YARATAN TABİAT MI?
Ömer SEVİNÇGÜL
Kâinat her an milyarlarca faaliyete sahne olmakta. Bu haliyle dev bir laboratuvara, yahut muazzam bir sahneye benziyor. Müthiş manevraların yapıldığı bir ordugaha, akıllara durgunluk verecek büyüklükte bir fuara veya milyarlarca yaratığın istifade ettiği geniş bir sofraya da benzetebiliriz.
İşte dünyamız! Güneşin etrafında büyük bir hızla dönüyor. Fakat uzaya fırlamıyor. Üstünde taşıdığı yolcuları, yani insanları, hayvanları, bitkileri, cansızları hiç incitmeden binlerce yıldır taşıyor.
Güneş! Her sabah taze bir ahenkle, tam vaktinde doğuyor. Kendisine verilen ısıtma ve aydınlatma vazifesini, büyük bir intizamla yerine getiriyor.
Boşlukta asılı yıldızlar! Dünyamızdan binlerce defa daha büyük o dev küreler, gök kubbede parlamaya devam ediyorlar.
Her yerde, her an hârika san'at eserleri ortaya çıkıyor.
Bir minicik tohum atıyorsunuz toprağın bağrına. Üstünü örtüp suluyorsunuz. Bir süre sonra bir de bakıyorsunuz ki, güzeller güzeli bir filiz olmuş. Derken büyüyor bu filiz; dal oluyor, yaprak oluyor. Nihayet lâtif çiçekler açıp tatlı meyvalar veriyor.
Bir kanarya yumurtası düşünün. Kanaryanın karnına giren değişik gıdalardan oluşmuş küçücük bir cisim. Zamanı gelince, çatlıyor bu yumurtacık. Bir de bakıyorsunuz, içinden bir baş uzanmış; mini mini, narin mi narin bir baş. Henüz sertleşmemiş gagası, tüylenmemiş vücuduyla o minik kuş yavrusu çıkıveriyor dünyaya. Renkli tüylerden elbise giyiyor; bıcır bıcır ötmeye başlıyor...
İnsana bakın! Başlangıçta bir damla su. Zamanı gelince et oluyor, kan oluyor, kemik oluyor bu damla. Vakit tamam olunca da, bir bebek kazanıyor dünya. Gören gözler, işiten kulaklar, koku alan burun, tutan el, yürüyen ayak, hisseden kalb, düşünen beyin... Yavaş yavaş oluyor bütün bunlar. Öyle bir an geliyor ki; o bir damla su, kâinatı bir kitap gibi okuyabiliyor!
Alemde olup biten harikulade işler, saymakla bitecek gibi değil!
Bakıyorsunuz, her iş, büyük bir nizam ve intizam içinde yapılıyor. Her faaliyette bir fayda ve hikmet gözetiliyor. Şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor her şey. Hiç bir şey başıboş değil; hiç bir mahlûk kendi haline bırakılmamış.
Soruyorsunuz: Kim yaratıyor bütün bu san'at eserlerini? Bu faaliyetleri yürüten, yıldızları saptırmadan döndüren, dünyayı canlılara beşik yapan, milyarlarca mahluka vakti vaktine rızık veren kim? Kimdir o yaratıcı ki, toplu iğne başı kadar bir tohumdan dev gibi bir ağaç; bir damla sudan, insan çıkartıyor?
"Tabiat" diyor bazı kimseler. Uydurulmuş şekliyle, "Doğa". Televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde, hatta ders kitaplarında zaman zaman rastlıyorsunuz bu kelimeye.
Sormak lâzım böyle diyenlere: Tabiat nedir? En kısa tarifiyle "Canlı ve cansızların tümü", diyecekler.
Cansızların kendi başlarına bir şey yapamayacakları, apaçık bir gerçektir. Çekici, çiviyi, tahtayı koyun bir odaya, milyon sene bekleyin, şuurlu bir usta bunları kullanmadığı sürece bir sehpa bile yapılamayacaktır. Toprak, hava, su, güneş ışığı çekiçten, çividen ve tahtadan daha şuurlu değildir. Keza, bir kar çiçeği bile, bir sehpadan daha mükemmeldir. Hal böyle olunca, cansız, akılsız, şuursuz, kuvvetten, iradeden mahrum tabiatın basit bir canlıyı bile yapamayacağı açıkça ortaya çıkar.
Gelelim canlılara. Bunların da en şuurlusu, insandır. İnsan ise, bu kâinatı ve içindekileri yapmak şöyle dursun, minnacık bir yaprağı bile yapmaktan acizdir. Üstelik o da kendini yaratanı aramakla meşguldür.
Tabiat, canlılarla cansızlardan oluştuğuna, bunların ise hiç bir şeyi yaratamayacakları kesin olarak ortaya çıktığına göre, bu kâinatı ve kâinattaki bütün san'at eserlerini sonsuz ilim, irâde ve kudret sahibi olan Allah'ın yarattığı, açıkça ortaya çıkmıştır.
Tabiat safsatasını kasten ortaya atan inkarcının şöyle dediğini duyar gibiyim: "Ya bütün bu mahrukatı 'Tabiat Kanunları' yarattıysa?" Belki o "Tabiat" ve "Kanun" kelimelerini kullanmak istemez de, "Doğa Yasaları" der. Her neyse...
Sormak lâzım onlara: "Bu kanunlar akıllı, şuurlu, gören, işiten, karar verme kabiliyetine sahip, her şeyi bilen şeyler mi?" Cevap "Hayır" olacaktır. Çünkü, "evet" sözüne odunlar bile güler. Bu saydığımız vasıflara sahip olamayanın yaratıcı da olamayacağını yukarıda açıklamıştık.
Kaldı ki, tabiat kanunları Allah'ın varlığına delildir. Neden mi? Çünkü, kanun varsa, onu koyan biri vardır. Hiç bir kanun kendi kendine ortaya çıkamaz. İnsanların yaptığı kanunlarda bile, bunu açıkça görüyoruz. Bir başka mes'ele de şudur: Kanunların uygulanması için bir hâkime ihtiyaç vardır. Hâkim yoksa, hiç bir kanun kendi başına suçluyu yargılayamaz. Bunun en güzel örneğini, yine insanların yaptığı kanunlarda görmek mümkündür.
Tabiatın yaratıcı olduğunu iddia edenlere şunu da sormak gerek: "Kâinatı ve tabiat kanunlarını kim yarattı?" Bu suale, mecburen "tabiat" diye cevap verecektir. "Tabiat nelerden ibarettir?" diye ikinci bir soru sorulursa, "Kâinattan ve tabiat kanunlarından ibarettir," cevabını verecektir. Çünkü, gerçek de budur. Bu cevabı aldıktan sonra son darbeyi indirmek gerekir: "Tabiatçı efendi! Sen bu sözlerinle, kâinatın kendi kendini yarattığını iddia etmek gibi gülünç bir duruma düştüğünün, farkında mısın?" Bu durum gerçekten gülünçtür. Çünkü, "Yazıyı yazan yazıdır", "Sehpayı yapan sehpadır" demekten farkı yoktur bunun.
Böylece, tabiatçıları, yaymaya çalıştıkları saçmalığın içine gömdükten, gafilleri de ikâz ettikten sonra, şimdi de, madalyonun öbür yüzünü inceleyelim:
Dikkatle bakan görür ki, tabiat da harikulade bir sanat eseridir. Kendisini yoktan var eden, binlerce nakış, çeşit çeşit renklerle süsleyen Yaratıcı'sını gösterir. Tabiat, yukarıda tasvir ettiğimiz yaratıklardan oluşan eşsiz bir tablodur ki, hal diliyle "Benim sanatkârım sonsuz ilim, irâde ve kudret sahibi olan Allah'tır! diye haykırmakta, bu gerçeği kâinattaki ahengin mûsikisiyle ilan etmektedir.
Son söz: Tabiat Hâlık yani Yaratıcı olamaz, çünkü âciz bir mahluktur!6
YARATILIŞTA TESADÜFÜN HİSSESİ VAR MIDIR?
Doç. Dr. Mehmed YILDIZ
Kâinattaki muhteşem san'at, fevkalâde hikmet ve sürekli düzenlilik tesadüfü şiddetle reddediyor. Bu yüksek hakikati, matematiğin uygulama dallarından biri olan ihtimaller hesabıyla da göstermek mümkündür.
Önce şansa bağlılık veya rastgelelik diyebileceğimiz tesadüf kavramını kısaca açıklayalım. Herhangi bir olayın veya varlığın hiçbir kasıd, irade, tercih ve ilim kullanmadan rastgele meydana gelmesi tesadüftür. Meselâ, bir topçunun herhangi bir hedef tesbiti ve ayarlama yapmadan başlattığı, rastgele atışlardan birinin, bizce bilinen bir hedefe isabet etmesi tesadüftür. Top arabasının veya sistemin, manevra kabiliyetine göre yapılacak milyonlarca atıştan, sadece bir tanesinin yeri hedeftir. Şansına güvenerek tesadüfen bir kaç düşman tankını tahrip etmek isteyen bir topçuya, mevcut en büyük orduların cephanesi bile yetmez;
Dünyamızın var oluşunda tesadüfün tesiri var mıdır? Dünyanın meydana gelişinde ileri sürülen teorilerden en fazla rağbet gören Kant-Laplace teorisinin bir an için geçerli olduğunu kabul ederek, bunun tesadüfen olma ihtimalini düşünelim. Güneşten kopan gezegenlerin uzayda durabileceği yer ve pozisyon sayısı sonsuz diyebileceğimiz kadar fazladır. Bu sonsuza yakın yerler içinde dünyamızın her günkü yeri, pozisyonu, güneşe olan mesafesi, gerek kendi ve gerekse güneş etrafındaki dönüş düzeni tektir. O halde dünyamızın gece gündüzü, mevsimleri meydana getirecek ve hiçbir gezegene çarpmıyacak şekilde hikmetlerle dolu bu günkü halinin tesadüfen olması ihtimali sonsuzda birdir. O da sıfır demektir. İhtimali sıfır olan hâdiseler imkânsız olduğuna göre, bu hal muhaldir. Halbuki, dünyanın gerek kendi ve gerekse güneş etrafındaki çok hızlı dönüşü, bu dönüşe rağmen üzerindekileri sarsmaması, gece ve gündüzle mevsimleri meydana getirmesi mükemmel bir ilmi ve kudreti en açık şekilde göstermektedir. Çünkü, dünyanın gerek hızında, gerekse yörüngesindeki en cüz'i değişiklik, bütün mevcudatın, bir anda harap olması için yeterlidir. O halde, bu düzen ancak ve ancak tek bir Kadir-i Rahim'in kudret, irade ve emriyle olabilir, tesadüfün eli karışamaz.
Konunun biraz daha açıklığa kavuşması için bir misâl verelim. İçinde alfabenin 29 harfi bulunan bir torba düşünün. Bir torbaya elimizi sokarak çekeceğimiz harflerle NİZAM kelimesini yazmak istiyoruz. Her çekişten sonra çektiğimiz harfi tekrar torbaya koyuyoruz. Böyle bir sistemle NİZAM kelimesinin yazılma ihtimalini hesaplıyalım. Bu çekişlerde alfabenin 29 harfiyle yazılacak 5 harflik manâlı ve mânâsız kelimelerin sayısı; birden yirmidokuza kadar olan sayıların birbirleriyle çarpımının, birden yirmidörde kadar olan sayıların çarpımına bölünmesiyle elde edilir. Bu da ondört milyon ikiyüz elli bin altıyüzdür. Bunlardan sadece bir tanesinde harflerin dizilişi NİZAM kelimesini meydana getirecek şekildedir. Yani NİZAM kelimesinin tesadüfen yazılma ihtimali ondört milyon ikiyüz elli bin altıyüzde birdir. Beş harfli ondört kelimenin bir paragrafta rastgele yazılma ihtimali (1/14 250 600)i4 dir.
Yani 10 rakamının önüne yüz sıfır koyarak elde edeceğimiz sayıda 0,7 ihtimaldir. Bu da yaklaşık sıfır demektir. Yani böyle bir şeyin yazılması mümkün değildir. Demek kî, herbiri sadece 5 harften meydana gelen 14 kelimelik bir paragrafın, tesadüfen yazılması ihtimali, imkânsız denecek kadar küçüktür. Böyle basit ve küçük bir paragrafın tesadüfen yazılması imkânsız olursa, büyük kâinat kitabı olan bu mevcudatın san'atlı, manâlı ve düzenli bir şekilde yaratılmasında tesadüfün hissesi bulunabilir mi?
Bu misâli hakikata tatbik ederken, milyonlarca cilt büyüklüğünde kâinat kitabının tesadüfen yazılması hâdisesini bir kenara bırakalım ve kâinatta sadece bir kelime durumunda olan insan vücudunu düşünelim. Kâinatın içinde bir kelime gibi görünen insan vücudunda dolaşım, sindirim, boşaltım gibi sistemlerden herbiri ciltlerce ansiklopedi mesabesindedir. Biz bu sistemden en basit olan iskelet sistemini ele alalım. Yetişkin bir insanda 208 olarak karar bulan kemiklerin tesadüfen, ahsen-i takvimde olan, yani en güzel şekilde yaratılmış bulunan insan vücudunu meydana getirecek şekilde dizilmesi ihtimali nedir biliyor musunuz? Birden 208'e kadar olan sayıların çarpımıyla elde edilecek sayıda bir ihtimaldir. Bu da yaklaşık sıfır demektir. Başka bir ifadeyle, böyle bir yapının tesadüfen ortaya çıkması ilmen mümkün değildir. Halbuki bu düzenli yapı bir insanda değil bütün insanlarda ve hatta hayvan ve bitkilerin hepsinde bulunmaktadır. Bunların hepsi bir yana insanın tek elindeki kemiklerin gördüğümüz bu düzen içinde dizilme ihtimali 1/28! = 3.28 : 10 dir. Tek elindeki kemiklerin tesadüfen istenen şekilde dizilmesinin ihtimali bu kadar küçük olduğuna göre, dünyaya gelen herhangi bîr çocuğun tesadüfen normal olmasının imkânı ve ihtimali yoktur. Halbuki, hergün dünyaya gelen milyonlarca bebeğin her haliyle birbirinden farklı olmakla beraber belirli bir plânda yaratılmış bulunmaları, tesadüfü temelinden reddetmektedir. Demek ki yaratılışta sonsuz bir ilim, kudret ve irade sahibi olan Cenâb-ı Hakk'in emir ve iradesi ve takdiri şarttır.
Kâinattaki bütün canlılar milyarlarca hücrenin başbaşa vermesinden teşekkül eden milyonlarca dokunun belirli bir düzenle bir araya gelmesiyle vücut bulmaktadırlar. Canlıların en küçük yapı taşı olan tek hücre proteini bile 400 aminoasitten hasıl olmuştur. Bu aminoasitlerden her birisi de dört veya beş temel elementten ve her elementin de belirli sayıda bir araya gelmiş proton ve nötronlardan teşekkül ettiği birlikte düşünülürse, her biri bir sanat harikası olan canlıların rastgele meydana gelebileceklerini söylemek bir hezeyandır. Hücrede mevcut 400 aminoasidi kontrol eden DNA zincirinde takriben 41000 veya 10 600 farklı dizi mümkündür. Herhangi bir yerde özel görevi olan bir DNA'nın meydana gelmesi ihtimali 1/10 dür. Demek ki canlıların en küçük yapı taşı olan hücredeki proteinde görevi olan DNA'nın bile tesadüfen meydana gelmesi imkânsızdır. O halde hücrelerin milyarlarcasını belirli bir düzenle bir arada ihtiva eden bir canlının yaratılışında tesadüfün hiçbir hissesi yoktur.7
Dostları ilə paylaş: |