Mes'ele Allah'ın Fiilleri
Tevhîd ehlinden bir grup şu iddiada bulundu ki; tevhidi benimseyenlerden çoğu iki yönden onun dışına çıktılar. Ya kendisine vacip olanı bilmemesinden veyahut da seneviye mezhebinin ve diğer mulhidlerin tevhid hakkındaki söz ve görüşlerinden kurtulmaktan aciz olmaları bakımından. Evet, bir grup şu iddiada bulunuyor : Gerçekten menfaatsız olan makul şeylerden her vaki olan ful, hikmete binâen vukubulmamıştır. Kim ki il-letsiz olarak bir fiili işlerse o kimse abes ile iştigal etmiştir. Böylece Allah-u Teâlâ'nnı birisine zarar verecek bir fi'ile başlaması ve yapması caiz olmaz; ve o, Allah'tan hikmeti giderir sandılar. Böylece Allah-u Teâlâ'ya din hakkında başkası için yapmış olduğu her fiilin en salibinin321, olması ve sonunun da başkası için en güzel olarak yapmasını lâzım kıldılar. Çünkü Allah, kendisine menfaat verecek sözden yücedir1 veyahutta kendisine zarar verecek şeyden berî ve münezzehtir. Böylece Allah'ın fiilinin ancak gayrine yararlı olanla olmasını veyahut başkasından zararı gideren hususla olmasını gördüler. îşte o da yine fiilinin illeti olur. Bizden hikmet sahibi olan herkesin fiilinin illetli olması düşünüldüğü vakitte, ya hemen, veyahut ta gelecekte faydalı olması, veyahut ta zararı yok etmesi lâzım gelir. Bununla beraber kendisine çok sevapla beraber güzel Övgüler ceîbe-dilir. Kendi fiilini takdir için başkasının fiili ile Örnek verip kendisinden yalan olmasının322 veya zulüm veyahut ta kendisinden zeval bulmaksızın hareketin veya kararsız bir sükûnetin bulunmasının caiz olmadığı hususu ile misal verdiler. Böylece dünyada filozoflann fiiline göre323 onun fiilinin takdir edilmesinin gerektiği sabit olur. Ancak ne var ki onlar, Allah'tan, fiüle yükselmesini veyahut ta her hangi bir fiili terketmesiyle aşağılanmasını reddettiler. Bununla Allah-u Teâlâ'nm kendi fiili ile kendisine bir menfaat celbetmediğini ve bir zararı da defetmediğini ortaya koydular. Böylece onun filmin hikmete binâen324 başkasına yararlı olan şeyle veyahut başkasından zararı giderenle olmasının vacip olduğunu öne sürdüler. Bunu da kendileri katında Allah'ın fiilinin abes olmadan çıkması için onun fiilinin illeti yaptılar. İşte bu yönden seneviye mezhebine muhalefet ettiler. Çünkü seneviyeler failin fiüinin, kendisine menfaatsiz olduğunu da hikmete binaen olmasını kabul etmekten kaçındılar. Böylece sefeh cevheri cinsinden kurtulmasının mümkün olması için mizaç anında hiv.net cevheri ile fiilin meydana geldiğini ispat ettiler ki, onun fiili dünyaca takdir üzerine olan hikmete binaen olur. Bununla beraber bir şeyin, bir şeyden olmaksızın görünen âlemde vukubulması mümkün değildir. Bunun için âlemin tümünün bir asıl olmasını icabettirdiler ki, ondan âlem yapıldı ve meydana getirildi.325 Çünkü dünyada varolma gerçeğinden fiilin dışarı çıkması arasında bir bölüm yoktur. Böylece onun bir hakim326 tarafından olmasının reddedilmesi lâzım gelir. Tevhîd ehli bu iki hususta onlara muhalefet etmiştir. Sonra onlardan bir grup, îlletsiz akim bulunmadığı için akılda illetin var olmasını ona ilzam ettiler. Çünkü onlar, dünyada onun gibi fiilin abes olduğunu gördüler. Ve zararlı olan fiilin eğer başkası için menfaatli olsa, failin kendisi ile yararlanmayan fiil hakkında seneviyele-rin zikrettikleri şey üzere sefeh olarak sonuçlanmasını gerektirdiler.
Sonra onlar, aralarında parçalanarak bir kaç gruba ayrıldılar. Bir grup şu iddiada bulundu : Hakikatte kendisine bir şey işlenende zarar görülmez. Her ne kadar ondan sızlanma ve şikâyet bulunsa da. Diğer bir grup da onda,-gerçekte bir zarar olduğunu öne sürüyor. Fakat onun o sararı karşılaması mümkün olur ve fiil bununla da hikmete binâen olmuş olur. Bu tıpkı dünyada büyük yükleri üstlenen, istenmeyen ilaçları bilerek ve kasten içen ve sonuçların vaki olması için dışa çıkmayı kasteden kimsenin7 bulunmuş olması gibidir ki, onun başkasına zararlı bir fiili olmaz. Ancak karşılığı olması müstesna.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Cenab-ı Allah'ı hakkı ile bilen, onun her şeyden müstağni olduğunu, saltanat sahibi olduğunu ve sonra onun kudretini, herşeye malik olduğunu ve bütün mahlûkat, onun hükmü altında bulunduğunu ve emir ancak onun olduğunu bilen kimse, onun fiilinin hikmetin dışına çıkmasının caiz olmadığını bilir. Çünkü o, b:?atihî hüküm -ve hikmet sahibidir. 327Herşeyden müstağnidir, herşeyi bilendir. Dünyada hikmetin dışında bulunan ve sahibini cehalet ve ihtiyaç sahibi olmaya sevkeden hususun her ikisi Allah'tan nefyedilmiştir. Öyle ise onun fiilinin hikmetin haricinde olmadığı sabit olmuştur. Bu zikrettiğim şeyle onun fiilinin hareket ve sükûnette olması batıl olur. Çünkü hareket ile sükûnet Öyle iki ihtiyaçtır ki, sahibinde mutlak bulunurlar. Onlardan biri sah'bi-ni kendi nefsindeki istirahat ve lezzetli328 bir hali düşünmeye ulaştırır, diğeri ise rağbet ettiği şeye kavuşturur. Çünkü onun için kasdettiğine ulaşmanın yolu ancak hareket etmesi ve zeval bulması ile olduğu ^ibi yorgunluğu ve ağır yükün define de ancak karar ve sükûnet bulmakla yol bulur. Amma Aîlah-u Teâlâ ise, onun herşeyden müstağni olduğu, kudret sahibi olduğu sabit olunca kendisine ihtiyaç veyahut herhangi bir şeyi isteme ve kasdetme gibi hususun arız obuası batıl olur. Buna göre Allah-u Teâlâ'nm kudreti, saltanatı ve ilmi sabit olunca onun bir şeyden olmaksızın bir isi yapmasına başlamasına kadir olmaması ile vasfolunması batıl , ve fasittir. Çünkü o, ihtiyacı ve zafiyet alametini bilendir. Bütün his olunanın ve beşer ilminin ulaştığı her ihtiyaç, âlim olanın takdirine delâlet etmektedir. Allah, onu bilir, ona kadirdir ve ganidir. Kendisinin, zengin olması, kudret sahibi, hikmet ve ilim sahibi olması, bilinenin zatından bunların giderilmesi caiz olmaz. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bunun içindir ki, zarurî olarak aklen âlemin bir şeyden olmaksızın var olduğunu söylemek lâzım gelir ve Allah'ın fiilinin hikmete binaen vukubulduğunu söylemek gerekir. Her ne kadar hikmetin, onların akil kuvvetlerinin ulaşacağı noktanın dışında olduğu için âlemin filozoflarının akıllarının, bizim beyan ettiğimiz şey üzere kendisi ile faydalanmayan kimsenin fiilinin caiz olması' ve bir şeyin bir şeyden olmaksızın var olmasının hikmetini idrak etmekten aciz olsalar da. Bunun içindir ki, Allah'ın emrinin hakikati zahir olur ve yaratmak, emretmek ancak ona mahsus olur. Her mülk sahibinin malik olduğu şeyde dilediği kadarını yapmağa hakkı vardır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra asıl olan sudur ki, gerçekten umumiyetle zulüm ve sefehin her ikisi çirkin, hikmet ile adalet de güzeldir. Fakat bir şey, bir halinde hikmet, başka bir halinde ise sefeh, bir halinde zulüm, diğer bir halinde de adil olur. Tıpkı ilâçları içme hususunda zikrettiklerim gibi. Sonra cevherlerin nevilerinden olan eşyanın yeyilip içilmesi, itilâf edilmesi ve sağlam olarak ibka edilmesi, 329ihtiyaçlara veya mükâfatlara veyahut hukukların korunması ve benzeri gibi hususlar için olur. Öyle ise, umumiyetle, hikmetin ve adaletin güzel, sefeh ile zulmün çirkin olması sabit olur. Allah-u Teâlâ'nın yarattığı her fi'li, en azından onun hikmete ve adalete binaen, veyahut lûtf-u ihsanından olduğunu Allah'ın vasfetti-ğinı ifâde etmek lâzımdır. Zira Allah-u Teâlâ'nın çok cömert, çok kerîm, ganî ve âlim olduğu sabit olmuştur. Böyle olunca da sebepleri cehalet ve ihtiyaç olduğu için Cenab-ı Hakk'a sefeh ve zulüm vasfının, is-nad edilip kendisine lâhik olması bâtıl olur. Gerçekten bir şeyin zulüm, adalet ve hikmet, sefeh sıfatlarına bölünmüş, olması caiz olur ki, bunların sebepleri de cehalettir. Bakan ve düşünen kimseye onun bir yönünün gizli kalması veyahut duyu ile anlaşılan husus ona muttali olmak suretiyle bilmek istemesindeki noktanın gizli kalması caiz olur. Her iki yönün ihtimal dahilinde olması sabit olur ki, ondan birine duyu vaki' olmaz ve onu düşünen de bilemez. Kendisine hikmet, sefeh, adalet ve zulüm ile işaret edilmek suretiyle şeriatında bunu hükmetmesi bâtıl olur. Böylece her insanın330 kendisini düşünmek suretiyle bir şeyde iki hususun hakikatini bilmesinin mümkün olmadığını ve neticede cahil olduğu gerekir. Böylece duyu organları bilnenlerin ve hissedilenlerin hallerinin değişmesinin sebepleri olan hususların tümünü bilemez. Bu husus sabit olunca, seneviyelerin iki ilâh bulunmasına dair sözlerinin bâtıl olduğunu ve zararlı, yararlı hususların yaratılmasındaki hikmetin yönlerini bilmedikleri sabit olur. Çünkü bir halde zararlı olan her şeyin başka bir halde yararlı olması caiz olur. Mu'tezilelerin de «Her fiil ki, başkasının yararına olmaz, o fiil, hikmete binâen meydana gelmemiştir», demeleri de bâtıl olur. Bununla beraber kesinlikle zararlı olan bulunmaz ki, onunla birisinin faydalanması mümkün olmasın. Bu faydalanma ya delâlet yolu ile veyahut öğüt verme yolu ile veyahut kendisinde nimeti hatırlatma ve azaptan kaçındırma yolu ile ve mahlûkatın hakkında emir ve yaratma hakkına sahip olanın bildirilmesi ve bunlardan başka ifade edilmesi güç olan bir çok hususlar ile olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra dünyada, fiili sefeh yapan asıl, iki hususdan biri ile olur : Ya mülke tecavüz ile olur ki, bu tecavüzde o fiil için mülk sahibinin izni bulunmaz. Veyahut kendisinde yasağın yerleştiği fiili işlemek ve emir ve nehiy sahibi olanın emrine muhalefet etmekle olur. Bunların hepsi Allah cellecelaluh'dan nefyedilmiştir. Öyle ise Allah-u Teâlâ'nın fiiline bu vasfın lâhik olması ihtimali bulunmaz ve Allah-u Teâlâ'nın bu gibi şeylerden yüce ve berî olduğu sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Zîkrolunan husus, yalan gibi değildir. Çünkü yalan, hikmet, sefeh, adalet ve zulüm kısımlarına bölünen fiil gibi bir halde doğru ve sâlih olmaz. Bu, umumiyetle kendisinden değişiklik olmadıığ bakımındandır. Kendisine işaret edilmek Üzere bir şeyde vnkubulması bakımından ise, sebep ve hallerin ihtilâfı ile kendisinde iki hususun bulunması mümkündür. Bunun içindir ki, Allah-u Teâlâ'nm umumiyetle sefeh ve zulüm vasfı île vasfedilmesinden berî ve yüce olmasıyla vasfedilmesi lâzım geldiği gibi, işaretle de bu hususlardan yüce ve berî olmasıyla vasfedilmesi gerekir. Fakat, fiilinin sefeh ve zulüm ile meydana gelen hususta beşerin ilminin ulaşamadığı ve aklın idrâk edemediği şeyle vasfolunması caiz değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra zulüm, sefeh ve yalanla vasfın fasid olması, kendisi ile bilinen şey; iki vecihten ibarettir : Birincisi, bir şeyin akıllarda düşünce ve bedahatle çirkin olur, hatta kendisi düşünüldüğü veya kendisinden bahsedildiği zaman çirkinlikten başka bir şey ziyâdeleşmez. Kendisine bakma uzadıkça onun kötü ve çirkin olduğu tebeyyün eder. Bu, tabiatiy-le, yani yaratılış itibariyle çirkin olan gibi değildir. Çünkü tabiatiyle çirkin olan, hayvan kesmek ve onun çeşitleri gibi alışkanlıkla ve doğru ve sıhhatli olmasının uzaması ile güzel olur. Böylece hayvanların, ehil ve yırtıcı olanlarından, kuşların yaratılış itibariyle insanlardan kaçındıklarını görürüz. Ve kendileri ile çeşitli işler ve kazançlar istenildiğinde o hususları istemediklerini ve nefret ettiklerini kendilerinde müşahade ederiz. Sonra bu hususlar, onlardan eğitimle, talim ile uzaklaşır; hatta nefret edip kaçındığı şeye ünsiyet ve alışkanlık kesbetmiş olur. Bu husus, onda sanki yaratılışında böylece yaratılmış gibi bulunmuş olur. Akılla çirkin olan bu vasfın devamlı olarak çirkin olması gerekmez. Bilâkis, onun durumundaki bakışların uzaması ile durumu ziyâdeleşir. Sonra buna göre fiilinin o hususa muhtemel olan kimsenin vadine itimat edilmediği gibi vaidinden de korkulmaz. Haberine rağbet edilmez, şerrinden de emin olunmaz. Hâl ve durumu, ameli böyle olan kimsenin aynısının bizatihi âlim ve hakim olan, binefsihî ganî olan Allah'a izafe edilmesinin ihtimal dahilinde olması mümkün değildir. Bununla beraber Al-lah-u Teâlâ, kendisine hiç bir şeyin gizli olmadığı ve murad ettiği her işin kendisine güç gelmediği hususu ile vasfolunmaktadır. Hatta mu'te-zilenin sözüne göre bu hususun Allah'dan olmasından emin olunmaz. Çünkü eşyanın çoğu Allah'ın irâdesinin dışında kalır. Kendi saltanatında ve hükmünde murad etmediği hususun kendisinin hükmü bulunmazdan kendisinden çıkarıldığı görülür. Çünkü o, bunu murad etmemiştir. Hükmü ve saltanatının ziyadeleşmesini murad etmiştir. Onun olmasına hâkim olur ve böylece ondan menedilmiş olur. Tıpkı bütün mahlûkati-mn kendisine itaatkâr olmasını murad etmesi gibi. Onun için kendi hükmü ve mülkü altında itaat olur. İsyan ise olmaz. Fakat bu ikisi de bulunmaz. Sonra Allah-u Teâlâ bir kavme ömürlerinin uzun olmasını vaa-detmiş olur. Vaadettiği o müddet içinde onları bakî kılacak olan da kendisidir. Aynı zamanda kalacakları o müddet içinde kendilerine çeşitli n-zıklar vereceğini, türlü hayırları onlara ihsan edeceğini vaadetmiş olur. Sonra kendi yarattıklarından bir kavim gelir ve kendilerine yaşamaları için vaadedilen müddet geçmeden önce onları öldürür.331 Böylece onlara
vaadedilen fiilin yerine getirilmesinden menoluninuş olur. O fiil ki Allah-u Teâlâ, onlara o müddet içinde hayatlarının baki kalma işini yapacağını haber vermiş idi.332 Bu hususta muhtaç olma ve yalan bulunma vardır ki, bunların her ikisi de zulüm ve sefehi gerçekleştirir. Bununla beraber onlar, Allah'a zulüm, haksızlık, sefeh ve yalan gibi hususlara dahi kudret sahibi olduğunu ifade ederler. Eğer bu hususlardan her fiil Allah'da olsaydı rububiyet ve ilâhlık sıfatlarını yok edip izale ederdi. Onlar ise, Allah'ın rububiyetini ve ilâh olmakhğım idrâk ve kudretin altına soktular. Ne zaman kendisi gibi ile olursa, bakî kalma emin olur. Hâli île beraber bulunduğu zamanda da vaadedilen şeyi yerine getirmek suretiyle kalb sükûneti hâsıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bununla beraber Allah-u Teâlâ, cömertlik, kerem, af ve ihsan sıfatları ile mevsuftur. Zikrettiğimiz vasıflarla fiilde ise bu hususların zail olduğu görülür. Allah-u Teâlâ, bu gibilerden berî ve yücedir.
ikinci vecih : Gerçekten o fiilleri davet eden husus, cehalet ve ihtiyacı intaç eder. Allah-u Teâlâ'nın her iki husustan berî ve yüce olduğu sabit olmuştur. Çünkü o her iki husus, rububiyeti düşürür, tedbiri izale eder. Âlemin olduğu hal üzere bulunup kendisini var edenin her şeye hakkım vermek suretiyle ganî olduğuna ve âlim olduğuna delâlet etmesinde onun bu vasıfla mevsuf olmasının müstahil olduğunun delilidir. Bunun içindir ki Allah-u Teâîâ'nın bunlardan biri ile fiilinin her hangi bir şekilde vasfolunması bâtıl olur.333 Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra Allah cellecelaluhû başkalarında bulunmasının ihtimali mümkün olmadığı için ilimle, kudret, ceberut ve hayat sıfatlan ile bizatihi mevsuf olunca, her ne kadar hikmet sahibi olanlarda bulunmasa da Allah-u Teâlâ'nın fiillerinin dünyadaki hikmet sahibi olanlarının fiilleri 334 takdir edilmesi vacip olmaz. Bu asıl olanın umumî olarak ifadesi şöyledir ki : Dünyada hikmet sahibi olan biri yoktur ki onun se-fehe uğraması ihtimal dahilinde olmasın. Ganî ve kadir olma da böyledir; O sıfatların zıtları ile mevsuf olması muhtemeldir. Onlarla mev-suf olmuş olur. Tâ ki kendisine zıtları ile ikram oluna. Çünkü kendisi için o zıtlardan kendisine verildiği kadarı bulunur. O, ne zaman bîr şeyde sefeh görürse, o şeydeki hikmetin hakikatini bilme, kendisine verilmiş olup olmadığı meydana çıkar. Veyahut ta ilminin onun hikmetine ulaşıp ulaşamadığı belli olur. Veyahut ta kadîm olan335 sıfatından kendisinde bakî kalan hususlardan olup kendisini o sıfatları ihatadan men-ettiğini ifade eden hususlardan olur. Bunun içindir ki, kulun, Allah'ın fiili hakkında bu hikmete binaen olmamıştır ve şöylece olmamıştır diye iddiada bulunması bâtıl olur. Bunu daha açık açığa ifade eden husus; onun, eşyanın çoğunu bilmemesini idrâk etmesi, kendisinin muhtaç olduğunu ve bîr çok işlerden âciz kaldığını, kendi akılsızlığı ve aptallığı ile336 işlerin çoğunu ihata ettiğini bilmesidir. Kendi nefsindeki vasfı bu olan kimsenin Allah hakkında ona işaret etmek suretiyle Allah'ın yapması gerekir diye mevzulara dalması337 abesle iştigal etme ve cehaleti ortaya atmadan başka bir şey değildir.
Bu hususun, akıllıların kendisine iştirak ettiği umumun lâzım olmasından başka bir şey değildir. Çünkü onlar, umumda akim amelinin hakikatidir. Onlardan hepsine kendisinde manâ olmayan abesle iştigal etme verilmiştir. Bizim açıkladığımız hususlar hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır : «Allah, yaptığından sorumlu olmaz; kullar ise, sorumlu olur.»338 Çünkü kullardan her birinin fiilî hikmete de, sefehe de muhtemel olur. Allah-u Teâlâ'mn fiili ise, sefehden beridir, yücedir, insanlardan her birine emir ve nehiy varid olmuştur. Zira o, hakikatte başkası için olur. Alîah-u Teâlâ, bu gibi hususlardan beridir, yücedir. Çünkü insanların hepsi eşyadan bir .miktarına mâlik olurlar ancak. Allah-u Teâlâ ise eşyânm tamamma, hepsine mâliktir. Bunlar gibisi, Rabb'in sualinin manâsını mümkün kılmayan hususlardandır. Bunlar, müstahil olduğu zaman ise Rabb'dan sorulana cevap vermek külfete katlanmaktan ibarettir. Fakat, Allah-u Teâlâ, kendi lûtfu ve ihsanı ile bu hususta çalışan kimseye yolunu bulmasını, hidayete ulaşmasını vaadetmiştir. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ, kendisine boyun eğmesini ve kereminin, lût-funun, ihsanının tecellî edeceği kadarınca hikmetinde gizli olan şeye muttali olması için kulun kendisine tazarru ve niyazda bulunmasını emretmiştir. Gerçekten Allah herşeye kadirdir. 339
Dostları ilə paylaş: |