AĞRI HİSSİ, VÜCUDUN ALARM SİSTEMİ Mİ?
Dr. Tevfik ÖZLÜ
Hepimizin âşinâ olmasına rağmen "Ağrı nedir?" diye sorulsa, hiçbirimiz onu doğru dürüst tarif edemeyiz. Ağrının ne olduğu hakkında söylenmiş sözlere bakacak olursak, onu kelimelerle ifade etmenin herkes için aynı zorluğu taşıdığını göreceğiz. Meselâ; 1942'de Sir Thomas Lewis: "Ağrının tam bir tarifini yapmaktan çok uzağım, çünkü hiçbir zaman yararlı bir gayeye hizmet edemeyecektir." derken, 1969'da Sargent, "Ağrının tanımı lüzumsuzdur, çünkü herkes ne olduğunu bilir" demekteydi.
Halk arasında çok değişik tabirler olmasına rağmen başlıca üç tip ağrıdan söz edilir: Batıcı ağrı, yanıcı ağrı ve sancı. Ayağımıza bir iğnenin batmasıyla, batıcı tipte ağrı hissederiz. Bu tip ağrı duyusunun nakliyle görevli sinir telleri, kalın ve myelinli tabir ettiğimiz çok sür'atli bir nakil tabiiyetine sahip olan liflerden meydana gelmiştir. Böylelikle ağrıyan yer, beyinde hemen tesbit edilmekte ve ağrıya sebep olan âmilin vücuttan uzaklaştırılması için gerekli olan refleks cevap, vakit geçirilmeden verilmektedir. Halbuki yanıcı ve sancı tipindeki ağrılar ekseriyetle vücudun derin kısımlarından kaynaklandığından, bunların beyine geç olarak iletilmesi pratikte bir kusur teşkil etmez. Bu farklı yaratılışta takip edilen hikmet, herhalde yerden tasarruf olsa gerektir. Çünkü eğer vücudumuzda oldukça yaygın olarak bulunan ince (c tipi myelinsiz) sinir tellerinin yerini, myelinli kalın lifler alsaydı, sadece sinir sistemimiz şimdiki bedenimiz büyüklüğünde, olacak ve normal bir insan vücudunda diğer organlarımız için yer kalmayacaktı.
Ağrı, vücutta doku hasarı ile birlikte ortaya çıkar. Hasarlanan hücrelerden açığa çıkan proteolitik enzimlerin te'siriyle, çevre sıvılarda bulunan bir cins proteinden bradikinin vb. peptitler meydana gelir. Bu peptitlerin ağrı reseptörü (alıcı) olarak görev yapan sinir uçlarını uyarması sonucu meydana gelen impulslar, ağrı duyusunun nakliyle alâkalı sinir lifleri yoluyla beynin ilgili merkezlerine ulaştırılır.
Ağrıya karşı vücutta iki türlü reaksiyon ortaya çıkar.
Bunlardan birisi, vücudu ağrı doğuran âmilden uzaklaştıracak şekilde gelişen motor aktivitedir ki, bu ilk cevap genellikle refleks olarak ortaya çıkar. Ayağımıza bir çivi batacak olsa, gayr-i ihtiyarî olarak ayağımızı çividen uzaklaştırırız. Bu çok hızlı işleyen refleks mekanizma, yaratıcımız tarafından verilmiş olan ve hayvanlarda da bulunan gayet mükemmel bir korunma yoludur. Diğer cevap ise, şahıstan şahsa oldukça farklılık arzeden psişik reaksiyonlardır. Ağlamak, anksiyete (sıkıntı), deprasyon (ruhî çöküntü) vb. gibi... İnsanların ağrıya karşı gösterdikleri bu tip reaksiyonlar çok farklı olmasına rağmen, yapılan çalışmalarda ağrıyı idrak şiddetinde ciddî bir farka rastlanmamış, bilâkis ağrı eşiğinin (ağrının ilk hissedildiği noktanın) bütün insanlarda hemen hemen aynı olduğu neticesine varılmıştır.186
Vücudun Alarm Sistemi
Bu duygunun, kişiyi bedenindeki tahribattan haberdar etmek ve onu bu tahribata karşı çareler aramaya mecbur
kılmak için yaratılmış olması son derece büyük lütuf olsa gerektir. Ağrının var oluş sebebi dediğimiz bu fonksiyonun insanın ihmalkârlığına uğrayıp te'sirsiz kalmaması için, diğer duyguların aksine olarak ağrı duygusuna karşı vücutta zamanla tolerans (adapte) gelişmez. Bilâkis hasar devam ettikçe ağrı şiddetlenir. Sonunda kişi kendisine izdırap veren bu ağrıdan kurtulmak için çareler aramak mecburiyetinde kalır. Bu, hepimizin nefsinde tecrübe ettiği bir husustur. Bu dediklerimizi, çok dayanıklı veya ihmalkâr olsalar bile, bir diş ağrısıyla sabahı zor edip, erken saatlerde diş doktoruna koşan okuyucularımız, hemen tasdik edeceklerdir.
Ağrı ile alâkalı reseptörler, vücudumuzda bazı kısımlar hariç oldukça yaygın olarak bulunmaktadır. Burada yeri gelmişken hemen belirtelim ki, vücudumuzun bazı kısımlarında ağrı reseptörlerinin bulunmayışı tesadüfi değil, Yaratıcımızın herşeyi içine alan ilmine ve hikmetine tâbidir. Meselâ akciğerlerimizin üzerini saran zar (visseral plevra) ağrıya hassas değilken, göğüs duvarımızın iç yüzünü örten zar (parietal plevra) ağrıya duyarlıdır. Eğer visseral plevrada ağrı reseptörleri bulunsa idi, her nefes alıp verirken ağrı hissedilecek ve hayattan bir lezzet alamayacaktık. Ağrı duyusunun alıcı şeklinde görev yapan bu reseptör sistemi, âdeta vücudumuzun alarm tertibatıdır. Eğer bu sistem sinyal vermeseydi, bedenimizdeki birçok hastalık ve harabiyetten haberimiz olmayacaktı. Nitekim istatistikler büyük çoğunlukla hastaların hekime başvurma sebebinin ağrı olduğunu göstermektedir.
Ağrıdan kurtulmak arzusu sayesinde, birçok hastalığın erken devrede teşhis ve tedavisi yapılabilmektedir. Konuyla ilgili bir hâtıramı nakletmek istiyorum. Kan kanserine yakalanmış genç bir hasta boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerindeki lenf bezleri dış görünüşünü bozacak ölçüde şiştiği halde hekime müracaat etme ihtiyacı duymamıştı. Arkadaşlarının ısrarları neticesi muayeneye gelen bu hastaya, o âna kadar niçin muayeneye gelmediği sorulduğunda, ağrısının olmadığını söylemişti. Bu cevap hastalığının ağrısız seyretmesinin bu hasta için ne büyük talihsizlik olduğunu ortaya koyuyordu. Eğer ağrısı olsaydı, muhtemelen tedavi için elimizde daha geniş imkânların olduğu bir devrede hekime başvuracaktı.
Netice olarak diyebiliriz ki, ağrı hisi canlılara hayatın devamı ve muhafazası için verilmiş olan ilâhî bir nimettir. O halde bundan sonra bir yerimiz ağrıdığında hemen şikâyet etmek yerine; ağrının, ilâhî bir nimet olduğunu düşünerek sabredin ve ağrıyı doğuran sebebi ortadan kaldırmak için gayret sarfedin. Şunu da asla unutmayın ki âlemde hiçbir şey hikmetsiz olarak yaratılmamıştır. Ve ilk bakışta çirkin görünen bazı şeylerin arkasında bizim için büyük hayırlar vardır.
Hâdiselere biraz daha ibretle bakacak olursanız, bunların çeşitli örneklerini görecek ve onların arkasında büyük bir merhametle hükmeden kudretin varlığını hissedeceksiniz.187
Kalın Barsaklardaki Mikroplara Karşı Vücudumuzun Sigortası...
Dostları ilə paylaş: |