İKİNDİ NAMAZINDA ŞİFA MI VAR?
Arabia'dan Tere: Dr. Tevfik ÖZLÜ
"İkindi namazı, kişinin ruh ve bedenine te'sir eden pek çok hastalığa deva olabilir."
İlk bakışta abartılmış gibi görünmesine rağmen bu iddia, Kahire'de düzenlenen ve Kur'an-ı Kerim'deki tıbbî gerçekler üzerine yapılan "Milletlerarası İslâm Konferansına sunulan bir tıbbî araştırma tebliğinin özüdür.
İkindi namazının deva olabildiği hastalıklar listesinde yer alan isimler şunlardır:
Hipertansiyon, kardionörozis, aşırı şişmanlık, tirozis, habituel abortus (tekrarlayan düşükler), cinsî iktidarsızlık, dismenore (ağrılı âdet görme), psöriyazis, katarakt, astım ve migren.
Sadece ikindi namazının terkedilmesi sebebiyle kişi'ye te'sir eden ciddî hastalıklar var mıdır? Toplantıya bu teori ile gelen Dr. Zübeyr Kerami, buna "kesinlikle evet!" diyor.
Teorisini açıklamak ve buluşunu daha da aydınlatmak için "Arabia" dergisine yaptığı açıklamada Dr. Kerami, İslâm'ı kucaklama kararının sebepleri arasında en başta gelenin, Kur'an'da "salât-ül vusta", ya da orta namaz olarak geçen ve islâm'ın büyük bir mu'cizesi niteliğindeki ikindi namazı olduğunu söyledi. Bu namazdan Kur'an'da iki kere bahsedilmişti. İlki "Bakara sûresinin 238. âyetidir ki, meâlen: "Namaz (alışkanlığınızı) ve özellikle orta namazı titizlikle koruyun) ve Allah'ın huzurunda huşu ile durun" buyurulmaktadır. İkinci âyetin geçtiği "Asr" sûresi ise, bir yeminle başlar: "Velasr; zeval bulan gün hakkı için." Bazı tefsirlere göre buradaki "asr" tabiri ile ikindi namazının vakti kastedilmiştir. "Ne zaman Kur'an'dan bu âyetleri okusam, özellikle niçin ikindi namazının belirtildiği hususunda hayrete düşerdim" diyen Dr. Kerami bu düşüncesine inandırıcı bir cevap aramakla bir süre uğraştı.
Dr. Kerami, Kur'an'da ikindi namazının üzerinde özellikle durulmasının; bu namazın istirahat zamanına rastgelmesi sebebiyle vaktinde kılınmasının çok zor olduğu gerekçesiyle alâkasını kabul etmedi. Zira O'na göre sabah ve akşam namazları da, ikindi namazından kolay değildi.
Dr. Kerami'nin, bulduğu sebeplerden en önemlisi, beyinde bir merkez olan vücudun biyolojik saati ile ikindi namazı arasındaki senkronizmdir (eş zamanlılık). Acil bir durumla karşı karşıya kalındığında gerekli reaksiyonları başlatan kortizon ve adrenalin isimli başlıca iki hormonun ağırlığı bilinmektedir. Bu iki hormon, biyolojik saat içerisinde farklı zamanlamaya sahiptir. İlk plânda bize gerekli olan adrenalindir.
Dr. Kerami, adrenalin te'sirlerini özetle şöyle sıralıyor: "Adrenalin nabzı hızlandırır, kan damarlarını daraltır, aşırı kan basıncına, aşırı ter ve tükrük salgısına sebep olur, kanda alyuvarların sayısını artırır, kanamayı durduran pıhtılaşmayı hızlandırır, ihtiyaç duyulduğunda bütün vücudu devamlı ve güçlü bir aktiviteye hazırlar ve sonunda bütün fonksiyonlar için vücudu normal durumuna (eski haline) getirir."
Ancak adrenalinin tehlikeli bir tarafı da vardır. Yüksek gerilim ve tekrarlayan korku, "psikosomatik" diye adlandırılan ciddî hastalıklara sebep olabilir. (Gerilim ve korku anlarında adrenalin salgısı çok miktarda artmaktadır. Bunun devamlılığı ya da sıkça tekrarı "psikosomatik hastalıklar" diye bilinen bir grup hastalıklara yol açabilir.) Tehlike ve keder gibi durumlar, daha önce bahsedilen reaksiyonları husule getirir.
Dr. Kerami: "Kandaki adrenalin artışının, yukarıda sayılan bütün hastalıklara (hipertansiyon, kardionörozis vb.) yol açan en önemli faktör olduğunu bulduk." diyor. Bunda en önemli nokta, ikindi namazının bu hormon üzerine nasıl bir te'sir yaptığıdır. "Bu namaz, gerçekten büyük bir te'sire sahip" diyen Dr. Kerami, "İkindi namazı, sayılan hastalıklara sebep olan adrenalin isimli hormonun miktarının düşürülmesine yardım eder" dedikten sonra şöyle ilâve ediyor: "Bu hormon kandaki en yüksek seviyesine öğleden sonra saat 3.00 ilâ 4.00 civarında, yani ikindi namazı vaktinde ulaşır."
"İkindi namazı, beynin bir merkezi olan hipokampusu uyararak bir gevşeme (rahatlama durumu) hâsıl eder" ve bu sırada parasempatik sistem uyarılıp sempatik sistem baskı altına alınır. Bu olay, sempatik sistemin aktif olduğu vakitte, diğer bir ifâdeyle ikindi namazı vaktinde olursa büyük önem kazanır. "Sinir sisteminin çoğu kere birbirine zıt yönde çalışan iki kısmı olan sempatik ve parasempatik sistemlerden ilki, yukarıda sözü edilen adrenalin vb. hormonlar vasıtasıyla iş gören bir sistem olup özellikle tehlike ve stres durumlarında vücutta hâkim hâle geçer. Parasempatik sistem ise, vücudun normal fonksiyonlarının devamında rol oynar. (Sempatik sistemin te'sirinin uzun sürmesi, ya da sık sık tekrarlamasının psikosomatik hastalıklara yol açtığını yukarıda söylemiştik.)
Dr. Kerami'nin vardığı sonuç şudur: "Bu namaz ruhî faydalar yanında kişiye tıbbî bir korunma da te'min etmektedir."267
Bıçaksız Ameliyat...
ORUÇ, VÜCUDU NASIL TEMİZLER?
PM.'den Tercüme: Ayhan HALAÇ
Hiç bilmediğimiz bir şey hakkında konuşmamalı ve yazmamalıyız. Ben de oruç konusunda bir yazı yazabilmek için, yaklaşık 1 ay boyunca oruç tuttum.
Yazımın başında hemen belirtmeliyim ki oruç, İslâm Ülkelerinin dışında da hızla yayılıyor. Bu konuda birçok kişi araştırma yaparken, hastalıkların önlenmesi için orucu tavsiye eden mütehassıs doktorların sayısı her geçen gün artıyor.
Şu anda Batı Almanya'daki 29 klinikte, oruç ile tedavi yapılıyor. Ve oruç, hemen hemen her hastalığı tedavi ettiği gibi, fazla kiloların da sağlıklı bir şekilde atılmasını sağlıyor. Oruç Mütehassısı olarak bilinen Dr. Hellmut Lützner'e göre oruç, vücudun senelerce depo ettiği zehirleri ve pislikleri dışarıya atmanın en tabiî yoludur.
Ben, bu yazıyı kaleme almadan önce birincisinde 10 gün, ikincisinde ise 25 gün boyunca oruç tuttum ve yaptığım araştırmalarda şu sonuçları elde ettim:
1- Oruç tutan kişi açlık hissetmiyor.
2- Oruç, vücudun ve düşüncenin hassasiyetini artırıyor.
3- Oruç, insanın formunda kalmasına, herhangi bir mâni teşkil etmiyor.
Oruç tutarken, sadece fazla kiloları atmak düşüncesinden hareket etmeyerek, orucun manevî te'sirlerini araştırmak istedim. Zira yeme ve içmenin, insanın bedeni ile birlikte ruhuna da te'sir ettiğini biliyor ve bunlardan sakınmakla, zihin ve ruhun berraklaşacağına inanıyordum.
Oruç, insanlık tarihi kadar eskilere dayanır ve bütün canlılarda, ortak bir özellik olarak göze çarpar. Haftalarca veya aylarca oruç tutmak, tabiattaki birçok canlının hayatında her sene görülmektedir. Ve oruç tutma istidadı olmaksızın canlıların sağ kalması mümkün değildir.
Bugün birçok gelişmiş ülke, bolluk içinde yaşıyor. Fakat bu bolluğa alışmış olmaları yüzünden de artık hiçbir zorluğa cesaret edemiyorlar. Bu ülkelerde aşırı beslenmeden doğan hastalıklar, bir çığ gibi artarak yayılıyor.
Her milletin, kendine has bir yemek listesi bulunur. Ve ailece hep beraber yemek yeme, aile fertlerinin birbirine olan bağlılık duygularını geliştirir. Hattâ iş icabı olarak birbirini daha iyi tanımak isteyenlerin yaptıkları ilk iş, bir restorantda buluşmaktır. İşte bu "belirli vakitlerde aynı yemekleri paylaşma hâdisesinin" güçlendirdiği sevgi ve saygı duygularını, acaba oruçtan daha iyi hangi şey sağlayabilir?
"Dinî bayramların mânevi havasını tatmak için, oruç tutarak hazırlanmak şarttır" diyen Münihli Psikolog Jürgen Von Schedît, sözlerine şöyle devam ediyor:
"Oruç, gelenek olmaktan çıkınca, içindeki gizli kıymetler de yok oluyor. Diğer bir ifade ile insan maddiyata fazla dalınca, maneviyatın kokusunu bile alamıyor."
Herkesin bilmesi gereken bir başka oruç da, hastalanan bütün canlıların insiyaki olarak tuttukları oruçtur. Sıhhatini kaybeden canlılar, yeme ve içmeyi terkederler. Bunun açıklaması şudur: Tehlikeye mâruz kalan vücut, hazım ile uğraşmayı istemez. Çünkü bu hâdise ile, canlının aldığı gıda enerjisinin üçte biri harcanır. Bu sebeple vücut gerekli enerjiyi almayı tercih eder ve bütün gücünü, hastalığa karşı savunmaya yöneltir.
Orucun unutulan kıymetlerini Batı Dünyasına tekrar anlatmakta büyük payı olan Dr. Otto Buchinger (1882-1970) "Şifalı Oruç" adındaki kitabında, bizzat kendisinin büyük bir hastalık neticesinde oruca başladığını yazmaktadır. Tehlikeli bir mafsal romatizmasına yakalanan Buchinger, hastalığın arttığını, kaslarının eriyerek karaciğerinin büyüdüğünü ve safra kesesinin tekrar tekrar iltihaplandığını görünce oruç tutmaya başlamıştır. Buchinger, Alman oruç uzmanlarının en tecrübelisi sayılan Gustav Riedl'in kontrolünde oruç tutmuş ve tamamiyle iyileşerek sıhhatine kavuşmuştur.
Dr. Buchinger, onbinlerce hasta üzerinde yapmış olduğu araştırmalarını şu cümleyle özetler: "Tansiyon düşüklüğü gibi istisnalar hariç, hiçbir hastalık yoktur ki, orucun faydası olmasın veya tamamiyle iyileştirmesin! Oruç, bıçağa gerek duyulmayan bir ameliyattır."
Ben, tutmuş olduğum oruç neticesinde, zihin ve ruhumda şu tespitleri yapabildim:
* Oruç sırasında, daha iyi bir konsantrasyon (düşünceleri bir noktada toplama kabiliyeti) sağladım.
* Vücudumla birlikte düşünce ve his dünyamda, büyük bir hassasiyet elde ettim.
* Günlük streslerimin (gerginliklerimin) azaldığına şahit oldum.
* Yürüme ve bisiklete binme gibi bazı sporlarda, vücut dayanıklığının arttığını farkettim.
Oruç mütehassısı Dr. Lützner de, eski 10 bin metre koşucularından 54 yaşındaki bir sporcunun en iyi derecelerini, 49. oruç gününde elde ettiğni belirtmiştir.
Oruç mütehassıslarından biri olan, bayan Dr. Helga Bühler, "açlık grevi" ile "oruç" arasındaki farkı şöyle belirtmektedir:
"İkisinin arasındaki tek fark, insanın niyetidir. Oruç, pozitif ve istekli bir harekettir. Açlık grevi ise, öfke ve gazaptan kaynaklanır. Bilindiği gibi öfke ve sinirlilik hâlleri mide asidi üretmekte, mide asidi ise acıkmaya sebep olmaktadır. Dolayısıyla oruçlu kişi açlık hissetmezken, diğeri büyük bir açlıkla karşı karşıyadır."
Oruçlu bir insan, yemek yeme telâşesinden kurtulduğu gibi, ikide bir de yemek hazırlamak veya bulaşık yıkamak derdinden de kurtuluyor. Bu arada insan, bambaşka şeylerden kurtulduğunu da anlıyor. Psikolog Jurgen Von Scheidt, bu konuda şunları söylüyor:
"Özellikle kendini eşyaya bağımlı hissedenler için bağımsızlık kazanmak, son derece kıymetlidir. Orucun verdiği bağımsızlık duyguları ile, böyle bir hazineye sahip olmak mümkündür. Oruç ile, esas problemleri bağımlılık olan bütün insanların, uyuşturucu madde müptelâlarının ve alkoliklerin psikoterapi yoluyla tedavi edilmeleri mümkün oluyor."
Dr. Hellmut Lützner, "Oruç Sayesinde Yeni Doğmuş Gibi" adlı kitabında, şu gerçekleri dile getiriyor:
"Oruçlunun hissettiği acıkma safhaları, aslında tedavi seanslarıdır. Bu safhalar, hastalıklı ve zararlı maddelerin dokulardan koparıldığı ve vücutta dolaştığı saatlerdir. Oruç sırasında bazı vücutlarda meydana gelen ağız ve ter kokuları, bu zararlı maddelerin vücuttan atılması sebebiyledir."
Dr. Hellmut Lützner, şöyle devam ediyor: Oruç tutmanın verdiği zevki, sağlamış olduğu şu faydaları öğrendikten sonra, daha iyi tadabilirsiniz.
* Güçlü bir maneviyat.
* Kendi ruh dünyanıza ve vücudunuza karşı, gitgide artan bir alâka.
* Tasavvur ve hatırlama gücünde elde edilen artış.
* Kendinize olan güveninizin sağlanması ve kararların büyük bir soğukkanlılıkla alınabilmesi.
* Tad alma duygusunun güçlenmesi ve oruçtan sonra, çok daha sağlıklı bir beslenmenin elde edilmesi.
Bütün bu sayılan faydaların oruçla elde edilmesi, gerçekten hayret vericidir. Orucun ilk günlerinde ortaya çıkan güçlükler ise, basit bir yolla giderilir. Oruca başlanılan günlerde bol meyve yemek, midede kalan et parçalarının çürümesine mani olmakta, böylece mide bulantısı veya baş ağrısı gibi rahatsızlıklar da giderilmektedir.
Yazımızı Dr. Buchinger'in bir sözü ile noktalıyoruz. "Oruç, bıçağa gerek duyulmayan bir ameliyattır."268
Dostları ilə paylaş: |