(Dehrîlerin Sözleri Ve Sözlerinin Batıl Olmasının Beyan Edilmesi)
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sonra biz, dehrîlerin mezheplerinin zahir olması için ibni Şebib ve diğerlerinin zikrettikleri fikir ve görüşlerini zikrederiz. Çünkü onların mezheplerinin açıklanması, mezheplerinin fasit olduğunu ifade eden delillerden biridir. Ve sonra, bununla, onların âlemin toprağının kadîm olması hakkmda ittifak ettikleri ve fakat âlemin meydana gelmesindeki sanat eserinin kadim ve hadis olması hak-kuıdaki ihtilâf etmeleri de bilinir. îşte bu, onların mezhebinin tümünü ifade eder. Tabiat felsefesini benimseyenler, tabiatın dört şeyden ibaret olduğunu iddia ettiler : Onlar da, hararet, soğukluk, rutubet ve kuruluktan ibarettir. Bunların imtizaç etmelerinin muhtelif olmaları ile âlem muhtelif olur. Onlardan karışımlarının birleşmesiyle mutedil olan da normal durumunu muhafaza eder. Güneş'in, Ay'ın ve yıldızların seyretmeleri buna göredir. Gördüğün gibi, eşyanın evveli olmaksızın seyrettiği gibisiyle seyretmeğe45 devam etmektedir. Eşyanın hareketlerine arazlar dediler. Bu batıl görüşlerine yeşillik, karalık, kırmızı ve beyazlık gibi örnekler zikrettiler. Ve onların imtizaç ettikleri zaman kendilerindeki çokluk, azlık, incelik ve yoğunluk kadarınca renkleri birbirinden muhtelif olur. Yoksa, her ne kadar bazen bu renklerin ehli, bunun neden meydana geldiğini bilmezlerse de, orada sonradan var olan bir renk olmaz dediler. Tabiattan zikrettikleri şey de aynı bunun gibidir.
AUame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Onların Örnek olarak zikrettikleri şey hakkında ifade ettikleri bu hususu düşünen kimse, onu46, tev-hid ehlinin ifade ettiği §eyi ispat ettiğini görür. Çünkü boyama, kendi nefsi ile imtizaç etmez. Sonra onlar yani renkler, eğer kendi kendileri ile imtizaç etmiş olsalardı renkler, birbirlerine karışmış bir halde ortaya çıkardı ki, bu da aklen boyamanın fesada uğraması sayılan hususlardandır. Öyle ise, bu imtizaç, öyle bir hâkim, âlim olandan meydana gelmiştir ki, O, bu karışımın sonuçlarını bilir de renk, tam manâsiyle ve muhkem olarak yapılmış ve birbirine karışmadan çok güzel bir halde ortaya çıkmış olur. Sonra âlemin böyle muhkem bir şekilde olması onun âlim ve hakim olan tarafından meydana getirilmiş bir âlem olduğunu isbat eder ki, o, eşyânm sonuçlarım bilir de ona göre eşyayı meydana çıkarır. İşte bununla o tabiatların veyahut toprağın veyahut isimlerden bulunduğu hal üzere meydana gelmesi bakımından kendi nefsi ile olma gibi verdikleri isimlerin fasid olması açıkça ifade edilir. Ve böylece onların icad edicisinin hâkim ve müdebbir olan Allah'ın olduğu ispat edilir. Ve onların da bir şeyden olmaksızın meydana getirilmesi gerekir. Bununla beraber renklerden her biri onların zikretmiş olduğu hararet ve soğukluktan her hangi bir şeyle vasfohınmaz. Zira eşyada bir şey olur ki, onda bir renk galebe çalar ve o, sıcak olur. Ve diğer bir şey olur ki, ona da bu renk galebe çalar ve fakat o3, bununla beraber soğuktur47. Böylece onların zikrettiği hususla bu renklerden bir şey yoktur. Aynı zamanda zikrolunan hususlardan bir şey de renklerde bulunmaz. Bunda ise onların söylediklerinin gayrinin bulunması gerekmektedir. Tevfik Allah'tandır.
Yine böylece yemeklerden muhtelif olanları görür ki, bir renk ve bir tabiat üzere olur ve tuzlu, yahut ekşi veyahut acı veyahut tadsız olmak gibi yemekten bir nevi üzere meydana çıkmış olur ki, bunlarla hiç biri ile yukarıdaki hususlardan birine örnek verilmez. Böyle olunca onun her şeyi sebebsiz olarak dilediği hususta yaratmasına malik olan kimsenin icadı ile olduğu sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Oysaki gerçekten bu tabiatlar cevher veya araz olmaktan hâli kalmazlar. Eğer cevherler idilerse onlar, kendilerine gelen arazlar ile ihtilâftan zikrolunan şey üzere bulunmuş olurlar ki, o ihtilâfları da içtima ve birbirinden ayrılmadan ibarettir. Eğer o içtima ile ayrılma olmamış olsaydı, her cevher, arazlardan ayrı bulunmuş olurdu. Kendilerinde karışımın toplanması ile beraber cevherlerin ihtilâf etmeleri, kendilerine arazların galebe çaldığına delâlet eder ve o, arazlardır ki, cevherleri bir halden başka bir hale götürür. Sonra arazlar, ne kendi nefisleri ile kaim olurlar ve ne de eşyada menolunurlar. öyle ise arazlar, eşyadaki bu işlerini böyle yapacaklarını bilen kimsenin emri ile ve yaratması ile yapmışlardır. Bunun da birisinin ilmi ile olması ancak o cevherlerin48 o arazlara ihtimali olmalarının salih kılmaya mâlik olan kimse ile olması caiz olur. Bunun gibisini bilmek de ancak böylece kılan kimseyle olması mümkün olur. îşte bu hususlarla hiç bir şeyin kendisine gizli olmıyan ve dilediğini yapması kendisine güç gelmiyen, kadir olan ve âlim olan bir vahidin bulunduğunu söylemek lâzım gelir.
Eğer tabiatler araz olmuş olsalardı, onların kendi nefisleri ile var olmaları ve kendiliklerinden kâim olmaları mümkün olmazdı. Bunun içindir ki, kadîm olan bir mucidin bulunduğunu söylemek gerekir.. Bununla beraber kendisinde bulunan şeyi icadetmesiyle beraber ki onunla var olmanın hududuna girer. Oysaki arazların hadis olmasının kendisinde menettiğimiz şeylerden değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra şu bilinen bir gerçektir ki, o tabiatlar birbirlerine zıt olan şeylerdir. Birbirlerine zıt olanlar da birbirlerini reddetme hakkına sahiptirler, işte bu noktada tefrika, yani birbirinden ayrılma hasıl olur. Tefrikada ise param parça olup yok olmak vardır. Binaenaleyh, eşyanın asıllarının kendi nefisleri ile var olmaları ve kendi kendilerine zikrolu-nan tenakuzla kendisinde parçalanma bulunan birbirini reddetmeyi me-neden şey ile var olmuş olur. îgte bu husustur ki onların arasım tefrikadan sonra cemeden ve buna mecbur kılan odur. Bu cem ile de âlem var oldu49. Ve böylece âlemin de hadis olduğu sabit olur. Bu ifade edilen hususların hepsi tabiat felsefesini benimsiyenlerin sözü fasid ve batıl olur. Çünkü bir şeyin bir şeyden olmaksızın var olması, aklen bir şeyin kendisini nakleden zıttı ile beraber bulunmasından daha uzak görünen bir şey değildir. İşte bunun akıllarından çok uzak olmasındandır ki, söyledikleri söze doğru vardılar. Kendisi ile örnek verilenin aynısını söylemeleri gerektiğinde onlar, bunu söylemekten imtina ettiler. Böylece sözleri batıl olur ve özürleri de ortadan yok olup gider. Allah muhafaza buyursun.
Bir grup insanlar, bu görüşün aynısını ifade ettiler. Ancak onlar, tabiatın cinslerinde bilecekleri adetlerin olmadığını iddia ederek onların hepsi, eşyanın sağdan esen, soldan esen batı yeli50 ve doğu rüzgârı, yukarıdan esen olsun, aşağıdan esen olsun, bunların hepsinin kadim olduğunu söylediler.
Müneccimlerden bir grup şu iddiada bulunuyor : Gerçekten yıldızlar, devamlı olarak âlemin işini idare ederler. Yıldızlar, âlemle ilişki halindedirler. Âlem, yıldızlarla saadet bulur. Âlemin ihtilâf etmesi, yıldızlardan âlemle ilişkisi olanın ihtilâf etmesiyle olur. Bu tıpkı, kumaş dokuyanın tezgâhında bulunan iğnelerin üst kısmındaki deliklerinden geçirilen ipliklerin tarağın kaldırılıp yerleştirilmesiyle (veya dokuma makina-smın kolunun sağa ve sola hareket ettirilmesi sonucu) kendisinde bir şeyin zahir olup olmaması gibidir. Yıldızların âlem ile olan ilişkisinin örneği de böyledir ki, âlemin şekli ve sureti yıldızların hareketinin ihtilâf etmesiyle muhtelif olur. Yıldızların birbiriyle ihtilâf etmeleri ve birbiriyle ittifak etmeleri51 ile saadet ve uğursuzluk hasıl olur. Yıldızlar ise, devamlı olarak hareket ederler, her hareketten meydana gelen şey, diğer hareketinden doğan ve meydana gelen şeyden başkadır. Bunun gibi aynı yumurta ve tavuk hakkında da fikirlerini öne sürerek konuşurlar ki o, zikrettiğim kumaş meselesi gibi yıldızların hareketlerinin çarpması ile hasıl olur.
Onlar şu iddiada da bulundular : Gerçekten cisimler, kadîmdirler. Onlar, araz değillerdir. Hareketler ise, kendileri için nihayet olmıyan vr hadis olan arazlardır. Böylece âlemin tümünün işini mecburî olarak meydana geldiğini söylediler. Ve yıldızlar, gökler, içtima etme ve birbirinden ayrılma bakımından böylece olduğunu ileri sürdüler. Yıldızlar hakkında da aynısını ifade ederiz, dediler. Tevfik ancak Allah'tandır.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Hareketlerin nihayetsiz olmasının ifade edilmesi hususunda biz, geçen konularda onun fasid ve batıl olduğunu açıkladık. Bununla beraber hareketin bitmesinin hareketlerden geçen hususun sonucu olmasından başka bir şey olmadığında şüphe yoktur. Hatta bundan sonra geçen hareketlerden bir şey bulunmaz. Hareketin bitmesinin ve onun sonucunun yok olması sabit olduğu zaman kendisinde başlangıcın nihayet bulması tasavvur olunmayan şeyden dolayı bitmenin nihayet bulması caiz değildir. Bunun içindir ki, hareketin başlangıcının bulunması sabit olmuştur.
Ve sonra biz, cevherlerin hepsinin sınırlarının birbirlerine benzemez bir durumda gözümüzle görmüş bulunuyoruz ki, onların zikrolun-duğu şekilde52 muhtemel değildir. Şu kadar var ki, onların böyîe olması ancak onların çoğunluğunda meydana gelen azıcık bir benzersizlikten hasıl olmaktadır. Böylece şu husus sabit olmuştur ki, onun en küçük bir halden olması ve yok olduktan sonra yoğunlaşması büyük olur. Büyük olmasının letafeti ve kendisine bir şey tekaddüm etmezden yok iken sonradan var olmasındaki yoğunluğu sabit olmuştur. Çünkü takdim, etmek, beraber olmayı icabettirir. Birbirine uymamazlık sabit olmuştur. Öyle ise, gerçekten tekaddüm eden geyin yok iken sonradan var' olandan ibaret olduğu sabit olmuştur. Çünkü o, böylece olan şey manâsına olanın kendisidir. Bununla beraber eğer yuvarlak ve kırık görünen hareketler, kimisinin diğeri ardınca olması için bir yönden doğru olarak kılmırsa ki bunda da bir kısmının bulunması ile diğer kısmı yok olur ve hareketlerin kadîm olması vacip olursa yok olmalarının da kadîm olması vacip olur. Böylece ezelde hem yok ve hem var olurdu ki, bu da tenakuz teşkil etmektedir. Çünkü53, varlığın ve yokluğun bir halde içtima etmesi caiz değildir. Bütün hallerinde de böylece içtima etmeleri caiz olmaz. Bunda da başlangıcın lüzumu hasıl olur. Bununla beraber, eğer gözle görüldüğünde ikisinden birinin süratinin kesilmesinden54, diğerinin onu geçmesi ile aralarında bir fark haslı olursa da, her ikisi de doğru olarak seyretmektedirler. Böyle olmalarına rağmen bunların birisinin Hareket etmesi diğerinin hareketinden Önce olması veyahut birinin, diğerinden daha süratli gitmesi düşünülemez. Bunlardan nihayeti kaldırmak aralarında ki, nihayetin batıl olmasını ifade eder.
Onun batıl olmasında da görünenin ve' hissolunanm aksi vukubuldu-ğu ifade edilir. Bunun için her ikisinin bir .başlangıcı olduğu sabit olur. Bu mana hareketlerden yuvarlak ve kırık olanlarda da böylecedir. Tevflk Allah'tandır.
Bunların hepsi ile mevcudatın kadîm olduğunu ve arazların dışında olmadığını söyHyenlerin tümünün sözlerini nakleder, çürütürüz. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Ve bunun misli ile, de tabiat felsefesini benimsiyenlerin görüşlerini çürütmek için ifade-i kelâm edilir.
Sonra her iki fırkanın tümüne şöyle denir : Siz, âlemin böyle olduğunu ne ile bildiniz ? Eğer bu hususta nakli delîl olduğunu ve işiterek bildiklerini iddia ederlerse, onlara sadık olan delillerle gelen kimselerden varid olan nakli delillerle itiraz edilir. Onlar, gerçekten tasdik olunmaya lâyık kimselerdir ki, onlar da peygamberlerdir. Eğer sözlerini ispat et mek için getirdikleri delillerin his ve mevcudat olduğunu iddia ederlerse, onların kendilerini kendi ilimleri yalanlamıştır. Çünkü onlar, kendilerinin kadîm olduklarını söylemezler ve yıldızların ve tabiatın âlemi icad ve idare ettiklerine de şahit olmamışlardır. Eğer onlar müşahede ettikleri ile istidlal etmeğe dönerlerse, onların müşahede ettikleri husuflardan yıldızların icadedip idare ettiklerine delil teşkil edecek ve tabiat^ kadîm olduğunu ve âlemdeki tabiatların birbiriyle imtizacından âlemin meydana geldiğini ifade edecek bir şey yoktur. Bilakis iki fırkanın tümünün sözleri ters yüz edilirse varlığa daha yakın ve istidlalde daha gerçek olurdu. Tabiatların işine gelince, gerçekte varlıkta mütalâa ediidiği vakitte eğer deprenmek ve hareket etme çoğalırsa, deprenen ve hareket edenin kendisinde hararet meydana gelir. Hareketsizlik ve karar kılmanın çoğalması da rutubeti intaç eder. Öyle ise tabiatların kendileri âlemin hallerinden meydana gelenlerin kendileridir. Yoksa âlemin onlardan meydana gelmesi değil, bu ise duyu organlarına hak olan hususa daha yalandır.
Onların hasımlarının kendilerini yalanladıkları hususlardaki sözleri de böylecedir. Öyle ise bu karşılıklı yalanlama ve tenakuz bu müdebbirden olmuş olur. Tedbiri bu olan kimse de, nıufsidin tâ kendisidir. Kadir olup söylediği sözün kendinden söylemiş olmadığı da bundan anla,?--lir. Bu hususta da iki vecih vardır : Birincisi; sözünün düşüp yok olması, böylece muvahhidlerin sözü ve öne sürdükleri fikir baki kalmış olur. İkincisi; mevcudatı inkâr etmesi, her akıllı olanın ve herkesin bildiği şeyi ihtiyar etmesidir. Kendi hissinin ihata etmiş olduğu mevcudatı inkâr eden kimse, sonra hissinin ulaşamadığı, gaip hakkında iddia etmesi hissinin idrak etmiş olduğu şeyi inkâr eden gibidir. O ise -Allah'a hamd olsun-, yeteri kadarmca nasibini almış ve terkedümeye hak kazanmıştır. Yardım ancak Allah'tandır.
Eğer hallerin hepsi, yıldızlara terkedilmiş olsaydı, hiç bir kimse korktuğu için yemeği, içmeyi terketmez idi. Ve onlara da istek ile yönelmez-di. Aynı zamanda bu maddelerin hiç birinden lezzet almazdı. Bunların hepsi ise yaratılış itibariyle kendisinde bulunan hususlar vardı. Hatta bundan büyük olan, küçük olandan daha az değildir. Eğer bunlar, tabiat sebebiyle veyahut ta yıldızlarda olan ilişki ile olmuş olsaydı, onun her değişimi üzere vacip olurdu.
Sonra soğutmak55, ısıtmak, şer ve hayır gibi tabiat sahibi olanlardan muhtelif fiiller ve hallerin çıkması ile var olmaları mümkün değildir. Öyle ise, ondan tabiat sahibi olan bir şeyin asimin olmadığı sabit olur. Fakat bunlardan her şeyin o hal üzere kılınması, âlim ve hâkim olan Allah'ın yaratması ve var etmesiyle olur. Eğer fiiller çarpmakla olsaydı, onun kafasına çarpmış olduğu gibi failin imtina' etmesiyle olmazdı. Ve aynı zamanda evin üstünden düşen ve iplerle bağlanan gibi de olmazdı. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Varlıkta ise, gu bir hakikattir ki, gerçekten felç olmuş olan kendisine gelen husustan kaçınılması mümkün olmadığını bilir. Âma ve her felce uğrayan âlete muhtaç kişi de böyledir. Sonra o, o afetlerin gitmesini ve o hallerin yerine aksi olan halin yerleşmesinin mümkün olduğunu bilir. Öyle ise bununla âlemin hepsinde mecburi olmayı ifade etmek yalandan ibaret olduğu sabit olur.
Ve bir sınıf insanlar şu iddiada bulunuyor : Gerçekten âlemin toprağı kadîm idi ve ona «heyûlâ» ismi verildi. O «heyûlâ» ile beraber kuvvet vardı ki o, kuvvet sifatiyle daim olur. Onun ne uzunluğu vardır56 ve ne de genişliği. Ne derinliği var, ne de ölçüsü ve ne de mesahası. Onun rengi yoktur, tadı da yoktur, kokusu da bulunmaz. O, yumuşak olmadığı gibi katı da değildi. Ne sıcaktır, ne soğuk ve ne de yaş. Kendisinde hareket ve sükûnet bulunmaz. Onunla beraber arazlardan evveliyatında hiç bir şey bulunmaz. Çünkü orada ona heyûlâ, diye isim verildi. Heyûlâ, kendisinde bulunan ihtiyariyle değil, kendi tabiatı ile kuvvete dönüşmüştür. Ve bu arazlar da meydana gelmiştir.
Sonra şöyle denilir : Feleğin, yani, semânın deprenmesi, yıldızların hareket etmesi, içtima ve ayrılma halleri ile değişik hallere girmesi gerçekten yerlerin ve yerde bulunan sular ve denizler ve ağaçların çeşitlerinden olan hususların hallerinin değişikliğe uğraması ile olur. Buharı yukarı çıkan ayrılığın cevheri veyahut o, cevheri ile beraber ateş ve hakiki cevherler gibidir ki, bununla yıldızların halleri değişikliğe uğrar. Öyle ise bu zikrolunan hususun böyle olması daha doğru ve gerçektir. Çünkü o, görmeye daha yakın ve bizden gaip olan için yani göremediğimiz hususlar için delil olmaya daha lâyık ve evlâdır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra onlar tabiatçılarm ifade ettikleri hususlar ile konuşup fikirlerini öne sürmeğe çalıştılar. Şöyle ki: Gerçekten o yaratıcının57 fi'Ii hakikaten kendi nezdindeki ilmi ve kudreti ile muhkem ve mükemmel olarak meydana çıkmıştır. Eğer o olmamış olsaydı zikrettiğim hususun hasıl olmasının ihtimali bulunmazdı. Çünkü o, tedbirden geçen şey ile bunu doğrultmuştur ve muhkem olarak meydana getirmiştir. îşte yıldızların durumu da bunun gibidir. Eğer onun dediği gibi olsaydı o, meydana gelmiş olması onu var eden âlim ve hakim olanın tedbiri ile olurdu.58 Eğer tedbir ve var etme onlarda59 yani yıldızlarda olmuş olsaydı onların seyretmekle kendilerini yormaları60 ve devamlı olarak hareket etmeleri ile de kendilerine eza vermeleri muhtemel olmazdı. Zira görünen âlemde dirilerin hali boylecedir. Gerçekten o haller kendilerini yorar ve elem verir. Veyahut ta onun Ölülerden olması gerekir ki, kumaş hikâyesinde zikrettiğimiz şeyde olduğu gibi, kendisinden gayrinin icad ve idaresi ile olurdu. Oysa ki şu husus bilinmektedir ki, eğer bunun üzerine kendisini yormadan kadir olmuş olsaydı, onların hepsinin âlim, hâkim ve ganî olanın icad ve idaresi iledir. Onların hepsini zikrolunan hususlarda kullandığını bilmesi için onu kendisine seçmiş olurdu. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra eğer bîzim âlemimizde, âlemin zikrolunan hususların icad ve idaresi ile söylemek caiz olmuş olsaydı, onun aynısının zikrettiği kimseler de kendisinden yüksek olanın idaresi ile olduğu ifade edilmesi de caiz olurdu. Kendisi için sonuç olmayan şey de böylecedir. Bunda ise yıldızların icad ve idaresi hakkında söyledikleri sözlerin batıl olduğu görülmektedir. Yahut bir sonuca rücu' eder ki, onda da eşyadan nihayetin kaldırılması hakkındaki sözlerinin fasid olduğu belirlenir. Bu hususların bir olana isnad edilmesini söylemenin icabetmesi zikrolunanlann hepsinin icad ve idaresine rücu eder ki, o da her, kendisinde nihayet bulan şeyden mukadder olan işlerin akıbetlerini bilenin kendisidir. Şu kadar var ki gerçekten onlar, ifade ettikleri bu sözleri ile onların bu konuda biz sözlerini bulunmadığını ikrar etmişlerdir. Çünkü onlar kendilerinin ihtiyar sahibi olmadıklarını ve fakat onlar söyledikleri sözü ifadeye mecbur olduklarını öne sürmüşlerdir.
Sonra ona cevher ismi verildi ki o, bir cevherdir ve o cevher de âlemin cevheridir. Ayrılma ve ittifak etme halleri ise ancak arazlar yönünden gelmiştir. Arazlar ise, ihtilâf ve ittifak etmekle vasfolmazlar. Çünkü onlar ancak kendilerinden başkaları ile bulunurlar. Araz, arazla değil, ancak cevherle kâim olur. O, cevherle ihtilâf eder ve cevherle de ittifak eder.
Mantık ismini verdiği kitabında bu sözün sahibi olan Aristotales bu hususu ifade etmek için on bab zikretmiştir :
1- (Cevheri kasdederek) Bâb'ul - ayn.61 Tıpkı «insan» dediğin gibi; ona kendi cevheriyle isim verilmiştir.
2- Bâb'ul - mekân. «Nerede?» sözünde ifade ettiğin gibi.
3 - Sıfat (babı). «Nasıl?» demekle ifade ettiğin gibi.
4 - Bâb'ul-vakt. «N ezaman?» ifadesi gibi.
5 - Babu'1-aded. «Kaç?» denildiği gibi.
6 -Birinin zikredilmesinde diğerinin de zikredilmesini icap ettiren husustan olması bakımından, Bâb'ul - muzâf. Baba, köle, ortak ve benzeri kelimelerde vuku bulduğu gibi.
7 - Bab'ül - Mülkiyy : Ki, bu sahip olmayı ifade eder. Tıpkı şeref sahibidir, evlâd-u iyâl sahibidir. Ve bunlara benzeyen hususlardaki sözün gibi. Buna, Bâb'ul - cedde de62 demişlerdir.
8 - Bab'ün - Nasbe : Ayakta durmak ve oturmak gibi.
9 - Bab'ül - Fail : «Yedi» fi'li gibi benzeri fiillerde bir şeyin yapıldığını söylemen gibi.
10- Bab'ül - Mef'ul : «O, yenmiştir,» dediğin gibi.
Bir şeyin, bunların dışına çıktığını söylemeğe hiç bir kimsenin gücü yetmez. Kuvvetin tabiati ile bir şey yapmasını bilmediğini ve heyûlâ'nm arazlara muhtaç olmadığını da iddia ettiler.
Fakih Ebu Mansur (r.h.) şöyle diyor :
Onların vardıkları noktayı düşünen kimse, bilir ki gerçekten onlar Allah'ın kendilerini verdiği nimetleri bilmedikleri için bu hususları benimsediler de, gözleri kör olup doğru yolu göremediler ve dolayisıyle sapıtmış oldular. Sonra sapıklık içindeki şaşkın halleri onları, ne aklın kabul ettiği ve ne de heva ve hevesin celbetmek istediği bu hayal gibisine ünsiyet kesbetmelerine sevketmiştir. Yardım ancak Allah'tandır.
Eğer, Allah'ın kendilerine verdiği bu nimetler olmasaydı, âlemin başlangıcının zikrolunan şey olduğunu onlara ne gibi bir şey bildirirdi? Sonra vasfetmiş olduğu ismi, kendisinde zikrolunan husus63 da bulunmaktadır. O'nun sıfatı olan amelinin64 âlemin cevherinden olması hakkında hiç bir delili yoktur. İşitme ihtimali de bulunmaz. Fakat onlar, tevhîd ehlinin Allah-u Teâlâ'yı vasfettikîeri zaman onların sözlerini işittiler şe bununla kendi katlarında kabul ettikleri heyulayı vasfettiler. Bu sözlerin kendilerine neyi lâzım kıldığına bakmadılar. Döndüler, dolaştılar, isbat ettikleri hususu kendileri nakzedip çürüttüler. Çünkü onlar, kendi zatının arazlardan olma ihtimalinin dışında bulunduğunu, cevherler mânâsında bulunmasını yani, bir cevher olup, sonra bir cevher ve sonradan cevherler olmasının mümkün olmadığı hususu oluşturdular. Sonra ilk halinden hiç bir eser kalmamış bir halde oldu. Âlemin kadîm ve hadis olma işinde nihayet bulan hususlardan arazlar ve cevherlerden başka bir şey kalmamıştır. Bu vasıfta olmayan yok olup gitmiştir. Böylece âlemin kendi nefsiyle yok olması ve kendi nefsiyle kâim olmasının mümkün olmadığı meydana çıkmış olur. Çünkü kendi zatiyle kadîm olmasının mümkün olmaması, kendi nefsiyle kâim olmayanı yok eden arazlar sebebiyle hasıl olmuştur. Bu ifade ile de âlemin hepsinin hadis olduğu hakkındaki söz ortaya çıkmış olur ki, onları bu hayale sevkeden bu sözün büyüklüğüdür. Zira, bu alınmış olan şey, araz ve cevherdir. Evvel olan yoktur. Sonra, kendisine hekim ismini verdiği zaman, başkasına görüşünden dönmesini ve aşağıda ifade edilen sözünden sonra kendi isteğine tabi65 olmasını ilzam etmek istediğinde sözü bâtıl olur. Çünkü o, şöyle diyor : Gerçekten âlemin kendisinden meydana gelen asıl, cahil ve abtal idi. Arazlar da öyle bir ağyardır ki, onları, kendisinde ilim ve hikmet bulunmayan cılız bir kuvvet meydana getirdi.
Oysa ki kendisi, bir şeye, ancak kendileriyle nail olduğu ağyarın çocuklarından biridir. Nereden kendisini onların üzerine takdim etmiştir? Kendisinin bir asıl olmaksızın böylece olması caiz olduğu zaman, öylece olmuştur. Öyle ise kendi nefsi için söylediğinin aynısını âlemin hepsi hakkında da söylesin.
Sonra, heyulayı değişikliğe uğratan kuvvet, heyûlâ üzerinde tesirli olmak, ona hâkim olmaktan hali kalmaz. îşte heyulanın üzerinde müessir ve hâkim olan bu kuvvet kendi mahiyetindeki kuvvetle, heyulanın mahiyetini ve kuvvetini değişikliğe uğratmıştır.66 Öyle ise Allah hakkında da heyulayı yaratan O'dur; veyahut Allah, heyulayı dilediği şekilde yaratmıştır, desin. Böylece heyûlâ, kendi nefsinde vukubulacak değişimi kabul eder ve kendisinde terkip bulunmuş olur. Sonra o, değişime uğrattığı67 şeyin yok olmasına dilediği ismi verebilir.
Kendisiyle âlemin var olması öne sürülen asıl, bâtıl olup yok olunca, kendisinin yok olması ile başkasının değişmesi ve kâim olmasının ortadan kaldırılmasının hâsıl olması için bizatihi kâim olmasının ortadan kaldırılmağı icap eder. Bununla beraber heyulanın da yok olması meydana gelmiş olur. Böylece heyulanın bizzat kendisi değişikliğe meydana getirmeye gücü. yetmez bir halde olur. Bu hususta da âlemin bâtıl olmağı, devamlı olarak bir halden diğer bir hale geçip değişikliğe uğraması da bâtıl olur. Onun varlığı bu asim fesada uğradığına delâlet eder. Bununla beraber görünen âlemde bir şey bulunmaz ki onun bir şey için yararlı ve uygun olması ancak hâkim olan Allah'ın kendisini öylece yaratmasından olmamış olsun. Öyle ise, sabit olur ki, âlemin başlangıcının eğer bu cevherler ve arazların olmasına uygun ve yararlı olduysa o, ancak Allah-u Teâlâ'mn onları böyle kılmasından olmuştur. Allah-u Teâlâ, lıerşeyi böylece yaratmıştır.
Sonra, gerçekten âlemi tabiatına çevirip yerleştiren kuvvetin kendisidir. Kuvvet ise, ondan ayrılmaz. Öyle ise, kuvvete ne oluyor ki, kadîm olmadaki amelinden hâli kalıyor. Halbuki tabiat sahibi olan, görünen âlemde amelinden hâli kalmaz. Gerçekten arazlar yani kuvvetin meydana getirdiği arazlar, ya heyulada olur ki, böyle olduğu vakitte onun «heyûlâ, kudretten hâli idi tâ ki, sonradan var oluncaya dek,» sözü bâtıl olur. Veyahut da kuvvet, heyulada yoktu, sonradan bir şeyden olmaksızın var oldu. Çünkü o, kuvveti heyulayı vasfettiği şeyle vasfet-miştir. Halbuki kendisinde arazlar yoktu. Ve yine kuvvetin bir şeyden olmaksızın var olduğu sabit olmuştur. îşte bu68 mânâdır ki, onları ifade ettikleri sözü söylemeğe mecbur kılmıştır. Allah'a hamd olsun ki, bu söz de çürütülmüştür.
Bununla beraber, onların kuvvet hakkında söylediklerinin hepsinin onu kuvvette, heyûlâ için kılmak suretiyle üzerlerine ters çevirip vurmak mümkün olur. Çünkü kuvvet, heyulanın gayrisi olmakla başkasından hâli kalmış olmaz. Böylece heyûlâ ve kuvvet, iki ayrı varlıklar olur. Ve oy «kaç?» kelimesinin aded babından olduğunu iddia etti. Orada sonradan var olan bir şey yoktur. Halbuki O, orada bir şeyin var olmasını icabettirdi. Veyahut kuvvet, heyulanın kendisidir. Böyle olunca da onun, «kuvvet heyûlâ ile beraberdir», sözü bâtıl olur. Veyahut heyulayı değişime uğratan kuvvettir. Sanki o, heyulayı değil, kendisini değişime uğratmıştır. Bununla beraber şu iddiada da bulunuyor : Gerçekten o arazlar, heyulaya anz olmuştur da, onu hareket geçirdi, durdurdu, reddetti ve alçalttı; bunlar, orada kendisine doğru hareket edecek veyahut kendisinde karar kılacak veyahut kendisine yükselip alçalacağı gayrin bulunmaksızın bu hususlar meydana geldiğini iddia etmiştir. Kendisinden meydana gelecek şeyde. benzerlerinin bulunmasının fasid olduğunu da iddia etmiştir. Hal bu ise bu söyledikleri aslında daha çok fasid olan hususlardır.
Muhammed bin Şebîb, bâtıl bir iddiada bulunup, kuvvete hareket ismini verdiğini ifade etmiştir. Bir rivayetinde ise kuvvet, heyulanın vasfolunmadığı şeyle vasfolunmaz. Onlardan heyûlâ hakkında bir çok görüşler nakletmiştir. Ben bunun sahih olup olmadığım bilmiyorum. Ancak ne var ki onun kuvvete hareket ismini verdiği ve hareketin de heyulada bulunduğu bir gerçektir. Öyle ise, onun «Gerçekten heyûlâ, hareketle vasfolunmaz» sözü bâtıl olur. Çünkü o, heyulayı hareket ile vasfetmiştir.
Sonra, hareket, heyulaya bitişik olması veyahut ondan ayrı bulunmasından hâli kalmaz. O, bunlardan hangisini kabul ediyor. Bu durumda ise cisim ve araz olma isbat edilir. Çünkü bitişme ve ayrı olma, bitişen ve ayrı olanın gayridir.
Ve sonra onlar; cevherler asıl olanın hareketlerinden var olmuşlardır diyorlar. Müneccimlerin sözü ve görüşü de böyledir. Şu bilinen bir husustur ki, o hareketlerin muhtelif olmalarıyla beraber, cevherler yüksek ve alçaktan ve her taraftan var olurlar. Öyle ise onun sözü ve görüşü bâtıldır.
Bu kısımda .Nezzam69 onlarla münakaşa edip sözlerini nakzetti; şöyle ki : Kuvvetin, heyulayı değişikliğe uğratması arazların var olmasına sebeb olup, sonra renk, tad, sıcaklık, yumuşaklık ve benzerleri gibi arazlar muhtelif olarak vücud buldukları vakit, bunların bir hareket ve bir anda var olmaları gerekir. Onlar da ancak bir cihetten var olurlar.
Bu hususa cevap olarak şöyle denildi : Arazlar bir çok cihetlerden olur. Onların ekserisinin altı araz olduğunu ve şerrin o arazların oniki-sinden meydana geldiğini iddia etti. Öyle ise bunun, kuvvetin değişimi ile olduğu sabit olur. Oysa ki değiştirme bir cihetten olur. Arazlar ise çoğalır, böylece hakikatin bunun zikrettiği şeyle olmadığı sabit olur.
Muhammed bin Şebib, onların; heyûlâ, arazların var olmasından önce uzun70 değildi, sözlerine itiraz edip şöyle der : Arazlar da uzun değillerdi; nasıl oldu da71 var olduğunda uzun oldular?72Araz da böyledir. Eğer bunun vukubulması caiz olmuş olsaydı, iki hâli kalmayanın arasını cemetmek caiz olurdu da, böylece hâli kalma hâsıl olurdu. Bütün arazlar hakkında da onun gibi olduğu söylenirdi. Hepsinde, hem siyahlık bulunurdu ve hem de bulunmazdı.
Bu itiraza, zırnıh ve sürmetaşı ile cevap verdi. Şöyle ki : Bunlardan her biri münferid olarak yakmazlar. Bir araya geldiklerinde ise yakarlar. Yapılan bu itiraza cevap olarak şöyle denir : Onlardan birinin yakması uzak bir hadise değildir. Fakat, kendisinde yakmağı meneden bir şey vardır; diğerinde de bu maniin, menetmesini meneden bir husus vardı. Bunun için o, yakar. Yoksa kendisinde yakma vasfı olmadığı için değil, yahut her ikisi böyle idiler. Arazların durumu sana göre bizim zikrettiğimiz gibidir. Uzun veyahut siyah olursa kendisine herhangi bir manin hulul etmesi mümkün değildir. Heyuladaki durum da böyledir. Bunun içindir ki her ikisi ihtilâf etmişlerdir.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bizce bu konuda ve yıldızlar ve tabiattan zikrolunan hususta asıl olan şudur ki; hakikatin .bu hususta, işitmeye, nakli delile rücu etmekten hâli kalınmaz. Kendilerinde, tevhid ehlinden işitilen hususlar isbat etmiştir. Çünkü onlarda doğru ve gerçek olan deliller vardır.- Yahut hazır olanla faile delil götürülür. Eğer onun tuttuğu yol bu ise, gerçeği kabul etmek vacip olur. Çünkü bir hal üzere var olan -onun itibare alınması var olmakladır- bu sıfat üzere bulunduğu gibi olmasıdır. Bu itibarla, onların âlemin imtizacı, yıldızların seyretmesi, kuvvetin heyulayı halden hale değişime uğratması ve hem heyûlâ ve hem de kuvvet ikisi birden değişiklik yapar, diye sarfettikleri sözleri batıl olur. Eğer kendi üzerine delâlet eden var olanda bulunan anlamları itibariyle olursa; gerçekten asıl olan şudur ki, her tabiat sahibi olan bulun-'duğu halden, hilafı olan bir hale değişmesi, ancak hikmet sahibi olan veyahut sefih, yani hikmet sahibi olmayan değiştirici ile olur; fakat her ikisinin de durumu sonuçları ile zahir olur. Onların işaret ettikleri asıl da böyledir. Gerçekten o73, sonuçlarına yararlı olan şeyden o hallerin gayri üzerine olması ancak hikmet sahibi olan ile olur. Çünkü o haller Öylece bulunmaktadırlar.
Bununla da onların aslı batıl olur; ve gayrinin onu böyle kılmasını muhtemel kılan şeye aslın ihtimal dahilinde bulunması sabit olur. İşte böylece onun bir hâkim olan muhdisle var olduğu anlaşılır. Tevfik Allah'tandır.
Yine, tabiatinde yakma bulunan şeyde bilinen husus şudur ki; o, ancak yakılmayı kabul eder bir halde olanı yakar. Çünkü yakma ihtimali ancak onda bulunur. Karalamak ve hâl ve cevherin durumu da böyledir. Sonra tabiatında yakma sıfatı ihtimali olanın kendisinde yaratılış itibariyle yanması kabul edenden o durumu kaldırma değildir. Yananın yaratılışında da bu hususa muhtemel olması tasavvur edilemez. Görünen âlemde bu duruma muttali olan kimse ancak varlığı bilmek ve ikisinin arasını cemetmekle elde edebilir. Görünmeyen âlemin hâl ve durumu da böyledir. Böylece onların ispat etmeği kasdettikieri şey batıl olur ve o da onların kendisinde bulundukları mâna üzerine oulr. Tevfik Allah'tandır.
Bununla beraber onların ölü olarak ifade ettikleri o, asılların tümünün tedbirleri bulunmadığı zaman ve tabiatları ile amel edip ihtiyar sahibi olmadıkları vakit kendisinden varlık meydana gelen ve yaratanın Âlim (bilici), Semî' (işitici), Basîr (görücü), Diri, Kadir, o cihetlere muhtemel olan ölü ve onlara ihtimal ve imkândan hariç olması caiz olmaz. Binaenaleyh, bunların hepsinin âlim olan var edici olanla olmuş olduğu sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır, 74
Dostları ilə paylaş: |