuz görüşmelere hazır olduğunu açıklıyor, isyancılara ise af vaadediyordu. Ayrıca bölge altyapısını yenilemek ve oto-yol yapmak üzere bir özel ulak ile bölgeye ivedilikle 250 milyon $ -evet yanlış okumadınız, pezo değil dolar-yolluyordu1.
İsyancıların ne istediği konusunda somut bir belirti olmamakla birlikte TİME dergisi, Zapatist isyancıların yoksulluğa karşı savaştıklarını belirterek, isteklerini şöyle sıralıyordu2:
-
Toprak
-
Gıda
-
Sağlık
-
Bağımsızlık ve özgürlük
-
Adalet ve barış
-
Demokrasi
Peki vergi oranlarını düşürmekle iftihar eden, sosyal harcamaların son 5 yılda net % 85 arttığını açıklayan, askeri harcamalarınsa düşürüldüğünü söyleyen Başkan Salinas’a ne olmuştu? Batılı basının ilk yorumu “Ekonomik reformlar sosyal maliyeti karşılamaya yetmiyor. Dahası, piyasa ekonomisine geçiş ilk elde zengin ile fakir arasındaki uçurumu daha da genişletiyor” şeklinde oldu. Ancak bu söylem, geçmişten beri yabancısı olmadığımız sözlerdi....Hem savcı, hem de hakim rolündeki Dünya Bankasının tezlerini andırıyordu.
Kuşkusuz, Başkan Salinas’ın 1988 yılı Başkanlık seçimlerinde bu bölgede % 89.9 oranında oy aldığını söyleyerek “olay yok” demeye getirenlere de rastlamak mümkündü.
Liberal basınsa, çıkan olayların örgüsünü 5 temel noktada odaklıyordu:
-
Yerli kabileler sürekli ihmal edildi.
-
Toprak üzerinde nüfusun üçte biri ulusal hasılanın sadece % 8’ini alırken, şimdi bir de toprağın alım satımına izin verilmesi kargaşa yarattı.
-
Politik sistem dışa nasıl görüntü verirse versin, kilitli kaldı.
-
Seçimler hep şaibeli olunca ve bu nedenle isyancıların taleplerinin başında seçimlerin demokratik yapılması gibi kitlevi bir talebi istemi hakkı doğdu.
-
Varlıklı kuzey bölgesine göre geri kalmış güney, genel bütçeden sadece % 15 pay almasıyla uçuruma daha da yaklaştı. Mevcut istikrar programı uygulaması bu uçurumu kapatmayıp, aksine büyüttü.
“Farklı iki Meksika vardır!” diyen romancı Carlos Fuentos ve Prof. Dr. Mehmet Altan’ın Sabah gazetesindeki 28 Ocak 1994 tarihli yorumu olaya yeni bir bakış getiriyordu:
“Ömrü kısa olmayacak bir şey varsa, o da hepsi de yerli olan köylülerin ve hepsinde köylü olan Yerliler’in, yani Chiapas halkının büyük çoğunluğunun on beşinci yüzyıldan bu yana içinde yaşadığı yoksulluk, adaletsizlik, kıyım ve insan haklarının ayaklar altına almıştır.”
En küçük bir toprak reformu gerçekleşmemiş, Chiapas’ta topraklar toprağı işleyenlere geri verilmemekle kalınmamış, yerel oligarşi ortak toprakları azar azar çalmayı sürdürmüş.
Peki ya siyasi otorite? İşte asıl sorun burada, Halkın çoğunluğuna ayrılacak engin ve bereketli topraklarıyla refah içinde yaşayabilecek bir eyalet yoksulluğun batağında, çünkü genellikle devlet yetkilileriyle işbirliği yapan yerel yönetimler ekonomik güçlerle elele.
Toplumsal bir ayaklanma için bundan daha elverişli bir ortam olabilir mi? Ama asıl tuhaf olan, böyle bir toplumsal ayaklanmanın daha önce meydana gelmemiş olması.
Ama gene de Chiapas’taki durumun çok iyi bilindiği apaçık ortada. Çünkü Devlet Başkanı Carlos Salinas Meksika’nın toplumsal hastalıklarına getirdiği iyi niyetli reçete diye nitelenebilecek “Danışma Programı” kapsamında Chiapas’a son birkaç yıldır 50 milyon dolarlık bir kaynak aktarmış bulunuyor. Chiapas’ın gerçekten buna gereksinimi var.
Chiapas bir uyarı işareti.
Devrimci hareketin 1910’da başlamasından bu yana gerçekleştirdiği birçok ilerlemeyle haklı ödünç duyan bu ükenin genel dinamiğiyle; Meksika’nın güneyinin, Meksika’nın yoksullarının bütünleştirilmesi gerekiyor.
İki Meksika arasında köprü ise demokrasidir.
En somut ve en yerel düzeyde demokrasi, insanların birbirlerini tanıdıkları ve en iyileri seçtikleri köy düzeyinde demokrasi. İşte o zaman Chiapas’ın sonsuz zenginliği, kakao, kahve, mısır, buğday, el değmemiş ormanlar ve uçsuz bucaksız otlaklar yalnızca bir avuç insana değil, çoğunluğa yarar getirecektir.
Şu sıra Chiapas’ta savaş var. Meksika ordusu isyancıları bastırmak amacıyla ağır silahlar kullandı, roketler fırlattı, havadan bomba yağdırdı. Sonuçta, yağmur ormanını yerle bir eden roketleri ilk İspanyol atlılarının gelişini gören atalarının gözlerindeki dehşetle seyreden halkı da sindirdi.
Meksika’da şiddete karşı bir görüş birliği var. Bizim tarihimiz kanla yıkanmıştır. Köylülerin, başka bir deyimle Yerliler’in verdiği bir gerilla savaşının şiddetinden yana olamayız. Ama onların umarsızlığı anlaşılır bir şey. Başka bir yöntem var mıydı ellerinde? Olmadığını söylüyorlar. Ama bizler hükümet ve yurttaşlar, onlara başka yöntemler olduğunu kanıtlamak zorundayız. Zorbalık ve özgürlük arasındaki köprünün, savaş ile barış arasındaki köprünün adı demokrasidir. Chiapas’a demokratik yoldan seçilmiş yöneticiler gelmelidir. Şiddet son bulmalı, ama demokrasi başlamalıdır. Chiapas’ta taşlar ya da kurşunlar değil, yurttaşlar konuşmalıdır.”
Bu iki Meksika’yı görmek için, Meksika’nın içlerine, ya da güney bölgesine gitmeye gerek yoktu. Başkentin içinde kenti, kuzeyden-güneye bağlayan 3-5 bulvarın 500 adım dışına çıktığınızda ve özellikle polis araçlarının siren seslerinin yoğunlaştığı noktalarda bu “İkinci Meksika”ya gelmiş oluveriyordunuz. Belki de işin doğrusu, 3-5 kent adı verilen benek dışında, ülkenin tamamını 2.Meksika olarak nitelemekti...
Bu “İkinci Meksika” hakkında daha köklü yorumlar arıyordum ki, imdadıma Türkiye’de “Liberal Çözüm” eserinden tanıdığımız Guy Sorman’ın eseri yetişti.3
1936’da Morelos’un hacienda’ları (büyük çiftlik) kamulaştırılmış ve köylüleri sömüren senyörler öldürülmüş ya da ABD’ye kaçmıştı. Ama Martinez pek o kadar mal sahibi sayılamazdı çünkü mülkiyet Meksika geleneğine biraz ters geliyor galiba!
General Cardenas’ın Devrimci Kurtuluş Partisi şaşılası bir tarihsel aldatmacayla eski bir Aztek kurumu ejido’yu (köy topluluğu) canlandırdı. İspanyol fethinden önceki döneme özgü olan bu sistemde ortak bir mülkiyet olan toprak bireysel olarak işletiliyordu. Aztekler bugün Devrimci Kurtuluş Partisi’nin yaptığı gibi her aileye geçici olarak bir toprak parçasını ekip biçme hakkı veriyordu. Ejido satılamazdı, başkasına kiralanamazdı, sadece bu hakka sahip olan kişi tarafından işlenebilirdi. Bu işletme hakkı dul eşe ya da büyük çocuğa intikal edebilirdi. Bu durumda bu toprağı ekip biçen köylü sürekli bir güvensizlik ve toprağın mülkiyetini elinde bulunduran devlete karşı bağımlılık ortamında yaşamaktadır. Yasal işletme hakkı olmadan toprağı ekip biçmekten tutun da sınır çatışmalarına kadar bir yığın tatsız olay da yaşanmaktadır bunun yanında. Bu reformun üstünden elli yıl geçmiş olmasına karşın hükümet hâlâ köylülere verdiği toprak parçalarının sınırlarını belirleyememiştir. Hükümet kasıtlı olarak yarattığı bu belirsizlik ortamında ejido’nun hakemliğini yapma olanağı bulmaktadır. Meksika’da her an ejido üstündeki haklarını tescil ettirmek için yerel yöneticilerle hatta başkentteki bürokratlar ve siyaset adamlarıyla görüşmeye giden heyetlere rastlamak mümkündür.
Toprak reformu Meksika’nın bu kesiminde acayip bir durum yaratmış: Ahueanetzingo’daki ejido’ların yüzölçümü çok ender durumlarda yarım hektarı aşıyor, toprakların bir araya toplanması yasaklanmış, üretimi artırma olanağı yok, mısırın anayurdu olan bu ülke mısır üretiminde dünyanın en geri ülkelerinden biridir ve Meksika sürekli büyük paralar ödeyerek mısır ithal eder”.
Ejido adı verilen sözümona toprak reformu uygulamasına rağmen, 60 yılda bu topraklardan kadastro geçirmemiş, tapu dağıtmamış resmi otoriteye karşı köylüler isyan dışında neyle seslerini duyuracaklardı? Nobel Edebiyat Ödülü sahibi “ulusal kahin” ve söyledikleri ve yazdıklarıyla Meksika ve Latin Amerika’da büyük yankılar uyandıran, yazar Octavia Paz Meksika köylüsü için "3. dünyanın simgesidir!” diyordu. Paz’a göre hiçbir halk, Meksika halkı kadar 3.dünyaya ait olamazdı...Çünkü hiçbiri Meksika halkı kadar ezilmemiş ve ezilmemekteydi. İşte bu yoksullar şimdi FT’ın sözleriyle “Varlıklarını hissedilir kıldılar”4. Haber yorumda adı geçen Meksika’lı siyaset bilimi profesörü Aguayo “Zapatistas’lar sadece Meksikalıların istediklerini yüksek sesle söylemiş oluyorlardı” yorumunu getiriyordu. Este Pais dergisi ise bir kamuoyu yoklaması sonucu, halkın yüzde 61’inin isyancılardan yana olduğunu açıklıyordu.
Mexico City’de otelin ambarından çalındığı için yeniden istettiğim ülkenin tarım düzenine ilişkin veriler nihayet -geç de olsa- bana ulaşıyor. (Dünyanın en güçlü ekonomik paktının üyesi olan Meksika ile Türkiye arasındaki posta yolculuğu 17-20 gün çekiyor). Belgelerden ayaklanma için iz sürerken PROCOMPO adı verilen, 4 Ekim 1993 tarihinde yürürlüğe giren Meksika’nın yeni Tarım Programı’nda 4 nokta dikkatimi çekiyordu:
-
Destekleme alımı, ya da teşvikler ile üretimin bağı koparılıyordu. Teşvik miktarı sabit hale geliyor, böylece gereksiz ürün stoklarının önleneceği zannedilirken, Devletin yer yer tek alıcı olduğu yörelerde tarımsal düzen allak bullak oluyordu.
-
NAFTA; tarımsal ürünler bazında 15 yıllık uyum için geçiş süresi öngörmüşken, bazı ürünler için bu kuralın esnek çalıştırılacağının açıklanması, üretici köylünün aklında soru işaretlerinin uyanmasına neden olmuştu. Bu işaretlerin çoğalmasının ne anlama geleceğini ise Zapatistlerin isyanı söylüyordu.
-
Ürün yapısı değişikliğinin teşviki adı altında getirilmiş olan belli-belirsiz ürün programı hazırlığı, üreticinin tedirginliğini perçinliyordu.
-
Kuzey ile güneyin farkını kapatmak adı altında, kuzey bölgesinde hektar başına verilen 2700 pezonun 900’e düşürülmesine rağmen, güneyde bunun eş oranlı artırılmayıp, 400 pezoda kalması, huzursuzlukları iki koldan da geliştiriyordu.
Adını bir yerleşim yeri Ayala’dan alan Zapata’nın “Ayala Planı” rafa kalkarken, bir AZTEK kurumu olan köy topluluğu Ejido’da çok süratli bir dağılma sürecine giriyordu. Anlaşılan bu filmi 1910’dan önce de bir kez daha görmüş olan Meksika köylüsü “melankolik kahramanları” Zapata’nın yolundan giderek, isyan bayrağını kaldırmışlardı.
Oysa çok kısa bir zaman öncesine dek, gazete ve dergiler biraz sistemli taranınca, batı dünyasının “Meksika Mucize”sine ne umutlar beslediği görülüyordu 5.
+ Reformlar arık mükafatlandırılmayı bekliyor.
+ Ülke kredi değerlemesinde sınıf atlama umudu gelişiyor.
+ Özelleştirme hükümete bütçe açıklarının kapanması olanağını verdiği gibi, yoksulluğa karşı savaş açılmamasında da finansman olanağı yaratıyor.
Global Finance dergisi ise isyandan 11 ay önce “Meksika; Mucizeyi Gerçekleştiren Ülke” üst başlığı altında “Uzun dönemli ekonomik istikrara kavuşan Meksika ihracatının büyüme hızı, Asya ülkelerinin 1970’li yıllardaki başarılı trendine ulaştı” değerlendirmesini yapıyordu6.
Kuşkusuz herkes bu “besleme” dergilerin söylediklerini tekrarlayan vantroluk değildi! Newsweek, Latin Amerika ülkelerinin ekonomilerinin değerlendirdiği özel ekinde “modernizm”ile “geçimlik ekonomi” arasında sıkışan Meksika için şunları yazıyordu7:
* Özelleştirme kamu gelirlerinin artmasına neden olmuştur. Ama rekabetçi yapıyı geliştirmemiştir. Zira dünyanın bu bölgesinde kapitalizm ile rekabetçi ekonomik yapı hiçbir zaman özdeşleşmemiştir.
* Rekabetçi yapı yerine, yine iri iri “grupos”lar ülkenin ticaret hayatını yönetir ve yönlendirirken, baberkil (paternalist) yaşam biçimi hayatın her kademesinde egemenliğini sürdürüyordu. Efsanevi Zapata değil de, Prof . Zapata “Paternalizmden uzaklaşma; emek yoğun 3.dünyadan high-tech 1.dünyaya geçilip geçilmediğini kontrol kalemidir” sözlerini, herhalde bu nedenle söylüyordu.
* Ahlaksızlıkla dolu olan bir ekonomik geçmiş sonrası modernliğe giden yoldaki uzun yürüyüş, vatandaşı soluksuz bırakıyor, güven bunalımına yol açıyordu.
Tabii bu arada ayaklanma liderlerinin kararıyla, Coca cola’nın “devrimci”, buna karşılık Pepsi Cola’nın “karşı-devrimci” olarak ilan edilmesi gibi katıksız bir “feodal kültür”ün ucube safsataları sözümona gelişmenin bir başka ilginç yansımasıydı.
UNAM Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Pezos “Süregelen mali terörizm” altında “devlet küçülse bile bürokrasi son 10 yılda duble olmuştu” sözleriyle bir ikilemi sergiliyordu. Ama karıştırdığım belgeler arasında beni en şaşırtanı ise işletme bilimcisi ve Nobel İktisat ödülünün değişmez adayı Avusturya asıllı ABD’li Prof. Peter Drucker oldu. Kitabının “Meksika’nın Zuladaki Ası: Maquiladora” başlığını taşıyan bölümünde, 25 yıllık kısa geçmişinde 500 bin kişilik istihdam yaratan Meksika’nın sanayi parkları öyküsünü okuyacağınızı zannederken, bakınız neler yazıyordu 8 :
“Halbuki, Meksika’nın en önemli meseleleri ekonomik değil, siyasal ve sosyal meselelerdir. Şimdi hükümet, politikaları için bayağı büyük bir destek bulmakla beraber, gelecekte –sipere yatmış bir bürokrasiden, diktatörlük eğilimleri taşıyan suistimallere açık sendikalardan, eski tip sanayicilerden, Meksikalı aydınlar arasında uzun bir geçmişi olan geleneksel Amerikan aleyhtarlığından- gittikçe artan bir mukavemetle karşılaşması ihtimali de vardır. Meksikalılar, hâlâ yoksul olmakla birlikte ülkenin gitttikçe daha “Kuzey Amerikalılaşan” Kuzeydeki üçte ikisi ile, “Orta Amerikalı” kalan Güneydeki üçte biri arasındaki ayrılığa çare bulmak pek kolay değildir ve üstelik çok sayıda insan –bazı kesimlerde nüfusun tam üçte biri-İspanyolca bile bilmeyip hâlâ kendi Yerli dilini konuşmaktadır.
Meksika’nın siyasal dönüşümü gibi muazzam bir mesele de hâlâ çözümlenebilmiş değildir. 60 yıldan sonra, PRI’nin (gizlilik ve ketumluk içinde yürütülen yarı-diktatörlük eğilimli tek parti yönetimini hemen hemen sınırsız ferdi ve entelektüel özgürlükle birleştiren) iktidar tekeli hızla çökmektedir. Artık eğitimli orta sınıflar ve meslek sınıflarından, yani kendi çocuklarından bile destek alamamaktadır. Yeni bir siyasal entegrasyona dönüşüm daha henüz başlamamıştır; şimdiki Meksika ekonomisini serbestleştirme ve Kuzey Amerika ile bütünleştirme politikasının, ciddi bir siyasal bunalım çıkarsa verilecek ilk kurban olması ihtimali de vardır.”
Ama ben yine Nobsel adayına değil sahibine, Octavia Paz’a dönmek istiyorum! Bu isteğim; Nobel ödülü sahipliğinin getirdiği seçkin konumun ayrıcalığından yararlanmak, onu ileri süreceklerimin kanıtı olarak saymak değil, ama onun totaliter yönetim karşıtı inançlı bir liberal-demokrat olmasından kaynaklanıyordu. Onunla yaptığı uzun bir söyleşi sonrası, Guy Sorman, Meksika’da devlet yapısı, 3.Dünya kıstası konularında Paz’ın görüşlerini şöyle yansıtıyordu 9:
“Octavio Paz Devrimci Kuruluş Partisi’ni yoksul halkları sömüren bir parti olarak görüyor ve görmüşte demokrasinin ve çoğulculuğun kurallarına saygı göstererek altmış yıldır bütün başkanlık seçimlerini kazanan bir tür Bolşevik partisi olarak niteliyor. Üstelikte babadan oğula geçen bir bürokrasi sözkonusu: Bakanlar bakan çocukları, başkanlar da Partinin gözde adamlarının soyundan gelme diyor ve şöyle sürdürüyor konuşmasını: Devrimci Kurtuluş Partisi’nin Meksika halkı üstündeki bu mutlak egemenliği yalnızca totaliter örgütlenmenin alışılmış yöntemlerinden gelmiyor. Şiddet, baskı ve tehdit var, daha önemlisi saf köylülerin kafasını istediği gibi şekillendiriyor. Devrimci Kuruluş Partisi eski Azteklerin, büyülü yönetim ritlerini benimsetmiştir. Kendisini onlara benzeten Meksika başkanı dünyada eşi görülmeyen kişisel ve gizli bir otorite uygular. Altı yıllık görev süresi bittiği zaman da halefini kendisi seçerek şiddetli eleştiriler konu olur. Böylece halkın hoşnutsuzluğu başka bir yöne çevrilirken Parti iktidarı herhangi bir diktatörlükten çok daha sağlam bir duruma gelir ve rejim sürüp gider.
Octavio Paz’a göre bu durum, Meksika hükümetlerinin müzeler, duvar freksleri, heykeller ve söylevler gerçek bir Aztekler tapınağı yaratmış olmalarının nedenini çok güzel açıklıyor. Paz şöyle sürdürüyor konuşmasını: Oysa Kuzey’den gelen istilacı bir kabile olan Aztekler kanlı ritlerinden başka bir şey getirmemişlerdi, vasat bir kültürleri, egemenlikleri altına aldıkları eski Meksika halkları Mayalar ve Tolteklerden çok geri kaba bir sanatları vardı. Ama Aztekler Meksika için merkezi devletin yaratıcılarıdır. Aztek’i yüceltmek, bu devletin sürekli gerekliliğin tarih yoluyla yasallaştırmaktadır. Böylece bu geçmiş kültür ve modernist söylemin birleştirilmesiyle Devrimci Kuruluş Partisi’nin denetimini devrinden beri ellerinde tutan hanedanlar, mutlak bir otoriteyle demokratik ve ilerici bir meşrutiyetin görünüş vokabülerini bağdaştırmayı başarmışlardır. Avrupa aydınlarının hiçbir zaman Pinochet ‘ye saldırdıkları gibi Meksika’daki diktatörlüğü eleştirdikleri görülmemiştir. Üçüncü Dünya zorbalarının tartışılmaz, yadsınmaz başarılarının işareti değil midir bu?
Paz’a göre Üçüncü Dünya diye bir şey vardı kesinlikle. Her şeyden önce bir Üçüncü Dünya halkları vardı. Bu sözcükler yaşanmış bir gerçekliği kapsıyordu. Ama genel görüşün tersine Paz, iktisadi anlamda bir Üçüncü Dünya birliği kabul etmiyor. Ona göre Üçüncü Dünya kişi başına gelir, teknik gecikme, zenginliklerin adil biçimde dağıtılmaması, gelişmiş ülkelerle olan ilişkiler, sömürgecilik ve emperyalizmle açıklanamaz. Bir halkın Üçüncü Dünya’dan olup olmadığının belirleyicisi siyasal sistemidir. Üçüncü Dünya otoriter ve totaliter güçlerin, sözcükleri ve kurumları istediği gibi çekip çeviren siyasal kastların egemenliğindedir. Üçüncü Dünya yalnızca kitlelerin yoksulluğu demek değildir. Üçüncü Dünya aynı zamanda güçlülerin zayıflara karşı sürekli – her düzeyde-, hüküm süren çılgın ideolojiler, siyasetin iktisada, hiyerarşinin yeteneğe baskın çıkması, insan haklarının tanınmaması, eleştirinin yasaklanması ve insanın hor görülmesi demektir.
Paz ayrıcı bir ulusun Üçüncü Dünya ulusu olup olmadığını belirleyecek başka basit bir ölçüt daha getiriyor: Genel bir ahlak bozukluğu. Ona göre nerede devlet memurları, siyaset adamları yolsuzluklar yapıyorsa ve bu durum yarı resmi bir nitelik kazanmışsa Üçüncü Dünya’dasınız demektir. Paz, hiyerarşinin ucundaki başkanın bile görevden ayrılırken birkaç milyon dolar götürdüğünün kesin olduğunu, bunun kanıtının da göreve yeni gelen her başkanın, kendisinden öncekilerin yolsuzluklarını ihbar etmesi ve ülkesini bu felaketlerden kurtarmaya çalışacağını vaadetmesidir, diyor. Paz şöyle sürdürüyor konuşmasını: Ama bu bozulma ve çürümeyi yüzeysel bir biçimde ve bir ahlaksızlığın sonucu olarak görmemek gerekir. Avrupalılar çoğu zaman bu durumu kötü bir alışkanlık, yerel kültürün bir özelliği ve hatta yoksulluğun bir sonucu olarak görürler. Yanlış Meksika’da rüşvet siyasal otoritenin iyi işlemesini sağlayan temel bir kurumdur. Parti, haksız kazanç sağlamaya elverişli yerlere adamlarını getirerek devlet memurlarını kendisine bağlıyor. Daha derine inilirse bu durum ülkede hukukun bulunmadığını gösteriyor. Üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda yasa, herkese eşit ve tarafsız biçimde uygulanan bir kurul değil. İktidarla ilişkiler kişiye göre değişiyor. Vatandaşlar devletin korumasını çeşitli gizli ilişkiler sonucu sağlayabiliyorlar. Meksika’da rüşvetin en alt basamağını polise verilen önemsiz meblağlar oluşturuyor.
İngiliz İktisatçı Peter Bauer bu siyasal sisteme “kleptokrasi” denilmesini öneriyor. Üçüncü Dünya’nın ortak paydasını kliklerin devleti yoldan çıkarması oluşturuyor.”
Liberal olmak, “Meksika’ya özgü” bir gelişme yolu olmadığını, aynı zamanda Meksika’ya da uygulanabilecek evrensel ilkeler bulunduğunu kabul etmektir. Ülkesinde tembel ve pasif olarak kabul edilen bir Meksikalı ABD sınırını geçer geçmez çalışkan ve girişimci bir insan olduğunu farkediyor. Yoksulluk ve kölelik tarihsel nedenlerden çok Meksika’nın siyasal sisteminin ürünleri değil mi? Liberalizmin özü şudur? İnsanlar doğuştan iyi ya da kötü, etkin ya da pasif, gelişebilir ya da kötü olabilen kurumlara uyarlar.
Bütün bu çelişkileri üstlenmek ve liberal toplumu eleştirerek kurmak liberal aydının “yarası ve büyüklüğüdür.”
Meksika’nın ‘Pandorra Kutusu’nun kapağı açıldıkça, ülkeye ait bilgi matrisimde boş kalan noktaların da tek tek doluyordu!...
Köylü isyanı aklıma, TÜSİAD’ın düzenlediği “Özelleştirme” seminerinde Meksika eski Maliye Bakanı Herzog’un İstanbul’da, 12 Ekim 1993 de seminerin oturum başkanıYavuz Canevi’nin “Özelleştirmede ortaya çıkan istihdam sorununu nasıl hallettiniz?” sorusunu verdiği cevap getirmişti10:
“Tabii ki bazı sorunlar ve engellerle karşılaştık. Ancak, bunların üstesinden gelmeyi başardık. Bu konuda, İş Kanunu’na göre bir kereye mahsus verilen işsizlik tazminatları ve aynı zamanda hükümeti destekleyen işçi sendikaları çok yardımcı oldular. Demek istediğim, sendikaların oldukça yapıcı ve destekleyici bir rol oynadıklarıdır. İşçi sendikaları ve hükümet arasında kökleri 40-50 yıl öncesine dayanan geleneksel işbirliği buna olanak sağlayan en önemli faktörlerden birisidir. Sanırım, sözünü etmediğim bir nokta daha var; özelleştirme sürecinde hükümet, işçi ve işveren temsilcilerini bir araya getirerek oluşturduğumuz sosyal uzlaşma ile uygulamalarımıza devam ettik. Bu üç sektörün temsilcilerinden oluşan kurul her Perşembe saat 8:30’da biraraya gelerek bir önceki hafta yapılan işleri ve çeşitli sektörlerde karşılaşılan sorunları tartışırlar. Bu yalnızca hükümetin öngördüğü program olsaydı uygulaması çok zor olurdu. Bu program ülke genelinde işçi sendikalarının, farklı sektörlerden işadamlarının, çiftçilerin ve hükümetin biraraya gelmesi ile yürütüldü.”
Dünyada eşi görülmedik kişisel gizli otorite uygulayabilen bir Meksika Başkanı’nın özelleştirmeyi nasıl gerçekleştirdiği ve daha sonra. Telex örneğinde olduğu gibi “özel, tekel benzerleri” yarattığını, artık çok açık bir biçimde anlıyordum. Esasen sanayi politikasının olmadığı bir ülkede, ya da resmi açıklamayla “Başkan Salinas bu konuyu bir ilke olarak sevmez” sözlerinin söylene bildiği bir ülkede özleştirme yapılsa da, devlet yapısı demokratikleşemediği sürece istikrar politikaları kemer kısmadan öteye gitmeyen sonuçsuz politikalar olarak kalacak, bu türden başkaldırılar ise ne ilk, ne de sonuncusu olacaktı!..
“Meksika Yazıları”nın yeni yaprağı sadece Zapata’nın köylülerinin isyanını yazmıyordu... Meksika 1 Ocak 1994 tarihinden itibaren NAFTA’nın resmen ABD Kongresinde oylaması bile yapılarak – 3.üyesi olmuştu. ABD ekonomisinin yüzde 5’i, ya da 1/20 durumunda olan Meksika’nın bu maçta alacağı sonuç, ABD Uluslar arası Ticaret Komisyonu tarafından daha şimdiden “hükmen galip” olarak ilan edilmiştir. İhracatın %15, istihdamın %7 ve GSMH’nınsa yüzde 3.4 artacağı bir “adil düzen”, 3 üyeli topluluk içinde olsa olsa “Meksika’ya yar” olabilirdi. Ama sektörel analize bakıldığında, Meksika’nın hakim ve sürükleyici sektörleri olan cam, seramik ve beyaz mal üretiminin gerileyeceği anlaşılıyordu. Buna karşılık, ABD’nin egemen sektörleri sanayi makinaları sektörü, bilgisayar üretimi ve elektronik yapımı gibi bölgesel işbirliğinde galip geliyordu. Ancak Komisyon bu tabloya rağmen Meksika için “Ballo de Juvia”yı (X) bulmuştu. Meksika pezosunun sürekli ayarlanması halinde Meksika ihracatı hep artabilirdi. Aslında az gelişmiş ülkelerin fiyat ile ilişkilendirilmiş dış ticaret hadleri yönünden hep kayıplı çıktığını, bundan 30 yıl önce Arjantin'’i iktisatçı Prof. R. Prebisch bir model içinde kanıtlamıştı. Bu tezi Prof. Dr. Gülten Kazgan şöyle anlatıyordu11:
“Uluslararası işbölümünde, AGÜ’in, hammadde ve tarımsal üretim alanında ihtisaslaşmalarının, uzun dönemde bu ülkelerin teknik ilerlemenin gelir artırıcı etkisinden yararlanmalarını önlediğini Prebisch, serbest dış ticaret teorisini eleştiriye, teorinin şu varsayımından başlar:
“İktisatla ideolojiler, genellikle, olayların gerisinde kalır veya olayları aşan bir süre yaşar. Teorik bakımdan, uluslararası işbölümünün faydalarının dayandığı muhakemenin sağlam olduğu doğrudur; fakat, bunun, olayların yalandığı bir varsayıma dayandığı çok zaman unutulur. Bu varsayıma göre, teknik ilerlemenin faydaları, bütün topluluğa ya fiyatların düşmesi veya gelirlerin yükselmesi yoluyla yayılır. Hammadde üreticisi olan ülkeler, uluslararası mübadele ile, faydadan paylarını alırlar; dolayısıyla, sanayileşmeleri gerekmez. Eğer (sanayileşirlerse) daha az etkin olmaları, mübadeleden sağlayacakları geleneksel faydaları kaybetmelerine yol açar.”
Oysa, AGÜ’in büyük ölçüde dış ticarete açıldıkları 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Prebisch’e göre, dış ticaret mübadele hadleri bunlar aleyhine dönmüştür. Hem de teknik ilerleme, gelişmiş ülkelerde ve sanayide AGÜ’in hammadde üretiminden daha süratli olduğu halde, sonuç böyledir. Bu, Prebisc’e göre, şöyle yorumlanabilir: Gelişmiş sanayileşmiş ülkelerde mal ve hizmet fiyatları teknik ilerlemenin artırdığı verimlilik oranında düşmüş olsaydı, mübadele hadlerinin AGÜ lehine dönmüş olması gerekirdi.
Bu koşulda, AGÜ, sınaî mamul fiyatlarındaki düşüş yoluyla, sanayileşmiş ülkelerdeki teknik ilerlemenin sonuçlarından yararlanmış olacaktı. Oysa, sonuncularda teknik ilerleme, fiyatların düşmesi değil de -tekeller dolayısıyla- girişimcilerin ve diğer üretim girdileri gelirlerinin yükselmesi sonucunu vermiştir. Yani, sanayileşmiş ülkelerdeki teknik ilerlemeden, fiyat düşmesi yoluyla AGÜ değil, girdi gelirlerinin yükselmesi dolayısıyla, yine sanayileşmiş ülkelerin kendileri yararlanmıştır. Buna karşılık, AGÜ’in ihracat kesimindeki teknik ilerlemenin faydaları, doğrudan doğruya fiyatlara intikal etmiştir; nedeni, AGÜ’in hammadde veya tarım ürünleri üreten ilkel (primary) kesiminde, tekelci örgütlerin bulunmasıdır. Böylece, gelişmiş sanayileşmiş ülkeler, hem girdi gelirlerinin artması yoluyla kendi ülkelerindeki teknik ilerlemenin yararını kendisine saklamıştır; hem de, hammadde ve tarımsal ürünlerin fiyatlarının düşmesi yoluyla AGÜ’deki teknik ilerlemenin gelir artırıcı etkilerinden yararlanmıştır. Oysa, AGÜ, ne kendilerinin ne de sanayileşmiş ülkelerin kaybettiği teknik ilerlemeden yararlanabilmiştir.”
Prebisch’in bundan çıkardığı sonuç, AGÜ için sanayileşmenin gerekliliğidir; karşılaştırmalı üstünlüğe dayalı uluslar arası işbölümünün faydalarını konu etmenin, yerinde olmadığıdır.
Neyse ki her yıl yaklaşık 1 milyon insanın “sınır geçme operasyonuna” tanık olan ABD-Meksika ilişkisinde olaya salt galip ve yenikler gözlüğünden bakılmayacağını söyleyenler de vardı12:
- NAFTA’nın gerçek bir orta sınıf yaratmak ve bu arada ABD’ye olan emek akımını önlemektir. Olay bir ekonomik birlikten çok, 1947 yılındaki Marshal Planı’nda olduğu gibi komşumuz Meksika’ya ticaret ve yatırım yoluyla daha güçlü bir komşu olmasını temin etmek fikrine dayanmaktadır.
Bu oyunsa, oynanmaya değerlidir!
Ne bilir, belki de bu “oyun” hiç oynanmayacak! Zira Zapatist lider Marcos, NAFTA’yı “Ölü bir sözcük” olarak nitelerken, Türkiye’de yayınlanan bir dergi de NAFTA’nın yeni zapatalar yarattığı kanısındaydı.13
Her yıl, fidye karşılığı asgari 100 “ünlü” kişinin kaçırma olayının yaşandığı, kişi başına fidyenin 300-700 bin $’a ulaştığı, fidye miktarının ve kaçırmanın polise bildiriminin zorunlu olmadığı bir ülkedeydik!.. Biz de, Türkiye - TÜTAV Ekibi olarak bu halkanın dışında kalmayıp, nasibimize düşeni almıştık. TÜTAV dans ekibinin dünya kentlerinde deneyimi hayli fazla olan yönetmeni Enver Keskin, başkentin ana caddesinde biraz hızlıca yürüdüğü için polislerce “enselenmiş”, kendisini “sabıkalı” lakabının dışına çıkaracak derdini anlatana dek, 4 saatini nezaretde geçirmişti. Bir başka ekib üyesinin kaybolan el çantasının akıbetini polise bildirme konusunda otel resepsiyon sorumlusunun ne kadar direndiği ise ekibin tamamı tanık olmuştu...
Hürriyetçi demokratik rejimini ve 60 yıllık cumhuriyetçi yönetimini “Baş Başkan” Salinas dünyaya anlatadursun, Meksika’nın bu yıl yapılacak Başkanlık seçimlerinin adil yapılıp yapılmadığını ölçmek için “1994 Seçimlerinin Uluslararası Gözlemcileri” adlı bir Birlik kurulmuştu.14
Meksika, NAFTA üyeliğiyle birlikte kendisini 1. Dünya ülkesi olarak niteleyerek, Salinas Çözümleri’nin de bir “Meksika Mucizesi” yarattığını ilan etmişti. Prof. Pazos’un sözleriyle “Evet Meksika 1. lige terfi etmişti ama yönetim biçimi el’an 3. Dünya, vergi gelirleriyse 4. Dünya düzeyindeydi...”15
Çok değil, Meksika’nın mali yönden ölüm ilanı olan moratoryumun ilan edilmesinin üstünden, sadece 11 yıl geçmişti. Bu süre içinde % 159’dan % 8’e gerileyen enflasyon, 23 milyar $’lık özelleştirme geliriyle kamu açıklarının kapanmış olması, faizlerin gerilemesi, borsanın sabit değerler cinsinden getirisinin yükselmesi, hepsi hepsi nüfusu 90 milyona yaklaşmış, üçte ikisi kentlerde gecekonduda yaşayan bir ülkede sorunların aşılmasında yeterli gelişmeler olarak sayılabilir miydi?16 Yoksa mucize dediğimiz olayın nimetleri, kedinin tartıda gözükmeyen ama mideye indirdiği kesin olan ciğeri gibi, bir dünya tarafından mı emilmişti? Kanımca, Meksika Deneyi, bir kaz daha “gelişme” ile “kalkınma” farkının hayati bir ölçü olduğunu hepimize öğretti! Ülkeler gelişmede ivme kazansa bile, totaliter bir yönetim, kumanda edici (dirije) bir piyasa yapısı ve pederşahi işletme anlayışı mevcutsa, ülke gelişse bile kalkınamıyordu. Bu yüzden gerçek bir piyasa ekonomisinin tesisi için özgürlük ve katıksız demokrasi bir fantezi değil, Meksika ekmeği tartilla ve su gibi bir zorunluluktu. İspanyolca karşılığıyla “gringos” ABD’liye şimdi daha yakın olmak ve NAFTA üyeliği bir demokrasi etiketi eşdeğeri olamazdı. Açıkcası, piyasa ekonomisine geçiş öncelikle demokratik bir tavır, yaklaşım ve uygulamadan başlıyordu. Çünkü bir Meksikalı yazarın dediği gibi “Ülke istediği kadar kuzeye kayarsa kaysın, yöneticilerinin unutmaması gereken nokta ülkenin Latin Amerika’da olduğuydu.”
1 Ocak Köylü İsyanı’nın Meksika ve Meksikalı için en büyük edinimi topraktan çok, UNAM öğretim üyesi Prof. Dresser’in sözleriyle ülkenin dünya kamuoyu önünde agrandize edilmiş hale gelmesi ve her baskı yönteminin artık dünya genelinde yankılanacağıydı. Zapatist’lerin başkaldırısı tam bir demokrasi testi idi. Bu testde aşının tutmaması, bir Kızılderili liderin dediği gibi, bundan sonra ülkenin her yerinde aşı tekrarlarına yol açardı.17
Bu ülkede “Meksika Mucizesi” arayanlar ve arayacak olanlar bilmeliydi ki, 21. yy’a 70 ay kala özgürlük ve demokratikleşme; bu ülkede mucizeden çok daha fazla asal konuyu oluşturacaktı18
Bilinmeliydi ki özü kemer kısmak olan ekonomik reform adı altında istikrar programı uygulamasını öne alıp, politik reform ve demokratikleşmeyi unutanlar ve “ulusal uzlaşma” sözcüğünün ardına sığınanlar, tek parti sultası ve baskıcı rejimi sürdürmekten başka bir iş yapmamışlardı.19
Meksika’dan ayrılırken sürrealist bir tablonun arkasındaki bu ülkeyi seçememiştim, ifadesini kullanmıştım. Oysa, ex-ante istikrar programı uygulaması ve ortaya çıkan ex-post zapatist ayaklanma, figürleri seçilmeyen bu puslu Meksika tablosunun ardında, sökecek şafağın bir mucize değil, insan yaşamının en doğal hakkı olan ve günde sadece 3 kab yemek çıkarsa da, normal işleyen demokratik bir rejim olacağını, olması gerektiğini söylüyordu.
EKONOMİK İSTİKRAR PROGRAM AŞAMALARI
1° Aşama : Kamu kesimi dengesinin temini.
2° Aşama : Geniş tabanlı vergi reformu yapılması ve özelleştirmenin gerçekleşmesi.
3° Aşama : Toplumsal uzlaşmanın imzalanması ve dış ticaretde, hassas sektörler hariç
miktar sınırlamalarının kaldırılması.
EKONOMİNİN DÖNEMLERİ
1955 – 1970 : Kalkınmanın hızlandırılması.
1970 – 1980 : Karma ekonomi uygulama dönemi.
-
: Moratoryum ilanı ve istikrar programı uygulaması.
1982 – 1985 : Yüksek enlasyonist dönem.
-
: Toplumsal uzlaşmanın (PACTO) yürürlüğe girmesi.
-
: Büyüme % 6, enflasyonu % 5 olarak hedefleyen, 5 yıllık bir orta dönem
politikasına geçilmesi.
-
: ABD, Kanada ve Meksika arasında NAFTA’nın (Kuzey Amerika Serbest
Ticaret Anlaşması) yürürlüğe girmesi.
MEKSİKA ve EKONOMİK POLİTİKA ÇERÇEVESİ
-
1955 – 1970 döneminde istikrarlı bir gelişme seyri izleyip ülkede iç pazara dönük ithal ikameci bir sanayi yapısını ortaya çıkaran Meksika, 1970 – 1980 döneminde “Karma Ekonomi” adı altında kamu ile özel kesimin payını eşit oranlarda güçlendirmiştir. Ancak ülke 1. ve 2. Petrol şoku etkisiyle, 1982 yılında borç moratoryumu ilan etmiş, aynı yılın Aralık ayında IMF tarafından da onaylanan bir İstikrar Programı uygulamasına geçmiştir. 1982’yi izleyen dönemde 90 bin insanın ölümüne yolaçan Mexico City depreminin yarattığı altyapı ihtiyacı, yanısıra düşen petrol geliri, ülkede kaosu daha da yoğunlaştırmış olması, enflasyon spiralini çalıştırmış ve fiyat artışlarının % 160’a yükselmesine neden olmuştur. Yaşanan ekonomik bunalımdaki en önemli etken, “Politika belirsizliği ve kararsızlığı” gösterilmektedir.
-
1989 başında başlayan “Salinas Dönemi”nin (tek dönemli ve 6 yıl süreli) en önemli özelliği, istikrar programına “Ekonomik Yapılanma Programı” boyutunun eklenmesidir. Bu programlar tek yıllık programlar olup, program uygulaması toplumun tüm kesimlerinin “gönüllü” olarak imza koyduğu “Toplumsal Uzlaşma” ile gerçekleştirilmektedir. İkincisi, ilke olarak tüm sübvansiyonların koşulsuz olarak kesilerek -bu amaçla kamu kuruluşlarında sıfır tabanlı bütçe uygulamasına geçiliyor- ve tüm kamusal hizmet ve ürünler, sosyal ürün olsun-olmasın, fiyatlandırılmaktadır.
-
Bu ekonomik programın bilinen klasik dışa açık ekonomik büyüme modellerinin aksine, uygulamaya dışa açılma noktasından başlamadığı anlaşılmaktadır. Programın birinci özelliği, dar anlamda bütçe, geniş anlamda kamu kesiminin gelir-gider dengesinin sağlanmasıdır. İkinci öncelik; devletin de-regülasyon (küçültülmesi) olup, geniş tabanlı bir vergi reformu ve özelleştirme programı uygulaması bu kapsamda yeralmaktadır. 3. öncelik ise –hassas sektörler yine hariç- dış ticaretin serbesti kazanması ve miktar engellemesinin kaldırılmasıdır (Tarife ve tarife dışı engeller, koruyucu mekanizmalarla muhafaza ediliyor. Bu hükmün Türkiye – AT Gümrük Birliği Anlaşmasında öngürülmemesine karşılık, benzeri ekonomik entegrasyon özelliği taşıyan NAFTA anlaşmasına bu hükme yer verilmesi ilginçtir).
-
Önceliklerin gerçekleştirilmesinde özellikle dikkat çekici olan toplam sayısı 1155 olan kamu kuruluşlarının 995’inin satılıp, karşılığında 14 milyar dolar gelir sağlanması, kamu gelir-gider dengesinin fazlalık vermesinin sağlanmasıdır. Bu denge halinin oluşturulması sonrası ki, dış ticaretin serbestleştirilmesi uygulamasına ve dönemine geçilmiştir.
-
1987 yılında % 159 olan yıllık fiyat artışının izleyen yıl % 52’ye düşmesi, bu oranın 1992 sonunda % 12 ve 1993 yılı sonunda tek haneli olmasının beklenmesi, bu türden benzeri istikrar programlarının dışa açık ekonomik büyüme stratejisi kadar, kamu kesimi dengesinin sağlanmasını birinci ve değişmez hedef olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu hedef, fiyat artışlarının tek haneli olmasına dek korunmaktadır. Niteki, 1993 yılında 3 Meksika pezosunun, 1 ABD $ eşdeğeri olarak işlem görmekle birlikte, fiyatlar tek haneli hale gelmiş, fiyat artışlarındaki klasik “maliyet artışı-zam-kur ayarlaması”ndan doğan spiral bu kez çalışmamıştır.
-
Meksika uygulaması; uzlaşma programlarına başlanması arifesinde eş-anlı bir iç borç ertelemesi yapılmasının kamu kesimine soluk aldıran ve yıllık fon akımını izleyen ve planlayan hale getirdiğini göstermektedir.
-
Fiyat artışlarında nisbi düşüş sağlanması ve kamu dengesinin sağlanması üzerine, 1989 yılı başında 1994 yılına kadar dek sürecek olan “dengeleyici politikalara geçiş” dönemi kararı alınmıştır. Bu programda hedeflenenler; milli gelir artışının % 6, yabancı sermaye girişinin yılda 5 milyar ABD dolar ve fiyat artışlarının % 5 yıl olmasıdır. Büyüme hızı hariç, hedeflerin tümüne 4 yıl içinde ulaşılmış olması, orta dönem politikalarının istikrar programlarında ikinci ayak olarak eklenmesi zorunluluğunu göstermektedir. Aksi durumda, her ne biçimde uygulanırsa uygulansın, ücret ve fiyat dondurma türünden şok politikaları, en fazla 12 ay içinde aşınmaya uğramaktadır.
-
Meksika deneyi özelleştirmenin bir amaç değil, devleti küçültmenin bir aracı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Amaç deregülasyondur. Bu amacın 2. Aracı, vergi mutlak oranları düşürülmese bile, vergi tabanının genişletilmesidir.
-
Kararlı-sürekli politikalar, yabancı sermaye tarafından istikrarın sembolü olarak nitelenmektedir. Ancak istikrarın onayı, 1990 öncesinde olduğu gibi IMF tarafından yapılmadığından, kredi değerlenmesi yapan kuruluşa doğru ve zamanında bilgi akışı önem kazanmaktadır. Yanısıra yabancı sermaye için anayasal kaynaklı mülkiyet garantileri ve sabit oranlı bir ülke riski uygulamasının yurtdışında yerleşik Meksika parasının dönüşünü temin ettiğini göstermektedir.
-
Pakt adı altında gönüllü gibi görünen, cebri olan toplumsal uzlaşma politikalarının diğer ülkelerde uygulanabilirliğini tartışmalıdır. Zira Meksika gibi, lonca tarzlı paternalist (pederşahi) devlet yapısı, devlet başkanının bu örgütlenmenin tepe noktasında, fiilen diktasal yetkili tek kişi olduğu örnekler günümüz dünyasında giderek yok olmaktadır.
MEKSİKA ve SOSYAL UZLAŞMA PROGRAMI (PECE) (1993 – 1994 DÖNEMİ)
-
Temel girdi fiyatları donduruluyor.
-
Asgari ücret artışı, yılda % 9.5’da sınırlanıyor.
-
Asgari ücretin iki katına dek gelirler vergiden muaf kılınıyor. Kurumlar vergisi % 1 azaltılarak % 35’e düşürülüyor.
-
İşçilere vergiden muaf “Verimlilik Bonosu” dağıtımı öngörülüyor.
-
Akaryakıt yıllık fiyat artışı % 5 ile sınırlanıyor.
-
Dış kredilerin mutlak vergi oranı % 15-25 azaltılıyor.
-
Tarım sektörü için 4 milyar dolar yardım ve destek çıkarılıyor.
MEKSİKA’YA ÖZGÜ ÖZEL DERSLER ve ÇÖZÜMLER
-
Meksika; düşük verimlilik (ABD’nin 1/7’si) yüksek dış borç (110 Milyar $), aşırı fiyat artışı (% 150) şartlarında “iktisadi iklimi” değiştirerek, bunalımdan çıkılsa bile, sosyal dengelerin kurulamayıp ve fakirleştiren büyüme sürecinin devam ettiği anlamlı bir örnektir. Yanısıra, gelişmekte olan ülkeler grubunda ücret-fiyat dondurması şeklinde şok esaslı özü politik uygulaması ekonomik olan politika esaslı ekonomik programların, sadece ve sadece ya askeri dikta rejimlerinde, ya da yarı dikta rejimi şeklinde işleyen Başkanlık Sistemlerinde mümkün olduğu, bu deneyin bir diğer soncudur (Meksika’da Şok Program 6 yıldır yürürlükte olup, yıllık ücret artışları tahkim esasıyla ve genelde geçim endeksinin altında belirlenmektedir).
-
Şok “Ekonomik Programı” uygulamasına rağmen bazı dünya ülkelerinin kalkışa geçmediği dikkate alınarak; yabancı sermaye girişi, sermaye hareketleri artışı nasıl sağlamış, ülke yılda 30-40 milyar dolar dış kaynak kapasitesini nasıl yaratır hale gelmiştir?
-
Anayasal garantiler, özel yasal düzenlemeler gibi hukuki düzenlemelerin ivedi ve eş-anlı yapılması
-
“Güçlü liderlik” olgusuyla yetkinin kimde olduğunun uluslararası mali çevrelerce iyi bilinmesi ve bu yetkilerin yargı kararlarıyla gölgelenmeyeceği ve değiştirilmeyeceğinin kesin olması (Başkan’ın seçimlerin hukukiliği kadar, Kongre’nin çıkardığı yasalar konusunda sonsözü ve veto hakkı vardır).
-
Uygulamanın kesintisiz olması süreklilik taşıması.
-
Şok programlarının zimnen veya gerçek toplumsal dayanışma anlaşmalarına dayandırılması ve anlaşmaların hiçbir koşul altında bozulmayacak düzeyde devletin sosyal kesimleri sürekli denetim altında tutması.
-
Meksika’nın ABD ve Kanada ile dünyanın en büyük bölgesel entegrasyon anlaşması NAFTA’yı imzalamasının yarattığı psikolojik etki.
-
ABD ile NAFTA öncesi nişanlılık döneminin iyi geçirilmesi ve Salinas döneminde taşeron ve fason üretim, sınır ticareti, günübirlikçi sınır turizmi, sınırda yabancılarda arazi satışı gibi konularda uluslararası mali çevrelerden tam not alınması.
-
Meksika’nın 60 yıldır titizlikle yürüttüğü tarafsızlık ve komşularıyla iyi geçinme özelliği nedeniyle Latin Amerika’nın dünyasının İsviçre’si olma özelliğini Arjantin’in elinden alması ve körfez krizi sırasında Arap petro-dolarlarının mevduat olarak bu ülkeye akması.
-
Hukuki altyapının çok iyi olması dışında, ekonomik kararların helezonik bir spiral (tamamlayıcı) özellik taşıması, büyük avantaj oluşturmuştur.
Kural olarak dış ve iç mevduatları cazip kılmak için getirilen yüksel faiz hadleri birinci etki devresini fiyat artışı yaratarak göstermektedir. Ancak bu örnekte farklı bir yöntem izlenmiş, faiz yerine “net verim” garantisi getirilmiştir. Buysa, cari faize eklenen sabit bir “ülke riski primi” (puanı) ile sağlanmıştır. Meksika banka mevduatına dolar cinsinden yıllık % 13 getiri sağlamaktadır. Ancak bu getirinin faiz yerine bir fondan karşılanan prim olması nedeniyle, ülke fiyat düzeyine otomatik yükselten bir “çarpan etkisi” yaratmaktadır. Esasen, girdi fiyatlarının dondurulması nedeniyle dış fonlar yüksek faizle sağlansa bile, yatırım genel maliyetine yansıtılmamaktadır. Bu durum dış fonları, ülke içi fon akımından ayıran bir özel mekanizma durumuna getirmektedir.
Ülke yüksek faizli dış fonlarla nasıl yatırım yapmaktadır?
Yurtdışından sağlanan fonların büyük bir kısmı Meksika iş çevrelerinin yurdışında mukim özel mevduatların olup, prim sistemiyle Meksika’ya “geçici geri dönüş yapmakta” ve bu nedenle Meksika içi yatırımlar için ucuz fon sağladığı gibi, yatırım ile tasarruf denkliği bu özel yöntemle sağlanmış olacaktır.
Esasen fiilen sabit işleyen bir kur politikasıyla ülkede sermaye hareketleri dengesi; cari dengeye ve ihracat artışına tercih edilmiş olmaktadır. Yararıysa, yabancı paraların değerlenmemesi nedeniyle ithalatı pahalılaştırmaması, teknik deyimle “ithal edilen bir enflasyon olayını” doğurmamasıdır.
AZTEC adını taşıyan iç borçlanmada (hazine tahvil ve bond ihracı) birikmiş borç ödemelerinin ertelenerek uzun vadeye yayılmış olması, Meksika Hazinesini günlük fon bulmak gibi bir endişenin dışına çıkarmıştır. Bu yüzden ülke fiyat artışlarının izdüşümü olan makul oranlı faiz hadleri uygulanabilmektedir.
-
Yabancı sermaye girişinde yılda ortalama 5 milyar dolara ulaşan miktarlara ulaşılmasında;
-
Yabancı sermayenin anayasal garantiler altına alınmış olması,
-
Bir milyar dolara kadar olan yatırım izinlerinin 24 saat içinde verilmesi,
-
1950 yılına kadar gerilere giden yabancı sermaye geleneği,
-
Ülkenin Latin dünyasındaki ABD’nin Tayvan’ı olarak değerlendirilmesi.
büyük etken olmuştur.
Başkan Salinas döneminde yurda giriş yapan net yabancı sermaye miktarı 31 milyar ABD dolar olup, % 70’i ABD mahreçlidir.
-
Menkul sermaye borsasının uluslararasılaştırılmış olması, Meksika Borsasına özel bir boyut kazandırmıştır.
Buysa;
- Yüksek verimin yüksek gelire tercih edilmesiyle,
- “Yeni Meksika” ve “Meksika” adlı yatırım fonlarının limitsiz kurulmasıyla,
sağlanmıştır.
Bunun sonucunda, 1993 Ocak-Eylül ayı döneminde menkul sermaye girişi 4.4 milyar ABD $’ına ulaşmıştır. Bu değer, toplam borsa içi kapitalize değerinin % 23’üne eşdeğerdir. Sonuçta borçlanma dahil, her türlü yabancı fon temininde ülke kredi değerliğini sağlamanın ve daha sonra da bunu korumanın özel önemi bir kez daha görülmektedir.
-
Altyapı projelerinde ülke dışına tahvil ihracının sağlanması (EUROBOND) ve bunun kaynak sağlayıcı sonuç getirmesi, özellikle oto-yol yapımını hızlandırmış ve 1988 – 1993 döneminde 4000 km oto-yol yapılmasını olanaklı kılmıştır.
-
Özelleştirmede anayasal garanti sistemi ülkeye has özel bir yöntem olarak uygulanmıştır.
-
Tarımda toprak düzeninin değiştirilerek % 49 oranında yabancı sermayeye açılması ve bu amaçla anayasal değişiklik yapılması, 1994’de sıfır faizli 4 milyar ABD $’lık yardım ve destek paketi uygulaması, NAFTA anlaşmasında tarımsal ürünlerin ürünlere göre değişen 10-15 yıl özel koruma alması, tarife dışı engellerin kaldırılmasına karşılık ithalatda fon uygulamasına izin verilmesi, gelişmekte olan bir ülkede ilk kez denenen yaklaşım ve çözümlerdir.
-
Çevre ve bölge kalkınma alanında noktaya özgü yaklaşımlar dikkati çekmekte, çevre kirliliğinin yüksek olduğu Meksiko City gibi yerleşim yerlerinde “Arabasız – Bir – Gün” gibi programlar kararlılıkla uygulanmaktadır. Bu yaklaşımların uygulanması için “Çevre Kalkınma Fonu” kurulmuştur. Yanısıra, ABD’lilere ait “Amerimex Fonu’ndan yararlanılmakta, gereğinde bölgeye özel teşvik adına tüm vergiler belli bir süre ertelenmektedir. Teşvik edilecek Bölge, ABD sınırının yakınındaysa, taşeron olarak çalışacak fason endüstriler, iç alanlardaysa ev ekonomisi teşvik edilmektedir. ABD ile teşvik ücret odaları kuruluşu hızlandırılmaktadır. ABD eyaletleriyle Japon modeline uygun tüm bölge idari temsilcilerin katıldığı “İş Haftaları” düzenlenmektedir.
-
Vergisel düzende asgari ücretin (400 Pezo/ay) 2 katına kadar gelirler, gelir vergisinden tümden muaf tutulmuştur. Asgari ücretin 4 katına kadar olan gelirlerde vergi basamakları düşürülmüş, sonuçta 1.3 milyon insanın vergiden bağışık kılınması sağlanmıştır.
-
Sağlanan tüm gelişmelere rağmen 88 milyon nüfuslu ülkede zaman zaman yer altı ekonomisi özelliği de kazanan enformal (gayriresmi) sektörü, ülkenin en büyük ve yaygın sektörü konumundadır. Kentlerin tamamında seyyar satıcılık yapan Meksika deyimiyle “Street Vendoors”ları enformal sektörün omurgasını teşkil etmekte, 32 milyona ulaşan faal nüfusun yarısının bu sektör içinde yeraldığı varsayılmaktadır. Resmi kayıtlara göre, ülkeden resmen açlık çizgisinde 13.6 milyon insan vardır. 1000 kişiye düşen hırsızlık olayı açısından Meksika dünya rekorunu elinde bulundurmaktadır. Sektörel dağılım içinde en büyük milli gelir kesimi uyuşturucu madde yapı olup, ülkede “narco” olarak adlandırılan bu sektörün ürünlerinin ABD sınırından geçişini önlemek için NAFTA’nın yürürlüğe girmesi öncesi, 8 milyar ABD $’lık harcamayla, ABD-Meksika sınırını tel örgü çekilmektedir.
(Mayıs 1994)
Dostları ilə paylaş: |