PEYGAMBERLER İNSANLIĞA TEKNİKTE NASIL ÖNDER OLMUŞLARDIR?
Prof. Dr. İbrahim CANAN
İslâmî kaynaklar, teknikte terakkinin dönüm noktalarını teşkil eden elbise, saat, gemicilik, demircilik, tıb ve zırh gibi bir kısım mühim meslek ve tekniğin peygamberler eliyle insanlığa sunulduğunu belirtir.
Bu konuda akla gelen bir soru şudur: Peygamberler bunları, Hz. İsa'ya gökten inen sofra misalinde olduğu gibi mutlak bir mucize olarak mı getirmişlerdir, yoksa ilmî bir esâsa dayamışlar mıdır?
Bu soruya "evet!" veya "hayır!" diye kesin bir cevap verilemiyeceği kanaatindeyiz. Ancak, bir kısım âyetlerin ışığında hiçbir kat'î iddiada bulunmaksızın bâzı açıklamalar yapılabilir.
Evet, birçok Kur'ânî işaretten öyle anlaşılıyor ki, peygamberlerin mazhar oldukları mucizevî teknikler, ilimle hiçbir alâkası olmayan mutlak bir mucize değildir. Aksine, beşeriyetin gelişmesi sonucu duyduğu yeni ihtiyaçları karşılamak üzere, Cenâb-ı Hakk, Hz. İsa'ya (aleyhisselâm) verilen mâide (sofra) gibi "gökten inme" mucizeler tarzında da peygamberlerine yeni teknikler verebilirdi. Ancak, bu şekilde yapılan ikramlar, ona mazhar olan peygamberlerin hayattan çekilmesiyle ortadan kalkardı. Arkadan gelen insanlar, maddî terakkilerinde, bunlardan örnek alamazlardı.
Peygamberlerin mazhar oldukları mucizevî teknikten bahseden âyetler incelendiği zaman, en azından bir kısmının "ilme" dayandığı ve "beşerî şartlara uygun olarak" verildiği hususunda ikna olunabilir. Bu maksadla iki örnek inceliyeceğiz:
Hz. Nuh'la İlgili Örnek: Hz. Nuh'un gemisiyle ilgili âyetler mevzuumuz açısından oldukça enteresan olsa gerektir. Âyetler, geminin inşaatıyla ilgili bâzı açıklamalar verir. Bu açıklamalara dayanarak, inşa ameliyesinin, fevkalade şaşırtıcı bir mucizeye dayanmayıp, o devir insanlarınca alışılmış ve malum âletler kullanılarak, hiç de yadırganmayan bir çalışmayla gerçekleştirildiğini söyliyebiliriz. Şöyle ki:
1- Gemi, biribirine sıkıca rabtedilmiş levhalardan mamuldür: Ayette, bu gemi, "zâtı elvâh ve düşür" olarak tavsif edilir 123"Elvâh", levhalar demektir. Levha, tahtadan olmalıdır. "Düşür", lügatte, gemi levhalarını birbirine rabteden liften yapılmış ip mânâsına gelir. Bu kelimeden, o vakit, henüz madenî çivinin bilinmediği, dolayısiyle, tahtaların ana kalaslara iplerle rabtedildiği mânası çıkabilir. Ancak ağaçlardan tahta levhaların elde edilmesi, mutlaka balta, testere gibi madenî âletlerin varlığını zarurî kılacağından madenciliğin bilindiği de anlaşılır. Öyle ise, düşür ile, madenî çivilerin kastedilmiş olması daha kuvvetli ihtimaldir. Nitekim, çoğunluk itibariyle müfessirler de düsür'den çivi ve perçin'i anlarlar. Şu halde, bizzat âyetlerden hareket ederek, balta ve testere gibi madenî âletlerin imalinde gerekli olan bir sanayi daimin (metalürji) tâ Hz. Nuh (aleyhisselâm) zamanında varlığına hükmedilir. Bu da bize, daha önce kaydettiğimiz, çekiç, örs, kerpeten, iğne, gürz gibi âletlerin vücudunu Hz. âdem (aleyhisselâm) devrine kadar yükselten rivayetlerin sıhhatini kuvvetlendirir.
Bu yorum, demirin Hz. Davud'a (aleyhisselâm) yumuşatıldığı'nı haber veren âyete muhalif düşmez. Çünkü âyet, demirin Hz. Dâvud'la keşfedildiğini ifâde etmez. Belki, O'ndan itibaren geniş çapta kullanılmaya başlandığını ortaya koyar. Nitekim hâlen ele geçirilmiş bulunan demirden mamul en eski âletin M.Ö. 2700 yıllarına âit olduğu tahmin edilirken, Demir Devri'nin, Kenan diyarında M.Ö. 1200 yıllarında başladığı hesap edilmiştir. Hz. Davud'un da M.Ö. 1000 yılları civarında yaşadığı bilinmektedir. Arada görülen 200 yıllık farkın kısmen yorum, kısmen tahmin hatası olabileceği söylenebilir124.
Ayetlerde gemi ile ilgili olarak sunulan bir başka teferruat, bize daha enteresan gözüküyor: Tennûr (fırın). Bu kelime, dilimizdeki tandır kelimesinin aslıdır. Bâzı müfessirler bu tâbire dayanarak, Hz. Nuh'un gemisinde buhar kazanının olabileceği tahminini de yürütürler. İlgili âyet şöyle: "Sonra azab emrimiz gelip te tennûr feveran edince (kazan kaynayıp fışkırınca) hemen ona, her canlıdan birer çift koy diye variyettik." 125
2- Gemi, Allah'ın vahyi ile ve murakabesi altında inşa edilmiştir: Bu durumu belirten âyetlerden birinin meali şöyle: "Biz ona (Nuh'a) şöyle vahyettik: Bizim nezaretimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap." 126
Bu gemi mucizesi, su üzerinde nakil vâsıtasının daha önce yokluğunu ifâde etmez kanaatindeyiz. Çok basit ve ibtidâî de olsa en azından sandal veya sal şeklinde deniz taşımacılığının mevcudiyeti kuvvetle muhtemeldir. Hz. Nûh, gemi inşaatine ilâhî vahiy ile, azamet, sistem, yeni teknik getirmiş olmalıdır. Bizzat âyet-i kerîmenin ifadesiyle dağlar kadar dağlara dayanabilecek sağlamlıkta, 127en azından Hz. Nuh'un yaşadığı bölgelerde mevcut olan hayvanlardan birer çifti istiab edecek (içine alacak) büyüklükte, tahminen üç katlı128 ve buharlı bir gemi o devir için hârika bir inkılab, gerçek bir mucize olmalıdır.
İnşa sırasında, inanmayanların "Nuh'un yanından her geçtikçe kendisiyle alay ettikleri"ni haber veren âyet 129bu geminin belli bir ölçüde, normal bir inşa müddeti geçirdiğini gösterir. Alay, bilinmeyen bir şeyin mucizevî bir tarzda aniden inşasından dolayı olmayıp, sudan uzak bir yerde, böylesine iri bir geminin inşâsı sebebiyle olmalıdır. Geminin inşası, gökteki ayın bölünmesi (şakk-ı kamer) mucizesinde olduğu gibi, inkarcılara karşı, doğruluğunu ve peygamberliğini isbatlamak maksadıyla taleb üzerine, gösterilmiş bir mucize değildir.
Elmalılı Hamdi Efendi, yukarıda tasvir edilen evsaftaki buharlı sefîne-i Nûh hakkında: "O zaman böyle bir gemi yapılabilir mi idi, yapılsa unutulur muydu?" şeklinde hatıra gelebilecek sorulara şu cevabı verir: "Bu, vahy-i ilâhî ile yapılmıştır ve tecrübî olan pek çok sanatın zamanla unutulmasının tarihte örneği çoktur".
Hz. Süleyman'la İlgili Örnek: İkinci misâlimizi Hz. Süleyman'la ilgili âyetlerden vereceğiz. Âyetler, Hz. Süleyman'ın birçok mucizesinden bahseder. Bunlardan bazıları cinleri istihdamı (hizmet ettirmesi); karınca dâhil, hayvanların dilinden anlaması ve onlara emirler vermesi; iki aylık yolu havada uçarak bir günde katetmesi; Sebe melikesi Belkıs'ın tahtını göz açıp kapama ânında Kudüs'e celbetmesi; içeri girdiği zaman havuza giriyormuş zannını verdirerek, Belkıs'a eteklerini toplatacak camdan bir saraya sahip olmasıdır.
a) Önce şunu hatırlatalım: Bu kadar mucizeye mazhar olan Hz Süleyman'ın müstesna bir ilme sahip olduğu, yukarıda kaydedilen mucizeleri açıklayan âyetlerden önce belirtilir: "Gerçekten biz, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik de onlar şöyle dediler: " Hamdolsun o Allah'a ki bizi, mü'nıin kullarından çoğu üzerine üstün kıldı."130
b) Belirtmemiz gereken ikinci nokta şudur: Müstesna ilme sahip olmakta onlar yalnız değildir. Ayet-i kerîme, bilhassa Hz. Süleyman'ın etrafında "kitaptan bir ilme sahip" başkasından da söz eder. Üstelik Hz. Süleyman'ın mazhar olduğu Sebe Melikesi Belkıs'ın tahtını Kudüs'e celb mucizesi, Hz. Süleyman'a, "kitaptan bir ilme sahip" bir kimse marifetiyle müyesser kılınmıştır. Âyet şöyle: (Süleyman yanındaki istişare cemaatine şöyle dedi: "Ey cemaat, onlar (Belkıs ve kavmi) bana müslüman olarak gelmezden önce onun (Belkıs'ın) tahtını hanginiz bana getirir? Cinlerden bir ifrit dedi: "Sen yerinden kalkmadan önce, getiririm. Muhakkak onu taşımağa gücü yeten güvenilir bir kimseyim. Kendinde kitaptan bir ilim olan biri de şöyle dedi: "Ben gözünü kırpmadan önce onu sana getiririm". Derken Süleyman, tahtı yanında duruyor görünce dedi ki: Bu Rabbimin fazlındandır. Beni imtihan etmek içindir. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü yapacağım? 131
Ayette dikkatimizi çeken bir iki noktaya parmak basalım:
1- "Kitaptan bir ilme sahip olan kimse"nin cinnî olmadığı açık. Zira, aynı sûrenin 17. âyetinde "Bir de Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular toplandı. Bütün bunlar sevk ve idare olunuyorlardı" dendiğine göre, Hz. Süleyman'ın istişare meclisinde yer alan ikinci mühim grup insandır. Melek değil. Öyle ise, o kimsenin insan olduğu görüşünde olan müfessirler daha haklı gözüküyorlar.
2- O kimsenin ilim almış olduğu "kitap" nedir? Herhalde dinî bir kitap, söz gelimi Hz. Davud'a gelen Zebur olmamalıdır. Çünkü dinî kitaplarda böyle bir tekniğin ilmi mevcud değildir, olamaz da.
3- İlmi, bir kısım kanun ve kaidelere dayanan kesin bilgi olarak anlayacak olursak, Hz. Süleyman'a verildiği belirtilen "ilm"in yazılmış bulunduğu bir kitabın söz konusu olabileceği hükmünü âyetten çıkarabiliriz.
Bu açıklamalardan şu netice çıkar: Hz. Süleyman'ın mazhar olduğu mucizeler, bir kısım ilmî düsturlara dayanmaktadır. Bu düsturlar kitap hâlinde yazılmış olmakla kalmamış, bir kısım insanlara da öğretilmiştir. Hz. Süleyman, bunlara vâkıf insanlardan müteşekkil güzide bir cemaatle saltanatını ve icraatini ilmî esaslar çerçevesinde yürütmüştür.
Eski devirlerde yaşayanların, Batılıların yakın zamana kadar israrla söyledikleri şekilde, vahşî, ilimsiz ve teknikten mahrum olmadıklarını gösteren bir başka haber, Hz. Süleyman'ın yaptırdığı camdan sarayla ilgili olanıdır. Âyet şöyle: "Ona (Bel-kıs'a): "Saraya gir!" dendi. O (Belkıs) sarayı görünce derin bir su zannetti ve (ıslanmasın diye eteğini kaldırarak) bacaklarından bir miktar açtı. (Süleyman): "O, camdan yapılmış şeffaf bir saraydır" dedi. 132
Bu âyet, o devirde çeşitli ilim ve tekniğin son derece geliştiğini ifâde eder. Çünkü mesken inşaatı, mühendislik ve mimarlıktan başka, demircilik, marangozluk, camcılık, tezyin, dekor gibi yüksek bir medeniyetin mahsulü olan pekçok ilim ve tekniği gerektiren bir sektördür. Kendisine ilim verilmekle mümtaz kılındığı belirtilen saltanat sahibi bir peygamberin, hükümran olduğu cemiyette, böylesi bir ilmî teknik seviyenin olmadığı, her seferinde mucizevî yollarla bunları gerçekleştirdiği iddia edilemez.
Burada hatıra gelebilecek bir soru şudur: Hz. Süleyman bu kitabı ne yapmıştır?
Varlığı hususunda tahmîn yürütülmüş olan bu kitabın ilmine, mahdut sayılan kimseler vâkıf olmuş olabilir. Nitekim İsrailoğullarının tarihi, dinî kitapları olan Tevrat'ın bile mükerrer seferler maddeten yok edilmesi vak'alarına sahne olmuştur. Öte yandan, dört bin yıldan fazla bir müddet fiilen hükümran olan koskocaman Mısır medeniyeti bile, devâsâ piramidlerine rağmen, asırlar boyu tamamen unutulmuş, bilinmez olmuş iken 19. asırdan bu yana aydınlatılmaya başlanmış; dinî, tıbbî, edebî, terbiyevî her çeşit kitapları ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca dünyanın her tarafında, geçmiş devirlerdeki insanların bıraktıkları son derece hârika eserlere raslanmaktadır. Bu eserler o kadar hârikadır ki; daha önce de belirttiğimiz üzere, "Batı medeniyeti dışında medeniyet yoktur, insanlık mutlak bir vahşet devrinden düz bir terakki yoluyla Batı medeniyeti seviyesine ulaşmıştır" düşüncesini hâla devam ettiren bir kısım Batılı yazarlar, o eserleri yorumda, çıkar yolu, onları, gökten inen devlerle izah etmede bulmuşlardır. Bizim açımızdan, çok garib görünse bile, peygambere, vahye inanmayanların düşecekleri safsatanın en mâkulü budur.133
İnsanlık ve Haram
Dostları ilə paylaş: |