FREUD'A KARŞI ÇIKAN BİLİM ADAMLARI KİMLER?
Doç Dr. Sefa SAYGILI
Görüşlerini yaydığı yıllarda Freud'un pekçok talebesi oldu. Fakat bunlardan bir kısmı, onun ateist (din tanımaz) görüşleri ve cinsiyeti ön plâna alması sebebiyle şiddetle saldırarak ondan ayrılmış, diğer bir kısmı ise, "cinsi haz" prensibini reddederek yeni teoriler kurmuşlardır. Freud'un görüşlerini devam ettirenler azınlıktadır.
Psikolojide ekol meydana getirmiş talebelerinin teorileri incelendiğinde, çoğunun Freud'u reddettiği görülür.
Alfred Adler (1870-1937), psikanaliz teorisinin hepsini ve şuurdışı ile ilgili görüşleri geçersiz saydı. "Aşağılık duygusu"nu esas alarak "ferdi psikoloji"yi kurdu ve hastayı, çevresinin bir parçası olarak gördü.
Adler'in teorisinde şahsiyet, cinsiyetle değil; ferdin kendisine, diğer insanlara ve topluma karşı geliştirdiği davranışların mahsulü olarak gelişir.
Freud'un insanı yıkıcı bir varlık olarak tarif eden, içgüdülerin esiri olarak sayan görüşlerine ve karamsarlığına karşılık, Adler, insanı çeşitli durumlara uyabilme kabiliyeti olan, olağanüstü işleri başarabilen, insanların yücelmesi için yapıcı gayretler gösteren, iyi veya kötü olmayı kendi iradesiyle seçen ve çevreye istediği şekli verebilen bir varlık olarak tarif etmiştir.
Freud gelişme teorisini, çocukları müşahede etmeden, yetişkinlerin serbest konuşmalarından edindiği bilgilerle ortaya atmıştır. Oysaki Adler; çocukları ailede, okulda ve diğer eğitim merkezlerinde doğrudan incelemiştir.
Cari Gustav Jung (1871-1961) hayat enerjisini cinsi hazza inhisar ettirmeye karşı çıktı ve psikolojiye "ortak alt şuur" kavramını getirerek, "Analitik psikoloji" adlı teorisini kurdu. Jung'un "kişilik teorisi", Freud'çu psikanalizden daha az kötümser ve daha fazla mistik ve dinî temayüllüdür. İnsanın cinsiyet ve saldırganlık rollerine çok daha az önem verir.
Otto Rank (1884-1939), "İnsanın doğarken dölyatağından ayrılması" nı ruhî çatışmaların çekirdeği olarak kabul etti. Ona göre insan, anne karnında pek mutludur ve hayatı boyunca da bu anlara hasretlik duyar.
Harry Stack Sullivan (1892-1949) göre nörozlar, güvensizlik hisleri ve şahıslararası münasebetlerde saygı kazanamamaktan ileri gelir. Erginlik öncesi çağda cinsiyetin önemli bir rolü yoktur.
Karen Horney (1885-1952) ise; şahsiyetin, davranışların ve davranış bozukluklarının teşekkülünde çevreye ve kültüre öncelik verdi. Çocuğun doğduğu andan itibaren yabancı, düşman bir dünya karşısında yalnız, yardımcısız, çaresiz olduğunu, bu durumdan ruhî çatışma duyduğunu ileri sürdü. "Temel anksiete" adını verdiği bu çatışmayı, nörotik belirtilerin kaynağı olarak gördü. Libido teorisini şiddetle reddetti.
Freud, yetişkinlere ait davranışları, "çocukluk döneminde geliştirilen tepkilerin tekrarlanarak yaşanması ve onların değişik şekildeki ifadeleri" olarak açıklıyordu. Horney ise, yaşanan zaman içinde davranışların ortaya çıkış şeklinin mânâ ve önem taşıdığı görüşünü savundu.
Erich Fromm (1900-1980) kişilik gelişmesinde davranışa ve davranış bozukluklarında kültüre büyük önem verdi. Fromm'a göre; sevgi ve kin, güçlü olma tutkusu ve boyun eğme isteği gibi insanlardaki karakter farklılıklarına sebep olan faktörlerin hepsi, sosyal münasebetlerin neticeleriydi. Freud ise, bunları, çocukluktaki cinsî saplantılarla açıklıyordu.
Gordon Allport, Abraham Maslow, Cari Rogers gibi psikologların kurduğu "hümanistik (insanî) psikoloji", beden ve ruh olarak ele aldığı insanı, dinî görüşe yakın mânâda değerlendiriyordu. Hümanistik model, müsbet bir insan tabiatı kavramına sahipti. İnsan tabiatı esasta iyiliğe yönelikti. İnsan, "Freud'un iddia ettiği gibi içgüdülerinin yönettiği bir robot olmayıp, alınyazısını çizmekte, tercih hürriyetine sahip aktif bir iştirakçi ve kendi kendisinin arkadaşıdır."
Martin Heidegger, Jean Paul Sartre, Edmund Husserl gibi öncüler ise, "eksistansiyel (varoluşçu) psikoloji" yi savundular. Bu psikoloji, insanın kendisini, yaşamakta olduğu zaman içinde var edebileceği ve değiştirebileceği prensibinden kaynaklandı. Bu ekole göre; insan hayatı, geçmişi ve içgüdüleri ile sınırlanamaz.
Wilhelm Reich (1897-1957) Freud'un hayatta iken reddettiği ve çatıştığı talebelerindendi. Marksistir. Freud'un cinsî haz prensibini, diğerlerin aksine aşırıya kaçan görüşlerle savunmuştur. Öyle ki, Freud'u, teoriyi sulandırmak ve bozmakla itham etmiştir.
Reich'e göre, bütün ruh hastalıklarının sebebi cinsî bozukluklardır ve düzelmeleri, bu bozuklukların iyileşmesine bağlıdır. Bu yüzden, cinsiyet üzerindeki bütün kısıtlamalar kalkmalı ve cinsî münasebetler, serbest bırakılarak açıkta dahi yapılabilmelidir.
Reich, hekimliği sırasında, birtakım ahlâk ve tıpdışı uygulamaları sebebiyle şarlatanlık ve sahtekârlıktan tutuklundı. Mahkemede "libido" adlı hayat enerjisini bulduğunu iddia etti. Mikroskopta gösterebileceğini söyledi. Kimse birşey göremeyince ruh hekimlerinden teşekkül eden bilirkişi heyetine muayene ettirildi. Akıl hastası olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine yatırıldığı akıl hastanesinde ölünceye kadar kaldı.
Kısacası, talebeleri arasında Reich dışında cinsî hazza Freud'un yüklediği fonksiyonu veren yoktur. Herbiri kendine göre bir teori geliştirmiş, sayıları kadar görüş ortaya çıkmıştır. Hepsi de birbirlerini reddetmişlerdir.
Cenab Şehabettin'in bir sözünü hatırlayarak yazımızı bitiriyoruz. "Körler elele de tutuşsalar, sonu ya bir uçurum, ya da bir çukurdur."309
Mukaddessizlerin Dîni: Hedonizm
ZEVK NEDİR, NİÇİN VERİLMİŞ?
Ömer SEVİNÇGÜL
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldırım hızıyla geçen ömrünüzü zevk ve safa ile geçirin. îman, âhiret, ibâdet, helâl, haram, ölüm gibi size sorumluluğunuzu hatırlatacak ve zevklerinizi kısıtlayacak kavramları düşünmeyin. Siz bir kelebek kadar hür ve kayıtsız olmalısınız. "İç bade, güzel sev, var ise aklü şuurun Dünya var imiş, ya ki yok imiş ne umurun."
Bu bir hayat felsefesidir ve adına Hedonizm denir. Dilimizde "Hazcılık" veya "Zevkçilik" diye ifade edilebilir. Kökleri Eski Yunan'a kadar gider. İlk filozofu Epikür'dür. Felsefe tarihleri, her ne kadar Epikür'e "İlk" diyorlarsa da, bu beni tatmin etmiyor. Kanaatime göre ilki şeytan, ikincisi nefistir; Epikür, ancak üçüncü olabilir! Daha sonra bu fikirlerin bir benzerini Ömer Hayyam'da görüyoruz.
Felsefe, Nedim'in, "Gülelim, eğlenelim, kâm alalım dünyadan," mısrasıyla sloganlaşır. Günümüzün maddeci toplumları; zevk kıskacının kurbanı oldular. Bu salgın hastalık, bazı şer odaklarının marifetiyle, vatanımızı hedef almış durumda. Gençlerimizin beyinleri, sözde sanatlarla yıkanıyor; şarkı sözlerine kulak verin, kâfi.310
Hedonizm, Bir Azınlık Felsefesidir...
Evvelâ, Hedonizm'in içyüzü üstünde durmak istiyorum. Bir sistemin kabul görmesi için, toplumun tamamına, yahut ekseriyetine hitap etmesi gerekir. Oysa Hazcılık, kısmî bir azınlığı içine alıp, çoğunluğu dışarıda bırakıyor. Çünki, cemiyetin ekseriyetini çocuklar, hastalar, fakirler, ihtiyarlar ve musibete uğrayanlar teşkil ederler. Dilediği gibi eğlenmek, her arzusunu tatmin etmek, her zevki tatmak, ancak belli bir gruba vergidir. Hem genç olacak, hem sağlıklı, hem zengin ki, keyif peşinde koşabilsin. Karnını doyuramayan fakire, ızdıraplar içinde inleyen hastaya, kabir kapısında ölümü bekleyen ihtiyara "Ye, iç, eğlen, keyfine bak," demek gülünç olmaz mı? Fakir, ancak bu dünyada tadamadığı lezzetlere, âhirette kavuşacağını düşünüp, ümit ederek teselli olabilir. Hastalar, aczini anlayıp, Yaradan'ına dua etmekle huzura kavuşur.
Beli bükülmüş, fâni zevklerden elini çekmek zorunda kalmış ihtiyarlar ise, ölümün yokluk olmadığını, ebedi bir âleme gitmek için vasıta olduğunu düşünmekle tarifsiz kederlerden kurtulabilir.
Şark tefekkürünün âbidelerinden olan Sadi'nin de dediği gibi; "insanlar bir vücudun azalarıdırlar." Organların karşılıklı yardımlaşmalarıyla hayat devam eder. Toplum hayatı da, fertlerin dayanışmasına ve birbirleriyle müsbet mânada ilgilenmesine bağlıdır.
Akıl, kalb ve vicdan sahibi her insan, şâir hemcinslerine merhamet eder, etmelidir. Çevresindeki kişilerin dertlerine, kederlerine, ızdıraplarına kayıtsız kalabilenler, insanî özelliklerini kaybedenlerdir.
Ağlayan yetimlere, kıvranan açlara, inleyen hastalara ve titreyen ihtiyarlara rağmen zevkini düşünenlere, sadece keyif için yaşayanlara insan mı denir?311
Zevkçi Anlayış, Çalışma Şevkini Öldürür, Aile Müessesesini Yıkar...
Hazcılar, çalışmayı da sevmezler. Kazanmak için ter dökmek istemezler. İş, zamandan ve keyiften fedakârlık etmeyi gerektirir. Şu halde zevk için harcanacak parayı nerden temin edecekler? Şüphesiz saf ve masum insanların sırtından. Bu sebeple, cemiyette zevkçilik arttıkça, vurgunculuk da çoğalıyor. Bir yanda gayrimeşru kazancı meslek haline getirenler, diğer yanda çalıştığı halde yeterince kazanamayanlar. Dünya, zâlim asalaklarla, mazlum vatandaşların dünyası.
Zevk, gaye olalı, aile müessesesi zayıfladı. Çünki, cemiyetin çekirdeği olan aile, ancak fedakârlıklarla ayakta durabilir. Kadını, "yasak zevklerin aracı" kabul eden zihniyet, "şefkat kahramanı anayı" tanımaz. Çocuk ise, keyif aracı olan parayı paylaşarak azaltan düşmandır; doğmadan öldürülmeli. Yaşasın nüfus plânlaması!
Aşiretleri devlet yapanlar, kahramanlardır. Esir milletleri, efendi haline getirenler, ideal adamlarıdır. Ölüm uykusuna yatmış cemiyetleri ayaklandıran, coşturan ve yüce hedeflere koşturanlar, alperenlerdir. Şahsî arzuları peşinde sürüklenenler kahraman olamazlar. Sefahat döşeğine rahat için yatanlar, fedakârlık edemezler. Benciller, ölüme gülümseyen, mânâ için yaşayıp, dâva için ölenleri anlayamazlar. Bunlardan meydana gelen toplum, içinden çürümüştür.
Hayatın gayesini zevk zannedenlerin beyinleri, midelerine inmiştir. Maddî zevkten başka zevklerin de olabileceğine ihtimal vermezler. Açı doyurmanın, yetimi okşamanın, düşküne yardım etmenin hazzına yabancıdırlar. Gürültülü müzikten, kasıkları patlatan komediden, şehvet kokan edebiyattan hoşlanırlar. Ömürleri, yeni zevkleri hayâl etmekle geçer. Zevkin sınırı yoktur. Tekrarlanan hazlar, tad vermez olur. O zaman yeni ve değişik zevklerin peşine düşerler. Bulamayınca, sıra aklı uyutmaya gelir. Yeni dostları afyon, eroin ve alkoldür artık. Uyuyan, uyuşan ve sızan bir cemiyet ortaya çıkar. Böyle bir toplum, dostu düşmandan ayırt edemez. Hürriyet kapısı kapanmaya, esaret kapısı açılmaya başlar. Ruhun cüzzamı olan bu korkunç hastalığa yakalananlar, manen ölüdürler. Ölülerse, mülklerini koruyamazlar. İşte bunun için materyalist dış odaklar ve onların içerdeki kuklaları, zevki ve hazzı gaye olarak gösteriyorlar!312
Zevk, Niçin Verilmiş?
Zevk nedir? Zevk, vasıtadır. Ferdî hayatın ve neslin devamı için yaratılmıştır. Yiyeceklerde zevk olmasaydı, yemek yemek bir azap olurdu. Yiyemez, içemez ve zarurî ihtiyacımız olan gıdaları alamazdık. Hayat devam etmezdi. Keza, evlilikte lezzet olmasaydı, aileler kuramaz, çoğalamaz, yeryüzünü şenlendiremezdik. İnsan nesli kesilirdi. Halbuki biz, îman ve ibâdet için yaratıldık. Bu yüce vazifeleri yapmak için yaşamalı, neslimizi devam ettirmeliyiz. Yanlış olan, vâsıtayı gaye yerine koymaktır. Zevk için yaşayanlar, eşeğini doyurup, kendisi açlıktan ölenlere benzerler.
Zevk ve lezzetin yaratılmasındaki bir hikmet de şudur: Biz bu dünyaya bir imtihan için gönderildik. Burası ücret ve mükâfat yeri değildir. Her pâdişâh gibi, şu dünya mülkünün mâliki olan Allah'ın da bazı emirleri ve yasakları var. Haram zevkler de bu imtihanın bir parçası. Bizden, meşru dairede kalmamız isteniyor. Hür bir irâdeyle yaratılmışız. Helâl çizgisinde yaşayıp cenneti kazanmak da elimizde, haram zevklere kapılıp cehenneme gitmek de.
Aslına bakarsanız, Allah'ı tanımayan, âhireti bilmeyen ve kulluk şuuruna ermeyen kişi, dünyada da mutlu olamaz. Çünkü dünyanın lezzetleri geçicidir. Zevkin bittiği yerde elem başlar. Ölüme kadar sürer gider bu nöbet. Hazların fâni olduğunu düşünmek bile, hayatı zindan etmeye yeter. Hayattan tam zevk alanlar, ancak inananlardır. Onlar bilirler ki, lezzetler geçicidir, ama nimetleri veren Allah bakidir. Tükenen nimetlerin devamını da yaratmaya muktedirdir. Bu dünyada vermese bile, ebedî saadet yeri olan âhirette verebilir. Şu halde lezzetin sonunu düşünüp kederlenmek manasızdır. Evindeki bir sepet elmanın biteceğini düşünerek üzülen fakir bir adam, öğrense ki, padişah kendisini elmasız bırakmayacak, her ne zaman elması kalmasa o yine verecek, sevinir ve lezzetini tam alır.313
Akıl Yerinde Kullanılmazsa!
İnsanı hayvandan ayıran en mühim özellik, akıldır. Fakat bu müstesna kabiliyet, yerinde kullanılmazsa belâ olur. Çünkü, akıl sayesinde geçmişi ve geleceği düşünmek mümkündür. İnanmayan adam, geçip giden güzel günlerini hatırlayarak hayıflanır. Gelecek zaman ise, meçhul tehlikelerle doludur. Ölümü herşeyin sonu sanan için, mazi, bir yoklar ülkesidir. İstikbâl ise, kendisini yutacak bir ejderha ağzıdır. Allah'a teslimiyeti olmadığı için, her olay ruhunu titretir. Dış görünüşüne bakılırsa mutlu zannedilir, lâkin iç dünyası, acılarla cehenneme dönmüştür. Oysa inanan kişi için ölüm yokluk değil, bir başlangıçtır. Nuranî âhiret âlemine geçiş vasıtasıdır. Gelecek ise, sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın emrindedir. Dünya da, içindekiler de fanidir, ama O daimîdir.
Eğer insan bu dünyada ebediyyen kalacak olsaydı, belki zevkine gereğinden fazla önem verebilirdi. Fakat yeryüzünde her an ölüm rüzgârları esiyor. Çevremizde ölümlü hayatın kavgasına şahit oluyoruz. Her yaratıkta ölümün yüzünü görüyoruz. Dün dalında gülümseyen çiçekler, bugün ayaklar altında. Bahar ve yazın yeşil gelinleri olan ağaçlar, kışın kefenler içinde. Masmavi göklerde serazat uçan kuşlardan artakalan, bir avuç tüy yumağı. Elif gibi dik duran gençler, bir de bakıyoruz ki, dal gibi eğilmişler. Zevk cilasıyla parlayan gözler toprakla doluyor. Sevdiklerimiz bizi birer birer terkediyorlar. Bütün yollar kabre çıkıyor. Şeksiz şüphesiz biliyoruz ki, bizim de sonumuz ihtiyarlık ve ölümdür. Şu halde, hâkimiyet davasında hayattan hiç de geri kalmayan ölümün bizden bir isteği olmalı. İşte, insanın en önde gelen meselesi budur ve hiç kimse bu gerçeğe kayıtsız kalamayacaktır. Zevkperest, ölüm karşısında titrerken, müslüman rahattır. Çünkü ölüm, toprağa girip çürümek değil, sevgili Peygamberine ve sair sevdiklerine kavuşmak demektir. Başkalarını dehşete düşüren Azrail, güvenilir bir emanetçidir. Ve onlar için cenaze merasimiyle, düğün alayı, aynı şeydir. Gidiş Rahman ve Rahim'e olunca, kabir gülistana döner.314
Zevkçi Adamın Misali...
Şu gelecek kıssa, zevk için yaşayanların hâlini ne güzel anlatıyor: Adamın biri seyahat ediyormuş. Karşısına bir şahıs çıkmış ve onu evine davet etmiş. Beraber gitmişler. Seyyah bakmış ki, karşısında bir saray. Şahane bağlar, bahçeler ve şadırvanlarla çevrili misafir odasına girmiş, orada geniş sofralarla karşılaşmış. Bazı adamlar saz çalıyor, bazı kadınlar ise şarkı söyleyip dans ediyorlarmış. Oturmuş, güzel yemeklerden yemeye, şaraplardan içmeye ve çevresindeki manzarayı seyretmeye başlamış. Fakat o sırada yanına bir adam gelmiş ve "Sen de, yanında oturan diğer misafirler de, biraz sonra îdam edileceksiniz," demiş. Adam araştırmış, bu sözün doğru olduğunu anlamış. Kat'i kanaati gelmiş ki, yemekten sonra öldürülecek. Şimdi düşünelim: Acaba bu adam, hiçbir şey olmamış gibi, yeyip içmeye, gülüp eğlenmeye devam edebilir mi? Ölüm korkusu, lezzetleri acılaştırmaz mı? Bu şartlar altında hayattan zevk almaya imkân var mıdır? Asla! İşte dünya âşıklarının hâli budur.
Hayatın gayesi zevk değildir, diyoruz. Öyleyse niçin yaratıldık? Şimdi de bu sorunun cevabını arayalım:
"Çoklukta birlik" diye tarif edilen ahengin en mükemmelini kainatta görmekteyiz. Her yaratık, kendisine düşen vazifeyi eksiksiz olarak yerine getiriyor. Cansızlar, hayata hizmet ediyor. Hayatın en ulvîsi de insana verilmiş. Hiç tereddüt etmeden diyebiliriz ki, kâinat insan için çalışıyor. Bitkiler hayvanların, hayvanlar ise insanların emrinde. Her mahlûkun bir gayesi olduğuna göre, insan da bir maksat için yaratılmıştır. Aksini düşünmek abes olur. Şu halde bu nasıl bir gaye olmalı? Bu sorunun cevabı, Rabbimizin kelâmıdır. Bütün ilâhî kitaplar aynı noktaya parmak basarak diyorlar ki: Temel vazifeniz, sizi yoktan var eden ve sayısız nimetlerle yaşatan Allah'ı tanıyıp, kulluk etmektir. Sonsuz bir gençlik, ebedî bir saadet ve tükenmez zevkler isterseniz, O'nun emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınınız. Dünyanın zevkleri, aldatıcı seraba benzer. Fâni lezzetlerin cazibesine kapılarak gerçek hedefinizi unutursanız, azaba uğrayanlardan olursunuz. İsyan ve küfür nankörlüktür.
Misafir, ev sahibinin sözüne itaat etmelidir. Kendisini yediren, içiren, istirahatını temin eden zatı dinlemeyerek, içinden geleni yapan adam nankördür. Vazifesi teşekkürken, misafirhane sahibini tanımak istemeyen misafir, kahra müstahaktır. İşte, dünya misafirhanesine gelip de nimetlere mazhar olan, fakat Allah'ı bilmeyen kulun hâli bu misale benzer.
Seyrettiğim bir bilim kurgu filmi, bana "Allah'a kul olmak," gerçeğini çok iyi anlatmıştı. Nakletmek istiyorum: Zengin bir adam, robot üretmek için büyük bir fabrika kuruyor, milyarlarca lira para sarfediyor. Gaye, onları bazı mühim işlerde çalıştırmak. Robotlar yapılıyor. Her nasılsa, bazılarının kumanda cihazları bozuluyor. Robotlar isyan ediyorlar. İş yapmadıkları gibi zarar da veriyorlar. Başıboş ve serserice yaşamak hevesine kapılıyorlar. O zat, önce îkaz ediyor. Durum düzelmeyince robotları feci şekilde tahrip ediyor. O gelişmiş cihazları, biz insanlara benzetiyorum. Kâinat fabrikası bizim için kuruldu. Cansız olsun canlı olsun bütün makinalar bize hizmet ediyor. İbâdet gibi yüce bir gaye için yaratılmışız. Nimetler, lezzetler ve zevklerle de imtihan olunuyoruz. Bir hesap gününün bulunmadığını, ölümün yokluk olduğunu düşünmek abes olur. Çünkü nice hikmetlerle yaratılan şu kâinat, boş yere çalışmış olur ki, bu durum abeslerin en büyüğüdür. Şu halde, âhiret kurulacak, hesap günü gelecek. Asîler ceza, inananlar da mükâfat görecek. Kendi rahatı için başkalarını vasıta yapanlar, er geç azaba duçar olacaklar.315
Nefsin İstekleri Ayrı, Ruhun İstekleri Ayrı...
Yeri gelmişken bir konuya daha temas etmek istiyorum: Batılı psikologlar, daima nefisle ruhu birbirine karıştırmak gibi affedilmez bir hataya düşüyorlar. Pek tabiî, bizdeki taklitçiler de aynı hatayı tekrar ediyorlar. Sonuç, nefsin isteklerini, sanki ruhun arzularıymiş gibi kabul etmek ve psikolojik sistemleri bu yanlış kabule dayandırmak oluyor. İşte tavsiyeleri: "Hiçbir arzunuzu bastırmayın, içinize atmayın, bir an önce tatmin edin." Bu fikirler, kabul de görüyor. Günahlar, ilmî kisvelere bürünerek meşrulaşıyor. Böylece, azgın ihtiraslarına sınır koymayan "bilimsel sapıklar" ve "aydın zâlimler" çoğalıyor. Zayıflar eziliyor, masumlar lekeleniyor, kuzular kurtlara peşkeş çekiliyor.
Halbuki, ruh ayrı, nefis ayrı varlıklardır. İkisi aynı kişide bulunmakla birlikte, mîzaçları taban tabana zıttır. Birinin zevk aldığından, diğeri tiksinir. Nefis, kötülüklere meftundur. Lügatinde "doymak" kelimesine yer yoktur. Hep daha fazlasını ister. Şımarıktır, isyankârdır, yüzsüzdür. Aldıkça daha çok kuvvetlenir. Nihayet öyle bir raddeye gelir ki, insana "Hayatın gayesi zevktir," hükmünü verdirir. Mesuliyetten kaçar. Kaideler, yasaklar ve kanunlar, onun en sevmediği kavramlardır. Dini ve ahlâkı da sırf bunun için sevmez. Çünkü bunlar insana, başıboş olmadığını, hayvan gibi istediği yerde otlayamayacağını, ibâdet için yaratıldığını hatırlatır. Ona, Allah'a isyanın nankörlük olduğunu söyler.
Ruhun da kendine has gıdaları vardır. O, ilimle olgunlaşır, ibâdetle teneffüs eder ve tefekkürle yücelere erer. Yaratıklardaki harika sanatları görerek Rabbini düşünmek, muhatap olduğu nimetler için minnet duyarak şükretmek, en mühim gayesidir. Bu yolla, geçmişin elemlerinden ve geleceğin endişelerinden kurtulur. Teslimiyet ve tevekkülle huzura kavuşur. Organlar, yaptıkları işe göre kıymet alırlar. Sadece maddî zevkler için kullanılan kabiliyetler, değerlerini kaybederler. Ruh, bu gerçeğin farkındadır. Aklını ve diğer manevî cihazlarını midesine ve cinsî isteklerine hizmet ettirenlerin mutlu olmaları kabil midir? Efendilerin uşaklara köle olduğu yerde, saadetten bahsedilebilir mi?316
Zevkçiliğin Sonu
Hazcılığın sonu Pesimizm, yâni karamsarlık felsefesidir. Çünkü, "Devam etmeyen şeyde lezzet yoktur." Dünya nimetlerinin ve kendisinin fâni olduğunu bilen insanın mesut olması mümkün müdür? Aklı uyuşturan maddelerin sefahat toplumlarında çoğalması da bu hakikati gösterir. Yine, maddî hazlara doymuş Batı cemiyetlerinde intihar olayları daha çok görülüyor ki, bu durum, mutlu olamadıklarının en açık delilidir. Mesut bir insan niçin aklını uyutsun ve niye intihar etsin!
Şuna hep inanmışımdır; eğer zevkine düşkün olanlar, cennetteki lezzetlere şüphesiz inansalar, herkesten ziyade ibâdetle meşgul olurlardı. Çünkü her hazzın aslı oradadır. Dünya zevkleri ise, bir gölgeden ibarettir. Hedonistlere şunu söylemek isterdim: Zevk ve safa içinde sonsuza kadar yaşamak mı istiyorsunuz, hiç durmayınız; îman ab-ı hayatından ve ibâdet şerbetinden içiniz. Yarın çok geç olabilir. Öbür güne ise hiç güvenmeyiniz.
Sözün kısası, "Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet, yalnız îmandadır ve îman hakikatları dairesinde bulunur." Bundan dolayı zevk ve saadet isteyenlere söylenecek söz şudur: "Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı îman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz."317
Beş Sahtekâr
Dostları ilə paylaş: |