el-Kâfi'de Ali b. İbrahim'in, adlarınıbildirmediği bazıravilere
dayanılarak verdiği bilgiye göre ravilerin son halkasınıoluşturan
kişi şöyle dedi: "Temim-i Darî, İbn-i Bendî ve İbn-i Ebu Mariye bir
yolculuğa çıkmışlardı. Temim-i Darî Müslüman, İbn-i Bendî ile İbn-i
Ebu Mariye Hıristiyan idi. Temim-i Darî'nin yanında bir heybe ve bu
heybenin içinde bazıeşyalar, altın işlemeli bir kap ile bir gerdanlık
vardı. Bu mallarıbazıArap pazarlarında satmaya götürmüştü."
"Yolda Temim-i Darî ağır bir hastalığa tutuldu. Ölümün eşiğine
gelince, heybesindeki malları İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu Mariye'ye
teslim ederek onlarımirasçılarına ulaştırmalarınıistedi. İki Hıristi-yan Medine'ye döndüler. Emanet eşyalar arasında bulunan altın
işlemeli kap ile gerdanlığıçıkarıp aldıktan sonra geride kalanları
Temim'in vârislerine ulaştırdılar."
"Vârisler altın yaldızlıkap ile gerdanlığın kaybolduğunu görün-ce, Temim'in yol arkadaşlarına 'Ölen yakınımız uzun süre hastalık
çekti de tedavi için büyük masraflara mıgirdi?' diye sordular. A-damlar 'Hayır, hastalığısadece birkaç gün sürdü' dediler. Vârisler,
'Peki, bu yolculuğu sırasında bir şey çaldırdımı?' diye sordular.
294 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Adamlar 'Hayır' dediler. Vârisler 'Peki, zarar ettiği bir alışverişetti
mi?' diye sordular. Adamlar 'Hayır' dediler. Vârisler 'Onun yanın-daki en değerli eşyalar olan altın yaldızlıve mücevher kaplamalı
bir kap ile bir gerdanlığıbulamadık, bunlar ne oldu?' diye sordular.
Adamlar, bize verdiklerini size teslim ettik, dediler."
"Vârisler bu yol arkadaşlarınıPeygamberimize (s.a.a) götürdü-ler. Peygamberimiz (s.a.a) onlardan yemin etmelerini istedi. A-damlar da yemin edince, Peygamberimiz (s.a.a) onlarısalıverdi.
Fakat bir süre sonra o altın yaldızlıkap ile gerdanlık onlarda gö-rüldü. Bunun üzerine Temim'in yakınlarıPeygamberimize (s.a.a)
gelerek, 'Ya Resulullah, İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu Mariye'nin çaldığı-nıiddia ettiğimiz eşya onlarda görüldü' dediler. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.a) yüce Allah'ın bu konuda bir hüküm indir-mesini beklemeye koyuldu."
"Nitekim bir süre sonra 'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm ge-lip çatınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik,
sizden adalet sahibi iki kişinin şahadetidir veya yeryüzünde yol-culuk ederken başınıza ölüm musibeti gelirse, sizden (Müslü-man) olmayan iki kişinin şahadetidir.'ayeti indi. Böylece yüce Al-lah sadece yolculukta olunduğunda ve Müslüman şahit bulunma-dığızaman Ehlikitap'tan olan kimselerin vasiyet konusunda şahit
tutulmalarına izin vermişoldu."
"Ardından şöyle buyurdu: 'Eğer (bu gayrimüslimlerin şahitlik-leri konusunda) kuşkuya düşerseniz, namazdan sonra onları
alıkorsunuz; onlar da 'Akraba da olsa şahitliğimizi hiçbir paraya
satmayacağız ve Allah'ın şahitliğini saklamayacağız, yoksa biz
elbette günahkârlardan oluruz' diye Allah'a yemin ederler.' Bu ilk
şahitliktir ki Peygamberimiz (s.a.a) adamlara yemin ettirdi. 'Eğer
daha sonra şahitlerin günah işledikleri anlaşılırsa'Yani yalan ye-re yemin ettikleri ortaya çıkarsa, 'iki başka kişi onların yerine ge-çer.'yani davacının yakınlarından olan iki kişi 'vasiyete daha ya-kın olan iki kişinin' yani ilk iki şahidin 'haklarına tecavüz etmek
istediği kimselerden olmak üzere iki başka kişi onların yerine
geçer ve Allah'a yemin ederler.'Yani bu davada ilk iki şahitten
daha doğru konuştuklarıve onların Allah adına yaptıklarıyeminle-rin yalan olduğu yolunda Allah adına yemin ederler. 'Mutlaka bi-zim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz (hakka)
Mâide Sûresi 106-109 .......................................................................................... 295
tecavüz etmedik, yoksa biz elbette zalimlerden oluruz."
"Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) Temim-i Darî'nin yakın-larından emredildiği gibi yemin etmelerini istedi. Onlar da yemin
edince gerdanlık ile altın yaldızlıkabı İbn-i Bendî ile İbn-i Ebu
Mariye'den alarak Temim-i Darî'nin yakınlarına verdi. Bu, şahitliği
gerektiği gibi yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin
reddedilmesinden korkmalarına daha yakın ve uygundur." [Füru-i
Kâfi, c.7, s.5, h:7]
Ben derim ki:Bu rivayetin bir benzerine Tefsir'ul-Kummî'de de
yer verilmiştir. O kitapta, "Onlarınamazdan sonra alıkorsunuz."
ifadesinden sonra şöyle deniyor: "Yani ikindi namazından sonra..."
Peygamberimizin (s.a.a) "evveleyn=ilk iki şahidin" sözü, anlaşıldığı
kadarıyla tesniyedir ve maksat ilk iki şahittir ve bu söz ayetteki
"evleyani" ibaresinin açıklamasıamacınıtaşır. Anlaşıldığına göre
Peygamberimiz (s.a.a) "istehakke" fiilini malum sıygasında oku-muştur. Hz. Ali'nin (a.s) de bunu böyle okuduğu nakledilmiştir.
Daha önce açıkladığımız gibi bu anlam bu okuyuşa göre muhte-mel anlamların en açık olanıdır.
ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde şöyle deniyor: "Tirmizî -zayıf oldu-ğunu belirterek- İbn-i Cerir, İbn-i Ebu Hatem, Nasih adlıeserinde
Nuhhas, Ebu'ş-Şeyh, İbn-i Mürdeveyh, el-Marifet adlıeserde
Kelbî'y-le aynıkişiler olan Ebu Nadır'a dayanarak Ebu Nuaym,
Ümmü Hani-nin azatlısıBazan'dan, o da İbn-i Abbas'tan nakletti-ğine göre Temim-i Darî'nin 'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm ge-lip çatınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik,
sizden adalet sahibi iki kişinin şahadetidir.'diye başlayan iki ayet
hakkında şöyle dediği nakledilir:
"Bu iki ayet benden ve Adiyy b. Bedda'dan başka hiç kimse ile
ilgili değildi. Bu iki kişi Hıristiyan'dıve Müslüman olmadan önce
sık sık Şam'a gidip gelirlerdi. Bir seferinde ticaret amacıile Şam'a
gitmişlerdi. Yanlarında yine ticaret amacıile Sehm kabilesinin a-zatlıkölesi Bedil b. Ebu Meryem de vardı. Adamın yanında gümüş
bir sürahi vardı. Onu hükümdara vermek istiyordu. En değerli tica-ret malıbu idi. Adam hastalandıve o iki kişiye geride bıraktığı
mallarıailesine teslim etmelerini vasiyet etti."
"Temim-i Darî devamla diyor ki: Adam ölünce o sürahiyi aldık
ve bin dirhem bedelle satarak parasınıben ve Adiyy b. Bedda a-
296 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
ramızda bölüştük. Adamın ailesinin yanına vardığımızda, yanımız-da getirdiğimiz eşyasınıkendilerine verdik. Ailesi sürahiyi aradıve
bizden ne olduğunu sorunca, 'Bize bunlardan başka bir şey bırak-madı, bize başka bir şey vermedi' dedik."
"Peygamberimizin (s.a.a) Medine'ye gelmesinden sonra ben
Müs-lüman olunca, bu günahtan dolayıvicdan azabına kapıldım
ve ailesine giderek durumu anlattım ve kendilerine almışoldu-ğum beşyüz dirhemi geri verdim. Ayrıca bir o kadar daha parala-rının yol arkadaşımda olduğunu kendilerine söyledim. Bedil'in ai-lesi yol arkadaşımıPeygamberimizin (s.a.a) yanına götürdü. Pey-gamber onlardan iddialarına dair şahit istedi. Onlar şahit getire-mediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a), yol arkadaşıma
dininin kutsal değerleri üzerine yemin verdirilmesini emretti. A-dam da yemin etti."
"Bunun üzerine, 'Ey inananlar! Sizden birinize ölüm gelip ça-tınca vasiyet edeceği zaman aranızdaki gereken şahitlik, sizden
adalet sahibi iki kişinin şahadetidir... Bu, şahitliği gerektiği gibi
yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilme-sinden korkmalarına daha yakın ve uygundur.'ayetleri indi. Bu
ayetin arkasından Amr b. As ile bir başka kişi ayağa kalkarak ye-min ettiler ve böylece Adiyy b. Bedda'dan beşyüz dirhem geri a-lındı."
Ben derim ki:Açıkça görülüyor ki bu rivayet, zayıflığının yanı
sıra ayetle de tam olarak bağdaşmıyor. İbn-i Abbas ile İkrime'den
yukarıda Tefsir'ul-Kummî'de yer alan rivayete yakın bir başka riva-yet nakledilmiştir.
Yine aynıeserde belirtildiğine göre, Faryabî, Abd b. Humeyd,
Ebu Übeyd, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve Ebu'ş-Şeyh, Ali b. Ebuta-lip'ten (a.s) şöyle rivayet ederler: "O, ayeti şöyle okurdu: Minellezî-ne'stahakka aleyhim'ul-evleyani."
Yine aynıeserde, İbn-i Mürdeveyh ve -sahih olduğunu belirte-rek- Hâkim, Ali b. Ebutalip'ten (a.s) şöyle rivayet ederler:
"Resulullah (s.a.a), ayeti, 'minellezîne'stahakka aleyhim'ul-evleyani' şeklinde okurdu."
Yine aynıeserde İbn-i Cerir'e dayanılarak verilen bilgiye göre
İbn-i Abbas bu ayetin neshedildiğini söylemiştir.
Mâide Sûresi 106-109 .......................................................................................... 297
Rivayette belirtilen ayetin neshedilme olayınıispatlayan bir
delil yoktur.
el-Kâfi adlıeserde Muhammed b. İsmail'den, o da Fadl b.
Şazan ve Ali b. İbrahim'den, o da babasından, babasıda İbn-i Ebu
Ümeyr-den, o da Hişam b. Hakem'den, o da İmam Cafer Sadık'tan
(a.s) "veya sizden olmayan iki başka kişidir."ifadesiyle ilgili ola-rak şöyle rivayet edilir: "Eğer bir kişi hiçbir Müslüman'ın bulunma-dığıbir beldede olursa, yapacağıvasiyete Müslüman olmayan şa-hitler tutmasıcaizdir." [Füru-i Kâfi, c.7, s.4, h:3]
Bu rivayetin anlamıayetten anlaşılıyor.
Yine aynıeserde müellif kendi rivayet zinciriyle Yahya b. Mu-hammed'den şöyle rivayet eder: "İmam Cafer Sadık'a (a.s) 'Ey i-nananlar! Sizden birinize ölüm gelip çatınca vasiyet edeceği za-man aranızdaki gereken şahitlik, sizden adalet sahibi iki kişinin
şahadetidir veya yeryüzünde yolculuk ederken başınıza ölüm
musibeti gelirse, sizden (Müslüman) olmayan iki kişinin şahade-tidir.'ayetinin anlamınısordum. Bana şu cevabıverdi: 'Sizden o-lan iki kişi'den maksat Müslümanlar ve 'Sizden olmayan iki başka
kişi'den maksat Ehlikitap olan kişilerdir. Eğer Ehlikitap olan kişiler
bulunmazsa, Mecusîlerden şahit tutulur. Çünkü Resulullah (s.a.a)
cizye konusunda Ehlikitab'a yaptığıuygulamanın aynısınıMecusî-lere de uygulamıştır."
"Şöyle ki, bir Müslüman kişi eğer yabancıbir yerde ölür de iki
Müslüman şahit bulamaz ise, Ehlikitap'tan olan iki kişiyi şahit tu-tar. Bu şahitler ikindi namazının arkasından alıkonur ve kendileri-ne 'Akraba da olsa, şahitliğimizi hiçbir paraya satmayacağız. Al-lah'ın şahitliğini saklamayacağız, yoksa biz elbette günahkârlar-dan oluruz.'diye yüce ve aziz Allah'a yemin ettirilir. Bu yemin ver-dirme uygulamasına, ölünün velisinin şahitlerin şahitliklerinden
şüphelenmesi hâlinde başvurulur."
"Bu şahitlerin yalan söyledikleri ortaya çıktığıtakdirde, şahit-liklerinin geçersiz sayılabilmesi için onların yerine başka iki şahit
bulunmasıve bu iki şahidin, 'Mutlaka bizim şahitliğimiz onların
şahitliğinden daha gerçektir, biz (hakka) tecavüz etmedik, yoksa
biz elbette zalimlerden oluruz.' diye Allah'a yemin etmesi gerekir.
Eğer yeni şahitler böyle yemin ederlerse, ilk iki şahidin şahitlikleri
298 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
geçersiz olur ve sonrakilerin şahitlikleri geçerlilik kazanır. Yüce Al-lah bu konuyu 'Bu, şahitliği gerektiği gibi yapmalarına veya ye-minlerinden sonra yeminlerinreddedilmesinden korkmalarına
daha yakın ve uygundur.' şeklinde bağlıyor." [Füru-i Kâfi, c.7, s.4, h:6]
Ben derim ki:Görülüyor ki, bu rivayet yukarıda açıkladığımız
ayetin anlamıile uyuşuyor. el-Kâfi'de ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de İmam
Cafer Sadık (a.s) ile İmam Kâzım'dan (a.s) bu anlama gelen başka
birçok rivayet nakledilmiştir. Rivayetlerin bazılarında, "sizden ol-mayan iki başka kişi"ifadesi kâfirler anlamında tefsir edilmiştir
ki, bu yorum Ehlikitap ile birlikte diğer bütün kâfirleri de kapsar.
Nitekim el-Kâfi-de Ebu's-Sabbah Kenanî aracılığıile İmam Cafer
Sadık'tan (a.s) böyle bir rivayete yer verilmiştir.
1
Tefsir'ul-Ayyâşî'de de Ebu Üsame'den şöyle rivayet edilir: "İ-mam Cafer Sadık'a (a.s) 'sizden olmayan iki başka kişi'ifadesinin
ne demek olduğunu sordum. 'Bunlar iki kâfir şahittir.' cevabını
verdi. 'Sizden olan iki adil kişi'ifadesinin anlamınısorunca da,
'Bunlar iki Müslüman şahittir.' karşılığınıverdi."
2
Bu iki rivayet birbirleri ile uyumlu ve olumlu nitelikte (icabî) ol-duklarıiçin itlak ve takyit kurallarına göre Ehlikitap'la kayıtlıolan
ilk rivayetin ikinci rivayeti kayıtlandıracağısöylenemez ise de ilk
rivayetin içeriği ikinci rivayetin mutlaklığınıkayıtlandırma işlemi
ile örtü-şecek şekilde tefsir etmektedir.
el-Burhan tefsirinde belirtildiğine göre, Şeyh Saduk, Ebu Zeyd
Ayyâşb. Yezid b. Hasan'a vardırdığırivayet zinciriyle, o da babası
Yezid b. Hasan'dan şöyle rivayet ettiği belirtilir: İmam Musa Kâzım
şöyle dedi: "İmam Sadık (a.s) 'Allah'ın elçileri toplayacağı
gün(den korkun ki, Allah) 'Size necevap verildi?' diye soracak.'
ayeti hakkında şöyle buyurdu: 'Peygamberler; senden başkası
hakkında bir bilgimiz yok, şeklinde cevap verirler.' İmam daha
sonra şöyle buyurdu: Kur'ân'ın tümü takridir ve batınıtakrib (ya-kınlaştırma)dir."
el-Burhan tefsirinin sahibi sözlerine şöyle devam ediyor: "İbn-i
Babeveyh: İmam, bu sözleri ile azar ve tehdit içerikli ayetlerin öte-1- [Füru-u Kâfi, c.7, s.3, h:1]
2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.384, h:216]
Mâide Sûresi 106-109 .......................................................................................... 299
sinde rahmet ve af içerikli ayetlerin olduğunu kastetmiştir." şek-linde açıklama yapmıştır.
Ben derim ki:el-Burhan tefsiri yazarının Şeyh Saduk'tan İma-mın "Kur'ân bütünü ile takridir ve batınıtakribdir" sözüyle ilgili o-larak naklettiği yorum hadis ile uyuşmaz. Bu yorum bir kere riva-yetin başlangıcıile uyuşmaz. Çünkü peygamberlerin "senden baş-kasıhakkında hiçbir bilgimiz yok." şeklindeki cevaplarıile
Kur'ân'ın vaat ve tehditten oluşan iki tür ayetlerden oluşmasıgö-rüşü arasında bir bağlantıyoktur.
Ayrıca bu yorum İmamın "Kur'ân bütünü ile takridir ve batını
takribdir." cümlesinin içeriği ile de uyuşmaz. Çünkü bu sözün açık
an-lamı şudur: Kur'ân'ın bütünü takri ve aynızamanda takribdir.
Farklılık, batınîlikten ve zahirîlikten kaynaklanıyor. Kur'ân batını
ile takrib ve zahiri ile takridir. İmamın söylemek istediği budur.
Yoksa Kur'ân'ın iki kısma ayrıldığını, bir kısmınıtakri ayetlerinin
oluşturduğunu ve öbür kısmının da takrib ayetlerinden meydana
geldiğini söylemek istemiyor.
Eğer rivayetin baştarafınıgöz önünde bulundurarak İmamın
bu sözünü incelersek şu sonuca varırız: İmamın takri teriminden
kastettiği anlam, bu terimi takrib teriminin karşıtıolarak kullandı-ğınıgöz önüne aldığımız takdirde, takri kelimesinin anlamının ge-rektirdiği anlam olduğunu ve bu anlamın da takribin karşıtıolan
teb'id (uzaklaştırma) olduğunu görürüz. Kur'ân bütünü ile bilgiler-den ve gerçeklerden oluşur. Zahiri ile bu gerçekleri birbirinden u-zaklaştırıyor, parçalarınıbirbirinden ayırıyor. Batınıile ise bu ger-çekleri birbirine yaklaştırıp pekiştiriyor ve birleştiriyor.
Buna göre İmamın sözünün maksadı şudur: Kur'ân, zahiri ile
birbirinden ayrıve kopuk bazıgerçekler ifade ediyor. Fakat bu
gerçekler çokluklarına, aralarındaki kopukluğa ve birbirinden uzak
olmalarına rağmen batın hasebiyle birbirlerine yaklaşırlar, farklı
olan anlamlarıbütünleşir ve sonunda bir tek gerçek hâlinde birle-şirler. Bu tek gerçek Kur'ân'ın bütününü saran bir ruh gibidir ve
tevhit gerçeğinden başka bir şey değildir. Şu ayette buyrulduğu
gibi: "Bu Kur'ân, her işi yerinde ve her şeyden haberdar olan Al-lah tarafından muhkem, uyumlu cümleler ile örülen, sonra ayrın-tılıbiçimde açıklanan ayetlerden oluşmuşbir kitaptır." (Hûd, 1)
300 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
O zaman bu sözün, İmamın rivayetin başında söyledikleri ile
uyuştuğu ortaya çıkar. Bilindiği gibi İmam, rivayetin başlangıcında
peygamberlerin "Bizim bir bilgimiz yok." şeklindeki cevaplarının
"Bizim senden başkasıhakkında bir bilgimiz yok." anlamına gel-diğini söylemişti. Çünkü insan veya herhangi bir âlim bildiğini Al-lah aracılığıile bilir. Şu anlamdaki, sadece yüceAllah bizzat bilinir,
O'nun dışındakiler ancak O'nun aracılığıile bilinir.
Başka bir deyişle bilgi herhangi bir şeyle ilgi kurduğu zaman
önce lâyık olacağı şekilde yüce Allah ile ilgi kurar. Çünkü her şey
hakkındaki bilgi Allah katındadır ve O, bilginin dilediği kadarınıdi-lediği kuluna nasip eder. Nitekim "Onlar O'nun bilgisinin sadece
O'nun dilediği kadarınıkavrayabilirler. O'nun kürsüsü gökleri ve
yeri içine alır." (Bakara, 255)ayetinde ifade edilen gerçek budur. Âl-i Sam'ın azadlısıAbdula'la'nın İmam Sadık'tan (a.s) naklettiği ve
yukarıda aktardığımız rivayet ile başka bazırivayetler bu anlamı
dile getirmektedir.
Buna göre peygamberlerin, "senden başkasıhakkında hiçbir
bilgimiz yok. Şüphesiz ancak sen gaybleri bilensin." şeklindeki
cevaplarının İmamın tefsirine göre anlamı şöyledir: Biz senin dı-şında hiçbir şey bilmiyoruz. Bildiklerimizi seni bilmemiz ciheti ile
biliyoruz. Çünkü ilmin bütünü sana aittir. Dolayısıyla sen onu biz-den daha iyi biliyorsun. Bizim herhangi bir şeye ilişkin bilgimiz se-nin dilemenle ve armağan etmenle o şey hakkında kavrayabildi-ğimiz orandaki senin bilgindir.
Buna göre, "Şüphesiz ancak sen gaybleri bilensin." ifadesinin
yu-karıda ifade edilenden daha yüksek başka bir anlamıortaya
çıkıyor ki, o da şudur: Her varlık diğer varlıklardan ayrıolduğu için
diğerlerine göre gayptır. Bu yaratıkların varlıklarısınırlıve belirli
olduğu için sadece Allah'ın dilediği oranda bilgiyi kavrayabilirler.
Oysa Allah her şeyi kavrayan ve bütün gayblarıbilendir. Herhangi
bir varlık ise diğer bir varlığıancak her türlü noksanlıktan münez-zeh olan Allah ciheti ile bilebilir.
Böyle olunca, meseleleri gayb olanlar ve bilgimize açık olanlar
diye ikiye ayırmak, aslında onlarıyüce Allah'ın kavramamızıiste-diği meseleler ile bizden saklanan meseleler şeklinde ikiye ayır-mak demektir. "O, gaybıbilendir. Kendi görünmez bilgisini kim-
Mâide Sûresi 106-109 .......................................................................................... 301
seye göster-mez. Ancak razıolduğu elçilerine gösterir." (Cin, 27)
ayetinin zahiri belki de bu anlamıdestekliyor. Çünkü gayb kelime-si Allah'ın yerini tutan zamire izafe edilmiştir. Bu inceliği bu nok-tada iyi düşünmek gerekir.
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Yezid-i Künasî'den, o da İmam Bâkır'dan
(a.s) "Allah'ın elçileri toplayacağıgün..."ayeti hakkında şöyle ri-vayet edilir: "Allah peygamberlere, 'Yerinize halife bıraktığınız
kimseler hak-kında ümmetleriniz size ne karşılık verdiler?' diye
soracak. Peygamberler de 'Bizden sonra onların ne yaptıklarını
bilmiyoruz.' diye cevap verecekler." [c.1, s.349, h:220]
Bu rivayet Tefsir'ul-Kummî'de Muhammed b. Müslim aracılığı
ile İmam Bâkır'dan (a.s) nakledilmiştir.
el-Kâfi'de de Yezid aracılığıile İmam Cafer Sadık'tan (a.s) ge-len bu anlamda bir rivayet vardır. Bunlar bir uyarlama, ayetin an-lamıile ilgili bir örnek gösterme kabilindendir veya ayetin batınî
anlamıdır.
302 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
110-Hani Allah dedi ki: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene
(verdiğim) nimetimi hatırla. Hani seni Ruh'ul-Kudüs ile destekle-miştim (ki,) beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun. Ha-ni sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ıve İncil'i öğretmiştim. Hani benim
iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır, ona üflerdin, o da
kuşoluverirdi ve benim iznimle doğuştan kör olanıve alaca hasta-lığına tutulanıiyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri (dirilte-rek mezarlarından) çıkarıyordun. Hani İsrailoğullarını(n zararlarını)
senden savmıştım; kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman, iç-lerinden inkâr edenler, 'Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey
değildir' demişlerdi."
111-Hani havarîlere, "Bana ve Elçime inanın" diye vahy-etmiştim. Onlar da, "İnandık, bizim (Allah'ın emrine) teslim olmuş
kimseler olduğumuza şahit ol" demişlerdi.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
Gerek bu iki ayet, gerekse bunların arkasından gelen ve Mâide
(Sofra) kıssasınıanlatan ayetler ve gerekse daha sonra gelen ve
yüce Allah'ın kendisini ve annesini Allah dışında ilâh edinmeleri
konusundaki İsa Peygambere (a.s) yönelteceği soruyu ve onun bu
soruya vereceği cevabıanlatan ayetler, bütünü ile surenin başlan-
Mâide Sûresi 110-111 .......................................................................................... 303
gıcında ifade edilen amacıile bağlantılıdır. Bu amaç verilen sözleri
tutmaya, nimetlere şükretmeye, antlaşmaları bozmaktan ve ilâhî
nimetlere karşınankörlük etmekten sakındırmaya yönelik çağrı-dır. Böylece surenin sonu başına bağlanmışve kastedilen anlam
birliği korunmuşolmaktadır.
"Hani Allah dedi ki: Ey Meryem oğlu İsa... Hani benim iznimle ölüleri
çıkarıyordun." Bu ayette İsa Peygamberin (a.s) eli ile ortaya çıkan
birkaç çarpıcımucize sayılıyor. Yalnız bu mucizeler İsa Peygamber
ile annesine birlikte sunulmuşlütuflar olarak ifade ediliyor. Bu
mucizeler yaklaşık olarak aynıifadelerle meleklerin Meryem'e Hz.
İsa'nın doğacağını(a.s) müjdelerken, Âl-i İmrân suresinde şöyle
anlatılıyor: "Hani melekler dediler ki: Ey Meryem, Allah seni ken-disinden bir kelime ile müjdeliyor. AdıMeryem oğlu İsa Mesih'-tir... beşikte ve yetişkinlik hâlinde insanlarla konuşacak... Allah
ona kitabı, hikmeti, Tevrat'ıve İncil'i öğretecek. Onu
İsrailoğullarına elçi kılacak . (O İsrailoğullarına şöyle diyecek):
Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben size
çamurdan kuşbiçiminde bir şey yaratır, ona üflerim, Allah'ın izni
ile kuşoluverir. Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalı-ğına tutulanıiyileştiririm ve ölüleri diriltirim..." (Âl-i İmrân, 45- 50)
Eğer incelemekte olduğumuz ayetler üzerinde iyi düşünülürse,
zahirde İsa Peygambere mahsus görünen imtiyazların niçin hem
kendisine, hem de annesine yönelik nimetler kabul edildiği anlaşı-lır. Nitekim bu hususa Âl-i İmrân suresindeki ayetlerde de işaret
edilmiştir; çünkü müjdeleme ancak nimetle olur. Gerçek de zaten
böyledir. Çünkü babasız doğmak, Ruh'ul-Kudüs ile desteklenmek,
canlıkuşmeydana getirmek, doğuştan körleri ve alacalık hastala-rınıiyileştirmek ve Allah'ın izni ile ölüleri diriltmek gibi İsa Pey-gambere (a.s) mahsus mucizeler ve ayrıcalıklar İsa Peygambere
(a.s) ait kerametler olduklarıgibi, aynızamanda Hz. Meryem'e
(a.s) ait kerametlerdir. Onların her ikisi de ilâhî nimetlere mazhar
olmuşkimselerdir. Şu ayette buyrulduğu gibi: "Sana ve annene
(verdiğim) nimetimi hatırla."
Yüce Allah, "Onu ve oğlunu âlemler için gücümüzü kanıtlayan
bir delil yaptık." (Enbiyâ, 91)ayetinde bu gerçeği vurguluyor. Görül-düğü gibi İsa Peygamber (a.s) ile annesi ayrıayrıbirer kudret delili
(ayet) sayılmıyor, ikisi bir arada tek bir ayet kabul ediliyor.
304 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
" Hani seni Ruh'ul-Kudüs ile desteklemiştim (ki,) beşikte ve
yetişkin iken insanlarla konuşuyordun." Ayetten anlaşıldığıkada-rıyla Ruh'ul-Kudüs ile desteklemek, İsa Peygamberi daha beşik-teyken insanlarla konuşmaya hazırlayan sebeptir. Bu yüzden "in-sanlarla konuşuyordun."cümlesi, bir önceki cümleye atıf edatı
kullanılmadan bağlanmıştır. Böylelikle desteklenme ile konuşa-bilmenin sebep ve sonuç-tan olmuşbir bütün olduklarına işaret
edilmiştir. Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde bu mucizelerden bu iki hu-sustan birine yer verilmekle yetinil-mişve öbürüne değinilmemiş-tir. Meselâ Âl-i İmrân suresinde "O beşikte ve yetişkinlik hâlinde
insanlarla konuşacak."diyerek konuşma mucizesine yer verilir-ken, Bakara suresinde "Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik
ve onu Ruh'ul-Kudüs ile destekledik." (Bakara, 253)diyerek destek-leme mucizesine yer vermekle yetinilmiştir.
Üstelik eğer Ruh'ul-Kudüs ile desteklemekten maksat Cebrail
vasıtasıile vahiy göndermek olsa idi, bu İsa Peygambere (a.s)
mahsus bir ayrıcalık olmazdı. Bu konuda öbür peygamberler de
onunla ortaktırlar. Oysa, ayetin akışıbu yoruma müsait değildir.
"Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ıve İncil'i öğretmiştim." Bu
ifadeden, burada sayılan ilimlerin İsa Peygamber (a.s) tarafından
bir tek ilâhî emirle ve tedricî olarak değil de bir kerede elde edildi-ği sonucunu çıkarmak mümkündür. Nitekim bu bilgi konularının
tekrarlanmayan bir tek "iz" edatının arkasında sıralanmasından
da anlaşılan budur.
"Hani benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır,
ona üflerdin, o da kuşoluverirdi ve benim iznimle doğuştan kör
olanıve alaca hastalığına tutulanıiyileştiriyordun."Burada da "iz"
edatıtekrarlanmadığıiçin kuşlara can vermek ile doğuştan körle-rin ve alacalık hastalarınıiyileştirmenin yakın zamanlarda gerçek-leştiği anlaşılıyor.
Bu arada kuşa can verme mucizesinin hemen arkasından Al-lah'ın iznine yer veriliyor. Cümlenin sonundaki aynıifadenin kayıt-landırıcıfonksiyonu ile yetinilmiyor. Çünkü can verme yolu ile ya-ratma işi çok önemlidir. Bu yüzden ona özel bir önem verilerek
cümlenin sonu beklenmeden sırf onun için hemen arkasından Al-lah'ın izni zikrediliyor. Maksat okuyucuların ve dinleyicilerin kalp-
Mâide Sûresi 110-111 .......................................................................................... 305
lerini yanılgıdan korumaktır. Onların Allah'tan başkasının bağım-sız bir irade ile canlandırma yapabileceklerini veya birkaç anlığına
bile olsa bu kanaati taşımalarına meydan verilmek istenmediği i-çin bu ifade tarzıtercih edilmiştir. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
"Hani benim iznimle ölüleri (dirilterek mezarlarından) çıkarı-yordun." Ölüleri çıkarmak, onlarıdiriltme anlamınıveren kinayeli
bir ifadedir. Bu ifadeden anlaşılan odur ki, İsa Peygamberin (a.s)
elleri ile gerçekleşen diriltme mucizesi, mezardaki ölüleri canlan-dırıp yeniden dünya hayatına döndürmek şeklinde meydana gel-miştir. İfadenin sözleri, bu diriltme olaylarının çok sayıda olduğunu
gösteriyor. Bu ayetler hakkında yapılabilecek diğer açıklamalar Âl-i İmrân suresinin bu konudaki ayetlerinin tefsiri sırasında yapıl-mıştı. İsteyenler o açıklamalara başvurabilirler.
"Hani İsrailoğullarını(n zararlarını) senden savmıştım; kendilerine
apaçık deliller getirdiğin zaman, içlerinden inkâr edenler, "Bu, apaçık bir
sihirden başka bir şey değildir" demişlerdi."Bu ifade Yahudilerin İsa
Peygambere kötü bir şey yapmak istediklerine, fakat yüce Allah'ın
onu bu kötülükten koruduğuna delâlet ediyor. Bu ifade ile Âl-i
İmrân suresinin İsa Peygamberle (a.s) ilgili hikâyeleri anlatan a-yetlerindeki "Onlar tuzak kurdular, Allah da onlara tuzak kurdu.
Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Âl-i İmrân, 54)ifade arasın-da tam bir uyum vardır.
"Hani havarîlere, 'Bana ve Elçime inanın.' diye vahyet-miştim." Bu
ayet ile Âl-i İmrân suresindeki "İsa, onlardan inkârısezince, dedi
ki: 'Allah'a doğru bana yardım edecekler kimlerdir?' Havarîler,
'Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a inandık. Bizim (Allah'ın emri-ne) teslim olmuşkimseler olduğumuza şahit ol.' dediler." (Âl-i
İmrân, 52)ayeti arasında uyum ve anlam paralelliği vardır.
Bu ifadeden anlaşılıyor ki, "Hani havarîlere, 'Bana ve Elçime i-nanın.' diye vahyetmiştim. Onlar da, 'İnandık, bizim (Allah'ın em-rine) teslim olmuşkimseler olduğumuza şahit ol' demişlerdi."
ayetinde sözü edilen iman, Havarîlerin İsa'ya yönelik ilk imanla-rından başkadır. Âl-i İmrân suresindeki "İsa, onlardan inkârıse-zince" ifadesinden bu olayın İsa Peygamberin (a.s) çağrısının son
günlerinde meydana geldiği anlaşılıyor. Oysa ona iman etmekte
öncü olan havarîler ona bağlılıklarınısürdürüyorlardı.
Üstelik Âl-i İmrân suresindeki "İsa... dedi ki: 'Allah'a doğru ba-
306 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
na yardım edecekler kimlerdir?' Havarîler, 'Biz Allah'ın yardımcı-larıyız. Allah'a inandık. Bizim (Allah'ın emrine) teslim olmuşkim-seler olduğumuza şahit ol.' dediler." ifadesinden anlaşılıyor ki, İsa
Peygamberin bu çağrısının amacıimanın kendisi değil, Allah'ın
dinini desteklemek yolunda söz almaktır. Böyle olduğu için, "Bi-zim teslim olmuşkimseler olduğumuza şahit ol." cümlesi ile nok-talanıyor. Bu cümlenin orijinalinde geçen "Müslimîn" ifadesi Allah-'ın dinine çağırma görevini yürütmek ve bu uğurda sıkıntılara kat-lanmak sureti ile onun dinini desteklemektir ki, bunların hepsi
doğal olarak Allah'a iman ettikten sonra yapılabilecek işlerdir.
Bundan ortaya çıkıyor ki, "Hani havarîlere... vahyettim."ifade-sinden maksat, havarîlerden misak ve ahit alma olayıdır. Bu ayet-te incelenecek bazıkonular var ki, bunlara Âl-i İmrân suresinin il-gili ayetlerinin tefsiri sırasında değinmiştik.
Dostları ilə paylaş: |