Merak ettikleriMİZ


CANSIZ MATERYALLERDEKI HÂRİKA MANTIK KİMİN ESERİ?



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə22/66
tarix27.12.2018
ölçüsü1,57 Mb.
#87522
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   66

CANSIZ MATERYALLERDEKI HÂRİKA MANTIK KİMİN ESERİ?

Prof. Dr. Faruk ÖZERENGİN

Akademik hayatım boyunca, bir hayli ülke gezip gördüm. Şunu müşahede ettim ki, yeryüzünde bütün insanların bir dinî inanışa ihtiyaçları vardır. Dini reddeden, kabul etmeyen bir top­lum görmedim. Dinsizlik, tanrısızlık iddiasındaki insanları ise pek az gördüm... İnanan büyük çoğunluklara kıyaslandığında âdeta yok denecek kadar az inançsız kişi var...

Dinler ayrı ve başka olmakla birlikte, dine, Allah'a bağlılık bir ve aynı... Az bildiğimiz Uzakdoğu, Japonya ve Hindistan'da müthiş bir dindarlık var. Son derece liberal bildiğimiz Ameri­ka'da da öyle... Hattâ yer yer taassuba varan bir dine bağlılık içindeler.

Bütün bu ülkelerin durumları gösteriyor ki, insanlar din his­si ve inanç ihtiyacı içindedirler. Ben şöyle düşünüyorum: Mil­yarlarca insanın içine, bu müşterek his nereden geliyor? El­bette ki, yaratılıştan getirdiğimiz bu his, Yaratıcı'nın insan­lara verdiği bir histir. Sonradan olma ve öğretme ile olsa, bu kadar ortak bir his olabilir miydi? Köksüz bir inancın dünyanın her yanında ve yöresinde bu kadar yaygın ve tar­tışmasız kabulü mümkün değildir. Ama elbette ki, daha sonra görülen eğitimlerin bir sonucu olarak, kimi Hıristi­yan, kimi Müslüman, kimi de bir başka dine bağlanmakta­dır.159

Cansız Materyallerdeki Mantık Kimin Eseri?

Düşünüldüğü zaman görülür ki, etrafımızdaki cansız mater­yallerin bile bir mantığı vardır. Cansız1, ilimsiz, fikirsiz mater­yal, böyle bir mantığı nereden almıştır? Meselâ benim ihtisas alanıma giren "akışkanlar mekaniği" konularından bir örnek vereyim:

Kalın çaplı bir borudan su akıtalım. Bu kalın çaplı borunun ilerde çapı daralsa, yâni boru incelse, durum ne olacaktır? İnsa­nın aklına ilk gelen şey, suyun basıncının artacağı ve sıkışaca­ğıdır. Halbuki fizikte deney yaptığımız zaman görüyoruz ki, tam tersi olur. Yâni geniş borudan dara geçen suyun basıncı azalıyor. Bir başka deyişle su zerreleri belli bir mantık için­de hareket ederek, birbirlerini sıkıştırmamak için hızlarını artırıyorlar. Dolayısıyla da basınç enerjisi, dinamik enerjiye, kinetik enerjiye dönüşüyor. Böylece, yolu birden daralan su, yapılması gereken en akıllıca işi yaparak yoluna devam eder. Halbuki ilk bakışta böyle olmaması gerekirdi. Kendini akıllı sanan insanlar, bazen bu mantığı kullanamaz, bir sinema çıkışı tıkanır kalır, ya da bir staddan boşalırken, Allah ko­rusun en küçük bir panikte birbirlerini ezerler.

İşte bu noktada düşünmek gerekir... Cansız materyal­lerdeki bu mantık nereden gelmektedir? Bu küçük misâlden de görüleceği üzere, kâinatta mantıklı bir düzen var. Peki bu muhteşem mantıklı düzenin, bir düzenleyicisinin de bulunduğunu düşünmek gerekmez mi? Bu düzenleyiciye ALLAH demezseniz, ne diyeceksiniz?160



Matematik Mantığı İle Tabiat Düzeni Arasındaki Bağ

Matematikten hareketle de Allah'ın varlığına güçlü de­liller gösterebiliriz. Matematik, ilk zamanlarda tam sayıları

saymakla başlamış, sonra gelişe gelişe kesirli sayılara, daha sonra da integral ve diferansiyel alanına kadar ilerlemiştir. Ma­tematik, akla âit bir buluştur. Çünkü madde plânında matematik diye bir şey ortada yoktur. Dolayısiyle matematik, insan aklının bulduğu bir şeydir. Yüksek matematik yâni integral ve diferan­siyeller de en ileri matematik oluyor. Fakat işin çok enteresan bir yanı şudur: Açıkça görüyoruz ki, kâinattaki birçok statik ve dinamik hareketler, aklın bulduğu matematik kanunlarına uyu­yor. Demek kî, bir kanun ve nizâm var. Ve bu nizâmı insan­lar önceleri bilmiyorlardı. Ancak, matematik bilgisi ilerle­dikçe, bilmedikleri bu nizâmı da keşfetmeye başladılar. O kadar ki, bizim güneş sistemimizdeki bir gezegenin varlığı, ön­ce matematik yoluyla bulunmuştur. Hâni, önce matematikçiler hesaplayarak bu gezegenin varlığını söylemiş ve "Şurada, şu şekilde bir gezegenin olması gereklidir," demişlerdir. Bu söz­den nice zaman sonra, teleskoplar gelişince bu gezegeni görebilmek mümkün olmuştur. Bu da gösteriyor ki, kafalardaki ma­tematik, tabiat kanunlarıyla hemhal oluyor, bağdaşıyor. Mate­matik, fizikî bir olayı açıklıyor. Öyle ise, kafalarımızdaki ma­tematik mantığı ile, dış dünyadaki tabiat düzeni belli bir or­ganizasyona aittir. Şimdi ateistler söylesinler bakalım, kime aittir bu organizasyon? Öyle büyük bir nizâm ve sarsılmaz ka­nunlar vardır ki, asırlar boyunca insan araya araya ancak bir ke­narını bulabilmiştir.161

Denizlerde Mucizevî Bir Denge Var




BÜYÜK BALIKLAR KÜÇÜK BALIKLARI NİÇİN YUTAR?

Sinan BENGİSU

Denizlerdeki hayatın inanılmayacak kadar düzenli ve zen­gin olan dengesi, yüzlerce asırdan beri hiç bozulmadan sürüp gelmektedir. Bu öyle olağanüstü bir dengedir ki, her ünitesi bir­birini bütünleyerek işler. Denizlerdeki milyarlarca canlı arasın­daki denge, kendini bozacak her türlü sapmaları düzeltecek güçtedir. Şöyle ki: Besleyici tuzlar bitkilerin bolluğu yüzünden bir bölgede zarar görecek duruma gelirse; bu bitki bolluğu, bit­kiyle beslenen hayvanların hücumuna uğrar. Bu sayede bitkiler de, kendi normal sayılarının seviyesine inerler. Fakat bu defa da hayvanî ölü organik maddenin çoğalmasına yol açacaktır. Böylece; bitki dengesi, çok bitki yiyenler ile bozulacak olursa, o zaman onları yiyen yırtıcı hayvanlar hücum edecektir. Neti­cede denge er geç yeniden sağlanacaktır. Çünkü Yaratıcımızın Mu'cizevî Plânında, tesadüfe, gelişigüzelliğe ve başıboşluğa yer yoktur.162

Dünya Boğulacaktı!

Binbir çeşit esrarengiz güzelliklerin sergilendiği denizler alemindeki yardımlaşma örnekleri, ilim adamlarını bu konuda inceleme yapmaya sevketmiştir. Araştırmacıların ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de, hayvanların bu davranışlarından pek azını öğrenme yoluyla elde ettikleridir. O halde, bütün bu davranışları ve hayat programları, anne karnında veya yu­murtada iken hücrelerine kodlanmıştır. Yâni en uygun ya­şama düzeni, daha dünyaya gelmeden önce programlanmış­tır. Dev balinanın hayat programını gözle görülmeyecek kadar küçük bir hücrenin içine yazan kudret, denizlerde bir hücre ka­dar tesadüfe yer bırakmamıştır. Ölüm ve hayat içinde yuvarla­nan, tahrip ve tamir içinde çalkalanan, göçler içinde kaynayan denizler alemindeki yardımlaşma ve bunun yanısıra denge, ölçü ve san'at ispat eder kî; bu sayısız canlılarda olan doğum, ölüm, beslenme ve hayat süreleri, herbirini, hattâ bütün kâinatı aynı anda gören, teftiş eden bir tek Zât'ın (c.c.) yarattığı programa göre olmaktadır. Eğer her an kâinatın dengesini bozmaya çalı­şan sebepler başıboş bırakılsaydı veya maksatsız serseri tesadü­fün, ölçüsüz kör kuvvetin veya şuursuz karanlık tabiatın eseri olsaydı; denizlerdeki, hattâ dünyadaki denge öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde deniz karmakarışık şeylerle do­lup, zemin bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Halbuki, hiçbir şeyde hakikî bir kirlilik ve çirkinlik görünmü­yor. Evet, hiçbir şeyde dengesizlik olmadığı gibi, hiçbir şeyde ölçüsüzlük de yoktur.163



Büyük Balık, Küçük Berber Balığını Neden Yemiyor?

Besin piramidini incelediğimizde yemenin ve yenilmenin başıboş bırakılmadığını ve bir programa göre olduğunu be­lirtmiştik. Berber balıklarının hayat programında ise; bü­yük balıkların derilerindeki küçük parazitleri ve ölü deri parçalarını alarak onları temizlemek ve aldıklarını yemek vardır. Temizlenmek ihtiyacında olan balıklar özel yerleri bulunan bu temizleyicilere gelirler. Tıpkı saç kestirmek is­teyen kimsenin berbere gitmesi gibi. Öteki balıklar berber balığını görünüşünden tanır ve onları yemezler.164



Zehirli Kollar Arasındaki Sığmak

Soytarı balıkları, öldürücü deniz şakayıklarıyla ortak hayat sürerler. Deniz şakayığının kollarındaki diğer balıkları öldür­meye ve yemeye yarayan yakıcı hücreler, soytarı balığına bir zarar vermezler.

Deniz şakayıklarının 40-60 cm. çapındaki gövdeleri, etli bir kaideyle suyun dibine bağlanmıştır. Yaratığın ağzı ortadadır. Yakıcı hücrelerin sokmasıyla derhal ölecek ve yenilmek üzere deniz şakayığının ağzına sürüklenecektir.

Öyle iken, soytarı balıkları bu yakıcı hücrelerle çevrili saha­da hiçbir zarar görmemektedirler. Hattâ bu balıklar herhangi bir sebepten korktukları zaman evlerine koşar gibi deniz şakayığının kolları arasına sığınır ve geceyi orada geçirirler. Deniz şakayıkları da bu ortalıktan faydalanırlar. Bir soytarı balığı he­men oracıkta yenip bitirilemeyen bir av bulduğu zaman, bunu deniz şakayığına götürür ve onunla paylaşır. Bir türlü kira olan bu ücretin dışında soytarı balığı deniz şakayığını temizlemekte ve etrafındaki suyu hareket ettirmektedir.

Soytarı balığı ile deniz şakayığı, kendilerine ortak yaşama programını bahşeden Yaratıcı'larını bilmeyebilir. Fakat; düşü­nebilen her insan, 150.000.000 km. öteden denizin derinlikle­rindeki nebati planktonların fotosentez yapmaları için ışığı im­dada gönderen, hücreden insana, denizlerinden dağlarına kadar herşeyde yardımlaşmayı hayat kanunu olarak ortaya koyan Ya­ratıcımızı (c.c.) bilir. Balık ile insan arasındaki en büyük fark da budur.165

Bir Yunusun Doğumu

Yunus, genellikle tek yavru doğurur. Dişi yunusun gebeliği 11 ay ile bir yıl arasında değişir ve doğum genellikle yarım saat kadar sürer. Dişi bir yunusun doğum vakti geldiği zaman, iki yanında birer dişi yunus daha belirir. Teyze adı verilen bu yu­nusların ilk vazifesi, kan kokusuna gelebilecek köpek balık­larına veya diğer muhtemel tehlikelere karşı anne ve yavru­yu korumaktır. Teyze yunuslardan biri, daha sonra da an­ne ile birlikte dolaşarak, yavrunun bakımında ona yardım eder. Yavru, derin sularda doğduğu anda nefes alabilmek için su yüzüne çıkmak zorundadır. Ana, hemen yavrunun altına da­lar ve onu sırtıyla ite ite su üzerine çıkartır. Daima toplu halde yaşayan yunuslar, aralarından biri yaralandığı takdirde hemen onun yardımına koşar ve yaralı arkadaşlarını su yüzüne çıkara­rak nefes almasını sağlarlar.166



Gaddar Görülen Hayvanlar Dünyası

Bild der Zeit'ta neşredilen "gaddar görülen hayvanlar dün­yası" başlıklı yazıda, konumuzla ilgili şu ifadeler yer almakta­dır:

"Yemek ve yenilmek, hayvanlar dünyasında her gün rastla­nan bir olaydır. Ve bu dünya, insana kolaylıkla 'gaddar tabiat' dedirtecek hâdiselerle doludur. Gerçekte bizim düşüncesizce gaddarlık diye tanımladığımız şey, bütün bu hayvanlara âit davranışların bir zincirlemesidir. Bitkiler ve hayvanlar, belli bîr olaya, belli bir tarzda tepki gösterecek şekilde program­lanmışlardır. Tabiî ki öğrenilmiş davranışlar, bunlardan farklı­dır. Dünyaya belirli bir programla gelen hayvan, çevresinin ona yolladığı sinyallere cevap verir. Bazen bu cevaplar, bizleri şa­şırtıcı bir şekilde etkiler. Tabiatta biz insanlara böyle gaddar görünen şey, yemek ve yenilmekte, bir mânâ aramamaktan ileri gelmektedir.167

Yutmak ve Yutulmak Başıboş Bırakılmamıştır

Deniz yıldızından mürekkep balığına, hamsiden balinaya, amipten su kaplumbağasına kadar herbir canlı, ayrı ayrı san'atlı yaratılışları, çeşitli silâhları, birbirinden orijinal savunma usûl­leri ve farklı hayat programlarıyla, birer birer Yaratıcı'larına delil oldukları gibi, hepsi birden güneş gibi parlak bir şekilde Allah'ı (c.c.) göstermektedir. Denizler alemindeki göz kamaş­tırıcı ihtişam ve organizasyonun, hadsiz bir kudret, geniş bir ilim, nihayetsiz bir hikmet sahibini bildirdiğini, akıl ve kalb gö­zü ile gördükten sonra, hikmetini bilmeden "büyük balığın, küçüğünü yutmasını" hayat felsefesi olarak kabul etmek mümkün değildir. Denizlerdeki küçük balıkların da büyük balıklar kadar bulunması ve hayatlarını sürdürmesi göste­rir ki; yutmak ve yutulmak başıboş bırakılmamıştır.

Balıkların bir defada milyonlarca yumurta yapması, yalnız­ca hayatta kalmak için verilmiş bir mücadele tarzında kabul edilemez. Bu sayısız yumurtanın yumurtlanması, nesillerinin devamını sağlamanın yanısıra, diğer canlılara gıda olarak bir yardım şeklinde programlanmıştır. Milyonlarca yumurtayı yu­murtlayan balık, yumurtaların san'atkârı olamayacağı, sadece yaratılış programına uymak suretiyle yumurtlayabileceği gibi, denizlerdeki besin piramidi programı da kendiliğinden veya te­sadüfen olamaz.

Herbir balığın fire vermeden milyonlarca balığı dünya­ya getirmesi ve onların da yutulmadan hayatlarını sürdürmeleri halinde, denizlerin kısa bir zaman sonra taşarak bü­tün karaları istilâ edeceğini veya balıkla dolarak kokuşaca­ğını düşünecek olursak, yutulmanın bir mücadele "değil", bir program gereği olduğunu görebiliriz.

Senede bir veya iki kere kuluçkaya yatan, bunun için de or­talama otuz yumurtaya ihtiyacı olan tavuğun, neredeyse bütün sene boyunca yumurta yapmasını, ne ile izah edeceğiz?

Etrafımızı saran ve hayatın bir yardımlaşma olduğunu gösteren bunca gerçeğe rağmen, binde bir oranındaki mücadeleye, yutma ve yutulmaya bakıp, hayatın mücadeleden ibaret olduğunu söylemek mümkün mü?168



Mucizevî Nüfus Planlaması...





Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin