MeratiBİ İlahiye kasidesi



Yüklə 0,72 Mb.
səhifə3/8
tarix07.08.2018
ölçüsü0,72 Mb.
#68178
1   2   3   4   5   6   7   8

Âdeme ve Âleme baktığımız zaman, işlenen iş ve fiillerin failinin Hakk teala Hz.leri olduğunu bilmek ve görmek, bu görmekten hâsıl olan zevkede Cennet’ül Ef’al veya Cennet’ül irfan denilir. Kulaklarımızla duyduğumuzu, gözümüzle gördükten sonra ancaksın kalp tastik eder. Kulağın duyduğunu göz görmemişse onu kalp tastik etmez. Salikin buna çok dikkat etmesi lazımdır.




Tevhidi Ef’al’in Rabıtası “LÂ FAİLE İLLALLAH”dır. Manâ’sı işlerin iyisini ve kötüsünü halk eden Allah’tır. Allah’tan başka işleyen ve halk eden yoktur. Kişinin aklına şöyle bir soru gelebilir, mademki fiillerin halk edicisi Cenabı Hakk’tır. o zaman bizler günahta, sevapta işlemiyeceğimize göre, mesul olmamamız gerekmezmi? Evet, bu mertebede istemek Kul’dan halk etmek Allah’tandır. Kişi iyiliği Allah’tan isterse, Cenabı Hakk iyiliği halk eder. Kötülüğü isterse yine Cenabı Hakk kötülüğü halk eder. Zilzal suresi ayet 7-8 “her kimki zerre miktarı hayır işlerse onun mükafatını, kötülük işlerse de onun cezasını çekecektir”buyurulmaktadır.


Salik Kalb’ini saat gibi Zikre kurduktan sonra, Tevhid’i Ef’al Şuhutlarını tefekkür ederek, hissiyle Lâ faile illallah rabıtasını daima kullanmalı, kendisine veya başkalarına fiillerin failini nisbet etmeden, Hakk’ın olduğunu zevkân Şuhut etmelidir. Şuhut demek, şahid olmak, görmek, müşahede etmek demektir, neyi görecek ve müşahede edecektir. Kendisine telkin edilen, kendisine ve kendisi dışındakilerin fenayı Ef’al ile yok edip, bunlardaki tecelliyi ef’ali görerek şahitlik yapmasıdır.

Rabıta ise, bağlayan, birleştiren demektir, neyi nereye birleştireceğiz salikin dersi hangi makamda ise, o mertebenin rabıtasını hissiyle kullanmasıdır. Misal vermek gerekirse; Nefimizi dünyadan men edip, Cenabı Hakk’ın emirlerine bağlandığımız gibi, aklımızı, fikrimizi o mertebenin tecelli idrakına bağlamaktır. Ef’al mertebesindeki bir salikin, Aklı, fikri ve zikri hep fiillerin failinin Allah olduğunu düşünmesidir.

Yani her şeye o açıdan bakmak ve görmek diyebiliriz, yoksa kişi Nefsiyle olupta kendisine veya başkalarına bu fiillerin failini nisbet ederse, gayriyette kalacağı için vuslat bulamaz.
Hakk’a nisbet edilen fiiller, Afakî, Enfüs’î, Hissi ve Kalb’i olarak yapıldığında, faili mutlak olan Hz.Mâşukun olduğu Kalp ile müşahede edilir. Bu zevke sahib olan bir salik, Abdest alırken kendi elleriyle kendisinin Maşuku tarafından nasıl yıkandığını, Namaz kılarken kendi mazharından nasıl müştereken Namaz kıldığını, bir sanatkârın kendi elinden sanatını nasıl meydana getirdiğini Şuhut’la zevk eder. Böylece hem kendinde hemde başkalarında tecelli eden fiilleri Şuhut’la zevk edince, Cenabı Hakk’ın bu fiillerle zahir olduğuda zevk edilmiş olur. Hadid suresi ayet 3 de “ben zahirim” demiyormu. Zahir ne demektir. Görünen zuhura gelmiş demektir.
İşte bütün mazharlardan fiilleriyle zahir olan odur, suyun rengi yoktur girdiği kabın renginde ve şeklinde görünür, kaplara aldanmamak lazımdır.

Bir kişi salike kötü bir söz söylese o salik bu sözü o kişiye değil Hakk’a nisbet etmelidir. Zira o kişinin kendine ait bir fiili olmadığına göre, salikin bazı eksiklerinden mütevellit o kişiyi imtihan için kendisine musallat olduğunu düşünmelidir. Cenabı Hakk kullarını çok sevdiği için rahmeti ile kullarının hep iyi ve mutlu olmalarını istemektedir, eksiklikler bizde olduğu müddetce, o kişiyi bize musallat etmese başka bir kişiyi, bizdeki eksikliğin düzelmesi için musallat edecektir. Bir Hadisi şerifte: “üzüntüler, kederler musibetler, hastalıklar ve bütün ibtilalar kullara Allah tarafından verilmiş bir hediyedir. Ya eski günahlara bir kefalet veya manevi makamın yükselmesine vesiledir” buyurulur.


Bu Âlem’deki bütün varlıklar Cenabı Hakk’ın birer sıfat’ıdır, sıfat’ların kendi fiilleri yoktur, onlardan tecelli eden Hakk’ın fiilleridir. Sıfat’ların istidat ve kabiliyetlerine göre nerede kullanılması gerekli ise Cenabı Hakk’ta onları orada kullanmaktadır. Ayeti kerimede, hakikata göre, hayırda, şerde Hakk’tandır. Şeriata göre, sizden iyi bir fiil sadır olursa onu Hakk’tan, kötü bir fiil sadır olursa, onu Nefsinizden biliniz buyurulmaktadır.

Onun için fiillerin faili Cenabı Hakk’tır. Görünen ve görünmeyen mülkünde ondan başka fail yoktur, her şeyi onun takdiri ilahiyesine göre zuhur etmektedir. Saliklerin her şeye, Nefslerinde Fark, afaklarında Cem nazarı ile bakmalıdırlar. Çünkü salik henüz nisbiyet ve şirklerden kurtulamadığı için hep kendisini göz önünde bulundurması gereklidir. Salikin kendisini yakın takibe aldıkca kendi eksikliklerini Levm ederek,(kınayarak) yok etmek için gayret göstermelidir. Afakta Cemde olmak, başkalarının eksiklikleriyle uğraşma demektir. Senden yardım isterlerse işte o zaman elinden geldiği kadar faydalı olmaya çalışırsın. Allah hidayet etmedikten sonra, başına balyozla vursan dahi onu hidayet edemezsin hidayet Allah’tandır.


Şems suresi ayet 9 “Nefsini tezkiye (temizleyen) edenler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir”buyurulmaktadır. Yalnız ilimle olmaz. İlmin ötesinde ilmiyle amil olup, yaşam ile gönülden sıdkiye bağlılık lazımdır. Tevhidi Ef’alde bir salikin bütün fiiller, hareketler ve her türlü kıpırtılarda, kendini Fâni, Hakk’ı Baki olarak bilip, nisbiyetlerden kurtularak, fiillerin faili Hakk’tır demelidir.

Böylece gezdiği gördüğü her yerde artık tecelli edeni tanır, bunların Şuhûdu ile Kalbi tastık edip zevkiyap olur. Enfûs ve Afakında tecelli edenin sevgilisinin fiilleri olduğunu görür. Tecelli eden fiiller fiilullahtır. Her türlü fiil ve hareketleri Hakk’a nisbet ettiği için, o ana kadar bildiği, öğrendiği, zannettiği her ne fiiller varsa, hepsini Fâni ederek, İnsanı Kâmilden aldığı telkinat olan fiillerin failinin Allah olması, onda galip gelmiştir. Böylece kişinin zannı, evhamı, hayalleri yıkılarak Nefs tezkiyesi başlamış demektir. “unut bildiğini cümle, eriştir ilmini cehle”diyen Nesimi hz.leri bizlere bu yeri tarif etmektedir.

Salikin kendine nisbet ettiği fiillerin yokluğu ile mazharlardaki tecelli Ef’alin Şuhut edilmesi sonunda “Lâ faile illallah” rabıtasını kullandığında, kendisinin gönül Cennet’inde huzurda olduğunu anlar. Artık Cennet’e girmiştir, huzur ve mutluluk içinde, zikir ve rabıtasından haz ve lezzet duyar. Stres, üzüntü, keder, alamadım veremedim gibi mutsuzluklar ondan uzaklaşmıştır. Salikte tam bir teslimiyet ve Hakk’a boyun büküşü görülür, her kiminle temas kurarsa kursun, onlardan kendisine gelen her tecelliyi Hakk’a nisbet ettiği için Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu anlamıştır.

Bütün iyi tecelliler Cenabı Hakk’ın kendisine verdiği bir lûtuf olduğunu, kötülüklerle karşılaştığında, kendisinin Cenabı Hakk’a karşı bir eksikliğinden mütevellit imtihanda olduğunu anlamıştır. artık kendisini yakın takibe alarak bir an evvel o eksikliğini yok etmek için gayret gösterir. Salik, Hacivatla Karagözün kendilerine ait hiçbir fiilinin olmadığını, onları perde arkasından kavga ettirenin sanatkâr olduğunu bildiği gibi, bütün kâinatın sıfat perdelerinden fiillerinde yaratıcısının Cenabı Hakk olduğunu bilir.

Onun için, her şeyi yerli yerinde görüp, Enfûsta Fark (kendisinin şeriata uyup uymadığını tartması, eksiklikleri varsa bir an evvel onları tamamlamak için gayret göstermesi) Afakta Cemde (birlikte, yani başkalarının her türlü eksikliklerini görmeme hali. Her mazharın istidat ve meşrebi ne ise Cenabı Hakkın tecellisini sergilediğini bilmek.) mütâla edip irfan Cennet’inde mutlu olur.

TEVHİD-İ SIFAT: Meratibi Tevhid’in ikincisidir. Tevhid’i sıfat demek, sıfat’ın birliği demektir. Enfûsta, Afakta, Sukûn ve hareket halinde görünen bütün sıfat’lar Cenabı Hakk’ındır. Cenabı Hakk’ın bu Âleme taalluk eden sekiz sıfat’ı subûdiyesi vardır.

1- Hayat 2- İlim 3- İrade 4- Semih (İşitme) 5- Basar (Görme) 6- Kudret 7- Kelâm 8- Tekvin dir. İşte bu sekiz sıfat Cenabı Hakk’ın sıfat’larıdır, bu sıfat’lardan üçü, Hayat, İlim, İrade sıfat’ları batın’dır. Dördü, Duymak, Görmek, Kelâm ve Kudret sıfat’ları zahir’dir; bunların zahir oluşları, zahir’de bir unsuriyetten kendilerini sergilemeleridir. Meselâ: Kulak’tan Duyma, Göz’den Görme, Dil’den Konuşma gibi Kelâm sıfat’ını açığa çıkarır. Kulağı gördüğümüzde, Duyma sıfat’ına sahib olduğunu, Göz’ü gördüğümüzde görme sıfat’ına sahip olduğunu anlarız. diğerlerinide bunun gibi düşünürüz. Bu sıfat’larla Cenabı Hakk bütün Âlemi ihade etmiştir.

Hayat, bizdeki dirilik, İlim bizdeki olan bilgi Allah’ındır. Bizdeki İrade Allah’ındır. Semih, bizdeki İşitme, Basar, bizdeki Görme, Kudret, bizdeki Kuvvet ve bizdeki Kelâm hepsi Allah’ındır. Tekvin sıfat’ı ise, halk edicilik yaratıcı sıfat’ı demektir. Fiiller sıfat’lardan tecelli ettiği için, her sıfat’ın duyma fiili, görme fiili kelâm fiili gibi bütün sıfat’lardan tecelli eden fiiller Tekvinat sıfat’ı ile halk olunduğu için onu Ef’al bölümünde gördük deriz. Bu sıfat’lara sıfat’ı subûtiye denir. Sıfat’ı subûtiye demek sabit değişmeyen, bozulmayan, ölmeyen bir karar üzere duran demektir.
İşte bizim diye bildiğimiz ve kendimize nisbet ettiğimiz sıfat’lar, Fâni Allah’ın bu sıfat’ları Baki’dir, bizim sıfat’larımız Hakk’ın sıfat’larının mazharıdır, mazhar demek, bir şeyin görüldüğü yere denir. Mesela; çeşme’nin kurnası suyun mazharıdır. Çünkü su o kurna vastasıyla kendisini açığa çıkarıyor onun için bizim bütün sıfatlarımız Cenabı Hakk’ın sıfat’larına mazhardır. Bu sıfat’lar salike ayna olmakta ve orada Hz.Maşûku müşahede etmektedir. Sıfat gayba aittir ve zuhura gelmeden öncedir. Zuhura gelince, şahadete intikal eder ve Esma adını alır.

İnsan varlığı bu sıfatlarladır. Bu sekiz sıfat’ın hakk’ın olduğunu anladığımız zaman, kendi varlığımız diye bildiğimiz varlığımızı attık demektir. Senin ne Hayat’ın, ne İlmin, ne İraden, ne Duyman, ne Görmen nede Kelâm ve Kuvvetin var, bunların hepsi Allah’ındır. Bu güne kadar bu subût sıfat’ların kendimizin olduğunu zannediyorduk, şimdi anladıki bunlar bizim değil Cenabı Hakk’ınmış, bizler onun mazharlarıymışız. Böylece bu sıfat’ların Hakk’ın olduğunu anlayınca, bizler varlık şirk’indende kurtulmuş olduk. Bu Âleme ibret gözüyle baktığımızda Cenabı Hakk’ın subûti sıfatiyesi olan bu sekiz sıfat’ı ile bütün Âlemi ihate edip kaplamış olduğunu görürüz.


Nereye bakarsak bakalım bu sıfat’lardan başka bir Sıfat görmediğimiz takdirde, Sıfat Cennet’inde olduğumuz anlaşılmış olur, bir salik bu güne kadar bütün Sıfat’ların sahibinin kendisi olduğunu zannediyordu, İnsanı Kâmil onu cehalet ve gafletten uyandırdı. Bu sıfat’ların kendisinin değil, Cenabı Hakk’ın sıfat’ları olduğunu ona telkin etti; oda teslimiyetinin gereği olarak gönül rızası ile kabullenip bu sıfat’ları Hakka teslim etti. Fâni olan kendi sıfat’larını Baki olan Cenabı Hakk’ın sıfat’larında yok etmekle, Sıfat Cennet’inde huzur ve sukûn’a ermiş oldu. Çünkü hayatını Hakk’a veren Hakk’ın hayatıyla yaşamaya başlar, ölümsüzlüğe kavuşur.
Yunus Emre Hz.leri “Ölenler hayvandır âşıklar ölmez” demekle buna işaret etmiştir. Hakk dostları ölümü zevken tadarak, kendilerinin zannettikleri sıfat’ları gerçek sahibi olan Cenabı Hakka vererek, Sıfat Cennet’inde huzur ve mutluluğa ererler. Böylece gaybın yedi sıfat’ı ile onlara hazine kapıları açılmış olur. Hakk’ın yedi Sıfatı Subût’iyesi salikin kendinden tecellilerini Ayne’l- yakin görmeye başlıyarak, Cennet’ül İrfan zevkiyle Sıfat Cennet’ine dâhil olur.

Gel kardeşim sende zan, evham,cehalet olan bilgi yuvasından çıkarak, kendine nisbet ettiğin Cenabı Hakk’ın değişmeyen mutlak sıfat’larını sahibine ver; ben göreyim, ben duyayım, ben irade sahibiyim deme; düşünce ve kendi bilgilerini ifna etki, zan yükünden ve cehalet ağırlıklarından kurtulasın, arada varlık kokusu kalmasın sende ikilik yaratan o nisbiyet şirk’i ortadan kalksın her taraf Nurla dolsun.


Güneş doğunca cehalet karanlığı kaybolur. Hak gelince batın yok olur. Kendini yakın takibe alarak kendi mazharından Cenabı Hakk’ın Baki olan bu Subût sıfat’larını, işte o zaman Ayne’l- yakın olarak gördüğünü zevk edeceksin. Kendine ait fiil ve sıfatların yok olunca, kendi mazharından Cenabı Hakk’ın Fiil ve Sıfatları tecelli ettiği için, Ahlak güzelliği, edep güzelliği, tevazu ve alçak gönüllülük gibi Resulullah Efendimizin yücelikleri sizde görünmeye başlıyacaktır. sizin kendinize ait ne sevap nede günah işliyecek hiçbir fiil ve sıfat’ınız kalmamıştır; bir sonbahar yaprağı gibi sararmış ve dalından kopmuş kuru bir yaprağı rüzgar ne tarafa götürürse oraya doğru gittiği gibi, sende her an hakk’ın tecellilerine tabi olursun.

Tevhidi sıfatın 4 şuhûdu vardır.

1- Tevhid’i Sıfat : (Bütün âlemde görülen ve bilinen sıfat’lar, hakk’ın sıfat’ları olduğunu Şuhut edip bilip görmeğe Tevhid’i Sıfat denir.)

2-Fena’yı Sıfat : (Bizim ve bütün âlemin Sıfat’ları Fâni, ancak Hakkın sıfat’larının olduğunu bilmeye fenayı Sıfat denir).

3-Tecelli Sıfat : (Görünen sıfat’ların cümlesi, tecelli ilahiye ile zuhura geldiğini bilmeye de tecelli Sıfat denir.)

4-Cennet’ül Sıfat : (Bütün Âleme ibret gözüyle baktığımızda, Cenabı Hakk’ın Sıfat’ı Subût’iyesi olan bu sekiz Sıfat’ı ile bütün Âlemi ihate edip kaplamış gördüğümüz zaman, her nereye bakarsan bu sıfat’lardan başka bir Sıfat görmeme zevkinede Cennet’ül Sıfat denir).

Tevhid’i Sıfat’ın Rabıtası (LÂ MEVSUFE İLLALLAH)dır. Manâsı, bu sabit sıfat’ları Allah’tan başka sıfat’lanacak yoktur. Ancak sabit Sıfat’lar Allah’ındır, işte buna Sıfat aynası denir. Nasıl aynaya baktığımızda, ayna içinde kendi sıfat’larımızı (gözümüzü, yüzümüzü, vs.) görürüz, başka bir şey görülürmü görülmez, aynen onun gibi, Tevhid’i Sıfat aynası olan bu Âlem aynasına baktığımızda da, hep onu görürüz; ondan başka bir şey görmeyiz.
TEVHÎD-İ ZAT: Vücud birliği demektir. Enfûsta ve Afakta, Sukûn ve harekette görünen vücud Hakk’ın vücud’udur. İster vücud’umuz diye bildiğimiz, isterse bütün Âlemdeki Sukûn ve hareket halindeki bildiğimiz vücud’lar Hakk’ın vücududur. Suret olarak gördüğümüz vücud’lar değil, onlar Hakk’ın vücud’unun gölgeleridir; bu gün var yarın yok olacaklardır. Güneşin battığında gölgenin kaybolduğu gibi; Allah ise Baki’dir. Rahman suresi ayet 26-27 “Küllü men aleyha fânn ve yebka vechü rabbüke zülcelali vel ikram”(dünya yüzünde görünen her şey fanidir, kendi vücud’ları yoktur, vücud sahibi olan Allah’tır). Bir ağaç gölgesi gibi, ağaç sallandıkca gölgede sallanır; çünkü gölge ağaç’a tabidir. İşte bu Âlemde Cenabı Hakk’ın vücud’unun gölgesidir. Nasıl gölge ağaçtan zahir olmuşsa, bu Âlemde Cenabı Hakk’ın vücud’undan zahir olmuştur. Yani gölgesidir. Salik bu makamda, hissen, aklen ve hayalen gerek Ef’al, gerek Sıfat ve gerek Zat aynalarından vücudullaha bağlanıp, cümle eşyanın vücudu Hakk olduğunun idrakı ile nazar edip Şuhut etmekle zevk alır. Daimi zevkte kalabilmesi için rabıtaya sımsıkı sarılır. Halkın Fâni, Hakk’ın ise Baki olması halinde zevkiyap olur. Uruç yani yükselme mertebeleri olan Fena mertebelerini geçen kişi, artık nisbiyet ve şirk’lerden kurtulmuştur.
Zatın Vücud aynaları olan Ef’alin vücudu yoktu, sıfat’tan tecelli ediyordu; sıfat’ında vücud’u yok, oda vücud’dan tecelli ediyor; onun için salikin rabıtası ile Zat aynaları olan bu vücud’u görmesi, kesret Âlem’inden latafet Âlemine geçmesine vesile olur. Artık vahdet zevki kesret görüntüsüne galip gelmiştir. Zatı Hakk nazarı ile Vücud’dan Sıfat’ın, Sıfat’tanda Ef’al-in tecelli etmesinin müşahadesi ile latafet görüntüler devam eder. Tevhid’i zat’ında 4 şuhutu vardır.
1- Tevhid’i Zat (Kendi Vücudunu ve Âlem’in Vücud’unu ve Âlemi Vücudu Zat’iyeleri Hakk’ın Vücudu Zat’iyelerinden gayri olmadığını bilmeye ve böylece Şuhut etmeye Tevhid’i Zat denir).
2- Fenayı Zat (Bizim ve bütün âlemin kendilerine ait müstakil Vücutlarının Fâni ve olmadığını bilmeye Fenayı Zat denir).
3- Tecelliyi Zat (Bizim ve âlemin vücudu zatiyemiz tecelli Zat’ı ilahiye ile üflenmiş bir Nefai Rahman olduğunu bilmeyede Tecelli Zat denir).

4- Cennet’ül Zat (Bu âleme ibret nazarıyla bakılıp, cümlesi Fâni ve kendi vücudlarının olmadığını, Hakk’ın vücudunun mazharları olarak görmeye, bu görmeden elde edilen zevkede Cennet’ül Zat denir.) bu makamın Rabıtası (LÂ MEVCUDE İLLÂLLAH) Allahtan başka mevcud olan hiçbir şey yoktur. Her şey Fâni yalnız Allah Baki’dir.

Tevhid’i Ef’al de fiilimizi Hakk’ın fiilinde Fâni ettik. Tevhid’i Sıfat’ta, sıfat’larımızı Hakk’ın Sıfat’larında Fâni ettik. Tevhid’i Zat’ta da vücudumuzu Hakk’ın vücudunda Fâni ettik. Yani yok ettik zaten yok idi; biz varmış biliyorduk. İşte bizdeki olan Fiil, Sıfat ve Vücud Hakkın olduğunu anladığımız zaman kendimize nisbet ettiğimiz hiçbir şeyimiz kalmaz. “İşte ölmeden evvel ihtiyari olarak ölmek budur.” Fiillerim hakk’ınmış, sıfat’larım hakk’ınmış, vücudumda hakk’ınmış. “Ben çekildim aradan kaldı yaratan” senlik kalkınca aradan, haktan başka hiç bir şey kalmaz, kendini bilen dahi yine kendinden başkası değildir. Meğerse bu güne kadar kendi zannımda yarattığım bu Vücud hakk’ınmış, zannımda kendime bir Vücud yarattığım içinde şirkte olduğumun farkında bile değilmişim. İnsanı kâmilin telkinatıyla anladımki; zanlarımın yıkılarak vücudun Hakk’a ait olduğunu Şuhut etmeye başladım.
Bidayette de vücut hakkın imiş fakat ben bilmiyormuşum, fiziksel görünen zahir gölge vücudlara takılıp kalmaktan latif olan Cenabı Hakk’ın asıl Vahdet vücudunu göremiyordum.

Şimdi anladımki, fiziksel gölge durumunda olan bu kesret vücutlardan, görünen vücudullahmış. Nisbet gölge vücudlardan soyunan bir salik, her türlü isim ve resimden kurtulmuş olur. Bir Arifin buyurduğu gibi: “Zat’a erişince İman mad olur, bütün kuyudatlar onda kat olur. Salik bütün kayıd lardan kurtulur, sadece hakk’ın vechi Baki kalır. Bu şuhûtla şuhût’lanan kişide, gönlünde Hakk’ın varlığından başka varlık görmeme hali tecelli eder. Kendi ve başkaları artık yoktur. Hakk’ın dışındakı bütün varlıkları Fâni etmiş, her nereye bakarsa baksın, Hakk’ın sıfat’larından istidat ve kabiliyetleri nisbetinde, zatının nasıl zuhur ettiğini görmeye başlıyacaktır. Bu sözlerim tevhide nasibi olanlara geçerlidir.

Zikirimde üç defa Allah diyerek verdiğim Nefesimin, kendime nisbet ettiğim Ef’al, Sıfat ve Zat’ımın Hakk’a vererek ifna ettiğimi, bir Nefes alarak Hakk’ın vahdaniyet varlığı ile ihya olduğumuzu anlarız. Zikir’deki üç ifna ve bir ihya, bizim Fena fillah olmamızı sağladı. Tevhid’i Ef’al, Tevhid’i Sıfat, Tevhid’i Zat olan

Fena makamlarındaki, ayrı ayrı izah ve Şuhutları, her bir Allah deyişimizin, geniş bir biçimde açıklamasından ibaret olduğu anlaşılmış oldu, zaten bir şeyin Fena edilebilmesi için, onun varlığı olması lazımki yok edilsin, hâlbuki kendimize ait ne Ef’al, ne Sıfat, nede Zat mevcud zanlarımızdaki o benliği ifna etmekten başka bir şey değildir. Zan da iki türlüdür.

1- Su-i zan (kötü zan) 2- Hüsni zan (iyi zan) her ikiside hakikat indinde geçersizdir. Zira net ve kesin bir şey hakkında bilgisi olmayan zanna girer.

Fenayı Efâl, Fenayı sıfat, Fenayı Zat etmekle cehalet, nisbiyet ve şirk’lerden kurtularak, çift gören gözlüğümüzü, latafet gören net gözlük camıyla değiştirdik. Artık Allah’ın, Tecelli Efâl, Tecelli Sıfat, Tecelli Zat olan Vahdet zuhurunu zevk etmeye başlamış oluruz. Ya Rab, Zatının Nurlarını, bizlerede göster. Cemallullah olan sıfat’larında güzelliğinin zevkini bizlere tattır. Âlem ve Âdemde bütün tecellilerin sırlarını bizlerede ihsan ve ikram eyle. Allahu Ekber’liğinin gönlümüzde kabul edilişi, kul ve sana karşı acziyetimizi bir an olsun bizlere unutturma. Amin.



BEKÂBİLLAH MERTEBELERİ
1-CEM MAKAM-I

Cem demek, toplanmak, bir araya getirmek, birleştirmek anlamındadır. Beka mertebelerinin birincisidir. Fena fiillah mertebelerini zevk edip, kulun kendisinin zannettiği, Fiil, Sıfat ve Zat’ının Hakk’ın Ef’âl, Sıfat ve Zat’ında yok olduğunu anladığında, Cem makam’ı salike telkin edilir. Fena mertebelerinde tarif edilen ikilik ifadesi olan, Enfûs ve Afak, yani bir biz var, birde bizden başkaları var. Tarifleri onun için burada birliğe erildiği için Bekada bu ifadeler yoktur. Cenabı Hakk’ın vahdaniyetinde, Zahir ve Batın vardır. Salik bu yerde Hakk’ı Zahir, Halkı Batın müşahede etmelidir. Halk, Hakk’a ayna olduğu için, Halk aynasından Zahir görünen Hakk’ın Vahdet tecellisidir. Onun için saliki Vahdet Şuhûd’u istila eder.

Cem makam’ı telkin edilen salik, Hakk’a Kuvve olup, onun kuvvesinden Hakk Zahir olurken kendisi Batın olur. Aynı zamanda eşyada butûna girer. Hakk’ın varlığı tam zuhur ettiği zaman Kâinattaki varlıkların gölgeleri yok olur. Sadece Hakk var olur. Bir cismin gölgesinin öğle vakti, cisimde yok olduğu gibi, halk mazharından Hakk’ın zahir olmasıdır.
Bir ağacın çekirdeğinde nasıl ağacın bütün gövde, dal ve yaprakları gizli olduğu halde görünmediği gibi, Hakk’ın Vahdaniyetinde Hak Zahir Halk Batın’dır.
Bu yerde ikilik ve kesret yoktur. Bütün eşyanın hakikatı aslen aynı Hakk’tır. Kul mazharından Hakk’ım diyen Kul değil, Hakk olmuş oluyor. Bakara suresi ayet 115 “Doğu ve batı her yer Cenabı Allah’ındır, hangi tarafa dönerseniz onun yüzü oradadır” ayetinin gereği olarak her nereye bakarsa Hakk’ın Cemal yüzünü görmesi onun zevki olacaktır. Bir hadisi kudside; “kulumun kulağından duyan, gözünden gören, dilinden konuşan, elinden tutan, ayağından yürüyen ben olurum” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi kulun mazharından duyan, gören ve konuşan hakk olmuş oluyor.
Salikin Fena fillah mertebelerinde ifna ettiği, Ef’alini, sıfat’ını, Zat’ını, Cem mertebesinde hakk’ın vahdaniyetinde hakk’la ihya olacaktır. Dolayısıylada görende Hakk görünende Hakk, bilende Hakk, bilinende Hakk olduğu için, salik bu esnada her ne zahir olursa onu Hakk’a nisbet eder.
Buna ahkâmı ilahiye derler, burası hakikat şehridir. Gayriyet ve ikilik kısacası, kesrete ait ne varsa hepsi helak olmuş, yok olmuştur, görünen sadece bir Zat’tır. Salikte hakk’ın sarhoşluğu (kendinden geçme, zan, hayal dünyasından çıkmak) zuhur edeceğinden bu yerde saliki fazla durdurmazlar. Burası daima durulan ikamet yeri değil, gezip görülmesi, mutlaka görülüp yaşantı içinde zevk edilmesi gereklidir. Fena mertebelerinde soyunduğu zatını, burada hakkın zatını giyerek zuhura gelir.

Bu makama kurb-i Ferâyiz (Farzlarla yakınlık) denildiği gibi, Fena-i Nefis, Beka-i Ruh makamı ve Uluhiyed makamı gibi isimlerde verilmiştir. Buraya Berzah’da derler. Bu makamda hep vahdet zevki salikte galebe çaldığı için, deryanın dalgalarını değil yalnız deryayı görür. Vahdet zevk’ini dil anlatmakta acizdır.



HAZRET’ÜL- CEM MAKAM-I

Bekabillah mertebelerin ikincisidir. Bu makam’da halk zahir Hakk batındır. Hakk aynasından halk zahir olarak müşahade edilir. Cem mertebesinde Abdin kuvvesinden bilen gören işiten Hakk idi. Hz.Cem makam’ında, Hakk kulun kuvvesi olması nedeniyle, kendi sıfatı olan kul mazharından gören Hakk,


Duyan Hakk, bilen Hakk olmuş oluyor. Salikin Fena mertebelerinde soyunduğu, kendi bütün sıfat’larını burada, Hakk’ın sıfat’larını giymesi nedeniyle, Allah’ın sıfat’larının mazharı (görüntü yeri) olur. Artık sıfat’lar onun mazharından seyredilir. O mazharda Hakk, Enel Hay (ben diriyim), Enel Kadir (ben güçlüyüm) diyerek, Cenabı Hakk’ın Kelam ve lisanını salikin kullandığını zevk ederiz.

Bu mertebede Salik Enfûsunda Cem’de Afak’ında Fark’ta olmalıdır. Dikkat edilirse, Ef’al mertebesinde Enfûsunda Fark’ta, Afak’ında Cem’de idi. Nisbiyet ve şirklerinden kurtulduğu için, daima Hakk’la beraber olması onun Cem’de olması demektir. Zahirde Fark’ta olması, Cemad’at, Nebad’at, Hayvan’at ve insan’lara Esma ve Sıfat’ları gereği neyi gerektiriyorsa, öylece yaklaşmasına şeriatı ahkamiye olan Fark’ıyla yaklaşır diyoruz.

Bu makam’a Ehlullah kurb-i Nevâfil derler. Bir Hadisi Kudside: “Kulum bana Nevafille (Nafilelerle) yaklaştığında ben onun görmesine Göz, işitmesine Kulak, konuşmasına Dil olurum” buyurmuşlardır. Görüldüğü gibi artık kulun gözünden kulağından gören ve duyan değil, gözüne göz, kulağına kulak olduğunu söylemektedir.
Artık, sıfatların kemalatı nisbiyetinde, Sıfat ve Esma, Asar ve Eşya tecellisinde Hakk’a ulaşmak, Hakk’ı seyretmek için gayret göstermektir. Her nereye nazar edersek edelim, batındaki Hakk’ın zahirdeki halk’tan tecellisini zevk ederek, bütün Sıfat’ların, Zatı Hakk ile kaim olduğunun müşahede ederiz. Bu makam ayni zamanda Şeriatı Muhammadiye makamıdır. Buraya ayak basanlar şeriatı ahkamiyenin yükümlerini harfiyen uygularlar. Şeriatı evvelde (Fark-ı evvel) bir çocuğun yaptığı hataların af edilmesi mümkünken, Fark-ı sâni olan bu Hakikat Şeriatında af yoktur. Salik artık akil baliğ olmuştur. Sorumluluk sınırına girmiştir, bundan böyle her şeyde kılı kırk yarması lazımdır. Şeriatsız Hakikat olmaz. Hz.Muhammed’siz Allahı bilmemiz ve bulmamız mümkün olmadığı gibi.

Hz.Muhammed’in Şeriat elbisesini giyenler, Cenabı Hakk’ı kendi gönül evinde daimi misafir edenlerdir. Mutmain nefs olarak Cenabı Hakkın kemalat Rahman sıfatlarından Hakkı zuhur ettirmeye Muhammedi elbiseyi giyme denilir. Fark-ı sâni ile zerreden küreye kadar her Sıfat’ta Cenabı Hakk’ın Cemalini görenlerdir. Bunlar Şeriatin emir ve yasaklarını harfiyen uygulamaktan mutluluk içinde sonsuz zevk alırlar. Muhammed elbisesini giyemeyenler ise, stres, üzüntü ve keder gibi vesveselerden kurtulamazlar.


Şeriatı yaşamadıkları için kendilerine çok yazık etmiş olurlar. Hz.Ali (r.a.) bir sözünde, “Farksız Cem zındıklık, Cemsiz Fark’ta Müşrikliktir” buyurmuşlardır. Şu halde Fark’sız Cem dinden çıkma, Cem’siz Fark’ta Şirk olduğunu hiç aklından çıkarma, Tevhid ise, Cem ile Fark’ı ayni anda Şuhut etmektir. Her hangi bir tecelliyi izlerken, Hakk’ı ve Halk’ı ayni zamanda zevk etmek ve neşesine ermek Tevhid zevkidir. Her şeyi kul’dan görüp Hakk’ı bir tarafa itip Halk’ı görmek şirk’tir, ortak koşmaktır, esası, hakk’ın bütün işlerini Kul eliyle işlediğidir. Kulun kendine ait hiçbir şeyi yoktur. o sadece mazhardır. Kulun adı söylenir ama, salikler Hakk’ı zevk ederler.
Yüklə 0,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin