Merak ettikleriMİZ


MADDE NİÇİN EZELÎ DEĞİLDİR



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə43/66
tarix27.12.2018
ölçüsü1,57 Mb.
#87522
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   66

MADDE NİÇİN EZELÎ DEĞİLDİR...

Sinan BENGİSU

Ya Allah ezelidir veya madde... Allah'ın varlığını kabul etmeyen materyalistler maddeye ezeliyet vermek zorunda kal­mışlardır. 20. yüzyılın ilim sahasında kâinatın başlangıcı oldu­ğu, ezeli olmadığı ve ebedi olamayacağını ispatlayan pek çok ilmî deliller, inkarcıların temel felsefesi olan materyalizmin idam hükmünü infaz etmiştir.

"Bugünkü ilimden pek az birşeyi dahi hakikaten anla­mış olan bir kimsenin materyalizm hastalığına karşı muafiyet kazandığı muhakkaktır" diyor Bawing.

Albert Camus da şu gerçeği kesinlikle ortaya koyuyor:

"Marxizmin hatasız olabilmesi için 20. asrın bütün keşifle­rini inkâr etmek gerekecektir. Marxizm bugün ancak Heiesenberg'e, Bohr'a, Einstein'a ve zamanımızın en büyük âlimlerine karşı koymak şartı ile ilmî olduğunu iddia edebi­lir."

Atomlardan yıldızlara kadar her varlığın hayret verici me­kanizmalarıyla beraber şaşmaz intizamları "Bir" olanı, "mutlak ilim ve kudret sahibini" bildirdiği, Allah'ın büyüklüğünün pırıl­tılarını aksettirdiği halde, Allah'ı inkâr eden kimseler de yok de­ğildir. İlâhî kudretin pırıltılarından doğan tabiatın nereden idare edildiğini anlayamayan ve o pırıltıların nereden geldiğini bil­meyen kimseler madde ve kuvvet ezelidir, şuurludur vs. diye­rek çalışmaktadırlar. Meselâ, "Sosyalizm Işığında Bilim ve Din" kitabında şu cümlelere rastlıyoruz:

"Madde hiçbir Tanrı tarafından yaratılmamıştır. Mad­de ve enerji öncesiz ve sonrasız olarak vardır ve durmaksızın biçim değiştirirler."

Davit Foster'in ise kâinattaki ilim ve irade mahsulü eserleri ve hadiseleri gördükten sonra, idrâki "Allah vardır, kâinatı ya­ratan O'dur" hakikatini hazmedemeyince ne kadar gülünç duru­ma düştüğü, kitabına "The Intelligent Universe" "Zekâ sahibi kâinat" ismini vermesinde ve atomların da, gezegenlerin de şu­urlu olduğunu iddia ederek "Kâinat şuurlu bir yapıdır" şek­lindeki ifadesinde açıkça görülmektedir. Ve yine görülmekte­dir ki, birtek ilâhı kabul etmeyen kimseler atomlardan yıl­dızlara kadar herbir şeye ilâhlık vermeye, yâni herbir zer­rede mutlak ilim, kudret, ezeliyet gibi sıfatları kabul etmeye mecbur olmuşlardır.284

Ezeli Olan Allah'tır

Maddelerin ve kâinatın ezeli olmadığını ilmî deliller ışığın­da izah eden bir kimsenin karşısında, ekseriyetle materyalistler tarafından klâsik bir sual çıkarılmaktadır. "Madem herşey ya­ratılmıştır. O halde Allah'ı kim yarattı?"

Bu sual, evvelâ temelde hatalıdır. Çünkü sualler zincirle­me sonsuza kadar gider... Ayrıca biz;

Kâinatın, Kur'an'ın, Resûlüllah'ın (s.a.v.) bildirdiği bir Allah'a (c.c.) inanıyoruz.

O'nun için; mekân, zaman, sınır, acizlik, başlangıç, son vs. yoktur. Bütün bunlar madde için, eşya için geçerlidir. Halbu­ki O (c.c.) ne maddedir, ne şekildir, ne de düşünebileceğimiz başka bir şeydir. O, eşi benzeri olmayan, herşeye hakkıyla kadir olandır.

Şayet bir kimse ezeli olmayan bir Allah'tan bahsediyorsa, kendi kafasındaki Tanrı'dan bahsediyor demektir, gerçek Al­lah'tan (c.c.) değil... Yunanlıların Zeus'dan bahsetmesi gi­bi...

Bir kimsenin mimar olabilmesi için çeşitli vasıflara sahip olması gerekir. Bu vasıflar olmazsa o kimsenin mimar mevkiin­de olması da mümkün değildir. Hayat, ilim, cüz'i irade gibi sı­fatları taşımayan birine mimar denmesi beklenebilir mi?

Kainatın mimarı olan Allah'ın (c.c.), Yaratıcı'mızın da kudsi sıfatları vardır. Kudret sahibidir, Hayat sahibidir, Vücudu zatidir, Ezelidir, Ebedidir, hiçbir şeye benzemez, Gâni'dir, Kerim'dir, Rahim'dir, ilh...

Allah'ın (c.c.) bütün varlıkları yaratması, yaratılmasını (haşa) gerektirmez. Akıl görünen misaller istediği için bu mevzûyu birkaç misâlle daha da açıklığa kavuşturmaya çalışa­lım.

Bir nefer emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet baş­kumandan da emri padişahtan alır, "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulmaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da raiyyet derecesine iner ve emir aldığı zât padi­şah olur. Bu halde birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorabilelim. Padişah deni­lince emir veren, fakat emir almayan bir Zât hatıra gelir.

Devir ve teselsülün imkânsızlığını açıklamak için verdiği­miz misâlden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zâtı, es­ması ve sıfatlarıyla ezeli ve ebedi olan Allah'a (c.c.) dayanma­sı zaruridir.

Bütün mahlûkat, yaratıp fakat yaratılmayan bir Zât-ı Zülcelâlin kudretiyle "yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine" getirilmişlerdir.

Dünyamız ışığı nereden almaktadır?

Güneş'ten.

Ay ışığını nereden almaktadır?

Güneş'ten.

Merih, Jüpiter v.s. gibi gezegenler ışığını nereden al­maktadır?

Güneş'ten.

Peki, Güneş ışığını nereden almaktadır?

Güneş ışığını başka bir yıldızdan almaz. Bizatihi kendi­si ışık neşredicisi durumundadır.

Demek ki: Dünya'nın, Ay'ın, diğer gezegenlerin ışığını Gü­neş'ten alması Güneş'in ışığını başka bir yerden almasını gerek­tirmiyor. Aynen bu misâl gibi, Allah'ın (c.c.) bütün varlıkla­rı yaratmış olması, yaratılmasını gerektirmemektedir.285

Netice

İnancımıza mutlaka bir sebep arayan materyaliste vereceği­miz en kısa cevap şu olacaktır:

"Şunun veya bunun için, şundan veya bundan dolayı değil, aslında Allah Var Olduğu İçin İnanıyoruz..."286

Almanya'da İslâm Hayranlığı Büyük Dahi Goethe İle Başladı




GOETHE MÜSLÜMAN OLDU MU?

Vehbi VAKKASOĞLU

18. asrın ortalarında doğan büyük dâhi, edip, şair, ressam, mütefekkir, devlet adamı Goethe; Avrupa Edebiyatında bir de­vir açan adam olarak tanınır. Fakat onun bilinmeyen ve hatta kasıtlı şekilde gizlenen bir yanı vardır ki, bu da Avrupa'da, özellikle Almanya'da ilk İslâm sempatisini uyandıran kişi olma­sıdır. Bir çok Avrupalı onun açtığı aydınlık çığırdan giderek İslâm'ı bulmuştur. Bernard Shaw, bu gerçeği şöyle dile getirir:

"19. asırda Cariyle (Karlayl), Goethe (Göte), Gibbon gibi insaflı ve namuslu mütefekkirler, Hazret-i Muhammed'in dinindeki yüksek kıymeti sezmişler ve bu suretle Avrupa'nın İslâmiyete karşı davranışında bir değişme olmuştur. Daha şimdiden milletime ve diğer Avrupa milletle­rine mensup çok kimseler Muhammed'in (s.a.v.) dinine gir­miş bulunuyorlar.. Avrupa'nın İslâm'laşmağâ başlamış ol­duğunu söyleyebilirim."

Alman Müslümanlardan olup İslâm'a büyük hizmetleri do­kunan imanlı insan Hacı Ahmed Schmiede de bu gerçeği şöyle anlatır:

"...Biz Alman Müslümanlarının İslâm camiasına ayak basarken eli boş gelmediğimizi, İslâm edebiyatına ölmez Gothe'mizin eserleriyle iftiharla girdiğimizi kaydetmeli­yim."

Goethe, İslâm'a karşı ilk alâka ve muhabbeti daha 23 ya­şındayken duydu. Teolog Herder'in kendisine verdiği Kur'an tercümesine dair araştırmalar yaptı ve Kur'an'ı tam olarak akset­tirmekten çok uzak olan bu tercüme bile onu hayran bıraktı. Hı­ristiyanların İslam dinine müsamaha ile yaklaşmalarını "nurlandırıcı bir tolerans" olarak gördü.

İslâm'a hizmetkâr bir Alman Müslüman olan Ahmed Schmiede'nin deyimiyle, "Goethe'nin zamanında Müslümanlık hakkında mevcut eserler, dinimizi bitaraf göstermekten çok uzak idi."

Kur'an tercümelerine varıncaya kadar, kaleme alınan her kitapta, Müslümanlık ancak kötüleniyordu. Bu kadar düşmanca tasvirlerin satırları arasından yine de İslâm'ın yüce hakikatini, Kur'an'ın azametini duyabilmek, atılan çamurların arasında pı­narın berrak suyunu seçebilmek için gerçekten hidayet ışığına ihtiyaç vardı. Biz inanıyoruz ki, Goethe, hidayete kavuşmuştur. Allah, zulmet içinde hüsnüniyetle nur arayan kimseyi tek bırak­maz. Goethe ise, arıyordu. 23 yaşında iken Goethe'nin meşhur Alman Mütefekkiri Herder'e yazdığı bir mektupta şu sözleri okuyoruz:

"Kur'an'da Musa'nın dua ettiği gibi dua etmek isti­yorum: Ya Rabbi, dar göğsümü genişlet!"

O tarihlerde kaleme alınan bir takım yapraklarda Şairin kendi eliyle yazdığı Kur'an âyetleri, Arapça gramerine ait notlar vs., Gothe'nin genç yaştan itibaren Kur'an'a ve Arap diline vu­kuf kazanmağa cehdettiği bize malûm olur. En çok tekrar ettiği âyetler, Allah'ın, gözü gören insanlar için tabiatta tecelli ettiğini beyan edenleridir. Burası bilhassa dikkate değer bir husustur:

Bir çok hidayete erenler gibi, Goethe'yi de, İslâm mesajının tabiat hâdiselerine uygunluğu, Kur'an'da ifadesini bulan İlâhî kanunun, tabiat safhalarına mutabakatı heyecana ge­tirmiş, hayranlığa, vurgunluğa götürmüştür.

Daha ziyade hissiyattan doğma bu vurgunluktan sonra, bir an gözün açılıyor. Görüyorsun ki, vurulduğun bir zahiri güzel­lik değildir. O, öyle bir şümullü sistemdir ki, onun yanında bü­tün diğer dünya görüşleri ve dinler sönük kalır. Goethe, bu ha­kikati, Eckermann'la yaptığı konuşmalarda şöyle dile getirir:

"Görüyorsunuz ki, bu inancın hiç bir eksikliği yoktur. Biz, bugün ne kadar sistemlerimiz varsa, daha ileri gidemedik. Za­ten, hiç kimsenin ondan daha ileri gitmesi mümkün de değildir. Müslümanların bu felsefi sistemi, faziletin hangi basamağında durduğumuzu öğrenmek üzere kendimize ve başkalarına tatbik edebileceğimiz yararlı bir ölçüdür."

Ve itiraz kabul etmez bir kesinlikle İslâm'ın şümulünü an­latır:

"Çılgınlıktır, herkesin her hususta

Kendi özel görüşünü övmesi.

Madem ki islâm, Allah'a teslim olmak manasınadır:

Öyle ise hepimiz İslâm'da yaşayıp ölmekteyiz!"

Bu kesin teslimiyet, Goethe'yi en çok cezbeden noktadır. İslâm fikriyatında önemli gördüğü hususları sayarken, Şair en başta,

"Allah'ın bilinmesi mümkün olmayan iradesine karşı kayıt­sız şartsız teslimiyet" unsurunu zikreder ve der ki:

"İslâm, yaşıma uygun düşen bir şiiriyete yer verir. ...Al­lah'ın birliği, iradesine teslimiyet, peygamberin aracılığı, bü­tün bunlar inancımıza, tasavvurlarımıza uygun gelir."

Allah'ın birliği hususunda Goethe'den doğrudan doğruya İslâmî bir taviz vermezlik müşahede edilir:

"Bir olan Allah'a iman, daima ruh yükseltici etki gösterir. Zira, bu inanç insana, kendi iç âleminin vahdetini (birliğini) ha­tırlatır."

Ve İslâm'ın esası olan vahdaniyete atfen Şair, Hz. İsa'yı da tam İslâmî düşünce tarzı ile töhmetten kurtarır:

"İsa temiz duygu ile düşünürdü

Sadece tek Allah'ı sakinlikle;

Onu (İsa'yı) Tanrı yapanlar

Mukaddes niyetini rencide etti.

Ve böylece hak olduğu görülür

Muhammed'in başardığı;

Yalnız vahdet mefhumu ile o

Bütün âleme galip geldi."

Bu teslimiyet inancı dev Şairi, gözümüzü yaşartan, asil bir tevazuya, tertemiz bir imana götürür:

"Kur'an'ın ezelden olup olmaması diye

Bir şüphe beni uğraştırmaz!

Kitapların kitabı olduğuna iman ederim.

Müslüman olarak bana farz olduğu gibi!"

Kur'an-ı Kerîm, Şair'in yol göstericisidir:

"Dalâlet beni şaşırtmak ister;

Ancak sen şüphelerimi dağıtmasını bilirsin.

Amellerimde, şiirlerimde,

Sen yoluma istikamet verirsin."

Goethe'nin sevdiği gelini hastalandığında Şair, bir doktor dostuna yazdığı mektupta, ümitsizliğe kapılmadığının sebebini açıklar:

"Başka bir diyeceğim yok. Bu mes'eledeki dayanağım, yine de İslâm'dır."

1831 yılında kendisinden teselli isteyen bir kadına Goethe der ki: "Bu hususta kimse başkasına nasihat veremez. Herkes, ne yapacağını bizzat kendisi tayin eder. Maamafih kendimize ne türlü cesaret vermeğe çalışırsak çalışalım: Biz hepimiz İslam'da yaşıyoruz."

Bu ve benzeri sözlerden anlaşılıyor ki, Goethe İslâm'ın esa­sı olan "Allah'a teslimiyet" kaidesini bizzat yaşayarak, hayatın­da ve eserlerinde canlandırarak değerlendirmiştir.

Yukarıdan beri getirdiğimiz misalleri okuyanlar, zannımca, Goethe'nin en azından fikren Müslüman olduğu kanaatına varmaktan kendilerini alamazlar. Fakat bunlardan başka, bu büyük Alman Şairi'nin, hakikaten, fiilen ihtida etmiş (Müslü­man olmuş) olabileceğine delâlet eden kuvvetli alâmetler de mevcuttur. Şöyle ki: Napolyon'a karşı ittifak kurmuş devletler­den olan Rusya'nın ordusuna mensup bir Müslüman Başkırt ta­buru, 1816 yılında uzunca bir müddet Weimar şehrinde kalır. Şair'in günlük hatıra defterinden anlaşıldığı üzere, İslâm asker ve zabitleri Goethe'ye büyük izzet ve ihtiramda bulunurlar, "özel iltifat" gösterirler. Şair'in evinden Müslüman misafirler eşik olmaz. Nihayet Goethe, Başkırt Müslümanlarının İmamı ile görüşür ve bir gün Weimar Protestan Lisesi'nin salonunda kılınan toplu namaza katılır.

Şairimizin sözü geçen İslâm din adamı huzurunda şehadet kelimesi getirip getirmediğini kesinlikle bilmiyoruz. Ancak, unutmayalım ki, yukarıdaki şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıka­ran Müslüman olmayan âlimlerdir. Goethe'nin etrafında topla­nan bilgi mecmuu içerisinde bu son gerçeği, yani fiilen Müslü­man oluşunu ortaya atarlar mı? Bilmem, bu kadar feragat ve âlicenaplık beklemek fazla değil mi? Onun için bu husustaki araştırmayı, Müslüman olan Germanistlerden beklememiz daha doğru olur.

Ancak, ortada Goethe'nin kendi sözü vardır. Weimar'daki hâdiselerden az sonra te'lif edilen meşhur "Batı Doğu Diva­nının çıkacağını müjdeleyen ilânda Şair, herkesi hayrete düşü­ren bir ifade kullanarak "bizzat kendisinin de Müslüman ol­duğu hususundaki şüpheyi reddetmediğini" açıklar.

Sanırım ki, büyük Alman Şair ve mütefekkirinin İslâm'la ilişiğinin, bizzat ihtida hâdisesine kadar varmış olabileceği mer­kezindeki düşüncemiz, yukarıda arzedilenler karşısında, herhal­de dayanıksız bulunmaz. Fakat kesinlikle şunu söyleyebiliriz ki, İslâm dini, medeniyeti, ahlâkı, Goethe'nin hayatı boyunca son derece önemli etki göstermiş, eserlerine ruh vermiş ve Şair'i en azından fikren Müslüman olarak davranmağa ve hareket etme­ğe sevketmiştir.

Geçenlerde bu mes'eleyi konuştuğum bir Türk gazetecisi bana şu soruyu sordu:

"Farzedelim ki, Goethe'nin Müslüman olduğu kesinlikle anlaşılır. Bu anlayış Goethe'yi değerlendirmemizde bir değişik­lik yapacak mıdır?"

Bu soruya şöyle cevap verdim: "Goethe, şahsı hakkında anlaşılanların aynı olarak daima o bildiğimiz Goethe'liğinde kalır. Fakat, böyle bir durumda Alman edebiyatı, dünya edebiyatı hiçbir şey kaybetmeksizin, İslâm edebiyatı bir büyük Şair ve Mütefekkir kazanmış olur."

Elbette Goethe gibi bir zekâ tarlasının münbit zemininde gelişip boy atan fikir ve düşünceler çok ehemmiyetlidir. Çünkü, Goethe dünyanın takdirini kazanmış bir edebiyat adamı ve zekâ harikasıdır. Time Lıfe International Dergisi'nin, Batı âleminin hayat ve eserleri bilinen 17 dâhisi üzerinde yaptığı bir zekâ tes­tinde Goethe 210 puanla birinci seçilmiştir.

Almanya'nın en büyük Şairi ve bu ankete göre de Batı'nın en büyük dâhisi Goethe'nin Peygamberimiz hakkındaki şiirle­rinden birkaç örnek ve birkaç düşüncesiyle sözü biterelim:

Şiir ve notlarını, Bakara süresindeki, "Mağrip ve Meşrık Allah'ındır" mealindeki âyetin ışığında yazan Goethe, "Hz. Muhammed'in Terennümü" adlı şiirinde, "Resûlüllah'ı, kü­çük bir pınardan fışkıran, sonra ruhani kuvvetler sayesinde bü­tün ırmakları ve nehirleri kucağına alan, muazzam bir zaferle ulûhiyyet ummanına getiren bir İlâhî akarsuya benzemiştir."

O'nun dilinde Peygamberimiz şöyle anlatılıyor:

"Sevinç sevinç berrak

Ve yıldız yıldız parlak

Bir dağ pınarı

Üstünde beyaz bulutların

Ve kuytusunda bir yeşil yamacın

Aziz ruhlar sallamış beşiğini

Veda edip çocuk tazeliğiyle bulutlara

Raks eder gibi iner mermer kayalara

Haykırır sevincini semalara

Dağ geçitlerinde

Önüne katar renk renk çakılları

Ve bağrına basar kardeş pınarları

Çiçeklenir ayak bastığı yerler

Ve nefesiyle yeşerir çimenler

Yoldaşı olur şimdi ırmaklar

Ovaları doldurur gümüş ışıklar

Bir ses yükselir pınarlardan

"Kardeş ayırma bizi koynundan,

Bekliyor Yaratan.

Yoksa bizi çölün kumları yutacak

Güneş kanımızı kurutacak

Kardeş,


Dağın ırmaklarını, ovanın ırmaklarını

Hepimizi alıp koynuna

Eriştir bizi yüce Rabbına

Ezelî Derya’nın yanına."

Peki, der, dağ pınarı

Kendinde toplar bütün pınarları

Ve haşmetle kabarır göğsü, kolları

Ülkeler açılır uğradığı yerlerde

Yeni şehirler doğar ayaklarının altında...

Kulelerin alev zirvelerini

Ve haşmetli mermer saraylarını

Bırakıp arkasında

Yürür mukadder yolunda

Dalgalanır başının üstünde binlerce bayrak

İhtişamının şahitleri

Evlâtlarını Rabbine ulaştırarak

Karışır İlâhî ummana coşarak!"

Goethe, hayran, hatta müridi olduğu Hafız'dan naklen şöyle der: "Ne başardımsa Kur'an'a borçluyum."

Kur'an'ın Almanca tercümelerini beğenmeyen Şair, bunları Kur'an tefsiri olmaya lâyık görmemiş, eksik ve noksan bulmuş­tur. Kur'an'dan önce Arap edebiyatının şaheserleri olan "Muallâkat-ı Seb'a" adıyla Kabe'nin duvarlarına asılan şiirleri inceleyip Almanca'ya çevirmiştir. Onları Kur'an üslûbu ve ede­biyatıyla karşılaştırdıktan sonra şöyle demiştir:

"Kur'an'ın üslûbu, muhtevasına ve gayesine uygun bir şekilde, kafi, yüce, haşyet verici ve hakikaten muhteşemdir!"

Batı Doğu Divanında da Kur'an hakkında şöyle der: "Kur'an'ın içinde pek çok tekrarlar vardır. Onu okuduğu­muz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor. Fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonun­da büyük saygıya götürür. Bu kitap bir millet için gönderilmiş olmakla birlikte son derece pratik olduğundan ebediyyen te'sirini kaybetmiyecek ve diğer milletleri etrafına toplayacaktır."

Kur'an hakkındaki bu tasdik ve takdirinin bir fiilî ifadesi olarak, her yıl, Kur'ân-ı Kerim'in indirilmeye başlandığı Kadir gecesini ihya ettiğini 70 yaşındayken açıkladı.

Goethe'nin Peygamberimiz (s.a.v.) hakkındaki tesbiti de imanının bir güzel isbatıdır. Hz. İsa'yı da, Hz. Muhammed'i de birer peygamber olarak kabul eder. Bu yüzden de Peygamberi­mizi kabul etmeyen, Hz. İsa'yı da Allah'ın oğlu sayan İlâhiyatçılarla münakaşalar eder. Lavater adlı İlâhiyatçı arkada­şıyla bu sebepten arası açılmıştı. Daha 23 yaşındayken Peygam­berimiz hakkında bir naat yazmış ve Kur'an'dan aldığı ilhamla kahramanı Peygamberimiz olan bir esere başlamış, fakat bitirememişti. Resûlüllah'a hürmet ve muhabbeti çok mükemmeldir. O'nun insanlar üzerindeki te'sirinin emsalsizliğinden ve şahsiyetinin ulaşılmazlığından bahseder.

1827 tarihinde "Kahramanlar" adlı eseri yazarak Kur'an'ı ve Peygamberimizi takdir eden tarihçi filozof Thomas Carlyle'a gönderdiği mektupta: "Biz her millete kendi lisanından bir peygamber gönderdik" mealindeki âyetten bahsediyor ve "Al­lah'ın Kur'an'dâ söylediği haktır" diyordu...

Hele Peygamberimiz hakkındaki şu tesbitleri ne kadar isa­betlidir:

"Hiç kimse Hz. Muhammed'in prensiplerinden daha ile­ri bir adım atamaz. Avrupa'ya nasip olan bütün başarılara rağ­men, bizim konulmuş olan bütün kanunlarımız, İslâm kültürüne göre eksiktir.

Biz Avrupa milletleri medenî imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed'in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki, hiç kimse bu yarışmada Onu geçemeyecektir."

Goethe, ihtiyarlık yıllarında ilham kaynağının artık tamamiyle İslâm olduğunu şöyle anlatır:

"İslâm, yaşıma uygun düşen bir şiir ilham ediyor bana: Allah'ın sırrına varılmaz iradesine teslimiyet, dünyanın bir ka­rar üzere durmayan yaşayışı karşısında rindane bir tavır, iki dünya arasında yalpalayan bir sevgi, saflaşan ve bir mecazda ifadesini bulan gerçek... Bir ihtiyara yetmez mi bunlar?.."

Goethe son nefesinde de imanını işaret etmekten geri dur­mamıştır. Bu olayın da içyüzünü öğrenmek oldukça ilgi çekici­dir: "Geçen sene F. Almanya'da Rias Radyosu'nda Goethe'nin ölümününü anlatan Leo Kettler demişti ki: 'Goethe ölüm saatin­de şehadet parmağıyla göğsüne devamlı (W) harfini yazıyordu. Bu işaretle belki imzasını atmaktaydı...'

Muhafazakâr Hıristiyanların haç işareti ettiklerini bildiği­mizden bu tahmini bizi tatmin etmedi ve dikkatimizi çekti. Akla uygun, kuvvetli bir ihtimaldir ki, Goethe Lâtin harfi (W)'yi değil, İslâm alfabesiyle Allah lâfzını yazmıştır ve bu gerçek Arapça bilmeyen şahıslar tarafından yanlış anlaşılmıştır. Arap­ça bilen birçok Müslümanla beraber Berlin Hürr Üniversitesi'nin İslâmiyet ve İlahiyat Enstitüsü'nde Ord. Prof. Dr. Fritzs Steppat da bu işaretin öyle mânâsız W harfini değil, Allah kelâmını ifade ettiğini makul görüyorlar.

Çünkü Merhum imanını zaten açıklamıştır. Divan'ında şöy­le cesurane bir sözü vardır: "Bu eserin Yazarı Müslüman ol­duğunu reddetmez." Bazı muhalifleri Goethe'nin Müslüman olduğunu iddia etmekle onu zor duruma düşürüp itibarını sarsa­caklarını sanmışlardı. Merhum da bu iddiayı kabul etti."

Başta da belirttiğimiz üzere Goethe'nin Avrupa'da ve bil­hassa da Almanya'da ve Almanca konuşulan ülkelerde İslâm konusundaki te'siri çok büyük olmuştur. Çünkü ilk kabullenen bir bakıştır. Ve inşaallah o imanla ölmüştür. Avusturyalı büyük bir Antropoloji Âlimi olan Prof. Dr. Ömer R.B. Ehrenfels, bu te'sirin canlı bir örneğidir.

Berlin'de Moslemische Revue adlı mecmuanın da kurucusu tanınmış bir âlim ve yazar olan Dr. Hamid Marcus da, Goet­he'nin islâm hakkındaki yazılarından etkilenmişti. Ve daha ni­celeri... Alman misyoneri, diplomatı ve ilim adamı olan Muhammed Emin Hobohn da, Goethe'den te'sir kapmış, müslüman olmuştur.287



İnsan Beden ve Ruhtan Meydana Gelir.





Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin