Mes'ele (Tevhidi İfade Eden Yollar Hakkında) 4 Mes'ele



Yüklə 1,02 Mb.
səhifə19/23
tarix17.11.2018
ölçüsü1,02 Mb.
#82929
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

Eğer fiilden sonra derse; onu mevcut olarak görür sözünü iptal et­miş olur. Çünkü o, düşmanlık ve dostluk bulunmadığı halde düşmanlık ve dostluk fiilinin bulunduğunu gerçekleştiriyor. Eğer bulunduğu halde vukubulur, derse kendisine fiilin onunla olmasını nefyetmediği halde sebeb, müsebbeple beraber nıevcud olmuş olur. Eğer, dostluk ve düşmanlığın her ikisini birden mevcud olduğunu görüyor ise, kudret de onun gibidir. Ve yine onu hangi hal üzere görürse, kudreti de onunla beraber görür. Çünkü biz, bir şeyin bırakılmasını ve çıkarılmasını, o şeyin çıkması ile ve bırakılması ile beraber olduğunu görürüz. Bırakma ve çıkarmanın hakkı bir şeyi olduğu gibi görmesiyle iptal edilmez. Zikrettiğim husus da bımun gibidir. Çünkü onun mevcud olarak görmesi caizdir. Sebeplerin hepsi de onunla beraberdir ve ondan uzaklaşmaz. Kuvvet de bunun gibidir. Bilâkis böylece görmesi vaciptir. Tıpkı böylece sebeplerle beraber görmesi vacip olduğu gibi.

Genel olarak denir ki; gerçekten fiilin yokluk vakti vardır ki, o da fiilden önceki zamandır. Bir de var olduktan sonra yok olması vakti var­dır, o da kendisinden sonraki vakittir. Bir de var olma vakti vardır ki, o da içinde bulunduğu vakittir. Allah-u Teâlâ, onu, baskasıyle değil, zikro-lunan şey üzere fiilinin halleri ile beraber görmesi mümkündür. Kendisin­de fiiller ve mekânlar vaki' olan vakitler de böyledir. Sebepler de buna göre ifade edilir. Bunun gibi, kuvveti fiilden evvel yok olarak görür. Fiil­den sonra var iken yok olmuş görür, fiille beraber de mevcud olarak gö­rür. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Onun «yahut söyleyip yazdırmağa gücü yetmezse», sözü ile ihticac etmesine gelince; o husus, geçen mevzularda açıklanmıştır. Bununla bera­ber güzel bir ifade olmadığı ihtimali de vardır ki, o da acizliğe güçlü ol­masıdır. Ve yine onun delili bizim açıkladığımız husustur ki, kudretin ta­mamı başlangıçtan önce olmaz524. Halbuki hepsi kendisine izafe edilmiştir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra kadir olmadıkça iman etmez ve iman etmedikçe de kadir ol­maz dedi. Bu ise, onun ebedi.olarak imansız kaldığını ifade eder. Tıpkı kendisine ip ulaşıncaya kadar çıkmadığı zaman kuyuya düşen gibi. Ve kendisine ip ulaşmamıştır ki, kuyudan çıkıversin. Bunun cevabı, eşyadan sebeblerle beraber vaki olan ve ne sebeplerden önce ve ne de sonra bu­lunmayan hususlardan zikrettiğimiz şeyler kapsamaktadır. Sonra bunu ilmi anlamadığı ve kendisinde bulunmadığı zaman, kudretin ilim için va­ki' olduğunu söylemez. Zikrettiğimiz hususlar da bunun gibidir. Onun iddia da bulunduğu şeyin aslmm bulunması, onlardan her birinin, diğerinin ön­ceden bulunması ile bulunur diye ifade ettiği vakitte büyük olur. Amma onunla beraber bulunmasına gelince; dîn ve dünya işinin ekserisi onun üze­rinedir ki, beraber bulunan iki şeyden birinin diğerine tekaddüm etmesi caiz olmaz. Sonra vasfı geçtiği şey üzere bırakmak ile kendisine itiraz olundu. Bu hususa eğer kendisine haya rızkı verilmiş olsaydı, vicdanı kendisine bu hususu söylemeye müsaade etmezdi demekle cevap verme külfetinde bulundu ve bunun üzerine dedi ki : Grçekten bir şeyi bırakmak, o şeyin elinden dışarı çıkmaktan başka bir şey değildir. Güç ise fiilin gay­ridir. Kim ki ona bakarsa yalanım bilir. Zira bırakmak, düşüncesiz ve be­dahetle çıkmaktan başka bir şey değildir.

Gayri olmadığı vakitte kendisine fiili gerektiren hususlardan çık­maktan başka bir şey bulunmaz. Fiili işle memesiyle çıkmanın bulunması caiz olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra, hasmına cevabı, buna...525 benzeyen şeyle ihticac etti ki belki bu ona yarar sağlamış olur. Sonra yine kendisinde hiç bir illet bulunma­dığı halde güçsüz ve takatsizim diyerek, kendisine muhtaç olduğu süsünü526veren kimsenin sözünü hasmına delil olarak gösterdi ve bununla kuvveti nefyettiğini kastetmediğini iddia etti. BununU ancak zinde ve refahda olmadığı hususu nefyettiğini murad ettiğini ifade etti. Bunun delili ise. soran kimsenin ona avdet ederek bilâkis senin gücün vardır, fakat sen, benim yardımımla ferahlanıp sevinmezsin. Ben felanm ihtiyaçlarını tak­sim ettim, nasıl oluyor da sen benim gücüm yetmez diyorsun?

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Onun iki yönden cevabı vardır.

Birincisi : Onların her ikisi de doğrudur. Çünkü zinde ve ferahlı ol­mamak kuvveti ortadan kaldırır. Onunla ayakta durması raümkün olduğu için kendisinden ferahlık ve zindelik hasıl olur. Böylece de kuvvet bulun­muş olur. îşte o dediği şeyin kendisidir. Bunların ikisi de bilinen şeydir. Bunun içindir ki onlardan birine yalan denmesi caiz olmaz. Onun söyle­diğine göre onlardan birine yalan lâhik olması caiz olur.

İkincisi : O, muhtaç olan işe göre görüşünü ifade etti. Şöyle ki; kendi­si ile kaim olursa ona kudret denir. Görmüyor musun ki, o, başkasının ihtiyaçlarmin varlığı ile ihticac etti. Malumdur ki, gerçekten o kudret, on­dan zail olmuştur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Kâfirin, küfür halinde imanla memur olduğunu iddia etti. Bunun te'-vil ve tefsiri şöyledir : Gerçekten nehiy ona tekaddüm etmiştir. Bunun üzerine o, tekaddüm eden kudret ile ona kadirdir, demesi gerekir. Onun, evvelki mesele hakkında terk olduğunu iddia etmesi de bu meyanda ifade edilmiştir. Çünkü müslümanlar böylece ilerliyor, deyip onu mümkün olan hususa yöneltti. Diğeri hakkmda ise böyle bir ifadede bulunmadı.

Biz Allah'ın izni ve tevfiki ile deriz ki : Müslümanlardan hiç bir kim­se yoktur ki; onun nezdinde, kâfir, küfür halinde iken bulunduğu hal üze­re kadirdir demesin. Öyle ise emir hakkında söylediği gibi kudret hakkın­da da söyle. Çünkü sözde olsun, elde etmekte olsun her ikisinde de manâ birdir. Sonra onun müslünıanlarm sözünü te'vil ve tefsir etmesi, öyle bîr yönde olmuştur ki, her müslüman gerçekten onun hatırına gelmediğini bilir. Bilâkis herkesin aklı, onun ihtimal dahilinde olduğunu görmez. Eğer kâfir olması için çalışmasını gerektirseydi, küfürden nehyedümiş ve bu­lunduğu halde de emredilmiş olmazdı. İçinde bulunduğu zamanda bulun­madığı hal ile memur ve nehyedilmiş ve zıtları ile de muhatap olmuş olun­ca ikinci, üçüncü ve nihayetsiz zamanlar içinde de böyle olurdu. Bu hu­suslar gerçekten emir ve nehyin bulunmasını batıl kılar. Çünkü o, her şey­le ikinci vakit için emrolunmuş, zıttuıdan da nehyolunmuş olur. Halbuki o, bu hususlardaki emri yerine getirmiş olmadığı gibi nehyedileni de irtikâp etmiş olmaz. Çünkü o, emrolunduğu veya nehyolunduğu gelecek olan her zaman da böyledir. Böylece fiil de ebedî, olarak emrin ve nehyin gerçekleş­mesi batıl olur. Ve emri kabullenme ve nehyedileni irtikâp etme haline rücu eder ki bu da çok uzak bir ihtimaldir. Sonra hasmının sorusunu öy­le bir yönden zikretti ki, hasmı, sözünü527 ihtimal dahilinde görmez; ve di­yor ki : Siz kendinizde kudretin bulunduğunu ispat ettiğiniz528 zaman siz, Allah'ı ona benzetmiş olursunuz. Bu hususa cevap olarak şöyle diyor : O, senin kadir olduğunla vacip olmaz. O, gayri ile değildir. Binaenaleyh, bu hususta benzetme olmaz. Tıpkı ilim hakkında ifade edildiği gibi.

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Eğer herhangi bir şeye Allah'ın emri ile kadir oldun ise senin kudretinle Allah'ın kudretinin zail olması caiz olmaz. Tıpkı Allah'ın emri ile bir şeyi bildiğin vakit senin ilminle Allah'ın ilminin zail olmadığı gibi. Ve sonra, gerçekten soru iki yönden vukubul-muştur.

Birincisi : Kudretle tek basma kalmak, bununla senviyelerin sözünü nakzetmek için delil getirdin. Bu hususta da aynı şeyi ifade etmen gere­kir.

İkincisi ise : Gerçekten o husus, fiil bulunmadan önce fiil için Allah'a muhtaç olmamam icabettirir. Allah-u Teâlâ'nin her hangi bir kimseyi kendisinden müstağni kılması caiz değildir. Eğer «Allah'a bakî kalması hususunda muhtaç olur», dersen o, sence mümkün olmaz. Çünkü onun ihti­mali529 bulunmaz. Eğer «başkası meydana gelir» dersen, onu bir vakit için kendisinden gani kılmış olur. Kulluğun bulunması ile beraber eğer o hu­sus bir vakit için caiz olsaydı ebediyyen böyle olması caiz olurdu. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bu konuda asıl olan şudur ki : Gerçekten kudretin fiil için olmaması mümkün değildir. Fiilden olmayan acizlik de böyledir. Sonra bir vakitte fiile kadir olması, ikinci bir vakitte de aciz olması caiz olur. Çünkü bunun gibisinin bulunduğu bilinmektedir. Buna göre Allah-u Teâlâ, olması müm­kün olmayan şey için kuvvet vermiş olur. Bu husus ise, kuvvetin fiil için olduğunun fasid olduğunu ifade eder. Binaenaleyh kendisine bu husus ak­im icabettirdiği şeyi yani, kudretin daha önce geçtiğini söylemek müm­kün olmadığı için onun ancak fiil için olduğunu34 ifade etmesini gerekti­rir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra kendisine Firavun'un işi ile itiraz olundu. Şöyle ki : Eğer Fira­vun imân etmeğe kadir olmuş olsaydı, Allah'ın ilmini iptal etmeğe kadir olurdu. Bu husus Firavun hakkında böyle olduğu gibi Allah'ın indinde imân etmiyeceği bilinen herkes hakkında da böyledir. Bu görüşe cevap olarak şöyle der : O, vacip olmaz. Zira kudret, olmıyacağı bilinen imânın gayridir. Eğer onu kuvvet hakkında530 lâzım kılarsak, emir hakkında da aynı hususu söylemeniz ise elbetteki lâzım gelir.531 Sonra âlemin yaratıl­ması üzerindeki Allah'ın kudreti ile itiraz etti ki, Allah'ın ilminin iptal edilmesi için kudretle vasfolunması caiz olmaksızın bu husus mümkün ol­masın. Birinci mesele de bunun gibidir. Sonra Hüseyin'e, sözü mutlak olarak ifade edip ortaya atmakla itiraz etti. Hüseyin, onunla iman arasını beyan ederken mutlak olarak ifadede bulunup ortada konuşmayı tercih etmiştir. Sen onun, Allah'ın ilmini iptal etmek hakkında da böyle ifade et­tiğini söyler misin? Sonra der ki, o nasıl olursa olsun Allah onu bilir. Am­ma, olmadığı zaman Allah'ın ilminden çıkmış olur.

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Onu nazarı itibare almanın yö­nü, onun kadir olduğu şey üzere değildir. Fakat itibar edilecek husus onun daha salih olanı ifade etmesi yönüdür. Şu malum olan bir gerçektir ki; eğer Allah, onun mâlik olduğu şeye malik olmamış olsaydı, sapıttığını sapıtmağa, kendi Rasûlü'ne itaati menetmeğe kadir olmazdı. Binaenaleyh onun azgmîık ve sapıklığı daha az, itaat etmesine ise daha yakın olur idi. Buna göre daha salih olanı söylemek yersiz ve batıldır.

İkinci olarak denir ki : Onun, Allah'a iman etmiyeceği haber verildi­ği zaman, onun, kendisinin düşmanı olduğunu muhakkak bilirdi. Düşmanı mukadder olanı kötüleyip anlamamağa kadir kılınması onun kendi mül­künü bozup yok etmeğe ve rububiyetini iptal etmeğe güçlü kılması aklın bedaheti ile anlaşılır ki hikmet sınırının dışına çıkmak olur. Maamafih bu hususta düşmanına en büyük nimet ve minneti sağlamış olur. Onun ken­disine şöyle demeğe hakkı vardır : Benim, senin üzerinde her türlü ni­metim532 vardır. Yahut ta şöyle der : Cahil olan, bir Rab olmayan şeyle beni, rububiyetini nakzetmeğe malik kıldın. Senin hikmetini, yalancı, hik­met sahibi olmayan ile gidermek için bana güç verdin. Onları yapmak için beni kudret sahibi kıldın. Onları yerine getirmek için bana emir ver­din, muhakkak olarak sen bilirsin ki, gerçekten ben dileseydim, mutlak yapardım. Bunun üzerine senin rububiyetin tamamlanır, sana hikmet, nok­sansız olarak verilirdi. Benim, senin üzerindeki nimetim533 çok büyüktür. Sana verdiğim nimet de daha geniş kapsamlıdır. Öyle ise senin hangi ni­metinle beni azaba çekersin, hangi hikmetini bana emredersin? Bunların hepsi, senin için benimle tamamlanmıştır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Üçüncüsü : Hakikaten iki ilâh bulunduğunu söylemenin fasid ve ba­tıl olduğunu bilmenin yolu ancak birisinin kudretinin ancak diğerinin bil­mediği şeye karşı geçerli olmasıdır. Bu husus ise aksinin vukubulmasını ica­bettirir. Eğer bu ulûhiyetin fesada uğramaksızın caiz olmuş olsaydı, tev­hit ehlinin senviyelerin sözünü ve görüşünü iptal ettikleri husus hakkındaki sözleri batıl olurdu. Onun «Gerçekten Allah, o kimse iman etmiş ol­saydı, nasıl iman ettiğini bilirdi», sözüne gelince bu, kendisinde hiç bir yarar bulunmayan bir manâ ve ifadedir. Çünkü onu bilmesi ile beraber,

onun iman etmiyeceğini bilir miydi, yoksa bilmez miydi? Eğer hayır der­se, onu yani Allah'ı bilmez ve anlamaz kılmış olur. Eğer evet derse, ken­disine, işte, şimdi bu hususta karşılıklı talepler vukubulur denir. Sen, «Sğcr iman ederse, onun ilminin dışına çıkmaz» dedin. Sahi! Nasıl çıkmaz? Onun oîmıyacağmı bilmiyordu, halbuki oldu. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Amma Onun, «Eğer onun üzerine kadir olmasaydı, zemmedilmiş olmaz­dı» sözüne gelince; o, tıpkı kelâm etmek gibidir. Aralarında hiç bir fark yoktur. Bunun delili de onun sözü olmasıdır. Bilâkis, en müthiş derecede zemmedenin zemmi, onun üzerine vaki olur. Zira o, kendisi ile geldiği hu­sustan kaçınarak kudreti yapmış oluyor. O husus, bizi ilgilendirmez. Çünkü kudret, imanın gayridir demesi ise yine reddedilir. Çünkü bu ifa­dede lâzım olmayı meneden husus vardır.

Bilâkis, o kudret, imanın gayri olduğu için lâzım olur. Sonra onu emirle itibare alması fasittir. Çünkü o, kendisi ile kulluğu istemektedir. Binaenaleyh zilleti ve kulluğu zahir olur. Kuvvet ise yücelik, yükseklik ve her şeyden müstağni olmak demektir. İşte bu yöndür ki, bununla Allah'ın gayrinin rububiyeti iptal olunur. Halbuki emirde bu husus yoktur. Oysaki emir ve nehiy olmamış olsaydı iman eder, iman etmeyip küfreder, kadi? olur ve kadir olmaz demenin hiç bir manâsı olmazdı. Kuvvet ancak Allah'­tandır.

Sonra, gerçekten kudretin semeresi fiildir. Zikrettiğimiz hususlar, fiille olur, emirle değil. Bunun içindir ki emir, emirle zikrettiğimiz şeye vukubulmuş olmaz. Halbuki kadir kılmakla mülk sahibi, zengin ve halef olarak bırakılmış olur. Bu hususlar noksansız ve tamam olarak bulun­duğu vakitte de Rab ve İlâh plur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Ve sonra gerçekten biz, zikrettiğimiz yönden ilmin yolu akıl olan hu­susla itiraz ettik. Emir ise aklın icabettiği şeyle zıt düşmez. Eğer emir olmamış olsaydı, akılla olan evvelkisi kötü ve bilinmez olurdu. Binâena­leyh emir hakkındaki hikmetin yönünü ya bilir veyahut ta bizim bildiği­miz şeyi bilmez. Böylece kendisine ikinci yönün bilinmesi güç olan şeyle onu reddetmesi vacip olmaz. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Zikrettiğim hususu, dünyadaki işler teyid eder ki her kuvvetli olan yücelir ve kuvveti ile yükselir. Yüce ve büyük olan da bir şeyle emrolunmaz. Öyle ise, emirde zillet ve kul edinmek olduğu sabit olur. O ise bunu icabettirmez. Kudret sahibi kılmakta ise onun yüksekliğini ve yüceliğini jcabettirir. Tevfik Allah'tandır.

Sonra, kudret bulunmadığı vakitte zayi olmaz534, kudretin bulunması kastolunan fiili icabettirir. Emrin hakkı ise lâzım olmayı gerektirir. Yok­sa fiilin var olmasını değil. Nice emirler vardır ki orada emirleri kabul edenler yoktur. Bunun içindir ki, o, vacip olmaz. Allah'ın hakkında zikro­lunan husus ise o, Allah'ın kudreti, dilediğinin olması ve saltanatının ce­reyan etmesidir. İşte Allah'ın böylece nıbubiyeti tamam olur. Bizatihi yüce olmasını gerektirir. Kendisinde korkudan zikrolunan şeyin bulunması caiz olmaz. Bilakis onunla hikmeti tamamlanır. Ve rütbesi yücelir. Bunu gayri için icab ettirmesi ise çelişiktir. Görmüyor musun ki, seneviyelerin sözü, zikrettiğim hususlarla nakzolunmuştur. Onların sözü, Allah hakkın­da benzeri gibisine zıt düştüğü için kabul olunmaz ki, Allah, bildiği şeye kadir olur ki, o, onu işlemez. Bu takdirde rububiyetini nakzetmeğe535 ka­dir olur. Onun gibisini itiraz ederek ve onu vacip kılarak, Allah'ın gayrin­de olduğunu ifade ettiler. Bizim mevzubahs ettiğimiz husus da bunun gi­bidir. Başka bir yön de vardır ki o, Allah-u Teâlâ'ya, onun şöyle kudreti vardır ve böyle ilmi vardır, sözü ile kudret ve ilim vacip kılmaz ki, bunun hiç bir manâsı yoktur. Bu ise bunları Allah'ın gayrinde gerçekleştirir. Öy­le ise ona itiraz etmek lâzımdır. Ve yine gerçekten Allah-u Teâlâ, kendi zatı ile kadir ve âlimdir. Zikrolunan şeyle Allah'ın vasfolunması mümkün değildir. Çünkü bununla Allah'ın rububiyeti tamam olmuş, ulûhiyeti ve saltanatı yücehniştir. Allah'ın zatı ile mevsuf olan şey, başkasının, onun üzerine hâkim olması ve kudretinin üzerine cari olması sabit olduğu za­man o hususlardan olmuş olur. Tıpkı kendilerinde birbirlerine benzeme-yip muhtelif olan arazlar ve kendileri için bulunan cisimler gibi. Veyahut kendi nefisleri ile kaim olan cisimler ve onlarla bulunan arazlar gibi. Sonra Allah-u Teâlâ'nın onların üzerine hükmü ve sultası caridir ve on­lara maliktir. Eğer Allah'a takdirini iptal ve tedbirini noks anlaştırma, il­mini giderme, haberinden hakikati nefyetme gibi hususları isnad edersek Allah, gayrinin kudreti altında ve başkasının hükmünde olur idi. Allah-u Teâlâ, bu gibi hususlardan büyüktür, yücedir, berî ve münezzehtir. Bununla beraber bu hususları ifade etmek emre rücu' eder ki, biz onu be­yan ettik.

Kudret hakkında kaderiyelere göre iki mesele vardır kî, bunlar Al-lah-u Teâlâ'mn bizatihi kadir olmadığını icabettiriyorlar.

Birincisinde; onlar diyorlar ki : Allah-u Teâlâ, kulların hareketlerine ve sükûnet bulmalarına kadirdir. Vaktaki Allah, kulları o hareketler ve sükûnetlere kadir kıldı. O fiillerin üzerine olan kudreti kendisinden zail oldu. Bunun üzerine gerçekte Allah-u Teâlâ, gayri ile kadir olmuş olur. Çünkü o, bizatihi bulunduğu hal üzere olur. Eğer o kudret Allah'ın zatı için olmuş olsaydı gayrini onun üzerine kadir kıldığı vakitte kendisinden zail olmazdı536 ve,537 bunu açıklayanlardan biri de Allah-u Teâlâ,' bizatihi her şeyi bildiği vakitte başkasına bildirdiğinde kendisinden ilmi gitmez. Kudret de bunun gibidir. Bununla beraber arazların cisimler için başka olmasının538, delilleri cisimlerin arazlar olmaksızın bulunmalarıdır. Gö­rünen husus hakkındaki ilim ve kudretin başka olmasının illeti de bunun gibidir ki, her ikisi de kendisi için olanın gayridir. Allah-u Teâlâ hakkın­da ifade ettikleri sözde böyledir. Bu hususa daha fazla açıklık getiren hu­sus da şöyle İfade edilir ki, eğer onu mecburî bir hareketle hareketlendir­meyi ve mecburî bir sükûnetle durdurmayı kendisinde kudretin bulun­ması ile beraber murad etmiş olsaydı, ondan o kudreti almadıkça onun üzerine kadir olmazdı. Bunun üzerine Allah'ın o kudretle kadir olduğu sabit olur ki, o da kendisinden gider ve kendisine döner. İşte bu arazların hakikati ve cisimlerin de sıfatıdır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

ikincisi : Gerçekten Allah-u Teâlâ, kulunu bir şeyin itlafına kadir kıldığı vakitte Allah'tan murad ettiği şeyin ibkâ etmesine olan kudreti gider. İbkâ etmek ise, Allah'ın fiilidir. Hakikatte kendi fiili olan, o fiilden menedilmiş olur. Kim ki başkasını menetme ihtimali dahilinde olursa, onu serbest bırakma ihtimalinde de olur. Birincisinde aciz kılmak, ikincisinde ise kadir kılmak vardır. Her ikisi de kendisine başkası ile vacip olur. Al­lah-u Teâlâ, bunlardan beridir, münezzehtir.

Sonra Kâbı diyor ki: Biri derse ki, kadir olan bir vakit o kudreti ile bir şey yapmaması caiz olursa niçin böylece bir çok vakitler caiz olmaz? Tıpkı Allah-u Teâlâ bununla vasfolunduğu gibi.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : O, muhakkak, meseleyi takdir etmekte hata etmiştir. O husustan sual sormak iki yönden olabilir :

Birincisi : Gerçekten kudret, ancak fiil için olur. Ve ondan bir vakit hâli kalması539 caiz olunca kendisinden bir çok vakitlerde hâli kalması caiz olur. Bu vasfı, Allah için de gerçekleştirdim.

İkincisi : O, kudretin vaktinden ikinci vakit için kudreti bulamamış­tır. Ve o kudretle fiil caizdir. Niçin onuncu vakit için -her ne kadar kud­reti bulamıyorsa da- böyle olmasın? Veyahut vakitlerle kudret yok olduk­tan sonra o kudretle fiil caiz olmayınca bir vakit için de caiz olmaması vacip olur. Birincisine şöyle cevap verdi : Gerçekten Allah-u Teâlâ, ken­dine fiillerden birbirine zıt olmayan540 ve kendisine zıt olmayan şeye kadir olması ile böyledir. Halbuki kul, kendisine zıt olmayan şeye kadir olmaz. Bunun içindir ki failsiz vakitlerin bulunması caiz olmadı. Kendisine de­nir ki, zikrettiğin hususlar geçerli değildir. Bu sözlerin kabul olunmamış­tır. Bilakis, sana şöyle' denir : Kendisine zıt olan541 şeyin bulunmamasının caiz olmamasını kim meneder? O, bir şeyi veyahut zıttını bir vakitte yap­mamıştır. Kim kendisine zıt düşmezse o caiz olur. Sonra denir ki, birbiri­ne zıt olan İQİn kudretin vaktinin bulunması caiz kılmaz veyahut ona ikinci vakitte vacip kılar. O iki halde de bir olduğu halde nereden iki emirle va­cip kıldı? Allah hakkında söylediği şey, fasid ve batıldır. Çünkü onun nez-dinde Allah'ın fiili yarattığının gayri değildir. Yarattığı ise ölüm ve hayat ve başkaları gibi birbirine zıttır. Sonra cismin ilk halleri ile cevap verdi ki, o, hareketten ve hareketsizlikten hâli kalır. Niçin onun bir çok vakitler her ikisinden hâli kalması vacip olmaz?

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Biz Allah'ın izni ve tevfikı ile deriz ki : Hareket etme ve sakin kalma, her ikisi de bekanın ismidir. Beka, müm­kün olmadığı için cismin hallerinin evvelinde bulunmaları mümkün değil­dir. Çünkü sükûnet, var olma bakımından karar kılmadan ibarettir. Ha­reket ise ondan intikal etmektir. Kudret de ancak fiil içindir. Fiil olmadığı halde kudretin bir vakitte bulunması caiz olsaydı bir çok vakitlerde de bulunması caiz olurdu. Çünkü kudret, fiil içindir. Halbuki cisim, ne hare­ket içindir ve ne de sükûnet için. Onların her ikisi de öyle manâlardır ki, hâli iktiza etmezler. Görülmüyor mu ki bekanın vakitleri onlardan hâli kalmazlar. Sonra kudret de baki kalmaz. Böylece vücut anında ondan hâli kalmaması vacip olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra bizim meselemiz fiil hakkındadır. Biz, beka için isim olan fiil olmadığı vakitte bekanın bulunması anında cismin bulunmasını caiz kı­larız. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Ve der ki : Sahih ve doğru olan sudur ki, beka olduğu vakitte fiil­den hâli kalması caiz olur, sonra ebediyyen caiz olmaz.

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Onun söylediği şey hatadır. Bi­lakis o, caizdir. Sonra gerçekten onun makul olduğunu iddia etti. Halbuki o, akla uygundur. Akim hakkı ise durumu aklen sabit olan şeyden çıkmak­tır. Sonra ilim hakkında öyle bir şeyle konuştu ki sanmam ki biri onu'dü-şünsün de hayrette kalması kendisini ona itmediğini ve onun yararının az o'duğundan kendisini terketmediğini bilmesin. Sonra kendisine iman ve küfre kadir olan kimse ile itiraz edip niçin bunlardan birini işledi de diğeri­ni işlemedi? dedi. Bunun üzerine onun mümkün olmadığını iddia etti. Çün« kü o, eğer ancak bir ile gelmiş olsaydı, mecburi olmuş olurdu. Halbuki ihtiyarî olduğu da sabit olmuştur. Sonra onun ayniyle Allah hakkında ken­disine itiraz etti. Biz deriz ki, o, sualin cevabından dışarı çıktı. Çünkü o, onun zıttı olanı nasıl ihtiyarî olarak belirledi? İhtiyarî olmanın şartı, dile­diğini yapmak değildir. Fakat yapılması evlâ olanı seçer. Bilmediği geyi işleyince niçin onu işliyor? Öyle ise, başkasının kendi, fiilinde tedbiri ol-iuğu sabit olur ki o da fiilinin çıkmasıdır. Tevfik Allah'tandır.

Onun, Allah'a Allah ile itiraz etmesi, iki söze binaen mümkün değil-iir. Birincisi; «Allah, bizatihi haliktır.» sözümüze göre. Bunu ifade etmek ;ıpkı, «Allah niçin kadir oldu ve niçin büdi?» sözü gibidir. Ve onun «Ger­dekten o, din hakkında daha salihtir», sözüne göre. Fiilinin vasfı bu olan dmseye soru tevcih edilmez. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Biz, bizi, bu gibi sorulardan müstağni kılan Cenab-ı Allah'a hamd ü ıenâ ederiz. Fakat, her ikisine zayıf olduğu için kendisi ile soru tevcih et-neğe razı olmayan hususun miktarını zikrettim ki, onlar, onunla razı olan lakkında kadrini bilsinler. Tevfik ancak Allah'tandır.

Sonra imân ve zıttı için bir kuvvet salih olunca, niçin onların üzeri­ce kuvvet verilmesi ile ifade etmek doğru olmaz, diye iddia etti. Bu husus, mir ve nehiy ile reddedildi. Her ne kadar şarabın satın alınmasında har-anması ve dostun Öldürülmesinde kullanılması ihtimali dahilinde olduğundan para ve kılıçla itiraz etti ve bunların verilmesinin caiz olmadığım söyledi. Biz deriz ki, suâlin tamamı şöyledir : Gerçekten Allah-u Teâlâ, onu kimin hakkında kullanılacağını bilir. Bunun gibisi görünen âlemde onun üzerine güçlenmesi ile vasfolunur. Allah-u Teâlâ ise onun benzeri ile vasfolunmaz"542. Evvelki mesele ile ifade edilen şeyle beraber yaratma hakkında da ifade bunun gibidir. Fakat ondan talep etti. O hususta mu­hayyer kılındı543, yoksa onunla değil. Bunda verme yönü yoktur. Çünkü o. minnet ve nimet vermenin bir nevidir. Kuvvet ancak Allah'tandır.


Yüklə 1,02 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin