133 YÜZOTUZÜÇÜNCÜ MEKTÛB
Bu mektûb, yine, molla Muhammed Sıddîka yazılmışdır. Fırsatı ganîmet bilmek, vakti kıymetlendirmek lâzım olduğu bildirilmekdedir:
Gönderdiğiniz mektûb geldi. Fırsatı ganîmet bilmelidir. Vaktleri çok kıymetli ni’met bilmelidir. Modaya, âdetlere uymakla ele birşey geçmez. Yalan sözlerden, kaçamak davranışlardan ancak zarar ve ziyân ele geçer. Muhbir-i sâdık, ya’nî hep doğru söyleyici “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” (Helekel-müsevvifûn) buyurdu. Ya’nî sonra yaparım diyenler helâk oldular. Bugünkü ömrü vehm ve hayâl için harc etmek ve hayâl olan şeyleri ele geçirmek için, mevcûd olanları el-den kaçırmak çok çirkin bir işdir. Elde bulunan şeyi, en ehemmiyyetli, en kıymetli şey için kullanmak gerekir. Karışık, pis, fâidesiz şeyler geriye bırakılmalıdır. Hak teâlâ, mâsivâsı ile ya’nî Ondan başka şeyler ile olan râhatlıkdan kurtarmak için, bir parça râhatsızlık versin! Dedikodu ile ele birşey geçmez. Kalbin selâmetini istemelidir. Asl lâzım olan işi düşünmeli, lüzûmsuz, fâidesiz şeylerden tâm kaçmalıdır. Fârisî beyt tercemesi:
Her ne ki güzeldir, Allah sevgisinden başka,
Hepsi câna zehrdir, şeker gibi de olsa.
Habercinin ancak haber vermesi lâzımdır.
134 YÜZOTUZDÖRDÜNCÜ MEKTÛB
Bu mektûb, yine molla Muhammed Sıddîka yazılmışdır. Vazîfeyi gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir:
Hak teâlâ, kendine yaklaşdıran derecelerde ölçüsüz yükselmenizi ihsân eylesin! Bizi seven kardeşim! Vakt, keskin bir kılınç gibidir. Yarına çıkacağımız belli değildir. Mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları ya-rına bırakmalıdır. Aklı olan böyle yapar. Doğru düşünen akl, (Akl-ı mu’âd)dır. (Akl-ı me’âş) değildir. Dahâ ne yazayım? Vesselâm.
-177-
135 YÜZOTUZBEŞİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, yine, hep iyi düşünen, sâdık olan Muhammed Sıddîka ya-zılmışdır. Evliyâlık mertebelerini bildirmekdedir:
Vilâyet,ya’nî evliyâlık, Fenâya ve Bekâya kavuşmak demekdir. [Fenâ, kalbde, mahlûkların düşünülmesi, sevgisi kalmamasıdır. Bekâ, kalbde yalnız Allah sevgisi bulunmasıdır.] Bu da, herkes için olur veyâ belli kimseler için olur. Herkes için olan (Mutlak vilâyet)dir. Belli kimselere mahsûs olan ise, (Vilâyet-i Muhammediyye)dir “alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye”. Buradaki Fenâ tâmdır. Bekâsı da ekmeldir. Bu büyük ni’mete kavuşmakla şereflenen kimsenin derisi ibâdet için yumuşar. Göğsü islâmiyyet için genişler. Nefsi, itmînân hâsıl ederek Mevlâsından râzı olur. Mevlâsı da, ondan râzı olur. Kalbini sâhibine teslîm eder. Rûhu kurtularak, hakîkî sıfatları [Allahü teâlânın sıfât-ı hakîkıyyesini] keşf eder. Sırrı, o makâmda, şü’ûn ve i’tibârları müşâhede eder ve bu makâmda, şimşek gibi çakıp hemen gayb olan (Tecelliyât-i zâtiyye)lere kavuşmakla şereflenir.
Hafî denilen latîfesi, tenezzüh, tekaddüs ve kibriyânın kemâli karşısında şaşkına döner. Ahfâsı, anlaşılamıyan ve anlatılamıyan bir vuslata kavuşur. Arabî mısra’ tercemesi:
Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun!
Bundan anlaşılıyor ki, (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) “alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıyye”, başka vilâyetlerin mertebelerine benzemez. Yükselirken de ve inerken de onlardan başkadır. Yükselirken başkadır dedik. Çünki, ahfâ denilen latîfenin Fenâsı ve Bekâsı yalnız bu Vilâyet-i hâssada olur. Başka vilâyetlerdeki urûc, yalnız hafîye kadardır. Fekat çokları, rûh makâmına kadar veyâ sır makâmına kadar, birkaçı da hafîye kadar yükselir. Herkes için olabilen (Vilâyet-i âmme) derecelerinin en sonu, hafî makâmıdır. İnişdeki başkalığa gelince, (Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye) ile şereflenen Evliyânın, maddeden olan cesedleri de, bu vilâyetin derecelerinin kemâllerinden pay alır. Çünki, bunların Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem” mi’râc gecesi Allahü teâlânın dilediği makâma kadar, mubârek cesedi ile götürüldü. Cennet ve Cehennem kendisine gösterildi. Kendisine gizli şeyler söylendi. O makâmda Allahü teâlâyı baş gözü ile görmekle şereflendi. Mi’râcların böylesi, bu yüce Peygambere “aleyhissalâtü vesselâm” mahsûsdur. Ona tâm uyan, izinde giden Velîler de, bu husûsî mertebeden serpilen kırıntılara kavuşurlar. Arabî mısra’ tercemesi:
Kerîmlerin sofrasından toprağa da pay düşer.
Böyle olmakla berâber, Allahü teâlâyı dünyâda görmek, yalnız Mu-hammed aleyhisselâma mahsûsdur. Onun ayakları altında bulunan Evliyâya “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” hâsıl olan hâl, görmek değildir. İkisi arasındaki başkalık, birşeyin kendi ile resmi veyâ kendisi ile gölgesi gibidir. Bunların birbirinden başka olduğu meydândadır.
-178-
136 YÜZOTUZALTINCI MEKTÛB
Bu mektûb, yine, molla Muhammed Sıddîka yazılmışdır. İşleri sonraya bırakmanın ve maksada kavuşmak için çalışmayı gecikdirmenin zararlı olduğu bildirilmekdedir:
Mektûbunuzu getiren yolcu, Ramezân-i şerîfin bereketli son günlerinde geldiği için, Ramezân-ı şerîfden sonra cevâb yazabildik. Hân-i hânânın ve hâce Abdüllahın cevâbları da birlikde gönderildi. Dikkatle okuyunuz! Son olarak askere gidişiniz, bu fakîre uygun görülmedi. Buna sebeb ne oldu? Her iş, Allahü teâlânın dilemesi ile olur. Hak teâlâ size, hergün geçinecek kadar rızk ihsân ediyordu. Bunu düşünmeli idiniz. Bu ni’mete şükr ederek, kendi işinizi ele almalı idiniz. Bugünkü rızkı, ilerdeki günlerin rızkı için vesîle etmemeli idiniz. Bunun sonu gelmez. Çok ilerisini düşünmek, bu yolda küfr sayılır. Ödünç almakdan kurtulmanız için, Hâcegînin bir yol gösterip göstermiyeceği bilinmiyor. Bunda şübheniz varsa, Hâcegîye açıkca yazınız! O da size açıkca cevâb yazar, sağlam söz verirse, bu niyyetle gidersiniz. Fekat, bugünün işini yarına bırakmanın ve gecikdirmenin ilâcı ne olabilir? Ne yapacaksanız yapınız! Fırsat [zemân] ganîmetdir.
137 YÜZOTUZYEDİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, Efganistânlı hâcı Hıdıra yazılmışdır. Nemâz kılmak şerefinin yüksekliğini bildirmekdedir ki, bunu nihâyete yetişen büyükler anlayabilir:
Kıymetli mektûbunuz geldi. İçindekiler anlaşıldı. İbâdetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, Allahü teâlânın en büyük ni’metlerindendir. Hele nemâzın tadını duymak, nihâyete yetişmiyenlere nasîb olmaz. Hele farz nemâzların tadını almak, ancak onlara mahsûsdur. Çünki, nihâyete yaklaşanlara, nâfile nemâzların tadını tatdırırlar. Nihâyetde ise, yalnız farz nemâzların tadı duyulur. Nâfile nemâzlar, zevksiz olup, farzların kılınması büyük kâr, kazanc bilinir. Fârisî mısra’ tercemesi:
Bu iş, büyük ni’metdir. Acabâ kime verirler?
[(Nâfile nemâz), farz ve vâcibden ziyâde, başka nemâzlar demekdir. Beş vakt nemâzın sünnetleri ve diğer vâcib olmayan nemâzlar, hep nâfiledir. Müekked olan ve olmıyan, bütün sünnetler nâfiledir. (Dürr-ül-muhtâr) ve (İbni Âbidîn), (Halebî) ve sâire].
Nemâzların hepsinde hâsıl olan lezzetden, nefse bir pay yokdur. İnsan bu tadı duyarken, nefsi inlemekde, feryâd etmekdedir. Yâ Rabbî! Bu, ne büyük bir rütbedir! Arabî mısra’ tercemesi:
Ni’mete kavuşanlara âfiyet olsun!
Bizim gibi, rûhları hasta olanların, bu sözleri duyması da, büyük bir ni’metdir ve hakîkî se’âdetdir. Fârisî mısra’ tercemesi:
Bâri kalbimize bir tesellî olsun.
-179-
İyi biliniz ki, dünyâda nemâzın rütbesi, derecesi, âhıretde, Allahü teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya en yakın bulunduğu zemân, nemâz kıldığı zemândır. Âhıretde en yakın olduğu da (Rü’yet), ya’nî Allahü teâlâyı gördüğü zemândır. Dünyâdaki bütün ibâdetler, insanı nemâz kılabilecek bir hâle getirmek içindir. Asl maksad, nemâz kılmakdır. Se’âdet-i ebediyyeye ve sonsuz ni’metlere kavuşmanızı dilerim.
Dostları ilə paylaş: |