Şeri şerif inkar edilmez amma
Şeriat var şeriattan içeri
Tarikatsız Allah bulunmaz ammma
Tarikat var tarikattan içeri
Gördüğün şeriat şeriat değil
Gittiğin tarikat tarikat değil
Hakikat sandığın hakikat değil
Hakikat var hakikattan içeri
Gel vechi harabiye eyle dikkat
Hakkın cemalini görmek istersen rüyet
Sadece hak var demek değildir marifet
Marifet var marifetten içeri
buyurmaktadır.
Demekki, şeriat deyince, yalnız şekil olarak kılınan namaz ve oruç olarak yapılan emir ve yasaklardan ibaret ibadetler değildir. Cenabı Allah ben gizli bir hazine idim.bilinmeklığimi murat ettim. Bu halkı halk eyledim H.kudsi. gereğince zatından halk dediği,bu Muhammed sıfatlarına tecelli ederek,onlardanda fiilleriyle kendisini şerh etmesi şeriattır. Her ne kadar şeriat Allahın emir ve yasakları isede,tavsilatı muhammediyede,cenabı hakkın fark tecellisini açığa çıkarmasından ibarettir. Tarikat da yol demektir. Ne yoludur. İlim ve irfaniyet yoludur. Bu ilim yolculuğunada tarikat denir. Tarikat, ahlak ve edeb güzelliğini bizlerde meydana getirmektedir. Bu da efali ilahiye ve sıfatı ilahiye zevkini tadanlarda hal ile kendisini gösterir. Yoksa isim olarak söylenen şu veya bu tarikat şeyhlerine tabi olmak değildir. Hakikat ise; kuranın veya insanın sır ve esrarlarına vakıfiyettir. Her şeyin hakikatini bilmek ve olmaktır. İlimle her şeyin hakikatını bilmek değil, bizzat kendinden kendine şuhut ve müşahade etmektir. Buda her şeyin hakikatını bilmek, ve şuhut etmekle mümkündür. Eşyanın hakikatı efali ilahiyedir.efalin hakikatı esmayi ilahiyedir.esmanın hakikatı sıfatı ilahiyedir. Sıfatın hakikatıda zatı ilahiyedir. Şu halde, eşya hak değil, eşyanın hakikatı haktır. İşte bunu böyle zevk edebiliyorsak hakikat içindeki hakikatida zevk etmiş oluruz. Marifet zahirde, az bir işi veya bir fiili marifetiyle çoğaltmak, sanatın üstünlüğünü göstermekte isede, marifet sıfat ve esma ilmidir. Cenabı Allahın zatından: cemaadat, nebadat, hayvanat ve insanlar mazharlarından namütenayi esmalar alarak, şeklinde, renginde, tadında, kokusunda, tabiyatlarında, sonsuz değişikliklerle ressamlığını, mühendisliğini, nakkaşını sergilemesidir. Görüldüğü gibi, şeriat basamağından 4 merdiven çıkarak yani hicret ederek, nefis müşrikliğinden kurtulup, Medine ensarlarının arasında mutluluğa kavuşmak, bizim hicretimiz olaçaktır. Cenabı hak bütün kardeşlerime bu hicreti nasip etsin. Amin.
MÜRŞİDİ KAMİLLER SALİKLERDEN NE İSTERLER
Bir ayeti kerimede ya Muhammed sana tabi olanlar. bana tabi olmuşlardır buyurulmaktadır. Mürşidi kamile tabi olmak Allaha tabi olmak olduğu için,ona karşı sevği ve teslimiyetimiz eksikse,vuslat bulmamız mümkün değildir. çok kişiler onun esma ve sıfatını gördüğü için onu sıradan bir kişi olarak kabul edip, laikiyle ondan tecelli eden rabbına vakıf olamıyor. Cenabı hak her kimin nasıl bir istidada sahip ise,o mazharı o yerde kullanmaktadır. Çünkü Allah alim bizler malumuz. Allaha, malumiyetimiz, nisbetinde, kimilerini. irşad etme yerinde kullanmakta, kimilerinide irşad olmak için kullanmaktadır. yoksa hiç bir varlığın kendine ait güç ve kuvveti yoktur. Şu halde, mürşid olarak karşımıza cenabı hakkın çıkardığı irşadla görevli mübareklerin, şekline ve resmine değil,o mazhardan tecelli eden kemalat hakkın kemalatı olduğu için, ona karşı sevgi ve teslimiyetimizi tam yapmalıyız. Sevgi ve teslimiyetimizi tam yapamıyorsak, orada boşuna zaman kaybediyoruz demektir. Zira bir adım ileriye vuslat mümkün olmıyacaktır. Onun sohbetlerinde, doğru söylendiği halde yanlış algılama olacağından, her şeyi kendi terazisiyle tartıp sonuca varmak isteyecektir. Zira sevgi ve teslimiyet az olunca, dinleme ve uygulamada az olacaktır. Bir kişi ebubekir gibi tam teslimiyet gösterirse, onun vuslatı da tam olacaktır. Bu mevzuyu ben böyle biliyordum,o ise şöyle anlattı,fakat elbette bir hikmeti vardır diyerek hep iyi yönü ile kabullenme yapacak,o mevzuda itminan olasıya kadar araştıracaktır. Zaten salikten kamiller, sevgi ve teslimiyetten başka hiç bir şey istemezler. Çok evliyalar, teneşirdeki cenaze gibi olmağı öğütlemişlerdir. Bazı ihvanatta, bu iki maddeyi uygulama hali göremediğimiz gibi, birde hilafet sırrına sahip olan irşad görevi ile görevli olan mübareklere günümüzde dil uzatılmakta ve gıybet yapılmaktadır. Bilmiyorlarki, peygamber ve varislerde,cenabı Allah kemalat sıfatı ile zuhur ettiği için onlara dil uzatanın dünya ve ahirette perişan olacakları muhakkaktır. Onlara dil uzatmak Allaha dil uzatmaktır. Bizler zannımızdaki ve hayalimizdeki bir Rabba değil, bizzat her hangi bir mazhardan tecellisini gösteren rabbil alemine, sevgi ve teslimiyetimizde eksiklik göstermeyelim. Bu yolda her şeyi bilmek aranmaz. Zaten her şeyide bilmemiz mümkün değildir. Kalp ve gönlümüzün temizlenip, patışahın gönül sarayına musafirliği aranır.bir aşık şöyle diyor.sür çıkar gayriyi gönülden ta tecelli ede hak. Patışah konmaz saraya hane mamur olmadan. Sevgimiz nisbetinde zamanla sevildiğimizi elbette göreceğiz. Sevgi ve teslimiyet, kişilere, olmadığı, gibi, zandaki, hayaldeki bir Rabbada değildir. Çünkü cenabı hak, ne bu dünyada, nede ahirette hiç bir mazharsız insanları ne irşad eder,nede terbiye eder. Elbette görevli olan. mazharlardan, bizzat. irşadınıda, terbiyesinide kendisi yapmaktadır. Fakat o mazharlara katiyyen Allah denilmez. Allah bir mazharla kayıtlanamaz. O kayıttan münezzehtir. Bunu çok iyi bilmemiz lazımdır. Yoksa sapıtanlardan oluruz. Cenabı hak cümlemize doğru yolu buldursun. Amin.
VAHDETİ VÜCUT MUHAMMEDİ OLMAKTIR
Vahdeti vücut demek,vücut birliği demektir. Her yerde ve her şeyde,kişinin kalbini yalnız Allah ile meşkul etme hali ve yaşamasıdır. Bu 18 bin alem diye vasıflandırdığımız,varlık alemi,zatı mutlakın her an ayrı bir tecelli ile eşya ve kainat suretinde açığa çıkmasından ibarettir. Eşya ve kainat Allahın zahiri,ve her an ayrı bir tecelli ile yenilenmekte, Allahın batını ise,eşya ve kainattan tecellileriyle, her varlığın istidatları nisbetinde kendini şerh eden ruhu mesabesindedir. Yaratan ve yaratılan hep odur. yaratan, zatı yaratılan ise kul olup fani olan hadisatıdır. Çünkü vücut birdir. Elimize bir elma çekirdeği alalım. Ve onu toprağa ekelim. Ondan belirli bir zaman geçtikten sonra, gövdesi, dalları, yaprak ve meyvası olacaktır. Toprağa ektiğimiz çekirdeğin, dallardaki,yapraklardaki, meyvalardakinin aynisi olmasına rağmen,yer ve mekanlar ayrı olsa dahi hepsi vücut birliği içindedirler.ve bütün ağacın,gövdesinden meyvasına kadar tefarruat hep çekirdekten meydana gelmiştir. Hulil ve ittihatta yoktur.
Ömrü bitince ağaç ve yapraklar yok olacaklardır. fakat meyvalardaki çekirdekler daima zuhurunu devam etdireceklerdir. işte bu alemde bizim varlığımız yoktur. bu fani suretlerde,tecelli eden ve görünen vücudu mutlak olan cenabı Allahtır. Bir hadisi kudside: ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murat ettim, ve bütün mevcudatı halk ettim buyurulmaktadır. şu halde hepsi odur.ve bizler o ilahi tecellinin bu hadisat aleminde,gölgeleri gibiyiz. Onun için bizler cenabı Allahın zatını bilmek mümkün değil,onun beşeri sıfatlardan tecelli eden kutretiyle bilebiliriz.vahdeti vücutta eşyanın kendisi değil,eşyanın hakikatı haktır. Yoksa eşya eşyadır. Aslında bizim hüvviyetimiz haktır. Suretlerimiz onun görüntüsüdür. Vahdeti vücut kemalatına sahip olan arifler arasında hiç bir itilaf olmaz. Ama akılla her şeyi tartanlar arasında çok ihtilaf vardır. Vahdeti vücudun dayandığı kaynak kuranı kerimdir.Nur suresi ayet 35: Allah yerlerin ve göklerin nurudur. Onun nuru bir fenere benzer. O fenerin içinde zeytin yağındaki fitilde yanan ışık vardır. Bu ışıkla fitil,cam bir kandil içindedir. Demekle vahdeti vücut zevkinin tavsilatı muhammediyeden zuhurunu anlatmaktadır. aynen bunun gibi, bir Muhammedden binlerce Muhammedler zuhur ederek,cenabı Allahın;habibim sen olmasaydın bu alemi yaratmazdım. H.kudsisi gereği daima Muhammed olan kemalat sıfatlarından tecellilerini devam ettirecektir. Yeterki bizler Muhammediliğimizi idrak edip,daima onunla beraber olalım. Kamilin huzurunda, üç ihlas bir fatiha okuyarak, Resulullah efendimizin ruhuna hediye etmiştik. Fakat bunu 14 asır evvelki Resulullah efendimize değil (çünkü onun bize ihtiyacı yoktur.bizim ona ihtiyacımız vardır.) senin gibi henüz daha Muhammediliğini bilmeyen saliklerin, Muhammediliğini idrak etsin diye; birinci ihlas efali ilahiye için, ikinci ihlas, sıfatı ilahiye için üçüncü ihlasta, vücudu ilahiye olduğunu idrak edip,7 ayetten ibaret olan canlı bir fatiha şerif olduğunu bu vücutta zevk etmek için okunmaktadır. İşte böylece Muhammediliğini idrak edenler, hem kendi Muhammediliğinde hakla beraber olma zevkine sahip olurlar.hemde vücut birliği içinde, ayrılık görmemekten mütevellit mutlu olurlar. Her şeyi yerli yerinde görürler. görmiyormusunuz, kuranı kerime baktığımız zaman,
1 - Noktasız harfler
2 - Altında noktalı harfler
3 - Üstünde noktalı harfler vardır
Noktasız harfler: Allahın zat tecellilerini,
Altındaki noktalı harfler: ikilik içindeki celal tecellilerini
Üstündeki noktalı harflerde: Cemal tecellilerinin sırlarını ivşa etmektedir. Harflerin altında iki nokta, ve harflerin üstündeki üç nokta da bulunduğu mertebelerdeki, fena ve beka tecellilerini şerh etmektedir. Bunları velilerdede görmekteyiz. Saidi Nursi hz. leri risalelerinde hep nebadatı genel olarak dillendirmiştir. Mevlana celalettin hz.leride, mesnevisinde hayvanları dillendirmiştir. Muhiddini arabi hz.leri, Mısrı niyazi hz.leri, hacı Bayram veli Hz.leri, Yunus emre hz.leri gibi bazı velilerde, ilahilerinde hep insanları dillendirmişlerdir. Şöyleki:
Hakkı istersen yürü insana bak
Şemsü zatı yüzünden rahşan eylemiş
Hak yüzü insan yüzünden görünür
Zatını Rahman şeklini insan eylemiş
M.Niyazi
Etle kemiye büründüm yunus diye göründüm
Yunus Emre
Vallah kurandır senin yüzlerin
Yasini şeriftir iki gözlerin
İnna fetehna suresi sözlerin
Vedduha inmiştir kulun üstüne
Nesimi
Her şeyin varlığı senin özündür
Kendini çok gören kendi gözündür
Bu mülke hükmeden senin sözündür
Kalbin kürsüdür sultan sendedir.
Rıza
Demekki, her kim hanği mertebede Muhammedi zevkine sahipse,orayı bizlere aksettirmektedir. Onun için Muhammediliğimizi bulmağa çalışalım. Yoksa Allah ayrı bizler ayrı olarak,ikilik ve taklidi ibadetlerden öteye geçemeyiz. Muhammed ağacının,gövde,dal ve yapraklarını vuslat yolculuğu ile kat edip,Muhammedi meyvalarını afiyetle yiyelim. Allah bütün kardeşlerime bu zevki nasip etsin.
DAVUD A.S. VE SÜLEYMAN A.S. IN HÜKÜMLERİ
Kuranı kerimin enbiya suresi ayet 78-79. da bahsedilen iki kişinin,Davud a.s. a gelerek şikayette bulunmalarıyla zuhur etmiştir. Tarla sahibi, benim 300 dönüm tarlamı, bu kişinin 300 koyunu harap etmiştir, diyerek şikayette bulundu. Davud a.s. da; mademki tarla ile koyunlar eşittir, koyunlar tarla sahibinin, tarlada koyunların sahibinin olsun diye hüküm verdi. Bu kişilerin her ikiside dışarıya çıktıklarında, Davud a.s. ın oğlu Süleyman a.s. la karşılaştılar. Süleyman a.s. bu kişilere babası Davud a.s. ın nasıl bir hüküm verdiğini sordu. onlarda, tarlayı koyun sahibine, koyunlarıda tarla sahibine verdi dediler. Süleyman a.s. da bu hüküm yerinde ama, her iki taraf içinde daha hayırlı bir hüküm verilebilirdi dedi. hz. Davud bunu işitti. Ve Süleymanı çağırarak iki taraf hakkında hayırlı olan hüküm nedir. bunu bana söylermisin dedi. Oda,sütü,nesli ve yünüyle tarla sahibinin yararlanması için,koyunları tarla sahibine vermeni,tarlayıda evvelki haline gelip biçilecek hale gelinceye kadar,koyun sahibine vermeni,ekinler kemalata gelince,tarlayı kendi sahibine, koyunlarıda kendi sahibine vermek suretiyle uygun görürdüm dedi.işte bu ayeti kerimedeki hüküm, insanın kendi vücut ülkesinde, uygulaması gerekli bir olaydır. Cenabı Allah bizlere, böyle vakaları, kuranı keriminde anlatarak bizlerin yaşam biçimini öğütlemiş oluyor. Vücut ülkemizde,tarla sahibi Ruhtur. Koyunların sahibi ise nefistir. Bu vücudu ayakta tutan,ve her türlü vuslatını sağlayan ruh olduğu halde,nefsin sıfatları olan koyunlar,nefis doğrultusunda bu ruh tarlasını istila eder. işte ruh sahipleride, insanı kamil olan Davud a.s. lara müracat ederek hakkını arar. mürşidi kamilde, tarlanın ruha ait olduğunu, yani kişinin kendine nisbet ettiği efalinin, sıfatının ve vücudunun hakka ait olduğunu bildirir. Kişi kendine nisbet ettiği tarlanın yok olduğunu idrak edince,Ruhun açığa çıkması zuhur eder. Zaten mürşidi kamillerinde asıl görevlari budur. Bütün sıfatlarından tecellinin kendisi olduğunun hükmünü varirken, davudun hükmüyle, her tecelliyi hakka nisbet etmeye başlıyacaktır. Fakat her tecelliyi hakka nisbet etmek, farksız olduğu için eksiktir..onun için o iki kişi içinde hayırlı olan Süleyman a.s. ın hükmüdür. Süleyman a.s. kavseyin mertebesinin sahibi olduğu için,babası olan Davudun hükmü yerinde güzeldir. Fakat, kemale gelesiye kadar nefis koyunlarının,süt ve yününden istifade ettikten sonra, ekinlerin başak vermesi zuhur edince koyunları koyun sahibine, tarlayıda tarla sahibine,tekrar verirdim dedi. Yani nefis mutmain olasıya kadar, koyun olan sıfatların,sütünden ve yününden istifade eder. Yani ilim ve amelle kemalat sahibi olur. Demektir. Bu kemalata sahip olunca, kişi her şeyi yerli yerinde göreceği için, celal ve cemal tecellileri farkıyla zevk edecektir. Süleyman a.s. kalp sahibi bir insanı kamildir. Kalp radar gibi dönücü demektir. gerektiğnde yüzünü celale döndürür. Gerektiğinde yüzünü cemale döndürür. onun için tevhidde Davud a.s.ın hükmü,celal ve cemal tecellilerinin ayrı ayrı hükmünden ibarettir. Süleyman a.s. ın hükmü ise,her ikisinide tevhid yaparak, kemalet zevkinden ibarettir.aslında Davud ayrı Süleyman ayrı değildir. Kuranı kerim bizlere davudun, mertebesinde, Davudun.hükmünü,Süleyman makamı olan kalp mertebesindede Süleymanın hükmünü bildirmektedir. Bizlerde bir zamanlar, her şeyi nefsimize nisbet ediyor, ve ben diyorduk. İnsanı kamil deki tevhid tahsilinden sonra anladıkki, bunlar bizim değil cenabı hakkınmış. Zahir ve batınımız hak olunca, esmamızın bile bizlere verilen,halkiyet esmasi olduğunu idrak ettik. Görenin, bilenin, duyanın o olduğu zevki zuhur edecektir. İşte bu kemalata vuslat için,cenabı hak bizlere kuranı keriminde bir tevhid eğlencesi sunmuştur. Rabbım arzu edenlere ihsan etsin.
BEKADA ÖLÜM VARMIDIR
Evvela öiümün ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Genelde ölüm ruha değil bedenedir. bizler bu dünya odasından bir daha gelmemek üzere ahiret odasına geçmeğe ölüm diyoruz. Ruh birdir. parçalanma kabul etmemesine rağmen, tecelli ettiği mazharlarda, isim almaktadır. Onun için cemadatta tecelli ettiğinde cemadatı ruh, nebadatta tecelli ettiğinde nebadatı ruh, hayvanatta tecelli ettiğinde hayvanatı ruh, ve insanda tecelli ettiğinde de insanatı ruh adını almaktadır. İnsan öldüğünde, ondaki insanatı ruhu, hayvanatı ruhu, ve nebadatı ruhun tecellisini alınca,onda yalnız cemadatı ruh kalmaktadır.onun içinde yalnız cemadatı ruh sahibi olan o bedeni toprağa defnederiz. Çünkü cenabı hakkın hay olan dirilik tecellisi o mazharda sona ermiştir. Bedenimiz topraktan geldiği için tekrar toprağa gitmesi tabi idir. Ruhumuz ise, rabbımızdan geldiği için rabbımıza kavuşmak için,alemi ahirete intikal ederek,yoluna devam edip rabbımıza kavuşacaktır. Böylece, dünya odasından ahiret odasına geçmeğe ölüm denmiş oluyor. Yoksa vardan yok olmaz,yoktanda var olmaz. Ölen kişinin bedeni cemadatta yine var.Oradan nebadata, oradan hayvanata.oradan insanata teşriye yönüyle geçse hiç bir zaman yok olmuş değildir. Bu bir tecelli değişikliğinden ibaret olduğu anlaşılmış oluyor. Aynen bunun gibi, beka alemindede ferayiz mertebesindeki bir salik,kesret alemindeki sıfatlardaki cemalullah şuhudunu zevk edince,tecelli farkını görmüş olmuyormu. Tenzih ve teşbihi,kavseyin mertebesinde tevhid yaptığında yine tecelli farkını tatmış olmuyormu. İşte bu tecelli farklarının hepsi ölümdür. Onun için,Yahya a.s. Ahadiyet birliğine girerken ölümü boğazladıktan sonra,artık bir daha ölüm yoktur. Yoksa kavseyin mertebesine kadar bekada da ölüm vardır. çünkü ölüm tecelli farkindan ibarettir. Kavseyin mertebesinden sonra tecelli farkı olmadığı için,ölüm artık yoktur. Yoksa herkezin bildiği gibi hakikatta zaten ölüm diye bir şey yoktur. Vardır diyenler olursa,işte izah edildiği gibi vardır. Tenzih zevkinden teşbih zevkine geçen bir kişi için, elbette tecelli farkı olmaktadır. Tenzih mertebesinde hak zahir iken, teşbih mertebesinde, hak batın olmaktadır. Tenzih ve teşbih mertebe şuhutlarını tevhid yapan kişide, yine tecelli bakış açısı değişmiştir. Ne zaman teklik deryasına ayak basıldığında,ölümde bitmiştir. ruhun hay olarak tecelli değiştirmesine bekada ölüm vardır diyoruz. bedene ise ölüm, zaten vardır. Çünkü cemadata intikal eden beden, belirli bir zaman sonra nebadata,oradan hayvanata,oradanda tekrar insanata teşriye yönüyle,birinde yok olup diğerinde var olmak suretiyle devrini yapıp durmaktadır. bunların her birinden,diğerine geçisinde,birinden ölüp diğerinde doğmuş olmaktadır. Onun için ruh birdir, parçalanma kabul etmez. yalnız tecelli ettiği mazharlarda esma aldığı için, tecelli mazharının ruhu olarak kendini göstermektedir. Anne sülbünden dünyaya geldiğinde dünya unsuriyetinde musafir oldu. dünyada gününü tamamlayınca alemi ahiret olan melikut alemine geçti. Oradada gününü tamamlayınca, ceberrut alemine geçti. Oradaki zamanını tamamlayınca lahut alemine intikal ederek rabbına kavuşacaktır. İşte ruh için bu intikallere bekada da ölüm denmiş olmaktadır. yoksa hakikatta hiç ölüm diye bir şey yoktur.cenabı hak bizlere tevhid mertebelerindeki tecelli farklarını zevk ettirsin amin.
CUMA GÜNÜ ÜÇ DEFA OKUNAN EZANIN MANASI
Cuma günü camilerimizde üç defa ezan okunmaktadır.
1 - Minarelerde okunan dış ezan
2 - Cami içinde okunan iç ezan
3 - Cuma namazı kılınacağı zaman okunan kamet
(oda ezandır) Ezan ne demektir. Ezan namaza davet ve vahdaniyeti ilahiyeyi, adem ve alemi kainata bildirmektir. Dış ezan okunduğunda, bütün mahlukat,inanan ve inanmayanlar bu daveti duyarlar. Fakat cenabı hakkın murat etmediği mazharlar, bunu duymalarına rağmen bu davete icabet etmezler. Murat ettiği mazharlar ise,bu davete icabet ederek camilere gelirler.cenabı hakkın, celal ve cemal tecelli fiilleri haktır. Mülkünde o abes hiç bir şeyde yaratmamıştır. Ali imran suresi ayet 191 de :Allah batıl hiç bir şey yaratmamıştır ayeti bunun delilidir. İç ezan okununca,imam efendi mihraba 7.basamağa kadar çıkar.orada hiç bir şey söylemeden, 6.basamağa inerek vaazı nasihatini verir. Çünkü imam o anda, Resulullah efendimizi temsil etmektedir. Neden 7. Basamakta vaazı nasihatını yapmadıda, 6. Basamağa inerek vaazı nasihatını yaptı. Çünkü 7. Basamak, tevhiddede görüldüğü gibi, Ahadiyet mertebesini remzettiği için, orada hiç laf ve saft olmaz.birlik yeridir. Konuşma ikiliktedir. 6. Basamak tevhiddeki, kavseyn mertebesi olduğundan, peygamber ve varisleri, vaazı nasihatlarını hep oradan yaparlar. Onun için iç ezanda,cenabı hakkın sıfatlarından, vahdaniyeti ilahisinin farkıyla bütün tecellilerinin sergileme davetidir. Artık bu ezanı, cenabı hakkın murat etmediği dışarıdaki insanlar duymaz. Yalnız Allahın murat ettiği kişiler davete icabet edenler. Ve onlar bu rahimiyet rahmet lutfundan istifade ederler. Üçüncü ezan olan kamette, iki rekat olan Cuma namazının imama uyarak,bu ilahi vahdaniyet zevkinin, mutluluğuna erme davetidir. Bu üç türlü ezan, cenabı Allahın bu mukayyet olan hadisatta, tenzihe, teşbihe ve tevhide davetten ibarettir. İnsanların daha iyi anlayabilmeleri için, dış ezan şeriata, iç ezan tarikat olan ilim ve ahlak güzelliğine,ve üçüncü ezanda hakikati ilahiyeye davettir diyebiliriz. Çünkü cumanın içinde üç bayram vardır. Ramazan bayramı, kurban bayramı ve Cuma onun için tenzih daveti, teşbih daveti, ve tevhid davetlerinden sonra Cuma ancaksın kılınabilir. Cuma namazını erliğini bulmuş olanlar kılabilir. İsterse erliğini bulmuş kadınlar olsun. Şu halde, Cuma günü üç defa iç içe okunan ezanlar,gayriyetten ayniyete doğru vuslat için davetiyelerden ibaret olduğu anlaşılmış olur. Cuma namazı zevkine erebilen bir kişi,bu üç davet mertebelerinden vuslat yaparak, erliğini bulmuş,tevhid zevkine sahip olanlardır. Yoksa bu zevke sahip olmayanlar hakikattaki cumayı taklit olarak kılmaktadırlar. Sakın bizler taklit Cuma kılıyoruz, öyle ise kılmıverelim diye bir fikre kapılmayınız. Zira, taklit olmazsa tahkike erişilmez. Çırak olmadan usta olunamadığı gibi. Yeterki inanç ve hulusu bir kalple, bu rahimiyet rahmetine sahip olmak için talip olun.sizler bildiklerinizle amil olun cenabı Allah size bilmediklerinizi ihsan edecektir. Cenabı Allah cümle ümmeti muhammedi,cumayı kılmak,ve bu ezanların zevklerine nail kılsın. Amin.
HZ. YUNUS A.S. KISSASI
Yunus a.s.musul cıvarında,ninova şehri ahalisine gönderilen ismail oğullarından bir peygamberdir. Ahalisine 33 sene hak ve hakikatı anlattığı halde,kavmi ona itaat etmedi. Oda üç güne kadar kendine tabi olmayişlarından mütevellit helak olacaklarını söyliyerek,kavminin arasından ayrılıp bir gemiye bindi. Gemide kurra çekildi.ve kurra yunus a.s. a isabet etti. Onu denize attılar. Cenabı hak yunus a.s. mı,bir yunus balığının yutmasını tecelli ettirdi. Ve 40 gün yunus balığının karnında kaldı. Bu müddet içindede yunus a.s. hep zikir yapıyordu. Zikrinde; la ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin diyordu. Yani noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbım,beni zalimlerden bir daha eyleme diye tesbih ediyordu. Saffad süresi ayet 139-den 149 a kadar geçen ayetlerde bu kıssayı anlattıktan sonra,ayeti kerime şöyle devam ediyor. Biz onu açık bir sahaya attık. O hasta idi. Üzerine kabaktan bir ağaç gerdik.kısa zamanda sıhata kavuşarak kavminin yanına gitti. Kavminin 100 bin mevcudu vardı. Yunus a.s. kavminden ayrılırken söylediği sözler tahakkuk etmişti. Birinci günde,her taraf sararmış,ikinci günde,kırmızılaşmış,ve üçüncü gündede,her taraf kararmıştı. Kavmi bunları görünce, nedamet duyarak tövbe edip Allahın birliğine inandılar.kendilerinin arasına yunus a.s. ın geri döndüğünü görünce,hepsi iman edip uzun seneler,yunusla beraber o kavim mutluluk içinde yaşadılar. Hatta peygamber efendimizin bir hadislerinde, mutluluk içinde en uzun yaşayan kavim,yunus a.s. ın kavmidir buyurmuşlardır. İşte bir salikte, enfusunda ruh yunusunun,beden balığının karnında 40 gün kalarak insanı asliyesini bulmasıdır. Veya,bir salikin mürşidi kamil terbiyesinde 40 gün yani zahir ve batın beşerden on duygusu ile tevhid mertebesi olan 4 ünçü makama kadar insanı kamilin tahsilinde bulunmasıdır.İnsan isyanlarda bulundukca,onun ruhu daima zulmettedir. Bir insanı kamile gelip,nefsini terbiye ederek kendi diye bildiği varlığı hakkın varlığında yok edebilirse,yunus a.s. ın balığın karnındaki karanlıktan kurtulduğu gibi,ruhta bu ten zulmetinden kurtulmuş olur. Çünkü bu alem denizdir. Ten balık, ruhta yunus gibidir. Afakımızda ise,ten balıkları yanı sıra, can balıkları olan insanı kamillerde mevcuttur.onlar senin ve benim gibi seçilmiş ruhani yunusları,cenabı hakkın emriyle daima yutuyorlar. Ve 40 gün kendi terbiyelerinde, bizlere göre karanlık yerde bizleri tutuyorlar. Salik bu terbiye müddetince, nisbiyetlerinden kurtulup nefsini tanıyınca,yunus gibi nedamet duyarak ya rabbim beni artık zalimlerden eyleme diye dua etmiş olaçaktır. Cenabı hakta,Adem a.s. ın yasak meyvayı yediğinde;yeme dediğim meyvayı ne için yedin ya Adem demesine karşılık Adem a.s. ben nefsime zulmettim dediğinde af ettiği gibi,yunusuda af ederek selamet sahiline çıkarıyor. Sahile çıktığında yunus a.s. hasta idi. Yani, henüz daha anında kemalata gelmedi, zamanla kemalat zuhur edecek demektir.kavmine döndükten sonra kavminden ona iman etmeyen hiç bir kişi kalmadı.hepsi iman ettiler. Çünkü yunus aralarından ayrılırken,üç gün içinde iman etmedikleri için helak olacaklarını söylemişti. Onlarda bu zuhuratı gördüler. Birinci günde,efali ilahiyenin tecellisi ile kendi varlıkları sararıp soldu. İkinci günü,sıfatların mevsufunun hakka ait olduğunu gördüklerinde,ne sevap, nede günah işleyememe varlıklarının can damarı olan kanlarının aktığınıda gördüler. Güneş bile ziyasını kaybettiği zaman kızarır. Üçüncü gün ise, vücutlarının vücudullah olduğunu anladıklarında, secdeye kapanarak Yunus a.s. ın rabbına iman ettik dediler. İşte bir salıkinde nefsinin mutmain olmasiyla,uzun seneler,mutluluk içinde yunus a.s. ın kavminin yaşaması budur. Yunus a.s. ın bu tesbihi ile daima meşkul olalım. Vücut ülkemizde, aza ve sıfat kavimlerimizin ruha olan idrak tabiliğini istiyorsak,ikilikteki nefis vadisinden, teklik olan ruh vadisine geçerek vücut ülkemizde ruhu patışah yapmamız gerekmektedir. Vücut ülkesinde ruhumuz patışah olunca,bütün sıfat ve azalarımızda mütmain olarak onu en güzel bir biçimde açığa çıkaracaktır. Artık kulak hak ve hakikati duyan, göz hak ve hakikati gören olunca,hiç bir ihtilaf kalmadığı için mutluluk ve saadet içinde yaşanmiş olacaktır. Cenabı Allah bütün kardeşlerimi yunus a.s. gibi mutluluğu tattırsın. Amin.
RAMAZAN BAYRAMI
Ramazan kelimesinin manası: kor ateş, günah ve gayriyetleri yok eden anlamlarına gelmektedir. Ramazan bayramına fıtır bayramıda denilmektedir. Fıtır insanların yaradılışı,yani fıtratı demektir. Resulullah efendimiz ramazan ayını üçe bölerek on günü rahmet, on günü mağfiret, on günüde cehennemden azattır buyurmuşlardır. İşte bir kişide kendine nisbet ettiği fiilleri, on duygusu ile yakıp yok edebilirse,rahmete kavuşur. Kendine nisbet ettiği sıfatları yakıp yok edebilirse mağfirete,yani kurtuluşa kavuşur.yine kendine nisbet ettiği vücudunu yok edip vücudullah olduğunu zevk edebilirse, cehennemden azat olmuş olacaktır. Bunları yok etmesi ,idrakla olacaktır. Çünkü cehennem kişinin cehaletinden mütevellit kendini haktan ayrı görmesidir. Bizlerin bu aleme gelmekten gayemiz, nefsimizde ve ufkumuzda rabbımızı müşahede etmektir. Bunca enbiya ve evliya halkı davet eyledi, bu kainattaki rabbımın vahdaniyet sırrını öğrenmek içindir.onun için bir ay oruç tutarak yaratılma gayemiz olan fıtır sadakasını da vermemiz lazımdır.fıtır sadakası inananlara vaciptir. Bazı kardeşlerimiz şöyle bir soru sorabilirler. kendimize nisbet ettiğimiz, efalin,sıfatın ve vücudun yokluğundan sonra neyimiz kaldiyki,fıtır sadakasını veriyoruz. Yok olan nesini verecekki diyebilir. Bizler bir kamildeki tahsilimizle fenafillah olduktan sonra,hiç bir şeyimiz kalmamiştır. Fakat henüz daha bir esması kalmiştır. İsim ise o sıfatın hüvviyet etiketidir. Kişinin esmasını vermesiyle, bayrama çıkması zuhur edecektir. Fıtır sadakası verilmeden,bayrama çıkılamaz. Onun için esmanın verilmesi,sadakayı fıtırımızın verilmesi demektir. Şevvel ayının birinci günü, ramazan bayramına kavuşmuş oluruz. Bayram ise dostla buluşma, dostla sevişmek, dostla beraber olmak demektir. Ramazan bayramı üç gündür. Birinci günü, kendimize nisbet ettiğimiz fiillerimizden kurtulduğumuz için, bayram yaparız. İkinci günü, kendimize nisbet ettiğimiz sıfatlarımızdan kurtulduğumuz için, bayram yaparız. Üçünçü günüde kendi diye nisbet ettiğimiz vücudumuzdan kurtulduğumuz için bayram yaparız. Dolayısıyla bu üç varlıktan geçtiğimiz için, fıtır bayramını yapmağa hak kazanmış oluruz. Bayramda, zahiren büyüklerimizi, eşimizi, dostlarımızı ziyaret etmek, onların gönüllerini almak,bir telefonlada olsa onların sesini duymak,nasil en büyük sadaka ise,batındada daima dostla olmak en büyük mutluluk olacaktır. Bir hadisi şerifte: güzel ve tatlı söz,en büyük sadakadır Buyurulmuştur.ayrıca bir ayeti kerimede Allah sizleri ve bizleri mağfiret etsin diye birbirlerinize dua ediniz buyurulmaktadır. İşte ramazan bayramına erişenler, cenabı hakkın vahdaniyet deryasında oldukları için, herkezle sevişip kucaklaşmalıdırlar. Darginlık ve küslükler nefsin ikiliği içinde bulunanlara aittir. Yoksa vahdaniyet deryasında itilaf olmaz. Varsa bilinmelidirki,o kişiler hala nefsin tahakkümü altındadır. Cenabı Allah bütün kardeşlerimi dostla buluşma ve sevişme zevkine nail kılsın amin.
Dostları ilə paylaş: |