Mes'ele (Tevhidi İfade Eden Yollar Hakkında) 4 Mes'ele


Mes'ele (Dehrîlerden Sümenilerin1 Sözleri Ve Sözlerinin Fasid Olduğunun Açıklanması)



Yüklə 1,02 Mb.
səhifə5/23
tarix17.11.2018
ölçüsü1,02 Mb.
#82929
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23

Mes'ele (Dehrîlerden Sümenilerin1 Sözleri Ve Sözlerinin Fasid Olduğunun Açıklanması)

Dehrîlerden olan sümeniler (budistler), ezelde eşyanın hadis oldu­ğuna muvafakat etmeleriyle beraber şöyle diyorlar : Gerçekten yeryüzü devamlı olarak üzerinde olanı 75kendisine çekip indirir.

Onlara bu hususu Nezzâm sorunca, yerin üstünde bulunanların ağır olduğunu Öne sürerek delil gösterdi. Ağırlık ise havaya mukavemet ede­mediği için semada duramaz. Onlara, ağır olan bir taşla, bir bez parçası yukarıdan beraberce salındığı vakitte taşın daha süratli yere inmesi ile itiraz etti. Sonra devamla yerin onlardan daha ağır olmasına rağmen onların yere ulaştıklarım ileri sürdü. Sonra gördükleri şu hususla da onlara itirazda bulundu : Rüzgâr, bir şeyi alır onu etrafa değil, yükseğe doğru çekmek suretiyle onunla beraber yukarıya doğru yükselir. Onun, yerin altında olup kendi kuvveti ile yüklenmiş olsa idi size bu hususu ne bildirirdi? Siz, yerin üzerindekini yukarı yükselip çıkmaksızın aşağı çek­mesiyle nasıl hükmettiniz? Bunun benzerini de gördünüz, dedi ve sözü­nü böylece kesti. Bu, onların münazarasının hülâsası olduğu vakitte kar­şılıklı oynamağa ne kadar benzer- Belki asıl olan şudur ki; biz, onun gö­ğü bir hal üzere gördüğünden beri görmekteyiz. Yeri de ağırlığı üzerine müşahede ediyoruz. Yerin parçalarından olan her parça, aklın ulaştığı en üst bir yerden salmırsa muhakkak o, yere düşerdi. Bu husus delâlet ediyor ki, gerçekten yer, bulunduğu hâl üzere, semâ da, olduğu gibi karar kılmışlardır. Onların havada karar kılmaları diye bir husus yoktur, öyle ise onların kendi yerlerinde karar kılmaları hâkim olan Allah'ın kuvvotiy-ledir. Ve onları düşüncenin idrâk edemediği, akim ulaşamadığı şey üze­re yaratmıştır. îşte bu hususta dehrîlerin ve onlara meyleden taraftar­larının sözleri batıl olur.

Bununla beraber onların münazaraları çirkindir. Veyahut münaza­ranın yolu gizli olan hususların meydana çıkması için bahsetmek ve hik­metin sınırları üzerinde durmaktan ibarettir. Onlar, âlemi ihtilâf ve itti­faktan bulunduğu hal üzere kılmışlardır. Cevherlerin ve arazların muh­telif olması yaratılışları itibariyle kendilerinde bulunmaktadır. Onlar da eşyanın hareketlerinden meydana gelmiştir. Veyahut ta bir hikmete kud­reti olmayan ilmi ve idaresi bulunmayan şey ile karışmışlardır. Beşer de bunlardan biridir.76 Onların katında ilmin veyahut ta hikmetin olması an­cak âlemin dışında sabit olur ki, onların idarecisi olur. Âlemin cevherle­rinden en üst olanın âlemin kendisi ile bulunanın tabiatının dışına çık­ması yine onun Allah'ın dilemesi ve dilediğini yaratmasının var olduğu­na delildir. Kuvvet ancak Allah'tandır. 77



Mes'ele (Sofistlerin Sözleri Ve Sözlerinin Batıl Olduğunun Açıklanması)

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sofistler şöyle diyor : Vakta ki biz, insanı bir şeyi bilir, sonra bilmez olarak bulduk. Ve yine lezzeti bulur, sonra o lezzeti kaybeder, yeryüzünün haşaratı denizde ölür; denizde ya­şayanlar, karada ölür; yarasa kuşu gece görür, gündüz görmez, olduğu­nu gördük. Bu hususlarla ilmin sahih olmadığı ve ilmin ancak itikattan ibaret olduğu, her ne kadar diğerinin itikadına uymazsa da bundan başka bir şey olmadığı sabit olur.

îbni Şebib; bir soru sorup der ki : Siz ilim yoktur dediniz, eğer bu sözü ilimle söyledinizse, siz ilmin varlığım ispat etmiş olursunuz. Yahut bunu siz, ilimsiz olarak cehlinizden ötürü söylediniz. Öyle ise sizin ilim hakkında bir iddiada bulunmaya hakkınız yoktur. Bununla beraber siz, bu sözünüzü ilimsiz olarak cehaletinizden dolayı söylediğinizi biliyorsu­nuz, diye onlara sordu. Eğer onlar biz bu sözü ilimle söyledik- derlerse onlar, kendileri ilmi ispat etmiş olurlar78. Eğer ilimsiz söyledik derlerse onların ses çıkarmamalarını kendilerine lâzım görmüş olurlar.79

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu şekilde münazaranın oldu­ğunu söyliyen80 kimsenin ifade etmiş olduğu hususun hiç bir mânası yok­tur81. Çünkü o, ilimden değil, itikattan hasıl olan bir şeydir. Münazara anında söylenen herşey, söylendiği gibidir. Münazara ancak hakikatleri inkâr eden kimse ile yapılır. Tâki onun sözü gerçek delillerle ve ispat edi­lerek reddedilsin ve dâvası da böylece reddedilmiş olsun.

Amma kim ki itikattan başkası değildi derse, o, ancak ne diyorsa odur. Böylesi kimseye ancak elem verici bir darbe ile ve icabında ölüm cezası ile mukabelede bulunulur. Öylesi itikat ettiğine inanır. İtikat etti­ğinin ziddmı inkâr eder. Veyahut ona gerçekten ben, senin inkârının ik­rar olduğunu biliyorum, diyerek mukabele eder ki, onu inkâr ettiği şeyle mecburen ikrar etmeğe zorlasın. Bununla beraber o, itikaddır, başka bir şey değildir. Ve kendisinde de itikadın ispatı vardır. İtikadı ispat etme­siyle de ilmi nefyetmesi hususundaki sözünün bâtıl olduğu meydana çıkar. Tevfik Allah'tandır.

Bununla beraber onun hilafı olarak zahir olan eşya ile karşı karşıya kaldı. Eğer ilim kesinlikle olmamış olsaydı, hilafın zahir olmasını mene-den şey batıl olurdu.

Muhammed bin Şebib, kendisine, bir olan şeyi iki olarak görmesi, di­ğerini de bir olarak görmesi ile soru sorup bu ikisinin hangisi hak ve ger­çektir dedi. Bu sorusuna şu cevabı verdiğini iddia etti. Birinci kısımda ona böyle baktığı için böyle olduğunu sanmıştır. Ona bir cihetten bakıyor. Her iki gözünden biri ile gördüğünü, diğer gözü ile başka yönden görmüş oluyor. Buna delil olarak şu hususu öne sürüyor : Eğer bir gözü kör ol­saydı, kör olan gözün isabet ettiği yönden onu göremezdi. îleri sürdüğü görüşünü bu örnekle güya kuvvetlendiriyor.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu mevzu ve bu mevzu gibi olan­larda asıl şudur : Hakikaten, his ile elde edilen ilim, hislerin, durumları­nın farklı olmaları ile birbirine benzemez bir halde olurlar. Hisler82 sahibi olan, âfet kendisinde bulunanı bilir. Böylece âfetin bir perde olduğunu anlar. His ile ise, âfet anında hakikatin hilafını öğrenir. Onun hakikati­nin kalkıp yükselmesi83 -de uzar. Bu husus, hissin üzerine vukubulan, uzaklık, lâtif olma ve kendisini kapsıyan ve kapatan perde gibi husus­lardan meydana gelmiş olur. Bu ise bazen görmede vukubulur. Her his­sin durumu buna göre olur. Bunların hepsi hislerle bilinir. Bunun üae-rine bir nakız'm84 bulunması tasavvur edilmez. Bu söz ve görüşler, ihti­laflı olma sözü ve fikrini çürütmüş olur. Bununla da delil getirilir veyahut dava ispat edilir. Böylece onun hakikati nefyetmek için söylediği sözü ve fikri çürütülmüş olur. Zira ihtilâf sabit olmuştur. Kuvvet ancak Al­lah'tandır.

Balı acı bulan85 safra sahibi kimsenin durumuna kargı cevaplarımız şöyledir : Bu husus tatma organındaki hastalıktan ileri gelmektedir. Ken­disi de bunu bilir.

Îbni Şebib diyor ki : Bu mevzuda insanlar ihtilâf etmişlerdir. Bir kı­sım insan, balda acılık bulunduğunu söylemiştir. Bal, tadma organında bulunan hususla86 birleştiği zaman acılık çoğalıp kuvvetîeşir. O da balı acı olarak bulur. Diğer bir kısım insan da der ki : Gerçekten safralı olan kimsenin tadma organında, safra suyunda bulunan acılığın etkisi bulunur. Tadma organında bulunan bu acılık, baldaki tadla birleşince tadma organında acılık, harekete geçer. Böylece, kişi o acılığın hissini duyar.

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu hususta asıl olan odur ki, insan, hudut ve yönleri kuşattığı zaman kendisinde bulunan her cihet, idrak olunan cihetle karşı karşıya bulunur. însan, o cihetle ancak karşı karsıya bulunduğu ciheti idrak eder. Başkasını idrak etmez. Karşı karşıya bulunup idrak ettiği cihete bir hastalık ve âfet geldiği veyahut karşısın­daki cihet, perdelenip Örtüldüğü87 zaman onu örten'88 cihetten ve mukabi­linde bulunandan örtmüş olduğu kadarını giderir ve onu idrak edemez. Bu, tıpkı idrâk edilen neviden ibaret olan cihetten dişındakini idrâk et­mesi gibidir. Böylece, bu husus üç hâl olarak vukubulmuş olur : Birincisi, cihetin değişmesiyle, ki, bu durumda ondan kesinlikle bir şey idrâk et-mes. İkincisi de; perdelerin hepsinin kalkması ile beraber, cihetin olduğu gibi kalması. Bu hal ile idrâk olunanın hakikatini anlar. Üçüncüsü ise, şöyle ifade edilir : Karışık bir haîde bulunması. Bu haldeki birbirlerine olan farka göre idrâk etme de farklı olur. Bunun hepsi, hissin hakkıdır; hisle bilinmiştir. His ile elde edilen ilim hakkında hakikatle kesinlikle ihtilâf varid olmamıştır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra Nezzanı'm sumenîlerle yaptığı konuşma, öyle bir çeşit külfeti ortaya koymuştur ki, kendisinden hiç bir menfaat bulunmayan sözler­den ibaret olduğunu ortaya koyar. O, şu iddiada bulunuyor; hakikaten balıkların yaratılışında rutubet ve soğukluk galip vasıftır. Onlar, karada ve susuz yerde'89 bulundukları zaman, kendilerinde hararet ve kuruluk galip gelmiştir. Bunlar, rutubet ve yaşlık üzerine galebe çaldıklarında her ikisini yok edip ortadan kaldırırlar. Tabiatten her, birbirine zıt olan da bÖyledir.Biri, zıttma galip geldiği zaman onu yok eder. Gökte uçan kuş ve su köpeğinin durumları da böyledir. Su köpeği balıktan daha fazla iti­dal sahibi olduğu için o, hem suda yaşar ve hem de karada. Yarasa kuşu ise, onun görmesi başka vasıta ile olup kendisinde kuvvetli olarak bilkuvve mevcut olmadığı için onun görmesini güneşin ziyası giderir. Onun için o, güneşte göremez. Tıpkı insanın güneşin gözüne baktığı zaman gözü kamaşıp göremediği gibi. Güneş battığı zaman görmesini zayıflatan hu­sus gider ve görme gücüne sahip olur. Karanlık fazlalaştığında da göremez. Arslan ise onun görme gücü ve kuvveti fazladır. Gördüğünü görür. En çok gördüğü şey de başkasıdır. Böylece onu geceleyin görmekten meneden şey, gayrini görmekten menedenden daha azdır. Ebu Mansur (r.h.) bunların hepsi90 abestir, bilakis gerçek olan onun böylece yaratıl­mış ve bu tabiatla meydana getirilmiş olmasını ifade etmektir. Evet, cev­herlerin bazısı havada uçar, diğer bazısı da suda yüzer. Üçüncü bir kıs­mı da yeryüzünde yürür. Bu gibisine mutedil olmayı teklif etmek, âlem­lerin Rabb'isi olan Allah'a tahakküm etmektir. Aynı zamanda kendisine izin verilmiyen ve kendisinin idrâk edemediği şeyle illetlendirmektir. Bu husus ise mevcudatın tahkikinde şeriatm kendi zımnında kılmış olduğu şeyden değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra uyuyan kimsenin gördüğü şeyle kendisine itiraz etti ve dedi ki : Uyuyan kimsenin gördüğü şey çıkar. Belki de uyumayan kimsenin durumu da bunun gibidir. Veyahut rüyasında gördüğünden esinlenerek uyanıkken karşılaştığı şeyi daha evvel anlar. îddia edip diyor ki : Ger­çekten her iki halin arasını ayırt edecek şey, uyku halinde gördüğünü aklen doğru olmayan şeyi görmesidir. Meselâ, uykuda iken kendisini ölü olarak görmesi gibi. Ölü, bir şey bilmez ve anlamaz. Yahut başının ku­cağına düştüğünü görür. Bunun gibisini uyumayan kimsenin görmesinin imkân ve ihtimali yoktur.

Eğer uyuyan kimse, mümkün olmayan şeyi nasıl düşünebilir? Hal­buki o, düşünmekte sabit olmaz denirse, bu hususa şöyle cevap verilir : Uykusunda kendisini gördüğü vakitte kendisini ölü veyahut ta diri91 ola­rak itikat etmiyor. Mümkün omlıyan ise bu husustur. Başını atılmış ola­rak görmesi de böyledir. Çünkü o, yani, başının iki mekânda atılmış ol­duğunu düşünmez. Ve uyanıkken elde edilen ilmin doğru olması, uykuda iken hasıl olan ilmin fasid olması iktisaptır diye iddia ediyor ve delil ola­rak da, zikrolunan şeyi gösteriyor, ilâve ederek şöyle diyor: Bazen uykuda gerçek ve doğru olanı görür. Bu ise meleğin kendisine göstermesi ile ve­yahut bunun sıhhatli olanlardan bulunan şey ile veyahut da bunun bazısı ile olur.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu hususta ve birinci görüşte asıl olan şudur : Gerçekten hasta olan kimse, rüyasında hastalığını, uyanıkken bildiği şey ile bilir92. Bu da hissin hakkıdır. O, uykuda iken mecburi görür, fakat uyanıkken mecburi görmez. Yine böylece uyanık halde iken kendisine vurulan şeyin acısı baki kalır. Yemiş olduğu şeyin93 lezzetini bilir. Bizimle onların arasında bu hallerde bir mesele yoktur. Ancak bizim aramızda uyanık olanın hakkını ilzam etmek ve zikrettiği­miz şey ile zaruri olarak onun tahakkuk ettiğini, sonra bununla değişti­ğini ifade etmektedir ki, bu, ancak arız olan âfetler için olur. Bunun hü­lâsası şudur ki : Gerçekten tabiat veyahut yıldızlar ve gıda maddelerinin bunu meydana getirmelerinin ihtimali bulunmaz. Onlarda bu hususu ica-bettiren şey de yoktur. Ve gerçekten bunlardan her biri için zarar ve menfaat vardır. Kendisinde galebe çalma itidal bulunan şeyin tabiatle ve yıldızla bulunduğu hal üzere muhkem olması ve hikmetten çıkması bakımından mislinin ve aynının bulunması muhteme94 değildir. Tabiatın âcabettirdiği şey, buna muhtemel olmaz. Bu hususun beyanı ve açıklan­ması geçmiştir. Tevfik ancak Allah'tandır. 95



Yüklə 1,02 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin