İNSANLAR İMANİ KONULARDA NASIL ALDANIYORLAR?
Mehmet DİKMEN
İlk insan Âdem (a.s.)dan beri insanlık, birbirine zıt iki yolda yürüyegelmiştir. Bu, kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Bu yollardan biri, iman ve hidayet yolu; diğeri de küfür ve dalalet yoludur.
İnsaf ve vicdan ışığında bakıldığında, bütün güzelliklerin, hayır ve kemâlatın, huzur ve saadetin iman yolunda; çirkinlik, şer, tahrip ve hakka tecavüzlerin de küfür yolunda olduğu açık bir şekilde görülecektir.
Dış dünyadaki bu kutuplaşma ve zıtlaşma, insanın iç dünyasında da cereyan etmekte, duygular ve hisler arasında çatışma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kalp, akıl, vicdan insanı iman yoluna sevkederken, nefis, his, heva ve vehim de inkâr yoluna iterler.
İnsanın iç dünyası bu zıtların çarpışmalarına her zaman sahne olur. Bunlardan hangisi ağırlık kazanırsa, insan o cephede yerini alır, o yolda yürümeye başlar.
Biz bu yazımızda, insanı küfre sevkeden, fikrî sapıklığa (dalalete) düşüren sebep ve sâiklerin mühimleri üzerinde duracağız.278
1- Cehil
Geçmişte ve günümüzde insanların küfre girmesine sebep olan sâiklerin başında Cehil gelir. Feza araştırmaları yapan insan da eğer Allah'a inanmıyorsa, inanmamasındaki birinci sebep Cehalettir.
Burada kastedilen cehalet, eşyanın var oluşundaki niçin ve neden'i muhakeme eksikliği, basit ve sathî düşünmedir.
Kâfirin cehaletine, cahilce fikir ve iddialarına pek çok örnekler verilebilir.
Allah'ı bilmeyen ve tanımayan cahiller, geçmişte "Allah varsa, biz de görsek ya, niye yalnız Peygamberle konuşuyor, bizimle de konuşsa ya" gibi hezeyanlar söylemişlerdir. Dün Mekke sokağında, okuma yazma bilmeyen bir cahilin söylediği bu gibi sözleri, günümüzde okullarda hocalık yapan bir başka cahil söylemektedir; "Gözümle görmediğime inanmam" demektedir. Cahillerin sözleri hep böyledir. İddiaları hep birbirine benzer. Çünkü, kalpleri birbirinin aynıdır. Kur'an bunu böyle haber veriyor.
İnsanın, gözü önündeki, hatta kendindeki tevhid delillerini, kudret mucizelerini göremeyip, olmayacak şeyler istemesi cehaletine tipik bir misaldir.
Öyle bir cehalet ki, gözüne taktığı gözlüğün bir ustası olduğunu kabul eder de, gözünün yaratıcısı olduğunu düşünemez. Kainatı yaratan tek bir Allah'ı aklına sığıştıramayıp reddeder, Allah'a ait olan sıfatları zerrelere verir, maddeye ezeliyet nisbet eder. Bu ve benzeri pekçok mantıksızlar, hep küfrün cehaletinden ileri gelmektedir.279
Bir Cehalet Sebebi: Taassup ve Taklid
Kafirin cehaletinin bir sebebi de, taassup ve taklid'dir.
Geçmiş Peygamberler, kavimlerini imana ve tevhid'e davet ederken, karşılarına çıkan en büyük engel, bu olmuştur. Onlar, kavimlerinin taassubu ve atalarının sapık inançlarına körükörüne bağlılıkları ile ciddi mücadele vermişlerdir.
Kur'an'da da bu husus üzerinde önemle durulur. Yanlışlığı vurgulanır.
Amr Bin Asa, bir gün: "Sen akıllı bir adamsın, İslamiyeti kabulde gecikmene ne sebep oldu?" diye sorulmuştu. Amr Bin As'ın cevabı düşündürücü ve konumuza ışık tutucudur:
"Biz, bizden önceki kuşaktan yaşlı tecrübeli, bize hâkim bir toplulukla bir arada bulunuyorduk. Onlar karşılıklı dağlar arasındaki bir dağ yolunu tutup gittiler. Biz de oraya çıkıncaya kadar onlara uyduk. Onlar Peygamber (a.s.m.)ı inkâr ettiler. Onlarla birlikte biz de inkâr ettik. O zaman yaptığımız iş üzerinde hiç düşünmedik. Sadece onları taklid ettik. Onlar ölüp gidince, işler bize kaldı. Kendimiz düşünüp karar vermek zorunda kaldık. Peygamber (a.s.m.)ın işine bizzat bakıp doğruluğunu anlayınca, İslâmiyet sevgisi kalbimize düştü..."
Günümüzde de durum değişmiş değildir. Çağdaş inkarcılar da, kendilerine büyük tanıdıkları, üstad kabul ettikleri şahısların ilkelerine, doktrinlerine, ideolojik fikirlerine, taassupla bağlı, körükörüne sâdıktırlar.280
2- Kibir ve Gurur
İnsanların iman yoluna girmelerine mâni olan ikinci husus, kibir'dir.
Şeytanın Hak'tan sapmasına, rahmetten kovulmasına, bu duygu sebep olmuştur.
Kibir; büyüklenme, kendini yüksek görme hissidir. Aslında bu duygu, kişiye, mensup olduğu cemaati ve o cemaatın izzetini, haysiyetini, dinini, mukaddesatım ve güzel gördüğü insanî değerleri üstün tutması için verilmiştir. Fakat kişi, bunu kötüye kullanır. Hakkı yüceltecek yerde hakkın inkârına alet eder. Kibir duygusunun asıl yeri, Allah hesabına, bütün kâfir ve inkarcılara karşı üstün olmak, imanın izzetini korumak uğrunda hiç kimseye baş eğmemektir. Fakat tefekkürsüzlük, düşüncesizlik, gaflet yüzünden insan bu duygu ile şirazeden çıkar, Allah'a ve Resulüne isyan bayrağını açar. Nitekim Nemrud'un ve Fir'avun'un kibri, onları, Allah'a karşı üstünlük taslamaya sevkederken; Ebû Cehü'in kibri de onu Hz. Peygamber'e karşı kendini üstün görmeye sevketmiştir.
Rivayete göre Musa (a.s.) Fir'avun'a:
İman et, mülk ve saltanatın sende kalsın, teklifinde bulunmuştu. Fir'avun da:
Hâmân ile bir görüşeyim, dedi. Hâmân ona:
Nasıl olur, aramızda tapılan bir rab iken şimdi ibadet eden bir kul mu olacaksın? diyerek Firavunu Allah'a itaattan vazgeçirmiştir.
İnsanın, vahyin bildirdiği ilahî ve Rabbânî hakikatler karşısında kendi cüz'î anlayışına ve aklına güvenmesi; vahyin ışığından, peygamberliğin nurundan müstağni kalması da onu delâlete atan bir çeşit kibir halidir.281
3- Duygu Yanılmaları ve Yanlış Değerlendirmeler (İnhiraf)
İnsanı küfre atan mühim bir sebep de, inhiraf denen duyguların yanılmasıdır. Tıpkı suyun içindeki bir cismi kırılmış gibi yanlış görme, hükmü ona göre verme ve o hüküm üzerinde fikir yürütmedir.
Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder: "İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazen batıl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar.
Hakikati kazarken, ihtiyarsız dalâlet basma düşer, hakikat zannederek kafasına giydiriyor."
Kişiyi inkarcılığa sürükleyen inhirafın pek çok sebepleri vardır. Mühimlerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
a- Maddî meselelerle devamlı meşguliyet, insanı maneviyattan uzaklaştırır. İmanî hakikatlara karşı insanı anlayışsız hale getirir. Maneviyattan uzaklaşan insanların ilâhî hakikatleri anlamasını beklemek faydasızdır. Bu bakımdan böyle kimselerin, dünyevî mesleklerinde ne kadar başarılı da olsalar, dine ve imana ait meselelerdeki itirazlarını ciddiye almamak gerekir.
b- Allah Teâlâ'yi yarattığı varlıklara (mahlûkata) kıyas etmek de, mühim bir yanılma ve inkâr sebebidir.
Allah kâinatın yaratıcısıdır. Herşey O'nun mahlûkudur. Usta, eserine benzemeyeceği gibi Kâinatın yaratıcısı da kâinata benzemeyecektir. Meselâ, Selimiye Camii Mimar Sinan'ın eseridir. Onun mimarlık kabiliyeti bu eserde görünür. Fakat Mimar Sinan'ın kendisi Cami'ye benzemediği gibi, onun sıfatları da caminin hususiyetlerine benzemez. Bunun gibi, Cenab-ı Hakk'ın kayıtsız ve hudutsuz sıfatlarını, insan kendi cüz'î ve mahdut sıfatları ile mukayese etmemelidir. Aksi taktirde bu yanlış kıyas, insanı birçok mantıksız düşünce ve sorulara sevkeder.
c- İmânî meselelerin yüceliği sebebiyle, aklın onların mahiyetini tamamen kavrayamayacağını düşünmemek...
Bir şeyin varlığını bilmek başka, mahiyetini bilmek başkadır. Kainatta varlığını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilemediğimiz o kadar çok şey var ki... Mahiyetini kavrayamayışımız, o şeylerin varlığını inkâr etmeyi nasıl gerektirmiyorsa Allah Teâlâ'nın, meleklerin, Cennet ve Cehennem'in mahiyetlerini bilmememiz de onları inkâr etmeyi gerektirmez.
Binaenaleyh, insan, haddini bilmeli, iman hakikatlerini anlamakta dar aklını, kısır düşüncesini ölçü almaya kalkışmamalıdır. Aksi halde, aklıyla kavrayamadığı, beş duygusu ile idrak edemediği herşeyi inkâr etmek cür'etini kendinde görür, "gözümle görmediğime inanmam" gibi safsatalara düşer.
d- Kâfirlerin sayıca çokluğu, onların bazı imânî meselelerin inkarında birleşmeleri de insanı dalâlete atan sebeplerden biridir.
Halbuki, kıymet ve ehemmiyet, sayı çokluğunda değildir. Nitekim, hayvanlar, sayıca büyük bir çoğunluğa sahipken, insan bütün hayvan türleri üstünde hâkim olmuştur. İşte kâfirler ve dalâlet yolunda gidenler de, Allah katında hayvandan daha değersiz, daha aşağıdırlar. Onların sayıca çokluğunun, inkârda birleşmelerinin hiç kıymeti yoktur.
e- Maneviyatta ihtisas sahibi kimselere müracaat etmemek... Bir ilmin münakaşa konusu olmuş bir meselesinde, o ilmi bilmeyen kimselerin, başka bir ilimde ne kadar büyük ve kudretli de olsalar, sözleri geçerli değildir. Meselâ, büyük bir mühendisin, bir hastalığını teşhis ve tedavisinde bir küçük doktor kadar sözü geçmez. Aynı şey manevî meselelerde de geçerlidir. Madde ile çok meşgul olduğundan maneviyattan uzaklaşmış, aklı gözüne inmiş, manevî meseleleri idraki daralmış kimselerin manevî meselelerdeki inkârları geçerli olamaz. Başta Peygamberimiz olarak umum 124 bin Peygamber ve asırlarca yetişmiş büyük âlimler imânî meselelerde ihtisas sahibidirler. O meselelerde onların sözleri dinlenir.282
4- Günah ve Zulüm
İnsanı küfre ve dalâlete atan sebeplerden biri de zulüm'dür. Yani insanın haddinden tecavüz etmesi, sefahet ve günahlara dalıp boğulması; kalb, ruh ve vicdanını karartması, iman nurunu söndürmesidir.
İşlenen her bir günah, insanın kalp ve ruhunda yaralar açar, iman nurunu karartmaya başlar, insan günahta ısrar ettikçe kalbi, siyahlana siyahlana iman nurunu bütünüyle kaybedecek derecede katılaşır. Bu bakımdan her günah işinde küfre gidecek bir yol vardır.
İşlenen günahların lekeleri tevbe ile hemen silinmezse, kalbi tamamıyle kaplayıp insanı küfre kadar götürebilir.
Günahların insanı nasıl küfre götüreceğini bir misalle açıklığa kavuşturalım:
Gizli gizli günahlar işleyip, haksızlıklar eden insan, bu günahları insanlar bilmediği halde, meleklerin bildiğini düşününce, rahatsızlık duymaya başlar, bu rahatsızlıkla ya dönüş yapar, tövbe ederek, bir daha işlememeye çalışır. (Böyle olursa netice müsbettir, kurtulur.) Ya da meleklerin günahını gördüğünden duyduğu rahatsızlık sebebiyle "Keşke melekler olmasaydı" der. İşte o halet-i ruhiyede meleklerin yokluğuna dair basit bir iddia, zayıf bir delil eline geçse, ona çelik halat kuvvetinde bir delil gibi sarılır ve bu çürük fikre meylederek meleklerin varlığını inkara kalkar.
Bu durumdaki insanlara söylenecek söz şudur: Henüz vakit geçmiş, tevbe kapısı kapanmış değildir. Derhal geçmiş hatalarınıza tevbe edin, günahlarınızdan vazgeçerek ibadetlerinizi yapmaya gayret edin, kurtulmanız mümkündür. Yoksa, sanki ilmî ve fikrî bir hakikati varmış gibi psikolojik bir çöküntünün verdiği değersiz iddialarla inkâra sapar, mes'ud dünyanızı ellerinizle tahrip etmiş olursunuz.283
Allah'ın Ezeli Oluşunu Aklına Sığıştıramıyanlar Maddeye Ezeliyet Veriyorlar...
Dostları ilə paylaş: |