Merak ettikleriMİZ


TÜKRÜK NEDİR, FAYDALARI NELERDİR?



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə52/66
tarix27.12.2018
ölçüsü1,57 Mb.
#87522
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   66

TÜKRÜK NEDİR, FAYDALARI NELERDİR?

Dr. Erdinç İŞÇİLER

Ağız suyunu teşkil eden tükürük, karışık bir sıvı olup, ağız çevresinde bulunan başlıca üç çift tükürük bezi ile (parotis, submandibular, sublingual) ağız mukozasında dağılmış, birçok kü­çük tükürük bezi tarafından salgılanır. Her beze ait tükürü­ğün, farklı bir vazifesi vardır. Parotis bezinden çiğneme tü­kürüğü, çenealtı bezinden (submandibular bez) tatma tükürü­ğü, dilaltı bezinden ise (sublingual bez) yutma tükürüğü meyda­na gelir. Bir günde salgılanan tükürük miktarı ortalama 1-1.5 lître'dir. Bu miktar, insandan insana farklılık gösterebi­lir ve uyku esnasında çok azalır. Ve işin hayret verici noktala­rından birisi de budur.

Tükürük, ağızda mekanik ve fizikî yönden koruyucu rol oy­nar. Ağzın içi; dil ile yanakların da yardımıyla bakteriler çözeltilerek uzaklaştırılır. Tükürük, asit baz dengesini sabit tut­ması sebebiyle, hastalık yapıcı mikropların faaliyetine mâni olur. Birçok özelliğinden dolayı mikropların çoğalmasını önler. Tükürüğün bünyesinde mevcut olan Sulfosiyanürün, hafif bir mikrop öldürücü özelliği vardır. Sindirimdeki rolü, ise gıdaları ıslatma, eritme ve yutma sırasında gözlenir. Bu harika sıvının kıymeti, her hangi bir sebeple ağzımız kuruduğunda daha iyi anlaşılır. Çünkü tükürüksüzlük, tad almayı da imkânsız kılar.

Tükürüğün faydaları, tahmin edilenden çok daha fazla­dır. Ve özellikle ilâç zehirlenmelerinde rol oynayan maddeler, bu sıvı yardımıyla zararsız hale getirilir. Meselâ kurşun, civa ve bizmut gibi ağır metallerin iyonları, tükürükle dışarı atı­lır. Hatta, kanda olduğu gibi tükürük içindeki alkol miktarından faydalanılarak, trafik kazalarında şoförlerin içki alıp almadıkları tesbit edilebilmektedir.

Tükürük, yutulduktan sonra da vazifesine devam etmek­tedir. Şayet, tahriş edici gıdalar yutulduğu veya şahsın mide barsak ile ilgili bir rahatsızlıktan ötürü bulantısı olduğu zaman, yutulan tükrük muhtemelen mide barsak kanalındaki tahriş edi­ci maddeleri sulandırmak veya asit oranım düşürmek suretiyle de rahatsızlığın atlatılmasına yardımcı olur.

Tükürük ve diş çürükleri arasındaki münasebet: Tükürük, yoğun çözeltileri sulandırır ve zararlı maddeleri yıkar. Bu arada, ağızdaki bakterilerin tesiriyle meydana ge­len asitleri sulandırarak uzaklaştırır. Tükürükle devamlı yıkanmanın faydası, özellikle alt kesici dişlerde görülebilir. Bu dişler, dilin temizleme tesiri yanında tükürükle her za­man yıkandıkları için en az çürüyen dişlerdir; Tükürük, ter­kibinde bulunan bikarbonat ve fosfat bileşikleri sayesinde asit­leri nötralleştirir. Çürüğe eğilimli kişilerin tükürüğünde bulunan fosfor miktarı, çürüğe dirençli şahıslara nisbetle daha azdır. Ağzımızdaki mikroorganizmalar, tükürüğün içinde devamlı olarak salgılanan üreyi azotlu ürünlere ve amonyağa çevirmektedir. Bu şekilde meydana gelen amonyak, hem asit teşekkülünü Önlemekte, hem de asitleri üreten bakterilerin gelişmesini firenlemektedir. Ayrıca diş minesinin, tükürük yardımıyla mineral bakımından devamlı olarak beslendiği, deneylerle tesbit edilmiştir. Böylece mine tabakasının mikroplara karşı di­renci artmaktadır. Ancak bu koruyucuyu tesir, tükürük salgısının diş yüzeyi ile doğrudan temasında mümkün olmaktadır. Diğer bir deyişle diş yüzeyinde bakteri plâğı (Dişlerin temizlen­meyen yerlerinde bakterilerin teşkil ettiği organik tabaka) olma­malıdır. Bu sebeple ağız ve diş temizliğine yeterli itina gösteril­mesi gerekir.

Her ne kadar tükürüğün bolluğu ile çürüğün önlenebileceği garanti değilse de, tükürüğün azalmasıyla çürüklerin arttığı bi­linmektedir. Ve tükürük, bir flor deposudur. Flor, dişlerdeki mine dokusunun sağlıklı ve asitlere karşı dayanıklı olmasını sağlar. Yine flor, bakteri plâklarındaki mikroorganizmaların asit üretimini ve mine aşındırıcılıklarını önler. Başlangıç dönemle­rindeki çürüklerin giderilmesini sağlayarak mine yapımını hız­landırır.

Görülüyor ki "tükürük" diyerek geçtiğimiz bu sıvı, sağlığı­mızın korunması için bize ihsan edilen en tesirli silahlardan bi­ridir. İnsanoğlu bu nimete karşı şükretmen" ve her yutkunuşunda, Rahman ve Rahim ismiyle tecelli eden Rabbine karşı vazife­sini yapıp yapmadığını düşünmelidir.327

İslâm'ın Koyduğu İnsanî Hedeflere, Batılılar Asırlar Sonra Ulaşabildiler




İSLAM'IN İNSANA VERDİĞİ TEMEL HAKLAR NELERDİR?

Mehmet DİKMEN



İslâm'dan Önce Dünya'nın Durumu

İslâm'da insan haklarına verilen değeri anlayabilmek için, dünyanın İslâm'dan önceki durumuna kısaca bir göz atmak fay­dalı olacaktır. Şöyle ki:



1- Dünya yüzündeki bütün devletler, monarşi ile idare edilmekteydi. Başta bulunan kral, hükümdar veya imparator, idare ettiği halk üzerinde tam bir yetki sahibiydi, istediğini asar, dilediğini sürer, kimseye karşı yaptıklarından hesap vermek zo­runda kalmazdı.

2- İnsanlar sınıflara ayrılmıştı. Hükümdarın yalan çevresi, akraba ve hısımları (asilzadeler) imtiyazlı bir sınıftı. Bunun ya­nı sıra horlanan, hakları çiğnenen geniş bir halk kitlesi de, ayrı bir sınıfı meydana getirirdi. Sınıflar arasında derin uçurumlar vardı.

3- Kölelik en vahşî bir şekilde uygulanıyordu. İnsan hay­siyeti, ayaklar altına alınmıştı.

4- Üstünlük Ölçüsü. İnsanlar ırk ve renklerine göre farklı muamelelere maruz kalır, soy sop üstünlüğü, yegâne üstünlük ölçüsü kabul edilirdi. İnsanlar akıl, bilgi, kabiliyet, ahlâk ve fa­ziletlerine göre değerlendirilmezdi.

5- Temel hak ve hürriyetlerin hiçbiri yoktu. Din ve vic­dan hürriyeti, mülkiyet hakkı, mesken edinme hürriyeti, fikir hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetlerin hiçbirisi, sıradan bir va­tandaş için sözkonusu değildi. İnsanlar inanç ve fikirlerinden dolayı olmadık zulüm ve eziyetlere mâruz bırakılırlar, vicdanlar baskı altında tutulurdu.

6- Hukukun temel prensipleri ayaklar altındaydı. Hukuk­ta eşitlik, kânun hâkimiyeti, cezaların şahsîliği ve kanuniliği gi­bi temel hukukî mefhumların hayal edilmesi bile imkânsızdı. Bağımsız ve tarafsız bir yargı adaletinden söz edilemezdi. Şahsî arzu ve emirler kanun yerine geçer, aynı suçu işleyen farklı sı­nıflara mensup kişilere farklı cezalar uygulanırdı.328

En Büyük İnkılâp

İşte dünya böylesine karanlık bir tablo içinde iken, İslâm di­ni gelmiş ve insanlık tarihinin en büyük inkılâbım gerçekleştir­miştir.

İnsaflı bir gözle incelenirse, gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerek­se Hz. Peygamber'in sünnetinde, Batı dünyasında neşredilen in­san hakları beyannamelerinden asırlar önce, günümüzde ulaşı­lan en nihaî insanî hedeflerin tesbit edilmiş olduğu görülecektir.

Nitekim, Hz. Peygamber'in (a.s.m.) Veda Haccı esnasında yaptığı konuşmanın (Veda Hutbesi) insan hakları açısından taşı­dığı esaslar, bunun en açık misalidir.

Bu hutbe, M. 632 yılında 100.000'den fazla müslümanın karşısında okunmuştur. Yani, İnsan hakları ile ilgili ilk yazılı metin kabul edilen 1789 İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi'nen 1157 yıl önce...

İslâm'm insan haklarına getirdiği yeni esasların, Batı'daki in­san hakları mücadelesi üzerinde de büyük tesiri olmuştur.

Avrupa'nın hakperest filozof ve düşünürlerine insana değer verme düşüncesini ilham eden, onlara aklın gücünü tanıtan, Rö­nesans'ı gerçekleştirmede görüş ufku açan ilk kaynak, İslâm dü­şüncesi olmuştur.329

İslâm'ın İnsana Verdiği Değer

İslâm'ın insan haklarına getirdiği esasların, hak ve hürriyet­lerin neler olduğuna geçmeden evvel, O'nun insana ne gözle baktığını, nasıl bir kıymet verdiğini kısaca şöyle özetleyebiliriz:

İnsan, diğer yaratıklardan farklı bir değere sahiptir. Bu kıy­met, Allah'a iman ve O'nun emirlerine uymakla daha da artar. Bu sayede insan, kâinatın gözbebeği ve en şerefli bir misafiri olur. İnsan, insanlık değerini, doğumu ile, hatta, ana rahminde teşekküle başlaması ile birlikte kazanır ve hayatı boyunca taşır.

İnsan olmaktan gelen değerlilik, herkesi kuşatmıştır. Kadın, erkek, büyük küçük, siyah beyaz, zayıf kuvvetli, fakir zengin hangi din ve milletten, ırk ve renkten olursa olsun, bu şefkat gölgesi hepsini içine almıştır.

Bu suretle İslâm dîni, her ferdin kanını kanunsuz olarak dökülmekten, ırzını çiğnenmekten, malını gasp edilmekten, meskenini tecavüzden, nesebini bozulmaktan, vicdanını bas­kıdan korumuştur. İnsanlık şeref ve haysiyetini, gerçek bir teminat altına almıştır.330

İslâm'ın İnsanlığa Getirdiği Temel Hak Ve Hürriyetler

İslâm'm insanlığa getirdiği temel hak ve hürriyetler şunlar­dır:



1. İslâm, ırk ve renk ayırımına son vermiştir. Bütün in­sanlar Hz. Adem'den gelmiştir. İnsanın ırkını ve rengini kendi seçmesi mümkün değildir. Bu, tamamen Allah'ın takdiri iledir.

İnsanları böyle bir konuda farklı gözle görmek, bazı ırk ve renkleri kınayıp bazılarını üstün kabul etmek, İslâmî açıdan ol­duğu kadar, insanî açıdan da son derece yanlış ve zararlıdır.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de insanları bir erkek ile bir dişi­den yarattığını, sonra sayıları çoğalınca birbirleriyle kolayca ta­nışıp yardımlaşsınlar, ünsiyet ve ülfet etsinler diye onları kavim ve kabilelere, ırk ve milletlere ayırdığını beyan eder. 331

Görüldüğü gibi, insanların ayrı ırk ve renkten oluşu, bir­birlerine üstünlük için değil, tanışıp yardımlaşmaları içindir.

İslâm'ın bu anlayışına ışık tutacak bir hâdise şöyledir:

Ashaptan Ebû Zerr hazretleri siyah derili Bilâl-i Habeşî'ye bir gün kızmıştı. Bu kızgınlığı esnasında ona: "Siyah kadının oğlu" diye hakaret etmişti. Annesinin renginin siyahlığından dolayı onu ayıplamıştı. Durum Hz. Peygamber'e (s.a.v.) haber verilince Peygamberimiz son derece kızmış ve Ebû Zerr'e şun­ları söylemişti:

Ey Ebû Zerr!.. Sen Bilâl'i, annesinin renginden dolayı ayıplamışsın öyle mi? Demek ki sen hâlâ cahiliye zihniyeti taşıyorsun!.."

Bir anlık öfke ile ağzından çıkan ve kendisinin de istemediği bu sözden dolayı Ebû Zerr hazretleri çok üzüldü, pişman oldu. Ağlamaya başladı ve kendini yere atarak yüzünü toprağa yapış­tırdı ve şöyle dedi:

Bilâl ayağı ile yanağıma basıp çiğnemedikçe, vallahi yüzümü yerden kaldırmayacağım.." Bilâl-i Habeşî'den tekrar tekrar özür diledi.332

Ben İslâmoğluyum



2. İslâmiyet soy sop üstünlüğüne ve bununla övünmeye de son vermiştir. Ashab-ı Kiram'ın bulunduğu bir mecliste, Sa'd bin Ebî Vakkas, sahabenin ileri gelenlerinden bazılarına neseblerini (soylarını) saymalarını teklif etti. Kendisi de bu ara­da kendi soy ve sopunu baştan sona sıraladı. Topluluğun içinde İran asıllı Selmân-i Fârisî de vardı. Onun, Kureyş ileri gelenle­ri gibi övünebileceği meşhur bir nesebi yoktu. Soyunu sopunu teferruatlı olarak da bilmiyordu.

Hz. Sa'd, ona da nesebini saymasını teklif edince, O, bu tek­lifi son derece yadırgamış ve cevaben şöyle demişti: "Ben İslâmoğlu Selmân'ım.. Nesebimi sizin gibi bilmiyorum. Bil­diğim bir şey var, o da Allah'ın beni İslâm ile şereflendirdiğidir..."

Sa'd'ın lüzumsuz, aynı zamanda cahiliyet devri zihniyetini andıran bu nesep sayma teklifinden Hz. Ömer de rahatsız ol­muştu. Selmân'ın bu manidar cevabı o kadar hoşuna gitti ki, "Ben de İslâm oğlu Ömer'im" diyerek Hz. Selmân'ın cevabı­na nazîre yaptı.

Hâdiseyi Hz. Peygamber (s.a.v.) duyunca, o da Selmân'ın ce­vabını çok beğenmiş, "Selmân bendendir, benim ailem (ehl-i beytim)dendir.." buyurmuştur.

Hz. Peygamber, ayrıca Kureyş'in en soylu ailelerinin kızları­nı, azatlı kölelerden olan bazı sahabilerle nikahlayarak soy sop üstünlüğüne dayanan cahiliye zihniyetini yıkmıştır.333

İdarecileri Kontrol Hakkı



3. İslâmiyet, halka idarecilerini kontrol ve denetleme hakkı getirmiştir. Devlet idaresinde keyfî tasarruflara, zulüm­lere, haksızlık ve kanunsuzluklara son vermeyi hedeflemiştir.

Hz. Ebû Bekir halife seçildiği zaman, halka yaptığı konuş­masında bu hususu şöyle dile getirmiştir:

"Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde, taşınıza idareci seçildim. Vazifemi İslâm'a uygun şekilde yaparsam, bana itaat edin. Doğru yoldan saparsam beni ikaz edin."

Hz. Ömer de halifeliği sırasında bir gün camide müslümanlara: "Ben doğru yoldan ayrılırsam ne yaparsınız?" diye sor­muştu. Onlar: "Seni kılıçlarımızla doğrulturuz.." cevabını verdiler. Hz. Ömer bundan son derece memnun kalmıştı.

İslâm tarihinde, idare ettiği halk tarafından mahkemeye şi­kayet edilen ve hâkim huzuruna çıkarılan hükümdarların var ol­duğu bilenen gerçeklerdendir...334

Din'de Zorlama Yoktur



4. Fikir ve vicdan hürriyeti. Fikir ve vicdan hürriyeti, insa­nın hayat hakkından sonra gelen en mühim hakkıdır. Kişinin bu hakkını tanımamak, onu öz benliğinden sıyırıp hayvanların se­viyesine indirmek demektir. Bu sebeple İslâm, fikir ve vicdan­ların baskı altında tutulmasına kesinlikle izin vermemiştir. "Dinde zorlama yoktur" prensibiyle İslâm, inanç esaslarını kimseye zorla kabul ettirmeyi doğru bulmamıştır.

İslâm'daki din ve vicdan hürriyetini batılı bir yazar Mişovd şöyle dile getiriyor:

"Hıristiyan milletler adına esef ederim ki, bunlar dînî müsamahayı Müslümanlardan öğrenmeye muhtaçtırlar. Kur'an, kuvvetle değil, ikna yolu ile intişar etmiş ve süratle yayılmıştır. Müslümanlar mağlup ettikleri milletleri, kendi dinlerini muhafazada daima serbest bırakmışlardır."335

Kölelik Meselesi



5. İslâmiyet, kölelik müessesesine de büyük bir titizlikle eğilmiş, onu hukukî bir statüye kavuşturmuştur.

İslâm Dîni geldiği sıralarda bütün dünyada kölelik, en vahşi ve insanlık dışı tatbikatıyla hüküm sürmekteydi.

İslâmiyetin bütün dünyada yaygın olan bu müesseseyi, tamamiyle ortadan kaldırması elbette beklenemezdi. Bu sebeble O, köleliği temelden ve bir anda ilga yoluna gitmemiş, fakat bu müesseseyi büyük bir islahata tabi tutarak, ona en insanî ve en medenî şekli vermiştir. Ayrıca kölelikten hürriyete geçiş yolla­rını artırıp kolaylaştırarak, köleliğin dolaylı olarak ortadan kalk­masını sağlayacak formüller koymuştur.

6. Mülkiyet Hürriyeti. Allah'ın insana verdiği çeşitli duy­gular arasında mal sevgisi, mülk edinme arzusu da vardır. Kur'an-ı Kerim'de bu husus açıkça belirtilmiştir.

Fıtrat dini olan İslâm, bu sebeble ferde mülkiyet hakkı tanı­mış, ona, bu duygusunu meşru şekilde tatmin etmesi için zemin hazırlamıştır. İslâm'ın tanıdığı mülkiyet hakkına, sahibinin izni olmadan hiçbir şekilde müdahale edilemez.



7. Hukukta Eşitlik. İslâmiyet bütün insanları hukuk önünde bir tarağın dişleri gibi eşit kabul etmiştir. Şahısların içtimaî du­rumuna, soyuna sopuna göre imtiyazlı muamele yapılmasına müsaade etmemiştir.

İslâm'da kanun hakimiyeti ve hukukun üstünlüğü esastır. Bir devlet reisi ile halktan biri kanun karşısında eşit muamele görür. Suçlu olan, devlet reisi bile olsa, mutlaka cezasını görür.

Fatih Sultan Mehmed'in bir Rum mimarı ile, Hz. Ali'nin bir Yahudi ile, Selâhaddin-i Eyyûbî'nin bir Ermeni ile hakim huzuruna çıkmaları bunun en çarpıcı örnekleridir.336

Asr-ı Saadetten İbretli Bir Misal:

Mekke'nin fethi günü Manzum kabilesinin soylu ailelerin­den bir kadın hırsızlık yapmış, suçüstü yakalanmıştı. Cezalandı­rılması gerekiyordu. Fakat soylu bir aileye mensup olduğu için, ailenin şerefinin lekelenmesinden korkuluyor, bu yüzden kadı­nın cezadan affedilmesi isteniyordu. Fakat bunu nasıl sağlaya­caklardı? Hz. Peygamber'e bunu nasıl söyleyeceklerdi. Nihayet, Peygamberimizin çok sevdiği Üsâme bin Zeyd'i O'na elçi olarak göndermeye karar verdiler. Üsâme, Hz. Peygamber'in huzu­runa çıkarak durumu anlattı. Ondan suçlu kadını affetmesini is­tedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu teklife çok kızdı. Derhal dışarı çıkarak şu tarihî konuşmayı yaptı:



"Ey müslümanlar, sizden evvelki milletlerin yıkılıp helak olmalarının, tarihten silinip gitmelerinin sebebi nedir, bili­yor musunuz? Onlar; ileri gelenlerden biri suç işlediğinde ona ceza vermezlerdi. Halktan biri suç işlediğinde ise, ceza­nın tatbiki için adetâ can atarlardı. Bu zulüm onların yıkılıp gitmelerine sebep oldu. Yemin ederim ki, suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, onu cezalandırmakta hiç tereddüt et­mezdim."

Bunun üzerine ceza hemen uygulandı. Hz. Ebû Bekir'in, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasın­daki şu cümleler de, bu noktadan dikkat çekicidir:

"İçinizden zayıf olanlar, haklarını alıncaya kadar benim nazarımda en kuvvetlidir; Kuvvetliler de ben onlardan baş­kalarının haklarını alıncaya kadar, benim yanımda en za­yıftırlar."

8. Cezaların Şahsîliği ve Kanuniliği. İslâm'da kanunsuz ce­za olmaz ve ayrıca suç işleyenin yerine başka birinin cezalandı­rılması da söz konusu değildir. Bu konuda bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur:

"Muhakkak ki Allah Teâlâ, miktarı belli cezalar dışında kanlarınızı akıtmayı, mallarınızı almayı, ırz ve namusa te­cavüzü haram kılmıştır."

Cezaların şahsîliği prensibi, En'âmi sûresinde şöyle ifade edilmiştir: "Herkesin kazandığı, ancak boynunadır. Kimse, başkasının (günah) yükünü taşımaz.." 337



9. Mahkemelerin Bağımsızlık ve Tarafsızlığı. İslâm'da adalet müessesesi olan mahkemeler, her türlü dış baskıdan, şahsî kin ve garazlardan, keyfî tasarruflardan uzak tutulmuş,hâkimlerin tarafsızlıklarını kaybetmelerine müsaade edilmemiş­tir. İslâm mahkemelerinde devlet reisleri sıradan vatandaşlarla birlikte hakim önüne çıkmışlar, suçlu görüldükleri takdirde de cezalandırılmışlardır.

10. Mesken masuniyeti ve hususî hayatın dokunulmazlı­ğı. İslâm'da şahsın hususî hayatına karışmaya, meskenine izin­siz girmeye kimsenin hakkı yoktur. İnsanların gizli hallerini araştırmak, İslâm'da yasaktır.

11. Seyahat Hürriyeti. İslâm'da seyahatin ibret almaya ve sıhhat bulmaya sebep olduğu kabul edilir. Bu sebeple seyahat yapılması teşvik edilmiştir. Kanunsuz ve keyfî olarak şahısların seyahat hürriyetinin engellenmesi söz konusu değildir.

12. Yaşama hakkı, can, mal ve namusların tecavüzden korunma teminatı. Bu husus, Veda Hutbesinde Allah Resulü tarafından en güzel bir şekilde ortaya konulmuştur:

"İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, can, mal ve namuslarınız da öyle mu­kaddestir. Her türlü tecâvüzden korunmuştur."



13. Sosyal Güvenlik. İslâm dîni insanın, yaşlılık, hastalık, felâket ve kazalar karşısında mağdur ve perişan olmaması için, onu himaye etmiş, getirdiği sosyal güvenlik tedbirleri ile muh­taç durumda kalan fertlerin geleceğini teminat altına almıştır. İslâmiyet, herşeyden önce insanları çalışmaya sevkederek malî bakımdan kendilerini güvenceye almalarını teşvik etmiştir. Ay­rıca getirdiği çeşitli tedbirlerle onlara aile içinde, «komşu ve ak­raba muhitinde, ayrı bir güvenlik sağlamıştır. Bütün bu güven­lik tedbirleri yetersiz kaldığı yerlerde de devlet bizzat ferdin gü­venliğini teminat altına almıştır. Zekât müessesesi ve vakıflar en mükemmel sosyal güvenlik kurumlarıdır.

14. Çalışma hürriyeti, ücret adaleti ve eşitliği. İslâm'da çalışma, emek sarfetme büyük bir değer ve teşvik görmüştür. Dilenmek, başkasına yük olmak, hoş karşılanmamıştır. Hatta ai­lesinin nafakasını helâl yoldan temin etmek için çalışmak, farzları yerine getirmek şartıyla ibadet bile kabul edilmiştir. "İn­san, ancak çalıştığının karşılığını alır" âyet-i kerimesi de, İslâm'ın emek ve çalışmaya verdiği ehemmiyeti gösterir...

Çalışma hürriyetini meşru kazanç yolundan olmak şartıy­la tam bir teminat altına alan İslâm, işçi ile işveren arasında­ki münasebetleri de en güzel şekilde tanzim etmiştir. İşveren, işçisinin emeğini hakkıyla ödemek zorundadır. Onun saflık ve bilgisizliğinden istifade edip düşük ücretle çalıştırması veya üc­retini zamanında ve tam ödememesi yasaklanmıştır.

"İşçinin ücretini, alın teri kurumadan ödeyin" prensibi, işçinin hakkını en mükemmel şekilde teminat altına almıştır.

Bir hadis-i kudsî'de Cenabı Hak: "Bir işçi çalıştırıp ta on­dan istediği randımanı aldığı halde ücretini ödemeyen kim­seye ben kıyamet gününde hasım olurum" buyurmuştur.

Buna mukabil, işçi de kendine tevdi edilen işi, eksiksiz, ku­sursuz yapmaya çalışacak, aldığı ücreti hak etmeyi prensip edi­necektir.

15. Çocukların Himayesi. İslâmiyet, doğumundan itibaren çocuklara sahip çıkmış, onların beslenme ve giyim masrafları için anne babaya çeşitli yardımlar yapmış, bu iş için hazineden ödenekler ayırmıştır. Bugün çocuk parası adı altında bütün zengin devletlerde bu yardım yapılmaktadır. Resûlüllah Efendi­miz, harpte kadınların ve bilhassa çocukların öldürülmemesini, İslâm ordusuna ısrarla tenbih etmiştir.

16. Temel Eğitim Mecburî ve Parasızdır. "İlim öğren­mek kadın erkek her müslüman üzerine farzdır." hadis-i şerifi, temel eğitim mecburiyetini getirmektedir. İslâm'da temel eğitim müfredatı titizlikle hazırlanmıştır.

Temel eğitimin içine dinî, ahlâkî, edebî bilgilerin öğretilme­si yanında, meslekî eğitim de girmektedir. İslâmiyet, dinî bilgi­lerle birlikte çocuğun meslek sahibi kılınmasını da zaruri gör­mektedir. Temel eğitim devletin himayesi altında ve meccanî, yani parasızdır.338



Kuranda, Tevrat'ta ve İncil'de Yer Alan Bir Mucize:





Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin