Seneviyyeierin Sözlerinin Sıfatı Hakkında Mes'ele (İlk Olarak; Menanîlerin Sözleri Ve Sözlerinin Fasid Olmasının Açıklanması)
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Menanîler şu iddiada bulundular : Gerçekten eşya, bulunduğu hal üzere karanlık ile ziyanın imtizaç etmesinden meydana gelmişlerdir. Halbuki ziya ile karanlık, birbirine zıt ve mütebayindirler. Ziya, yükseklikte doğu, batı, güney, kuzey yönlerinden dört cihette nihayetsizdirler. Karanlıktaki alçaklıkta, bunun gibidir. Karanlığın iltika cihetinden bir sonucu vardır. Karanlık, ziyaya doğru hareket ederek her ikisi imtizaç etmişlerdir. Âlem, bunların imtizacından hasıl olan imtizaç kadarınca var olmuştur. Ziya ile karanlıktan her birinin beş cinsi vardır. Onlar da : Beyaz, kırmızı, siyah, sarı ve yeşil olmaktan ibarettir. Herşey ki, bu cinsten olup cevherden gelmiştir; o, hayırdır. Karanlık cevherinden olan ise serdir. Yine böylece ziya île karanlıktan her birinin beş duyusu vardır : İşitme, görme, tadma, koklama ve tutma hassası. Ziya cevherinin bunlara ulaştığı şey hayır olur. Karanlık cevherinin ulaştığı da şer olur. Ziyanın ve karanlığın ruhu vardır. Karanlığın ruhuna «hemâme» ismi verilir ki, o, diridir. Ziya'yı kendisinde hapsetmek için âleme galebe çalmıştır. Ziya, hassas değildir. Kendisinde bulunan şey, tabiatiyle var olmuş olup hepsi hayır olur. «Hemâme» ise, hassastır. Ziya ile karanlığın her biri kendi yerlerinde olurlar. Sonra eşyanın en yücesi, en temizi olarak; en aşağıda olan da en pisi olarak bulundu. Onların tabiatlarında hafiflik ve ağırlık vardır. Bunlar ise birbirine zattılar. Çünkü hafif olan yukarı doğru yükselir. Ağır olan da aşağı doğru yuvarlanıp iner. Böylece zaman gelir geçer. Zira böylece oldukları için imtizaç ettikleri gibi nihayet bulma hususundan kurtulurlar.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu sözü iyi düşünen kimse, onu tefsir etmekten başka, o sözü iptal etmek için deliller arayıp ortaya koymaksizm hepsinin birbirine zıt ve birbirini nakzeder halde olduğunu görür. Bunun birincisi, o, sana bîr çok yönlerden nihayeti gösterdi ve bir yönden de ispat etti. Sonu olanı sonsuz hale soktu. Çünkü son olma bir sınırdır. Sınırlık ise kendisinden büyük olan şeye nazaran kıya ve küçüktür. Bu ise başkasının kendisinde tedbiri bulunduğunu ifade eder ki, o da onun bir tarafının hadis ve bir cüz olduğuna delildir. Ve mütenâhî olan cüzlerin96 hepsinin gayri mütenâhî1 olmaları mümkün değildir. Çünkü bu manâ, nihayete muttasıl olan her cüzde bulunmaktadır. Gerçekten onlardan her biri, nihayetsiz olma yönlerinden ya diğeri nihayette bulunur, o zaman onun «zıya ile karanlık bir taraftan imtizaç ettiler» sözü batıl olur. Belki her ikisi de bir taraftan olup sonra imtizaç ettiler. Eğer böyle olmasaydı onlardan her biri diğeri için bulunan dört yönden zail olurlardı. Böylece bütün o yönlerden mütenâhî olur. Tevfik Allah'tandır.
Sonra süflî olanın alçalması, ulvî olanın da yükselmesi, tabiatlarından oldu ise -ki, birbirine zıt olmanın manâsı budur ve sonucunun gideceği yer de orasıdır- nasıl oluyor da süflî olan yükseğe doğru yükselip çıkıyor? Bu ise safî ve temiz olan yüksekliğin tabîatmdandır. Hayrın manâsı da budur. Süflî olandan her iki emri beraberce var olunca kendisine iki hususu söylemeği lâzım kılan manâ batıl olur.
Sonra ulvî olandan beklenen yükseklere intikal etmesidir. Bunu ne yerine getirmeğe kalkıştı ve ne de cevherinin aşağı doğru inmesiyle tanınan şeyden bu hususu menetti. Hatta o, bunun üzerine yükseldi. Âlemi kendi hükmü ile yarattı. «Hemâmesnin elinden kurtulmayı nasıl arzuluyor ve istiyorlar? «Hemâme» bununla beraber hassastır, hilelere faaldir, onu tutup bağladı ve hapsetti. Onun «Hemâme»den kurtulması için hiç bir kuvveti yoktur. Onun yaratılışında hâli kaldığında imtina etme yoktur. Nasıl olur da bağlanıp hapsedildikten sonra kurtulabilir? Ancak şöyle demek müstesna : «Hemâme», onun yolunu serbest bıraktı97 ve onu hayır faili olarak98 kılmıştır.
Sonra gerçekten zulmetin cevheri eğer ziyanın görüşü ise ki o, ziyayı hapsetmek için hükmü altına almıştır99 onun kendisi ilim ve ru'yetle mevsuftur. Yoksa100 kendisinden korunması için görmediği ve hükmünden kurtulması için de bilmediği şey değil. Öyle ise ilim, ru'yet, kudretli olma, ganî ve şerefli olmanın hepsi, karanlığın cevherinde bulunmaktadır. Mahkûm olma, cahil olma, acz ve zillet içinde bulunma ve hafif olma, ziyanın cevherinde bulunsun. Eğer bunun hepsi hayır, evvelkinin de hepsi şer olursa size hayrı ve şerri gösteren nedir?
Ve yine sizin katınızda şu görüş vardır : Gerçekten ziyanın fi'li, tabiî ve yaratılış icabıdır. Karanlığın fi'li ise ihtiyarîdir. Âlemi de karanlık meydana getirmiştir. Öyle ise, sizin âlemi yaratanın ikiden ibaret olduğu sözünüz batıldır. Bilakis âlemin hepsi «bir»in fi'li ile meydana gelmiştir. Fakat o, birin cüzleri, diğerinin cüzleri ile imtizaç etmiştir. Eğer diğeri, bunun yaptığı fi'li ile olursa bununla da iki aslın âlemi var ettiği sözünü elde etmek için diğeri var olur ise her tabiat sahibi101 her tabiat sahibinin kendisi ile olandır. Bunda da âlem bulunur. O zaman söz, adedi sayılmayacak şeyle olmuş olur.
Sonra,, karanlık ziyaya kızıp, galebe çalarak102 onu hapsettikten sonra, ziya ondan kurtulmuş103 idiyse, ondan kurtulması ya cevheriyle olur ki, bu mümkün değildir. Çünkü karanlıktan, ziya imtina etmez. Bununla beraber ziyanın cüzlerinin, karanlığın hapsetmesinden kurtulmasını icabettirir. Ziyanın üstünde karanlıktan ayrılan şeyin gideceği bir yer yoktur. Zira bu tarafın gayri olan sonsuzdur. Halbuki ziya, kurtulmakla sonu olmayan yere gider. Kendisine karar kılacak bir yer bulamaz. Öyle ise karanlıktan kurtulmasının karanlığın onu kendisinden104 reddetmesinden105 başka hiç bir manâsı yoktur. Böylece karanlığın ziyayı reddetmesi, ziya için hayır olan bir iş olur. Çünkü hapsedilmesi şer idi. Oysa ki ziyanın cüzlerini reddettiği zaman yükselip giden şey, ancak ziyanın cüzleridir. O ise bazısına girer ve o da106 nihayet ve sonuçtur. Fakat karanlık ziyayı cevherinde tutuklamıştır. Sonra ziyanın tümüne hakim oldu ve kendisini düşmanını hapsedecek bir hapishane yapmıştır. Düşmanı kendi cevheri ile107 ve kendi nefsinde hapsetmiş olur108
Sonra karanlığın imtizaç etmeden başka hiç bir had ve sınırı yoktur. Ziya kurtulmakla, sonra ne olur ve nereye varır? Bu husus kurtulmanın hiç bir manâsı bulunmadığım açıklıyor. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sonra onların sarfettikleri sözlerden şu husus şayan-i taaccüptür : Gerçekten âlemde bulunan hayrın hepsi ziyanın cevherindedir diyorlar; öyle ise, ziya mahkûm ve mahpus olduğu halde hayır onun neresinden hasıl olur? Fi'lin hepsi onun hapsedilmesi için diğerinden, yani karanlıktan vukubulmaktadır. Ziyanın karanlığın zindanında tutsak olarak baki kalmasından başka bir durumu yoktur. Mahkûm olan kimseden hayır olur mu? O, kendisini istemeyen diğer cüzlerde görülmüyor mu ki, cüzlerini başkasının hapsine bırakıp terketmîş bulunmaktadır. îşte o, şerrin ta kendisidir. Hayır onun neresinde bulunur? Onun hepsi kurtulmaktan ibarettir ki, bu da kendisinden menedilmis, değildir.
Sonra onların söz ve görüşlerinde tenakuz vardır. Zira onlar, teba-yünün cevherle olduğunu öne sürdüler. Onların cevherlere, birbirine mti-tebayin oldukları için imtizaç edip bağdaşmaları mümkün değildir. O da kendi hali ile kaimdir. Zira onlar, imtizacı başka bir varlık olarak kabul ediyorlar. Bu hususta onlara şöyle denmesi gerekir :
îmtizae, yok olduktan sonra109 tekrar var olunca meydana gelmiş değil midir? Bu soruya mutlaka «evet» demesi lâzımdır. Bunun yerine sorup denir ki : O imtizaç, ziya mı idi; yoksa karanlık mı idi; yoksa her ikisinden gayri mi idi? Eğer, ziya ile karanlık idi derse, bunların mümkün olmadığım ifade etmiş olur. Çünkü onun kendisinde, hem imtizacı ve hem de tebayünü ispat etmiş oluyor. Eğer öyle olması caiz olsaydı, her ikisinin beraber bulunması caiz olurdu. Bu husus açıkça anlaşılmaktadır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra, karşılaşmak, buluşmak bakımından bir sınır ispat etmeleri, ya ezelde birbiriyle ilişkili bir halde idiler, veyahut değildiler.110 Eğer birbirlerinden ayrı ve mütebayin idilerse, birbirleriyle temas edip ilişki kurulunca her ikisi de hadis olur. Cüz'ün hadis olması görülen âlemdeki varlıklarla görüîmiyen âleme istidlal etme hakkı ile, kiil'ün hadis olmasını icabettirir. Eğer birbirleriyle temas halinde idiyseler, her ikisinden birinin mutlaka çoğalması lâzımdır. Tâ ki, diğeri ile imtizaç etsin. Yahut kendi nefsine girebilmesi için diğerinden ayrı kalsın. Bu ikisinden hangisi olursa kendisinde, olmayan bir ziyadelik bulunur. Yahut diğerinden alâkayı kesip cevhere girme olur. Bunun üzerine onun sonsuz olduğunu söylemek bâtıl ve faşid olur. Çünkü cüzlerinin sonu olmadığı zaman, kendisiyle imtizaç etmesi için diğerinin kendisine girmesi yoktur, imtizacın ihtimali bulunduğunda onun sonu olduğu sabit olur. Bununla beraber karanlığın yoğun olmasıyla, yoğun olmiyan ziyanın üzerinde baki kalması, ziyanın kendisinden bir parça olması çok uzaktır. Zira eşyadan her lâtif olan şeyle dolu bulunan da eşyadan yoğun olanmm bulunup yerleşmesi mümkün değildir. Eğer o husus ziyadan olmuş olsa kendisi muhakkak şerri iktisap etmiş olup keyfiyetin bir cevherde sabit olmasıyla kendisini hapsetmiş olur. Ancak lâtif olan, aralarında bir delik111 kalan muhtelif cevherlerden olduğu zaman yoğun olandan bir çıkacak yer bulur. Amma zikrolunan hususla yolu olamn vukubulması ise, o mümkün değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Eğer yok olduktan sonra imtizaçtan hadis olana sebkat ederse, bir veya ikisinden biri ile olur, yahut ikisi ile olur. Onda ise hadis olma ihtimali vardır. Kül için de onun gibisi vuku bulur. Veya her ikisi ile olmaz. Bunda ise üçüncü bir varlık olduğu tesbit edilir. Yahut kendi nefisleri ile olurlar, bu sefer tebayünün nefyedilmesi lâzım gelir. Veyahut da karanlık, kendi nefsi ile kalır. Böyle olunca o zamanın kendisinden önce olan vakitten evlâ olması düşünülemez. Bir şeyde imtizaç etmeyen iki cüz var olmadığı zaman -halbuki bu husus vukubulmuştur-, niçin kül de böyle olmasın? Bununla beraber ayrılmaktan hâli kalmaz. Çünkü112 imtizacın tabiatiyle olması gerekir. Tabiatler ise değişikliğe uğramaz. Bunun için ebediyyen böyle olması vacip olur. Tabiatlerin nevinden uzun uzun konuşmuştur. Fakat gerçekten karanlığın kendi ihtiyarı ile faal olduğu rivayet edilmiştir. Tabiatler hakkında böyle söylemek ise fasittir. Onlardan şu haber de nakledilmiştir. Karanlık, ziyaya kavuşuncaya kadar20 hareket eder. Ziyaya kavuşunca ona girer. Eğer onlar, bu hususun ebedî ve devamlı olduğunu söylerlerse, kendilerine, zaman hakkında geçen mevzularda ileri sürülen fikir ve sözlerle cevap verilir. Hayır, böyle demeyip bir başlangıcın olduğunu ileri sürerlerse, o zaman hadis olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Tevfik Allah'tandır.
Sonra onların öne attıkları gu sözlerinde cehaletin tamamı bulunmaktadır. Zira onlar, diyorlar ki; ağır olanın tabiatında agağı dü§me, hafif olanın tabiatında ise yukarı yükselme bulunmasından her ikisi birbirinden kurtulurlar. Sonra bu tabiatle beraber başlangıçta imtizaç ettiklerini öne sürüyorlar. Eğer onlardan her birinin ayrılık ve ağırlık ve ha-fiflikde, diğerinin tabiatinde, olsaydı, imtizaç etme ihtimalleri bulunmazdı, îmtizac etme ihtimali bulununca iki tabiatın ne her brinde bulunmuş olduğuna delâlet etmektedir. Birisi her iki hususa muhtemel olduğu zaman hayır ve şerre de ihtimali bulunur. Bunun içindir ki, ikincisi batıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Gerçekten lâzım olan, onların ziya ile karanlığı, tabiatta birbirine zıt kılmaları ve onlardan birisinin imtizaca yararlı, diğerinin de uyumsuzluğa yararlı kılmaları gerekmeğidir ki, bunlardan birinin diğeri üzerine galebe çalmış olsun. Sonra onlar diyorlar ki: Ziya ile karanlık ayrıldıkları vakitte sonradan bir daha imtizaç etmezler. Onlara bu hususu bildiren nedir? Biz yakmen biliyoruz ki, onların içtimâ etmeleri mümkün değildir. Nasıl oluyor da çalışmakla birbirinden ayrılma vücut buluyor? Onların ebediyyen içtima ve ayrılık üzerine olduklarını kendilerine bildiren nedir? Ezeldeki durumları da böyledir. Öyle ise ziya ile karanlığın iki asıl olarak kabul edilmesi fikri batıldır.
Sonra gerçekten onların verdikleri bu hüküm, çok acayip bir hükümdür. Çünkü onlar, evvelden var olan hallerinden haber almıyorlar113. Bu iki cevherden imtizaçtan önce bir ilimleri yok iken ve birbirlerinden ayrılma keyfiyeti hakkında malûmatları yok iken bu iki cevherden onların katında, ne gibi haberler ve malûmat olur ki hüküm versinler. Tevfik Allah'tandır.
Sonra onların nihayetin kesilmesinden ve nihayetsiz âlemin «seri üzere bir âlem olmadan âlemin başlangıcı hakkında ileri sürdükleri fikir ve sözlerinin her bölümünden delil getirmeleri istenir. Çünkü bunların hepsi delil ile olur. üntizac etme ve ayrılma da delil ile sabit olur. Onlardan davalarını ispat etmek için delil istenir ki ne derece sözlerinde inath olduklarını bilsinler. Bu hususta onlara şöyle denir : Onlar, hayır ve serden imtizaç ettiğini müşahede etmemişlerdir. Size gerçek ve doğru olan bir haber de114 gelmemiştir. Eğer «biz eşyanın yaratılışının ayrılık icabettirdîğini delillerle bildik» derse, her şey asıl cevherine rücu eder dîye cevap verilir.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Onlara şöyle denir; bilakis eşyanın yaratılışındaki karakteri içtimadir. Her birinin sonu cevherinin aslına varır. Bu vaki olduğu zaman içtima da gerçekten tahakkuk eder. Onu sen daima böyle olduğunu kabul edersin. Ve yine denir ki; zira birbirinden ayrılma, parçalanmadır. İçtima ise, kenetleşme ve kuvvetleş-medir115. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Eğer, görünen âlemde şahidi bulunmayan şeyin tesbit edilmesi cevherinden olması ile beraber caiz olsaydı maruf olan havasın fi'lini veyahut kendisinde ulaşma bulunan şeyin zıttı ile idrâkin vukubulmasım söylemek caiz olurdu. Onların şu sözüne itiraz olundu; ziyada, hayırdan başka bir şey olmaz. Karanlıktan da serden başka bir şey beklenmez. Bir adam kati işini işleyip sonra ikrar ettiği zaman eğer ikrar eden, öldürenin kendisi ise o, sözünde sadıktır ve doğruyu söylediği için de gerçekten serden sonra hayır işlemiştir. Eğer ikrar eden öldürenin kendisi değil ise o, yalan söylemiştir ve serdir. Ondan hayır da vukubulmuştu ki, o da öldürmeyi terketmektir.
Onların şu aşağıdaki sözleri de böyledir : Gerçekten her hasse, diğerinin idrak ettiğini idrak etmez. Sonra işittiği şey hakkında «işittim» dedi veyahut gördüğü şey hakkında da «gördüm» dedi. Gördüm ve işittim dediği şey, işitmiş ve görmüş olduğunun gayri değildir. îşte bu, idrak olunmayan gey ile verilen cevaptır.
Sonra karanlığın karanlığı, ziyanın karanlığına fazla olarak aksettiği vakitte ondan soruldular : Karanlığa bir şey, ziyade olmuş mudur? Eğer hayır, derseler, çoğalmayan şeyi çoğalmış bir hale sokmuş olurlar. Eğer ziyadeleşti derlerse, kendilerine o ziyadeleşen ziya mıdır; yahut karanlık mıdır; veyahut her ikisi midir? diye sorulur. Eğer ziya ve karanlıktır derlerse, ya ziyaya fazlalık gelir veyahut da karanlığa kî, bu da çok uzaktır. Çünkü onlardan her biri diğerinin cevheri ile ziyadeleş-miş olur. Eğer ziya ve karanlığın gayri ziyadeleşti derlerse, her iki hususa116 başka bir varlık ispat etmiş olurlar. Halbuki onlar, her birinin nihayeti olmıyan şeyle cinslerin bütün cüzlerini bilmiyorlar. Eğer görünen âlemdeki varlıklarla, görülmeyen âleme delil getirdiğini iddia ederse ayrılma, nihayet ortadan kalkması hususunda söylediği sözü iptal etmiş olur. Çünkü o bunları görmemiştir.
Eğer biz, peygamberlerle bildik derse, kendisine denir kî : Eğer peygamberler ziyanın cüzlerinden olursa karanlık onu meneder. Karanlığın beş duyu organının dışında kendilerinde bulunan başkalarını men-edip örtmüş olduğunu size bildiren nedir? Bunlar bilinmez. Eğer ilkinde her hassa, gayri ile idrak olunan şey idrak olunur diye iddia ederse, onların «duyu organları beştir» demeleri batıl olur ve bir olan hasıl olmuş olur. Sonra işitmekle beraber aczin mevcudiyeti de ortaya çıkar. Onların gayri olanları da böyledir. Bunun üzerine ihtilâfın bulunduğu sabit olur. Sonra karanlığın hasseleri ile itiraz olundu; gerçekten karanlık, ziyanın hasselerinin idrak etmiş olduğu şeyi idrak ettiği ve her şeyin olduğu hâli üzerine idrak ettiği zaman her iki idrâkin birisinin hayır, diğerinin şer olması nasıl olur? Sonra zemmi af etmek kimin fi'lidir? diye sorularak kendisine itiraz olundu. Eğer zemmi affetmek, ziyanın fi'lidir derse bu, düşmanının yararınadır ve o da gerdir. Eğer, karanlıktandır derse, karanlık affetmiştir ve hayır olur. Biz, gerçekten görünen âlemde, cahil olup, bileni, hata edip pişman olanı, söyleyip sözünden döneni görüyoruz. Amma eğer ikinci olanın kendisi, birincisi olursa; birbirine zıt olan her iki fi'lin birden ve birin gayrinden vukubuiması sabit olmuş olur. Böylece üç yönden de hayırın yalan olduğu sabit olmuştur. Tevfik Allah'tandır. 117
Dostları ilə paylaş: |