Merak ettikleriMİZ


İLK İNSAN TOPRAKTAN MI YARATILMIŞ, MAYMUNDAN MI GELMİŞTİR?



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə5/66
tarix27.12.2018
ölçüsü1,57 Mb.
#87522
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   66

İLK İNSAN TOPRAKTAN MI YARATILMIŞ, MAYMUNDAN MI GELMİŞTİR?

Prof. Dr. Âdem TATLI

İnsanın kendi geçmişi ile ilgilenmesi, şüphesiz aklın gereği­dir. Dünyaya nereden ve nasıl geldiğini bulmaya çalışması ga­yet tabiidir. Ancak, bu tip soruları nasıl çözecek, konu ile ilgili dokümanları neyle tartıp değerlendirecektir? Sadece mücerret akıl bu soruları cevaplandırmaya kâfi midir?

Bu konunun açıklığa kavuşması için önce aklın çalışma prensibinin bilinmesi gerekir.9



Aklın Çalışma Prensibi Nasıldır?

Akıl, hâdiseleri değerlendirme ve yorumlamada, duyu or­ganlarıyla alınan bilgileri mantık süzgecinden geçirir. Duygu organlarının görevi farklı olduğu gibi, tesir sahaları da sı­nırlıdır. Kulağımızla bütün sesleri işitebiliyor muyuz? Hayır! Sadece titreşimleri 20 ile 20.000 arasındaki sesleri alabiliyoruz. Nitekim göz de ancak belli dalga boyundaki ışıkları seçebiliyor. Yedi renkli bir daireyi hızla döndürünce beyaz görürüz. Beyaz ışık da renk tayflarına ayrılınca yedi renk olarak karşımıza çı­kar. Demek ki, göz aklanabiliyor. Bir başka misâl; sıcak sudan çıkan elimizi ılık suya batırınca, bu suyun soğuk olduğuna hük­mederiz. Ama hakikatte su ılıktır.

Aslında burada aldanan ne gözdür, ne de el. Akıl, bu duyu organlarından gelen bilgilere dayanarak hükümler çıkarmıştır. Yani, her iki halde de yanılmış olan akıldır.

Herhangi bir konu hakkında akıl; cüz'den kül'e ve kül'den cüz'e (tüme varım ve tümden gelim) metodlarıyla değerlendir­me yapar ve bir hükme varır. Bu hüküm gerçek bir hüküm ol­mayabilir de. Zira, daha sonra duyu organlarının akla vereceği malzemenin değişmesiyle aklın ortaya koyacağı kıymet hüküm­leri de değişebilecektir Çünkü, tesir sahaları sınırlı olan duyu organlarından elde edilmiş bilgilerin de eksik olacağı tabiîdir. Yetersiz bilgi ile aklın yeterli hüküm çıkarması beklenebilir mi? Bundan dolayı bir çokları tarafından bilim; "Her an yanlışlığı ispatlanabilen değer hükümleri" olarak tarif edilir.

150 yıl önce ses ve şekillerin nakliyle ilgili bilgiler şimdi­kinden çok çok noksandı. Bu bilgilerle o zaman, görüntülerin nakledilemiyeceği hükmü çıkarılmıştı. Demek ki çevreden elde edilen bilgilerin değişmesine paralel olarak, aklın ortaya koydu­ğu değer hükümleri de değişiyor.

O halde, ilk insanın yaratılışı hakkında öyle bir hüküm ortaya koymalıyız ki, zaman ve zemine bağlı olarak değiş­mesin. Yani, gerçek bir hüküm olsun.10



Akıl Yaratılışı Tek Başına Kavrayabilir mi?

Akıl yaratılışı tek başına ne dereceye kadar kavrayabilir? Bu sorunun isabetli cevaplandırılması, mes'elenin çözümünü yarı yarıya kolaylaştıracaktır.

Aklın nüfuz edebildiği saha belirli ve sınırlıdır. Bu alan dı­şında kalan ve aklın tek başına çözemediği problemler, metafi­ziğin konusunu teşkil ederler.

İşte aklın nüfuz sahası dışında olan metafizik konularından birisi de "yaratılış"tır. Konu, ilk insanın yaratılışı olunca, iş daha da zorlaşır. Aklın burada tek başına varacağı sonuçta hata payı büyük olacaktır. Akıl bu vadide yalnız gidemez. Giderse hatalı sonuçlara varması kaçınılmaz olur. Çünkü, bir anla­ma âleti olan aklın idrak sahası sınırlıdır, dardır. Onun için aklın burada ilâhî beyan ve hükümlere, yani küllî bir akla ihtiyacı vardır. O da Kur'ân-ı Kerîm'dir.

Yaratılışı sadece akla güvenerek çözmek isteyenler de çıktı. Hem de büyük bir gürültü ile. Ama sonuç ne oldu? Sonunda "Çıkmaz yol"a girdiler. İnsanın, bir takım hayvanların evrimiyle ve tesadüfen ortaya çıktığını iddia eder oldular ve bu düşünce günümüzde bir doktrin, bir felsefe şeklini aldı. "Evrim felsefe­si" olarak kendisine bir hayli taraftar da buldu. Bu felsefenin bazı ateşli taraftarları, işi daha da ileri götürdüler. Öyle ki, evrim bunların elinde bir inanç sistemi haline geldi. Evrime inanmayan aydınlar, bu ilim çevrelerince aforoz edildiler. Orta çağda mı?

Hayır! Yirminci yüzyılda.11



Evrimcilere Göre, İnsan Nasıl Yaratılmıştır?

Şunu hemen ifâde edelim ki, evrimciler yaratılışı değil, evri­mi kabul ederler. Onlara göre; tek hücre zamanla değişikliğe uğrayarak günümüzdeki milyonlarca çeşit canlı hasıl oldu. Tabiî insan da bunlar arasındaydı ve bu değişiklikten o da nasi­bini aldı.

Bu değişiklikler nasıl oldu? Bunu kim yaptı? Evrimcile­re göre bu soruların cevabı gayet basittir. Bu farklılaşma onlara göre; tesadüfen olmuştur. Bu durumun ise çok uzun zamanda cereyan ettiğini söylerler. Meselâ; ne kadar zamanda? Bu zaman öyle bir süredir ki, tetkiki mümkün değildir. Faraza, iddia ettikleri değişikliğin, ileri sürdükleri zamanda cereyan et­mediğini ortaya koysanız, evrimci sizi başka geçmişlere havale eder.

Evrimciler, bırakın yeni canlıların ortaya çıkışını, insan tü­rünün ırklarını bile açıklayamıyorlar. Meşhur evrimci T. Dobzhansky, bununla ilgili olarak şöyle diyor:

"Darwin'den bu yana bir asır geçtiği halde, insan türün­deki farklı ırkların orijinine ait problemi çözemedik. Mesele hâlâ bir asır önceki kadar karışık."12

Bir kimse, ırkların orijinini dahi izah edemeyen bîr teo­riyle, bütün canlıların yaratılışı ve geçirdiği değişiklikler gi­bi derin mes'eleleri nasıl açıklayacaktır? Anlaşılan odur ki, evrim teorisine ilmî delillerle yaklaştıkça, bu teorinin müdafaası imkânsız hale gelecektir.

Meşhur bir evrimci olan Simpson, insanın yaratılışıyla ilgili olarak şöyle der:

"İnsan, kâinatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlıktır. Şuursuz ve akılsız maddelerin bir ürünüdür. Dün­yaya gelişini kendisi başarmış olan insan, sadece kendisine karşı sorumludur. İnsan, kâinatta yaratıcı, kontrol ve tayin edici bir güce sahip değildir. Fakat, kendisinin ustası ve âmiridir. Bu bakımdan insan, kendi kaderini kendisi tayin ve idare etmelidir."

Simpson, evrim felsefesini açıklarken akıl ve mantık sınırını zorlamakta, bir cümlede söylediğini diğerinde yalanlamaktadır. İnsan, hem "...Kâinatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sa­hip tek varlık" olarak kabul ediliyor, hem de "şuursuz ve akılsız maddelerin ürünüdür" deniyor. Şuursuz ve akılsız bu maddeler, şuurlu insanı nasıl meydana getirecek?

Maddelerin kendilerinde "anlama ve şuur" yok ki, insana verebilsin.

Paragrafın devamında "dünyaya gelişini kendisi başarmış bir insan" deniyor. Bir yaşında ancak ayağa kalkabilen ve 5-6 yaşında çevresini tanımaya başlayan insanın, kendisini yokluk­tan meydana getirmesine imkân var mı? Başlangıçta yok olan insan nasıl kendisini meydana getirecek?

Simpson yazısına şöyle devam ediyor: "insan kâinatta yara­tıcı, kontrol ve tayin edici bir güce sahip değildir. Fakat kendisi­nin ustası ve âmiridir." Hem insanın kâinatta bir güce sahip ol­madığı, hem de kendisinin ustası olduğu iddia ediliyor. Kâinata sözü geçmeyen insan, nasıl kendisinin ustası olacak? Zira, insa­nın var olabilmesi için yer küreye, güneşe, aya, havaya, kısacası bütün bir kâinata gerek vardır.

Mes'eleleri doğru değerlendiremiyeceği düşüncesi ile 18 yaşına kadar kendisine kanuni ehliyet tanınmayan insana Simpson, anne karnında ve hattâ önceki safhalarda kendi kendini idare ettiriyor.

En basit bir hücre içinde bile, yüzlerce olay bir anda cereyan ediyor. Milyonlarca hücreden meydana gelen ve hücreleri de­vamlı değişip tazelenen insanın, kendisini idaresi elbette düşü­nülemez. Kalbin çalışması, sinir sisteminin işlemesi, kanın te­mizlenmesi ve besinlerin sindirim için hazırlanıp taşınması gibi yüzlerce olaym cereyanı insanın isteğine mi bağlı? Hayır. İnsa­nın hiç müdahalesi olmadan bu hâdiseler devam ediyor. Simpson'un kendisi de bu kanunun dışında değil.

Atom ve moleküllerden varlıkların teşkili ve kâinatta cere­yan eden bütün hâdiselerin idaresi; ancak, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcının, kâinatta her an tasarrufta bulunmasıyla mümkündür.

Meşhur evrimcilerden L. Zuckerman da çalışma prensipleri­ni şöyle dile getirir: "Saf ilmî düşünceyle, fizik ve kimya ka­nunları ışığında işe başlıyoruz. Fakat, hemen objektif haki­katlerden uzaklaşarak kıyas ve tahmine dayanan sahaya kayıyoruz. Hissî bir sezişle veya izah tarzıyla insanın fosil tarihiyle ilgili hükmü veriyoruz."

Yine evrimcilerden Gould, çaresizliğini şu soru ile dile geti­riyor: "Cedlerle nesiller arasında geçiş gösteren elimizde hangi deliller var?" O'nun bu sorusuna evrimci anatomi profesörü Kitts şöyle cevap veriyor: "Paleontolojinin (Fosil bilgisi), ev­rimle ilgili delilleri sağladığına dair parlak sözlerine rağ­men, evrimcilerin problemleri çözülememiştir. Bunların en önemlisi, fosiller arasındaki boşluklardır. Evrim için türler arasında geçiş formu gereklidir. Halbuki paleontoloji bunu temin edememiştir."

İnsanın sorası geliyor. Madem evrim için geçiş formu ge­reklidir. Bu geçiş formları da bulunamamıştır. O halde niçin ev­rimi müdafaa ediyorsunuz?

Evrimcilerin bu şekildeki itirafları daha da çoğaltılabilir. Ama dikkat edilirse görülecektir ki, iddia ettikleri evrim fikrini destekleyen hiç bir delil yoktur. O halde niçin bu görüşlerinde ısrarlıdırlar? Tek cümle ile; bir Yaratıcı'yı kabul etmemek için.

Evrimcilerin temel felsefesini şöyle özetlemek mümkün­dür: San'at var, fakat san'atkâr yok. Eser var, usta yok. Ki­tap var, fakat bunu yazan yoktur.

Evrimcilerin görüş ve düşüncelerinin nereye dayandığını Gish, şu ifadelerle en iyi şekilde dile getiriyor: "Evrim felsefe­si, evrimcilerin kendi dünya görüşleri içerisinde yer alan bir inanç sistemidir, bir dindir."

Aslında evrim felsefesi materyalizmle iç içedir. Gish bu ko­nuya şu sözlerle dikkat çekmektedir: "Bir çok ilim adamının evrimi kabul etmesinin sebebi, bu teorinin, bütün canlıların yaratılışını materyalist ve tabiatçı bir düşünce ile izah etme­sindedir. Çünkü bunlar, materyalizme ve tabiata inanır­lar." Nitekim bununla ilgili olarak meşhur evrimci Dobzshansky de şöyle der: "Bugün materyalist felsefe, mevcut bi­yoloji ilimlerinden çoğunun temelini teşkil eder."

Evrim teorisinin bütün ilim adamları tarafından kabul edildiği sık sık tekrarlanır. Aslında, bu, münakaşayı kazanmak için uydurulmuş ve alışkanlık haline getirilmiş bir yoldur.13

İnsanın Atası Olarak Kabul Edilen Fosiller

İnsanın atası olarak ileri sürülen fosiller arasında beş tanesi çok fazla tartışma konusu yapılmaktadır. Üzerinde en çok tartış­ma yapılan bu fosillere kısaca temas edeceğiz. Bunlar:



1- Java Adamı

2- Pekin Adamı

3- Piltdown Adamı

4- Nebraska Adamı

5- Hong Kong Adamı'dır.14

1- Java Adamı

Java adamı olarak ileri sürülen varlık, şu parçalardan mey­dana gelmiştir: Yarım kafatası, uyluk kemiği, iki büyük ve bir küçük azı dişi.

Bu parçalar bir yerde ve aynı anda mı bulunmuştur? Hayır. Birbirinden uzak mesafelerde ve 1891-1898 yılları arasında top­lanmıştır. Yani, sekiz yıl arayla...

Java adamı resimleri tamamen uydurmadır.

Son yapılan araştırmalarda bu kafatasının şempanzeye, bü­yük iki azı dişinin orangutana, küçük azı dişi ile uyluk kemiği­nin de insana ait olduğu anlaşılmıştır.

Nitekim fosilleri bulan Dubois de, hayatının sonuna doğru gerçeği itiraf etmiş ve Java adamı olarak ileriye sürdüğü yaratı­ğın gibbon maymunu olduğunu açıklamıştır. Ama artık ok yay­dan çıkmış, Java adamı evrimciler katında müstesna yerini almıştır.

Orta öğretim ve hattâ yüksek öğretim kitaplarında he­men hepimizin zaman zaman şahit olduğu; yüzü kıllı, alnı çekik, burnu ve çenesi ileriye doğru çıkmış Java adamının gerçekle ilgisi yoktur. O halde bu resim ve şekiller nedir? Bunlar tamamen hayal mahsûlü olarak çizilmiş veya elle ya­pılmış modellerdir.15

2- Pekin Adamı

Bu yaratığın; üç azı dişi, kafatası parçası ve iki alt çeneden meydana geldiği iddia edilir. "İddia edilir" diyoruz. Çünkü, adı geçen bu fosillerden iki diş hariç, diğerleri mevcut değildir. Şu anda sadece bu iki dişle evrimci Weidenreich tarafından yapıl­mış modeller bulunmaktadır.

Pekin adamına ait fosillerin kaybolduğu ileri sürülür. Bunların kayboluş hikâyesi ise anlatana göre değişmekte, gerçek durumu hiç kimse bilmemektedir. Bazı evrimciler, 1921-1928 yılları arasında Dr. Black tarafından bulunan bu fo­sillerin, İkinci Dünya Harbi esnasında Japonlar'ın Pekin'î istilâsı sırasında kaybolduğunu iddia ederler. O sıra Pekin'de görevli bulunan O'Connel ise, Japonlar'ın buraya gelmediğini, bu fosil­leri evrimcilerin kendilerinin imha ettiğini belirtir. Ona göre, el­deki materyaller iddia edildiği gibi maymunla insan arasında geçişi gösteren bir varlığın fosilleri değildir. Kafatası, o devirde avcıların avladıkları orangutan maymununa aittir. Bu hakikati gizlemek için evrimciler, eldeki fosilleri kendileri imha etmiş­lerdir.

Yapılan araştırmalar da Pekin adamının, insanın evrime uğ­ramış bir atası değil, orangutan benzeri bir maymun olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Şimdi bir biyoloji kitabına baksanız, Pekin adamına ait düzgün bir baş modeli veya kafatası iskeleti ile çene kemiği ve diş­lerin resmini görürsünüz. Bunlar gerçeği değil, evrimci Weidenreich'in hayalindeki varlığı yansıtırlar. Çünkü, hakikatte ne böyle bir varlık yaşamış ve ne de fosili bulunmuştur.16

3- Piltdown Adamı

İngiltere'de bulunduğu 1912 yılından 1960'lı yıllara kadar hakkında ciltlerle kitap yazılmış bir varlık da Piltdown adamı­dır. Bu kitaplarda insanın maymundan nasıl evrimleştiği, adı geçen fosil delil gösterilerek enine boyuna anlatılır. Bu izahlar zaman zaman inandırıcı da olmaktadır. Zira, mevcut fosiller içinde en idealidir. Bütün kafatası ve çene kemikleri ile dişler tamdır. Bu fosil, bir müze müdürü olan Woodward ile tıp dok­toru Dawson tarafından bulunmuş ve takriben 500 bin yıl önce yaşamış olduğu bildirilmiştir.

1955 yılından sonra fluor testine tâbi tutulan bu fosilin öyle iddia edildiği gibi eski değil, çok yeni olduğu ortaya çıktı. Daha sonra üzerinde yapılan detaylı araştırma ile eldeki materyalin sahtekârlık belgesi olduğu görüldü. Hem Öyle bir sahtekârlık belgesi ki, kafatası ve dişler insana, çene ise 10 yaşındaki bir orangutan maymununa ait. Bu insan dişleri, maymunun çene kemiğine uydurmak için eğelenmiş. Bununla da kalınma­mış. Kafatası ve çene kemiklerine, eskiye ait olduğu görün­tüsünü vermek için potasyum dikromat ile lekelendirilip Piltdown semti yakınında bir çukura gizlice gömülmüş. Tabiî bir müddet sonra da buradan merasimle çıkarmak için.

Bu sahtekârlığın ortaya çıkmasıyla ne değişti? Hemen he­men hiçbir şey. Sahtekârlığı yapanlar ölmüştü, Mes'uliyeti kim­se üzerine almadı. Bu fosilleri ilim âlemine takdim edenler ise, Afrika ve Avustralya'da yeniden arzularına uygun fosil aramaya başladılar. Bunlar zaman zaman insanın atasına ait olan fosiller bulduklarını iddia ediyorlar. Bu fosillerin insanın atası ile bir il­gisinin olmadığını anlamak için tekrar 40-50 yıl beklemeye bil­mem gerek var mı?17



4- Nebraska Adamı

Evrimciler tarafından insanın atası olarak ileri sürülen fosil­lerden birisi de Nebraska adamıdır. Tennessee'de H.F. Osborn tarafından 1922 yılında ortaya atılmıştır. Bu varlığa ait delil ne­dir? Sadece bir azı dişi. Bu dişin takriben bir milyon yıl önce yaşadığı farzedilen Prehistorik (Tarih öncesi) insana ait olduğu iddia ediliyordu. William Bryan, tek azı dişi ile insanın atası hakkında hüküm vermede acele edilmemesi gerektiğini bildirin­ce bütün şimşekleri üzerine çekti. Evrimciler kendisini, geri ka­falı olmakla itham ettiler. Fakat yıllar sonra yapılan detaylı araştırmalarla bu dişin bir domuza ait oduğu ispatlandı.18



5- Hong Kong Adamı

Bu adamın da tuhaf antropolojik bir hikâyesi vardır. Von Koenigswald, bir Çin dükkânından bir miktar fosil diş satın alır. Bunlardan üç dişi ayırır, bir kenara koyar. Bu hususta kendisine Weidenreich de yardımcıdır. Neticede bu üç dişe dayanarak bir fosil adam tayinine karar verirler. Buna bir de isim gereklidir. O da bulunur, "Hong-Kong Adamı."19

Sonuç olarak denilebilir ki, canlıların silsile halinde birbirinden hasıl olduğu görüşü tutarsız, tamamen sathi ve sübjektiftir. İnsanın geçmişi ile ilgili iddialar da bu paralel­dedir. Hiç bir ilmî delili ve tutarlılığı yoktur. Üstelik bugün evrimcilerin bazı sahtekârlıklarının ortaya çıkmış olması, kendilerine güveni iyice sarsmıştır.

Anlaşıldığı kadarıyla, bütün canlılar ve hususan insan, doğrudan mükemmel şekliyle yaratılmıştır.20



Bedene Uygun Ruh

Evrimcilerin yanıldığı noktalardan birisi de, bütün hayvan ve insanları; göz, kulak, burun vb. gibi organlardan ibaret ola­rak değerlendirmeleridir. Bir türden bir başkasının teşekkül etti­ği iddia edilirken, bunların his ve duygu dünyasını da gözden uzak tutmamak gerekir.

Ceset veya vücut, canlıların elbisesi gibidir. Her canlının ce­sedi de ruhuna, hissiyatına uygundur. Koyunun bedenine müna­sip ruhu ve arslanın da yine ruhuna uygun bir bedeni vardır.

Koyunun ruhu ottan hoşlanır. Ona arslanın pençesini tak­makla duygularını değiştirebilir miyiz? Bütün vücut üyelerini değiştirsek bile, ruhunu değiştiremediğimiz sürece, o yine ot pe­şinde koşan munis bir koyun olarak kalacaktır.

İnsan da böyledir. Onun da cesedi, ruhunun elbisesidir. Be­deniyle ruh duyguları arasında tam bir uygunluk vardır. İnsanda yazma hissi mevcuttur. Elleri de buna uygun olup kalemi tuta­cak şekildedir.

Görüldüğü gibi, maddeten ve manen mükemmel insan bede­ninin; "Bir takım hayvani bedenlerin evrimiyle meydana geldiği"ni ileri sürmek, bu noktadan da tutarsızdır.21



Evrim Teorisi Aleyhindeki Yayınların Azlığına Sebeb Nedir?

Batı'da evrim teorisinin lehinde büyük bir kampanya yürü­tülmektedir. Bu kampanyanın hangi ölçülerde sürdürüldüğü, aşağıdaki bir kaç misâlle bir nebze anlaşılacaktır, sanırım.

Önde gelen biyologlardan A. N. Field, 1971 yılında yayınla­dığı "The Evoiution Hoax Exposed" isimli eserinde şu görüşlere yer verir:

"...Evrimin ispat edilmiş bir vakıa olduğu, halkın boğa­zına takılırcasına her fırsatta tekrar edilmektedir... Evrim teorisinin, ilim kisvesi altında bir şebeke tarafından yürü­tüldüğü bilinmektedir."

Meşhur bir anatomi profesörü olan Thomas Dwight'ın ifâdeleri de oldukça dikkat çekici. Bakın ne diyor:

"Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, mes'elenin dışında olanların tahmin edemiyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürü­yor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi bu konu­daki düşüncelerini aynen açıklayabilir?"

İngiltere Kraliyat Derneği üyesi Paleontolog Merson Davis, 1926 yılında Victoria Enstitüsü yayınlarından birinde şunları yazmaktadır:

"Bugünlerde evrime karşı çıkmak, başkalarının da söy­lediği gibi para kazandırmıyor... Acaba kaç kişi Avrupa ça­pında meşhur zoolog Fleischmann'ın, evrimin ilmî olarak kabullenemeyeceğini ifade eden sözlerinden haberdardır? Fleischmann'a hiç kimse doğrudan doğruya karşı çıkma­mıştır. Fakat üstü kapalı bir şekilde kınanmış ve kısa za­manda unutturulmuştur. İlim adamları, bu ve buna benzer hadiselerle karşılaştıkça bu konudaki fikirlerini beyan etmeyip kendilerini saklamaktadırlar."

1928 yılında Paul Shorey, Amerika'da yayınlanan Atlantic Montly dergisinde aşağıdaki görüşlere yer verir:

"Sadece gazete idarehanelerinde değil, Kuzey Amerika'daki bütün üniversitelerde hiç bir şey 'EVRİM' kadar kutsal olamaz. Bunun tenkidi mümkün değildir. Bir profesör, Hıristiyanlığa, ABD anayasasına, George Washington'a, kadın haklarına, evli­liğe veya özel mülkiyete serbestçe dil uzatabilir. Fakat evrime asla... Bu, müsamahasızlık ve geri kafalılık olur."

Sir Ambrose Fleming'i sanırım tanımayan yok gibidir. Bu zat, radyo yayınlarını sağlayan termo iyonik radyo lambasını keşfetmiştir. 1934 yılında İngiltere'de teşekkül eden evrimi pro­testo hareketinde Fleming de vardır ve evrimi çürütecek bir metni radyoda okumak için BBC (İngiliz radyo ve televizyon kurumu) idaresinden müsaade ister. Fakat BBC müdürü C. A. Siepmann bu teklifi reddeder. Gerekçesi de şudur:

"Memlekette önde gelen bilginlerin çoğunluğunun deste­ğini sağlayabilmemiz için bu tip yayın yapılmaması, BBC'nin umumi politikasıdır."

Evrim lehindeki bu baskı, meşhur biyolog Prof. Sir William Batenson'u ise hayata küstürmüştür. Batenson, Amerikan ilmî ilerleme Birliği'nin Toronto'da yapılan kongresinde evrimi des­tekleyen delilin bulunmadığını dile getirmiştir. Lâkin, tarafsız bir şekilde ortaya koyduğu bu düşüncesinden dolayı meslektaş­larının üzücü ve devamlı protestosuyla karşılaşması, O'nu bü­yük bir ümitsizliğe itmiş ve sonunda mesleğini terketmiştir.

Dünya çapında meşhur evrimcilerden Douglas Dewar 1912 yılında "Türlerin Teşekkülü" adlı evrimi destekleyen bir kitap yazar. Bu kitabı, devrin başkanı Roosevelt tarafından da tavsiye görür. Dewar bu yayınından sonra araştırmasını daha da geniş­letir ve Hindistan kuşlarını detaylı şekilde inceler. Neticede, anî mutasyon (değişme)'larla türlerin değişmediği kanaatine varır ve evrim teorisini reddeder. Daha sonra "İnsan Özel Yaratık" adlı kitabını neşreder. Bu kitabının bir yerinde şöyle der:

"Evrimcilerin basını ele geçirmelerinin önemini pek az insan idrak etmiştir. Bu gün pek az dergide evrim teorisini reddeden makale çıkar. Hattâ dinî dergilerin bile bir çokla­rı insanın hayvan soyundan geldiğini kabul eden modernistlerin elindedir..Genellikle bütün gazetelerin yazı işleri mü­dürleri evrimi, ispat edilmiş bir vakıa olarak bilmekte ve bu teoriye karşı herkesi cehalet, ya da delilikle suçlamaktadır­lar... Hemen hepsi, evrimciler tarafından çıkarılan ilmî mecmualar ise, evrim mefhumuna ufak bir gölge düşürecek yazıyı bile yayınlamak istememektedirler... Kitap neşredenler ise, yürürlükte olan böyle bir teoriye karşı çıkıp da üze­rine hücumlar toplayacak veya rağbet görmeyecek bir kita­bı basmazlar. Hâttâ basım masrafları yazara ait olsa bile... Bununla yayınevinin itibar kaybedeceğini düşünürler. Böy­lece halk, mes'eleyi tek yönlü olarak bilmektedir. Halktan birisi, evrimi, yer çekimi kanunu gibi ispat edilmiş bir ger­çek olarak bilir."

Batıdaki bu taassubun uzun sürmemesini dileriz.

Akla şöyle bir soru gelebilir: "Acaba bizim ilim çevrelerin­den bazılarında da evrim teorisinin böyle bir dokunulmazlığı var mıdır?" İsterseniz bu soruya bir fıkra ile cevap vereyim. Kralın çok sevdiği bir atı vardır. Seyis (at bakıcısı)'i çağırıp şu tenbihatta bulunur: "Bu ata çok iyi bakacaksınız. Her kim bu­nun öldüğü haberini getirirse, kellesini gitmiş bilsin."

Bir gün at ölür. Şimdi bu haberi krala kim götürecektir? Se­yis iki büklüm huzura çıkar ve gayet alçak bir sesle: "Yüce kra­lım, at yattı kalkmıyor. Ayaklarını iyice uzattı, çekmiyor. Göz­leri de kapalı. Hiç bir şey yiyip içmiyor." Bu malûmatı alan kral: "Şuna 'öldü' desen ya" diye çıkışır. Seyis: "öldü, kelimesi­ni ben demedim efendim, siz söylediniz" diyerek kelleyi kurta­rır.22



Niçin Evrim Teorisi?

Evrim teorisini müdafaa edenlerin büyük bir kısmının esas maksadı, insanın maymundan geldiği safsatasını zihinlerde yer­leştirmektir. Bunu doğrudan söyleyemedikleri için, ilim kisvesi altında evrim teorisini ileri sürüp, bunu ispata çalışırlar.

Akla şöyle bir soru gelebilir: Niçin ısrarla insanın maymun­dan geldiği iddia ediliyor? Bu sorunun bir kaç cevabı olabilir.

Birinci ve en önemlisi; inançları sarsarak, materyalist felsefeyi ve inançsızlığı bütün dünyaya yaymaktır. Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de ve gerekse İncil ve Tevrat gibi diğer semavî kitaplarda; insanın ilk atasının Hz. Âdem olduğu bildirilir. Onun da topraktan halkedildiği beyan edilir. Do­layısıyla dinî inancı sarsmanın yollarından birisi, bu semavî hükme ters düşen felsefeyi ileri sürmektir.

Evrim nedir? İleri sürdüğü deliller nelerdir? Teori nedir? Bu teorinin leh ve aleyhindeki düşünceler nelerdir? Bütün bu soru­ların cevabını anlama ve araştırma safhasında olmayan gençle­rin zihinleri, biyolojiden tarihe varıncaya kadar bütün derslerde evrim felsefesinin bombardımanı altındadır.

Evrim felsefesinin özellikle insanın geçmişi ile alakalı gö­rüş, ilim kisvesiyle bir kanun gibi devamlı telkin edilir. Ayrıca, evrim anlatıldıktan sonra, din ve ilmin çatıştığı tekerlemesinin de hemen ilâve edildiğini unutmamak icap eder. Belki de bu genç, din ile ilmin değil, gerçekte evrim felsefesinin ortaya koy­maya çalıştığı hayal mahsulü ile dinin çatıştığını, hayatı boyun­ca öğrenme imkânı bulamayacaktır.

Bazılarının evrimi savunmasının diğer bir sebebi de mes'uliyetten kaçma hissidir. Çünkü, yaratılışı kabul, bir Yaratıcının varlığını gerektirir. Yaratıcıyı kabul edince ardından O'nun emir ve yasaklarına riayet gelecektir. Bu sorumluluktan kaçmanın tek yolu, yaratılışı tesadüf ve sebeplere havale et­mektir.23


Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin