Mezhep, mezhepler



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə4/48
tarix07.04.2018
ölçüsü1,4 Mb.
#47039
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48

FIRKA-I NACİYE

İslâmî akideyi en net ve sağlam şekliyle kabul eden topluluk. Bu deyim iki kelimeden meydana gelmiş bir isim tamlamasıdır. Terkibin birinci ismi olan fırka kelimesi için bk. "Fırak-ı Dalle". Naciye kelimesi Necat kelimesinden türetilmiş olup kurtuluş, kurtulmak, refah ve saadete ermek, umduğuna kavuşmak manalarına gelir.

Şu halde, Fırka-ı Naciye, kurtuluşa eren, ahiretteki her türlü azabtan beraet ederek, necatını, kurtuluşunu eline alan topluluk, zümre demektir ki, bunun bir adı da Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattir. Diğer bir ifade ile Fırka-ı Naciye, Kur'an-ı Kerîm'in hükümlerini kabul ve tasdik etmekle onlara uyan, Hz. Peygamberin ve O'nun büyük Ashâbının yolunu aynen takip eden büyük topluluk, Cemaat demektir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Ebû Hureyre'den rivayet edilen bir hadislerinde: ".... Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka Cehenneme gidecektir", buyurmuşlardır. Ayrıca bu türden olan hadislerin devamında sahabîlerin, Fırkaı Naciye'den sormaları üzerine Hz. Peygamber, Fırka-ı Naciye'yi: "Benim yürüdüğüm yola ve bu yolda beni takip eden ashabımın yoluna uyanlardır." diye tarif etmiştir.

İşte Yüce Allah'ın Resulü Sevgili Peygamberimizin ashabının yoluna uyanlara "Sünnet ve topluluk mensubları" anlamında Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat" denilmiştir. Bu anlamda Fırka-ı Naciye'yi de Allah'ın Kitabına, yani Kur'an-ı Kerim'e ve Resulünün ve ashabının diliyle nakledilmiş dosdoğru yoluna, Sünnetine uyan Cumhûrun, yani müslümanların çok büyük bir topluluğunun görüşlerini benimseyip kabul eden ve bunlarla amel eden büyük topluluk olarak anlamak gerekir.

Gazalı, Fırka-ı Naciye'nin bu doğru yolunun, kurtuluşa götüren yolunun esaslarını itikadı noktadan toplu bir şekilde şu üç hükümde toplamaktadır:



1) Allah'a İman,

2) Nübüvvete İman -ki meleklere ve kitaplara imanı da içine alır-

3) Ahirete İman.81

Zira Peygamberimiz bu esaslara inanan kimsenin müslüman olarak, bu dinin nimetlerinden faydalanacağını ve mümin olacağını, birini veya tamamını-yalanlayıp inkâr edenin de ne mümin ne de müslim sayılacağına, onun kâfir olduğunu bildirmiştir. Kur'an-ı Kerîm'in pek çok ayetinde bu doğru yola ve bu yolun Hz. Peygamberin yolu olduğuna işaret edilmiştir:



"Ey İnananlar, And olsun ki, sizin için, Allah'a ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah'ın Resulü (Hz. Peygamber) en güzel örnektir" (el-Ahzâb: 33/21).

"... Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir" (el-Haşr: 59/7).

"Ey Muhammed! Eğer sana cevab veremezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah'tan bir yol gösterici olmadan hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalim milleti şüphesiz ki doğru yola eriştirmez" (el-Kasas: 28/50).

"Ey Muhammed! de ki, Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder." (Âl-i İmrân: 3/31).

Fırka-ı Naciyeye Mensup Kimseler:

İslâm Tarihi boyunca olduğu gibi, bu gün de akaid sahasında en isabetli yolu takip ettiği kabul edilen ve müslümanların büyük çoğunluğunu sinesinde toplayan Fırka-ı Naciye veya Ehl-i Sünnet, mezhebler Tarihi âlimlerinin büyüklerinden olan Abdülkâhir el-Bağdadî'ye (ö: 429/1037) göre şu sekiz sınıf, topluluktan meydana gelmiştir:



1- Ehl-i Bid'atın hatalarına düşmeyen, Râfızîler, Hâricîler, Cehmiyye, Neccâriyye ve diğer sapık fırkalar gibi düşünmeyen Sıfatiyyenin yolunu takip eden Kelâm âlimleri,

2- Hem re'y, hem de hadis grubuna mensup fıkıh imamlarından ve usulu'd-Dıne, Sıfatıyyenin Allah'a ve O'nun ezel; sıfatlarına inanışı gibi inananlardan meydana gelen Fıkıh âlimleri,

3- Hz. Peygamberden gelen sağlam haberler ve sünnetlerin yollarıyla ilgili bilgilere sahib olanlar ve bunlardan sahih ile zayıfını ayırdedebilen muhaddisler,

4- Edebiyat, dilbilgisi ve söz dizimi ile ilgili pek çok şeyin bilgisine sahip olan âlimler,

5- Kur'an okuma şekilleri ve Kur'an ayetlerini açıklama yolları ve bunların sapık fırka mensublarının tevilleri dışında Ehl-i sünnet mezhebine uygun tevilleri hakkında geniş bilgiye sahib müfessirler ve Kıraat İmamları,

6- Sûfi zâhidler

7- Müslümanların sınırlarında kâfirlere karşı nöbet tutan, müslümanların düşmanlarıyla savaşan müslüman, kahraman mücâhidler,

8- Ehl-i Sünnet akıdesinin yayıldığı, onların davranışlarının hâkim durumda bulunduğu beldelerin ve memleketlerin ahalisinden, halk kitlelerinden müteşekkil topluluklar.82

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaatin üzerinde Birleştiği Esaslar:

Sünnet ve Cemaat Ehli'nin büyük çoğunluğu dinin rükünlerinden belli esaslarda ittifak etmişlerdir. Dinin bu rükünlerinden her birinin hakikatını bilmek buluğ çağına ulaşmış her akıllı kimseye vacibtir. El-Bağdadî'ye göre her rüknün şubeleri vardır ve onların şubelerinde, Ehl-i Sünnetin tek görüş halinde üzerinde birleştikleri meseleler vardır:



1- Kâinat vehim ve hayalden ibaret olmayıp onun bir öz varlığı ve hakikatı mevcuttur. İnsan bu kâinatı tanımaya, ayrıca bilgi edinmeye muktedirdir.

2- Kâinat bütün ayrıntılarıyla yaratılmış bir şeydir. Onun mutlaka bir tek olan yaratıcısı vardır.

3- Allahu Teâlâ'nın zatından ayrılmayan ezelî sıfatları vardır.

4- O'nun isimleri, vasıfları, adaleti ve hikmeti zatının gereğidir, bunları da bilmek gereklidir.

5- Yüce Allah'ın Resuleri ve Nebîleri vardır, onların mucizelerini bilmek de zorunludur.

6- Yüce Allah'ın emir ve yasaklara dair hükümleri ile teklifin (mükellef olmanın) bilgisini elde etmektir. Yani İslâm'ın üzerine bina kılındı beş rüknü kabul ve tasdik etmektir ki, bunlar: Allah'tan başka bir ilâhın bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğuna şahitlik etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Ramazan orucu tutmak ve Kâbe'ye hacca gitmek

7- İnsanların fani olduğuna, öldükten sonra dirilecekleri Ahiret âleminin varlığına ve bu âlemin müştemilatı denilen, haşr, sual, hesab, mizân, Cennet, Cehennem gibi hususlara inanmak,

8- Ahirette Allah'ın müminler tarafından görüleceğini bilmek,

9- Kaderin hak olduğunu, fakat kulların işlerinde mecbur olmadıklarını bilmek,

10- Kelâmullahın kadım olduğunu, fakat ses ve harflerden meydana gelmediğini bilmek.

Görüldüğü gibi bütün bu ve benzeri olan itikâdı esaslar Fırka-ı Nâciye'nin, yani Ehl-i sünnetin büyük çoğunluğunun üzerinde ittifak edip birleştikleri noktalardır. Ayrıca bu esasların herbiri Kur'an-ı Kerîm'in muhkem ayetlerine, Hz. Peygamber'in sahih hadislerine dayanmaktadır.

Bu itibarla Fırka-Naciye Allah'ın emirlerini bilip onları yerine getirdiği, yasaklarını anlayıp onlardan uzak durduğu ve Hz. Peygamberin gösterdiği hak yolda ilerlemeye devam ettiği için bu adı almış, yani kurtuluşa eren büyük topluluk olmuştur. Fırka-ı Naciye'yi ilk devirdeki topluluklara göre Ehl-i Sünnet-i Hasse denen Selefiyye, Ehl-i Sünnet-i Amme denilen Mâtûridîlerle Eş'ârîler meydana getirmiştir.83

Fırka Ne Demektir?

‘Fırka’ sözcüğü, ayırmak, bölmek, açıklayıp hükme bağlamak anlamına gelen ‘fark’ kökünden türemiştir. ‘Fırka’ sözlükte, bir grup insan, diğerlerinden ayrılan kendi başına bir cemaat demektir.

Kavram olarak ‘fırka’, Islâm tarihinde kendilerine mahsus siyasi ve itikadí görüşleri bulunan guruplara ve akımlara verilen bir isimdir. Mezhepler tarihinde daha çok itikadí mezhepler ve siyasí akımlar için kullanılmıştır. ‘Fırka’ kelimesi ve türevleri hadislerde de dinde ve sosyal plânda bölünmeyi, parçalanmayı kötülemek üzere kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Türkçe’de fırka parti anlamına kullanılmaktaydı.

Islâm tarihinde amelde, itikat ve siyaset sahasında ortaya çıkmış düşünce okullarına, gurplara genelde mezheb adı verilmektedir. Kelâm ve Mezhepler tarihinde ise ‘mezheb’ kavramı daha çok itikat konusunda ortaya çıkmış topluluklar için kullanılır. Işte ‘fırka’ kavramı bu anlamdaki mezheb yerine kullanılan bir terimdir. ‘Fırka’nın çoğulu ‘firak’tır.

Islâmdaki itikadí mezhebler konusunda yazılmış eserlerde de ‘fırka’ bu manada kullanılmıştır. Bu sahada yazılmış kitaplardan birinin adı ‘el-Fark Beyne’l Firak-Fırkalar Arasındaki Farklar’ şeklindedir.) (Abdulkahir el-Bağdadí’ye (öl. 429/1037) ait bu eser Türkçeye tercüme edilmiştir. Ist. 1979)

Kur’an-ı Kerim, mü’minleri, kendilerine apaçık beyyineler (ilâhí belgeler) geldikten sonra dinlerini parçalayanlar gibi olmamaları konusunda uyarıyor. (3 Âli Imran/105, 97 Beyyine/4) Toptan Allah’ın Ipine sarılmalarını, parça parça (tefrika) olmamalarını (3 Âli Imran/103), dinde tefrikaya düşenlerin ancak aralarındaki bağy (haddi aşma, azma) yüzünden parça parça olduklarını (42 Şura/14) açıklıyor.

Şu âyet oldukça dikkat çekicidir: “O, ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda yarılığa düşmeyin’…(dedi)…” (42 Şûra/13) Ancak bir takım kimseler bunun tam tersini yaptılar. “Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplara ayrılanlar; Sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi Allah’a aittir. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (6/ En’am, 159)

Kur’an, kendilerine kitap verilenler ile müşriklerin dinlerini nasıl parçaladıklarını, din konusunda nasıl fırkalara (gruplara-hiziplere) ayrıldıklarını anlatarak müslümanları aynı hataya düşmeme konusunda uyarıyor. Şüphesiz ki dinde tefrika (fırka fırka olma) hem dini yanlış anlayıp sapmaya, hem müslüman toplulukların zayıflamasına, hem de aralarında lüzumsuz mücadelelerin başlamasına sebep olur.

Ama ne yazık ki Kur’an’ın bütün bu uyarılarına, Peygamberimizin bütün tenbihlerine rağmen Muhammed ümmeti Hz. Osman’ın halifeliğinden sonra fırkalaşmaya başladı. Bu tefrika tarih boyunca devam etti ve bugün de fazla değişen bir şey yoktur.

Şunu hatırlatmakta fayda görüyoruz: Amelí konularda ortaya çıkan mezhepler birer fıkıh ekolüdür ve Islâmí hükümleri yorumlama, anlama ve Islâm hukukunun tesbiti çalışmasıdır. Kendilerine mezheb nisbet edilen hiç bir müctehid alim ‘ben mezheb kuruyorum’ diye ortaya çıkmamıştır. Onların ictihadları ve fetvaları sonradan toplanmış, uygulanmış, benimsenmiş ve bu görüşler onlara nisbet edilmiştir. Böylece Hanefí, Malikí gibi amelí veya fıkhí mezhepler ortaya çıkmıştır.

Bu gibi mezheplere zaten ne ‘fırka’ denmiş, ne de ‘fırka’nın bir benzeri olan ‘nıhle (çoğulu nihal)- görüş, inanış tarzı’, makale (çoğulu makâlât)-fikir, inanış’ denmemiştir. Bu gibi isimler itikadí ve siyasí akımlar hakkında kullanılmıştır.

Amelí mezhepler ve onların görüşlerini din sayılmadığı ve ‘benim mezhebim hak seninki batıl’ denilmediği sürece, onlara bid’at denemeyeceği gibi, bir ihtiyaca cevap veriyorlar da denilebilir. Bu bakımdan amelí sahada bir mezhebe uymak hem caizdir hem de ihtiyaçtır. Ama mezhebçi olmak tefrikaya yol açar.84



Fırka-i Naciye:

‘Fırka-i Naciye’, kurtulan fırka, umduğuna kavuşan, Cehennem azabından uzaklaşan grup demektir. Kavram olarak, Kur’an ve Sünnet’in hükümlerini kabul ederek, Peygamberimizin ve sahabelerinin yolunu izleyen kimseler hakkında kullanılmıştır.

Bu niteleme bir kaç hadiste geçmektedir:

Yahudiler yetmişbir veya yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Hırıstiyanlar da yetmişbir veya yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4596, 4/197)

Şüphesiz Israiloğulları yetmişbir fırkaya bölündüler. Bunların yetmiş fırkası helak oldu, birisi kurtuldu. Muhakkak benim ümmetim de yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmişbiri helak olacak birisi de kurtulacak. Dediler ki, ‘Ey Allah’ın Rasulü! Bu kurtulacak olan fırka hangisidir?’ Rasulüllah (sav) buyurdu ki: ‘Cemaattir, cemaattir’” (A. b. Hanbel, 3/145. nak. I. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, 26)

Bazı rivâyetler de fırka sayısı farklılık göstermektedir. Bazılarında hiristiyanların adı geçmemekte, bazılarında ise Islâm ümmetinin yetmişiki veya yetmişüç fırkaya ayrılacakları söyleniyor. Bazı rivâyetlerde kurtulacak fırkanan Peygamberin ve sahabelerinin bulundukları yol üzerinde olanlar denilerek, adeta yukarıda geçen hadisteki cemaat kelimesi açıklanıyor. (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4597, 4/198. Ibni Mace, Fiten/17, Hadis no: 3991, 3992, 3994, 3995, 2/1321-1323. Darimí, Siyer/75, 2521, 2/158. Tirmizí, Iman/18, Hadis no: 2640, 5/25. A. b. Hanbel, 3/120. nak. I. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, 22-27, Tabaraní ve Hakim’den, nak. H. Ibadetler Ans. 1/170,171)

Bir kaç kanaldan gelen hadislerdeki rakamlar veya fırkalara ayrılacak kesimler bazısından yer alıp bazısında yer almasa bile, rivâyetlerdeki ortak nokta şudur: Islâm ümmeti de tıpkı önceden gelen kitap ehli gibi çeşitli fırkalara ayrılacak, aralarında ciddi bölünmeler olacak. Her ne kadar her grup kendisinin doğru yolda olduğunu iddia etse bile, bir fırka dışında diğerleri kurtulamayacak.

Hadislerde geçen rakamlar gerçek sayılar olmayıp kinayeli (dolaylı) anlatımdır. Nitekim Kur’an, ‘ağaçlar kalem olsa, mevcut denizlerin yanında yedi deniz daha gelse; yine de Allah’ın kelimelerinin yazılamayacağını, Allah yolunda mallarını harcayanların durumunun yedi başakta yüz tane bitiren tohuma benzediğini’ söylemektedir. (31 Lukman/27. 2 Bekara/261) Bütün bunlar mecazi anlatımlardır. 85



Kurtulan Fırka (Grup) Hangisidir?


Islâm ümmeti de çeşitli sebeplerden dolayı tıpkı öncekiler gibi bir çok fırkaya ayrılacaklar. Bunların bir tanesi hariç diğerleri tehlikededir.

Peygamberimizin bu şekilde buyurması elbette bir uyarıdır ve Islâm ümmetine ‘siz böyle yapmayın’ manasında bir ihtardır. Tefrikanın, dinde fırka fırka olmanın tehlikelerini haber vermedir.

Bazı mezhep tarihçileri Islâm tarihinde ortaya çıkmış ve bid’atçi diye nitelenen fırkaları ve kollarını sayarak yetmişüç rakamını doldurmaya çalışmışlardır. Halbuki buradaki rakam gerçek rakam olmadığı gibi, Islâm tarihinde ortaya çıkmış fırkaların ve onların kollarının sayısı o kadar çok ki, bu rakamı fazlasıyla aşarlar. Kaldı ki fırka fırka olmak hastalığı tarihte olmuş bitmiş ve bir daha olmayacak şey değil ki. Müslümanlar,

Kur’an’a, Peygamberin ve O’nun temiz sahabelerinin yoluna uymadıkları, kendi akıllarına göre bir din uydurdukları, çeşitli gayri müslim unsurları örnek alıp onları taklid ettikleri sürece fırkalaşma olacak, dinde bölünmeler durmayacaktır.

Islâm tarihinde ortaya çıkmış hiç bir fırka kendisinin yanlış, batıl ve bid’atçi olduğunu söylememiş; aksine hemen hepsi de asıl doğru yolda olanların, yani fırka-i naciye’nin kendileri olduğunu iddia etmiştir. Kur’an bu iddia sahiplerine şöyle cevap veriyor: “(Onlar ki) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olanlardır; her iki grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.” (30 Rûm/32)

Bir kimsenin veya bir fırkanın kendi kendine övünmesinin bir anlamı yoktur. Hiç kimse kendisi için kurtuluş bileti kesemez. Inandığı, anladığı, kanaat ettiği şeylerin doğru olduğunu kim garanti edebilir? Bu inanç doğrultusunda yapılan amellerin makbul ve Allah’ın rızasına tam uygun olduğunu kim ileri sürebilir? Kimin bu gibi konularda elinde senet vardır?

Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Din ortadadır. Onu anlamanın, onu yaşamanın yolu ve şekli Hz. Muhammed’in sünnetinde ortaya çıkmıştır. Peygambere samimiyetle tabi olan sahabeler ve onları ihlaslı bir şekilde izleyen Islâm bilginleri o dinin anlaşılması için çalıştılar, çaba gösterdiler. Iyi niyetli olanların farklı görüşleri, farklı ictihatları dinde ayrılık değil, dinde kolaylıktır. Dinde ayrılık olan şey özellikle Islâm’ı anlama noktasında ve inanç konularındadır. Öyleki ortaya çıkan fırka, başta inanç konuları olmak üzere, Islâmın dünya, hayat ve Ahiret görüşünde çok farklı, bir başka fırkadan çok ayrı, sahabelerin Peygamberden öğrendikleri dinden çok uzak ise; bu dinde fırkalaşmadır.

Islâm’ı Kur’an’da anlatıldığı, Peygamberimizin tebliğ ettiği ve yaşadığı, sahabelerin ve doğru yolda olan selefin (sahabeyi izleyen ilk nesillerin) uyguladığı gibi anlayıp-yaşayanlar, Islâma samimiyetle bağlananlar, ihlasla amel işleyenler, Islâmı kendine değil de fikrini, davranışlarını, ahlâkını, sistemini, düzenini, dünya görüşünü, hükümlerini ona uygun hale getirmeye çalışanlar fırka-i naciyedir. Islâmın bir kısmını alıp bir kısmını terkedenler, onu kendi pozisyonuna uyduranlar, ya da kendi konumunu desteklemek için ondan yararlananlar, onu bir kavmin, bir bölgenin ya da geçmiş zamanların hayat düzeni sananlar, onu bir ilâhí hayat proğramı değil de bir ahlâk ve kültür sayanlar, ona inandığını iddia ettiği halde, hayata yön veren bütün hükümleri başka kaynaktan alanlar; kurtulmuş fırka, kurtulmuş kimse olamazlar.

Islâma inanmanın, yani müslüman olmanın, müslüman sayılmanın bir mantığı, bir şekli, şartları vardır. Islâm, bir ırkın veya bir bölgenin geleneği, adeti değildir. O Allah’ın dinidir. Kim ona inanırsa müslüman olur. Müslüman olan kimse de o dinin bütün ilkelerini benimser, yasaklarına uymaya, emirlerini yerine getirmeye çalışır. Hayatının her anında, her işinde, kendisiyle ve toplumla ilgili her meselede onun görüşüne baş vurur. Bütün bir hayatını Islâma teslim eder. Işte, Islâma teslim olmanın anlamı budur. (4/ Nisa, 65; 59/ Haşr, 7; 3/ Âli Imran, 31)

Islâma, Allah’ın istediği ve Peygamberin gösterdiği gibi teslim olup, onu hayatlarına uyguluyanlar, adları ne olursa olsun; onlar, fırka-i naciyedir.

Hadiste, ‘fırka-i naciye’nin cemaat olduğu söyleniyor. Bilindiği gibi cemaat; toplanan, aynı ideal ve inanç etrafında bir araya gelen şuurlu topluluktur. Cemaat bir anlamda ne yaptığını, niçin bir araya geldiğini bilen, önünde kendileri tarafından seçilmiş imamları (önderleri) bulunan ümmet topluluğudur. Kur’an ve Sünnet’in çizdiği çizgide birlik oluşturan müslümanlar bu anlamda cemaattırlar. Bu cemaat hem Kur’an ehlidir, hem Sünnet ehlidir. Çünkü onlar Kur’an’a ve Sünnet’e uyan mü’minlerdir.

Müslümanların ırkı, bölgesi, mezhebi, meşrebi, tarikatı, partisi, içinde yaşadığı sosyal düzen veya siyasí sistem ne olursa olsun; eğer Kur’an ve Sünnet’in idealleri ve hedefleri doğrultusunda fikir birliği, heyecan ve hedef birliği yapıyorsalar, onlar cemaat olmuşlardır ve fırka-i naciye’den olmaya adaydırlar.

Ancak herkes kendi görüşünü, kendi grubunu, kendi partisini, kendi mezhebini, içinde yaşadığı –Islâma uymasa da- siyasí sistemi din haline getirir, başka müslümanları düşman, hasım bilir, onları batılda olmakla suçlarsa; kim fırka-i naciye olabilir?

Ayrı ülkelerde yaşamak, ayrı siyasí fikirlere sahip olmak, amelde farklı mezheblere uymak, farklı gruplarla çalışmak, bazı işleri yapmak üzere gruplar oluşturmak, hatta prensipleri Islâma aykırı olmayan partilerle çalışmak mümkündür ve bazen de ihtiyaçtır. Fakat, içinde bulunulan yapıyı dinin önüne getirmemek şartıyla.

Mü’minler, bütün dünyada birbirlerinin kardeşidir. Kur’an’a ve Sünnet’e sarılarak bir cemaat olurlar ve Islâmı yaşamaya çalışırlar. Bu bakımdan denilebilir ki, ‘fırka-i naciye’ bir grubun isminden çok bir tavrın, bir anlayışın takipçilerinin ortak adıdır. Islâmı Allah’ı razı edecek şekilde yaşayan herkes, umulur ki fırka-i naciyedendir. 86




Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin