Mâide Sûresi 55-56


- Özgürlükler Ne Kadar Kısılır?



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə41/45
tarix30.07.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#64276
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45

10- Özgürlükler Ne Kadar Kısılır?


Fıtratın çağrısına uyan bir toplum tarafından bağışlanan özgür-lüklerin kısıtlanma miktarıve bu özgürlüklerin fıtrî mutlaklığının

kayıtlanma derecesi toplumdan topluma değişir. Bunu belirleyen

faktör toplumdaki kanunların çokluğu ve azlığıdır. Toplumun ken-disinden sonra özgürlükleri kısıtlayan husus, fertlere uygulanan

kanunlardır. Bu kanunlar ne kadar çok olur ve fertlerin davranışla-rınıne kadar titizlikle denetim altına alırlarsa, özgürlükten ve ser-bestlikten mahrum kalma oranıartar. Kanunlar ne kadar az ve

davranışların denetim altında tutulma oranıne kadar düşük ise,

özgürlükten mahrum olma derecesi o kadar düşer.

Fakat düşünülebilecek her toplumda kaçınılmaz olan ve top-lum hâlinde yaşayan insanın umursamazlıkla karşılayamayacağı

ve önemsiz sayamayacağıgereklilik, toplumun varlığınıve sürekli-liğini korumaktır. Çünkü onsuz hayat olmaz. Bunun yanısıra top-lumda geçerli olan geleneklerin ve kanunların çiğnenmemelerini

sağlamak da zorunludur. Bundan dolayıdünyadaki her toplumda

mutlaka mensuplarınıve gelecek nesillerini yok olmaktan koru-yacak bir savunma mekanizmasıve geçerli gelenekleri ile arala-rında saygıgören âdetlerini çiğnetmeyen bir başyetkili vardır. Bu

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 491

amaçlara varmak için toplumsal güvenlik yaygın hâle getirilir ve

zorba saldırganlar cezalandırılır. Elimizdeki tarih de bunu doğrulu-yor.

Durum böyle olunca, fıtrat kanununa göre toplumun başta ge-len ilk hakkı, özüne kasteden düşmanının özgürlüğünü elinden

almasıdır. Başka bir deyişle toplum, hayatınıyok edecek, maddî

ve manevî varlığına kasteden düşmanının şahsına ve davranışla-rına el koyarak irade özgürlüğünü dilediği şekilde elinden alma

hakkına sahiptir. Bu amaçla söz konusu düşmanınıölüm cezası

da dahil olmak üzere dilediği her cezaya çarptırabilir. Bunun yanı

sıra toplum, geleneklerinin ve kanun-larının düşmanınıdavranış

özgürlüğünden ve ilkelerini çiğneme serbestliğinden yoksun bıra-kabilir. Böylece toplum, düşmanınıcanından, malından ve diğer

varlıklarından mahrum ederek cezalandırmak suretiyle onun yü-zünden kaybettiklerini ondan geri alabilir.

Toplumlarına saygıgöstermeyen, onunla işbirliği içinde kay-naşmayan, onu yok etmektenve mahvetmekten kaçınmayan

düşmanlarına toplumun göz yummasını, onların kendi başlarına

bırakmasınıinsan -hatta tek bir insan bile- nasıl kabul edebilir?

Topluma yönelik fıtrî ilgi ile bu tür bir düşmanıdavranışözgürlüğü

ile başbaşa bırakmak, iki apaçık zıddıbir araya getirmekten, ap-tallıktan ve delilikten başka nedir?

Yaptığımız bu açıklamalardan şunlar ortaya çıkıyor:

1- İnsan özgürlüğünün mutlak olduğu görüşü, insanın fıtrî ve

meşru hakkına açıkça ters düşer ki bu, fıtrî ve meşru hakların ba-şında gelir.

2- İslâm'ın geçerli saydığıköleleştirme hakkıfıtratın kanunu-na uygundur. Bu da İslâm toplumuna savaşaçan, hak dinin düş-manlarının köleleştirilmesi ve davranışözgürlüklerinin elinden a-lınmasıdır. Bunlar köleleştirilip İslâm toplumunun içine çekilecek-ler, köle olarak yaşamaya zorlanacaklar. Bu sırada sağlıklıdinî

terbiye ile eğitilecekler ve tedricî bir şekilde azat edilerek sağlıklı

ve kazançlıbir şekilde özgür topluma katılacaklar. Bu arada İslâm

devletinin başı, eğer toplumun yararınıo yolda görürse, bütün kö-leleri satın alıp azat edebilir veya bu konuda ilâhî hükümlerle çe-lişmeyen başka bir yol izleyebilir.

492 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6


11- Köleliği Kaldırma KararıNe Sonuç Verdi?


Büyük devletler, Brüksel Anlaşmasınıyürürlüğe koyarak köle

alıp satmayı şiddetle yasakladılar. Böylece köleler ve cariyeler öz-gürlüklerine kavuştular. Günümüzde artık onlar kumpanyaların

pazarlarında dizilip görücüye çıkarılmıyorlar ve koyunlar gibi ora-dan oraya taşınmıyorlar. Bunun sonucu olarak artık harem ağaları

kullanma geleneği de ortadan kalktı. Günümüzde küçük örnekler

hâlinde de olsa, ne bunlara ve ne onlara rastlanmıyor. Sadece il-kel toplumlarda bu tür uygulamaların olduğundan zaman zaman

söz ediliyor.

Fakat bu kadarı, yani köleleştirme isminin dillerden düşmesi

ve bu isimle anılan insanların gözlerden kaybolmaları, bu konuda

dikkatli araştırmacılarıtatmin eder mi? Acaba şöyle sormazlar

mı? Bu mesele bir kelime meselesi midir ki, bu konuda ismin zik-redilmesinin yasaklanmasıyeterli olsun ve uygulamada köleye

özgür insan denmek kafi görülsün de bu özgür denen kişinin e-meğinin yararına el konulmasıve başkalarının iradesine bağlıol-masıönemli görülmesin. Yoksa mesele bir içerik, bir anlam mese-lesi midir ki, özü ve objektif sonuçlarıbakımından içeriğinin du-rumu değerlendirilsin?

Alın size İkinci Dünya Savaşı. Henüz üzerinden sadece on kü-sur yıl geçti. Galip devletler mağlup düşmanlarına şartsız teslim

olmayıdayattılar. Sonra yurtlarınıişgal ettiler. Milyonlarca malla-rınıaldılar. Hayattaki insanlarınıve çocuklarınıtahakküm altına

aldılar. Milyonlarca esirlerini ülkelerine taşıdılar. Onlarıorada is-tedikleri işlerde, istedikleri gibi kullandılar. Öyle ki bu durum, gü-nümüze kadar aynen böyle yürüyor.

Biri bana söylesin: Acaba köleliğin, kelime olarak söylenmesi

yasaklansa bile, vazgeçilmez bir içeriği yok mu? Acaba bu kavra-mın, mutlak özgürlüğün ortadan kaldırılmasından, iradeye ve dav-ranışlara el konmasından, güçlü ve üstün kişinin zayıf ve ezilen ki-şi üzerinde hükmünü adaletle veya zulümle dilediği gibi yürütme-sinden başka bir anlamıvar mı?

Hayrete şayandır ki, İslâm'ın hükmünün mümkün olan en dü-zeltilmiş şekli köleleştirme diye adlandırılıyor da Batılıların hük-müne bu ad verilmiyor. Oysa İslâm bu konuda en kolay ve en hafif

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 493

tutumu takınırken, onlar en ağır ve en zor tutumu takınıyorlar. Ba-tılılar sevgi, koruma ve kayırma adıaltında ülkelerimizi işgal ettik-lerinde, onların sevgilerinin ve dostluklarının ne olduğunu gördük.

Acaba düşmanlık ve cezalandırma amacıile işgal ettikleri ülke-lerdeki insanların başlarına neler geliyor?

Buradan ortaya çıkıyor ki, köleliği kaldırma kararıaslında

verme biçiminde alma olan siyasî bir oyundur. Önce savaşsebebi

ile köleleştirmeyi ele alalım. İslâm bunu yürürlükte tuttu. Batılılar

da her ne kadar kelime olarak söylenmesini yasakladılar ise de fii-liyatta onu yürürlükte tuttular. Babaların evlâtlarınısatmaları şek-lindeki köleliğe gelince, Batılılar bu tür köleliği yasakladılar; ama

İslâm onu çok daha önce yasaklamıştı. Üstünlük ve siyasî ege-menlik yolu ile ortaya çıkan köleliği de İslâm çok önce yasakladı.

Batılılar da bu tür köleliği söz birliği ile yasakladılar. Fakat acaba

bu yasaklama tıpkısavaşesirleri konusunda olduğu gibi sözde mi

kaldıyoksa söz aşamasınıaşıp içerik ve anlam aşamasına geçe-rek uygulamalara yansıdımı?!

Avrupalıların Asya, Afrika ve Amerika kıtalarındaki sömürgele-rinin tarihini, buralarda işledikleri cinayetleri, döktükleri kanları,

çiğnedikleri ırzları, talan ettikleri malları, işledikleri yüzlerce ve bin-lerce zu-lümleri gözden geçirerek bu sorunun cevabınıortaya çı-karmak mümkündür.

Aslında bu sorunun cevabınıbulmak için bu uzun -eğer ger-çekten uzun ise- yolu izlemek gerekmez. Cezayir halkının Fransız-lardan çektiği kıyımları, yıkımları, baskıları, bunun yanısıra Arap

ülkelerinin İngilizlerden çektiklerini, bunlara ilâve olarak Sudan

halkının başına gelenler ile Amerika da Kızılderililerin dramını,

Doğu Avrupa'ya Sov-yetler Birliğinin çektirdiklerini ve bizim ken-dimizin bunlardan ve onlardan gördüğümüz zulümleri incelemek

yeterlidir. Bütün bu işleri yaparken, söyledikleri sözler kelime iti-bariyle şefkat ve hayırhahlıkla dolu olsa da, anlam ve içerik itiba-riyle köleleştirmeden ibaretti.

Bütün bu anlattıklarımızdan çıkan sonuç şudur: Batılılar, fıtrî

sebebinin varlığıhâlinde mutlak özgürlüğün ortadan kaldırılmasını

öngören İslâmî uygulamayıfiiliyat aşamasında benimsediler. Bu

fıtrî sebep, toplumu yıkmak ve insanlığımahvetmek isteyenlere

karşısavaşmaktır. Bu yaklaşım, fıtrat yasasına göre meşru bir hü-

494 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

kümdür. Objektif ve değişmez bir temeli vardır. Bu temel, insanlığın

varlığınısürdürebilmesi için varlığına kastedenleri ve kalıcılık ama-cına karşıolanlarıbaşından savmak ihtiyacındadır. Bunun yanısıra

bu hükmün bir de akla uygun, sosyal bir temeli vardır. Hükmün ob-jektif temelinin uzantısıolan bu temel, insan toplumunu yok ol-maktan ve yıkımdan korumaktır.

İşte Batılıların fiiliyatta gaye edindikleri, sözde karşıçıkıp içe-rik ve anlam plânında benimsedikleri prensip budur. Fakat onlar

bu meşru kısmıaşarak gayri meşru alana daldılar. Bu da üstünlü-ğe ve egemenliğe dayalıköleleştirme uygulamasıdır. Çünkü onlar

sözde köleliğin yasaklanmasından önce olduğu gibi yasaklama

kararından sonra da binlerce, milyonlarca insanıköleleştiriyorlar,

alıp satıyorlar, bağışlıyorlar ve kiralıyorlar.

Fakat bu yaptıklarına köleleştirme adınıvermiyorlar. Uygula-malarına sömürgeleştirme, dominyonlaştırma, denetim altında

tutma, koruma, ilgilenme, yardım etme gibi isimler takıyorlar. Bü-tün bu kelimelerin bir tek fonksiyonu vardır. O da köleleştirme içe-riğine örtü oluşturmaktır. Bu isimler ve sözcükler yıprandıkça, a-şındıkça atılıyor ve yerine başkalarıkonuyor.

Batılılar, Brüksel anlaşmasıile bütün dünya insanlarının ku-laklarınıtırmalıyorlar, ileri uygarlığın öncüsü olan büyük devletler

ellerinde özgürlük bayrağıtaşıyarak bu anlaşma ile övünüyorlar.

Fakat meseleye yakından bakınca, bu anlaşmanın sadece çocuk-ların ve harem ağalarının alınıp satılmasıyolu ile gerçekleşen kö-lelik türünü ve iğdişetmeyi ortadan kaldırdığıgörülür. Ki, bu köle-lik türü onlara önemli bir çıkar sağlamıyordu. Üstelik bu kölelik tü-rü sosyal bir meseleden çok ferdî bir meseleye benziyor. Buna

rağmen köleliğin bu türünün kaldırılmışolması, onların elinde

sözden ibaret bir propaganda malzemesidir. Tıpkıkuru bir söz ol-maktan öte bir anlam içermeyen öbür propaganda dayanakları

gibi.

Evet; bu konuda incelenmesi gereken bir başka nokta var ki, o



da şudur: İslâm, silâh zoru ile ele geçirilen topraklar dışındaki yer-lerde elde edilen ganimetlerin ve alınan kölelerin bölüştürülmesi-ne toplumun fertlerinden başlıyor, sonra devlete sıra geliyor. İs-lâm'ın ilk yıllarındaki uygulama böyle idi.

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 495

Batılılar ise ganimetlerden yararlanmayısadece devletlerine

mahsus bir hak sayarlar. Bu da kölelik meselesinin kendisi dışın-da kalan başka bir meseledir. İnşallah ileride zekât ve humus

hakkındaki ayetleri ele aldığımızda bu meseleyi enine-boyuna in-celeyeceğiz. Ve ancak Allah'tan yardım istenir.

Bütün bunlardan sonra adıgeçen Ansiklopedinin yazarının yu-karıda naklettiğimiz, "Köleliğin kaldırılmasının temel gerekçesi,

insanların haklarda ve yükümlülüklerde eşit olmasıdır..." şeklin-deki sözlerine dönelim. İnsanların haklar bakımından eşit olmaları

ne demektir? Acaba bu sözle insanların sahip olduklarıve göze-tilmesi gereken haklarından yararlanmaları, ancak bu hakların

kesin olarak eşit olmadığı, farklıolduğu mu kastediliyor? Meselâ

yönetici ile yönetilen, amir ile memur, kanuna uyan ile kanunu

çiğneyen, adil ile zalim arasında sosyal ağırlıklarının farklılığına

bağlıfarklılıklar olduğu gibi.

Eğer kastedilen bu ise buna bir itirazımız yok, bu öyledir. Yal-nız bunun böyle olmasıtoplumdaki şerefli ve faydalıbir kişi ile

topluma katılmaya lâyık bir onurun sahibi olmayan, girdiği her

yerde hayatıortadan kaldıran ve öldürücü bir zehir gibi olan kişi-nin eşit sayılmasınıgerektirmez. Çünkü bu iki kesimi birbirinden

ayrıtutarak birincisine tam özgürlük tanırken, ikincisinden özgür-lüğü geri almak, fıtratın açık hükmüdür. Düşmanın, düşmanıüze-rinde saldırıkonularında hiçbir hakkıyoktur. Koyunun kurda ve a-vın arslana karşıda hiçbir yükümlülüğü yoktur.

Eğer bu sözle insanlık sıfatının insan fertleri arasında ortak ol-duğu ve kim olursa olsun her insanın uygarlıkta ilerleyecek ve

başkalarının elde ettiği mutluluğu elde edebilecek güce sahip ol-duğu kastediliyorsa, o zaman gelişmiştoplumlar her insana cö-mertçe özgürlük tanıyarak onu sağlıklıtopluma katılacak şekilde

eğitmekle yükümlüdürler.

Bu görüşde doğrudur. Fakat kimi zaman eğitim faaliyeti, eği-tim süreci tamamlanıncaya kadar belirli bir zaman diliminde eğiti-lenin irade özgürlüğünün askıya alınmasınıgerektirir. Eğitilen kişi

iradesini bilinçli olarak kullanacak düzeye gelince özgürlük nime-tini tatmakta serbest bırakılır. Tıpkıdoktorun hastasına hoşuna

gitmeyen bir ilâç içirmesi ve küçüklerin büyütülmeleri sırasında

ağırlarına giden uygulamalara tâbi tutulmasıgibi.

496 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

İslâm'ın, Müslümanlara savaşaçan kâfir milletlerin irade ve

davranışözgürlüklerini askıya almaktaki, onlarıdinî toplumun içi-ne alarak eğitmekteki ve tedricî bir şekilde özgürlük alanına ulaş-tırmaktaki görüşü ve beklentisi budur. Çünkü bu tutum sosyal

amaçlıbir tutumdur. Bu tutumun kendisine, sonuçlarına ve etkile-rine kapsamlıbir açıdan bakılmalıdır.

Yoksa bu tutum, ferdî ve sınırlıbir açıdan değerlendirilecek

ferdî ve cüz'î bir tutum değildir. [Dolayısıyla savaşta esir alınarak

köleleştirilen insanların bazılarının ömür boyu kölelikten kurtulup

özgürlüğe kavuşmamalarıbu genel kanuna halel getirmez.]

Sonra şurası şaşırtıcıbir noktadır ki, Batılılar da daha önce

değindiğimiz gibi her ne kadar bu uygulamanın isimlendirilmesine

ve iyi niyetle ele alınmasına karşıçıkıyorlarsa da fiiliyatta İslâm'ın

benimsediği gibi bir tavır takınıyorlar.

Yoksa bu sözle bütün insanların bir tutulmasının, her insanın

mut-lak iradesi ile başbaşa bırakılmasının özgürlüğün gereği ol-duğu mu kastediliyor?

Böyle bir yaklaşımın kabul edilmez olduğu gibi, mutlak olarak

uygulanmasının mümkün olmadığı şüphe kaldırmaz açıklıkta bir

gerçektir. Özellikle savaşaçan düşman hakkında uygulanmasını

düşünmek bile mümkün değildir ki, İslâm'ın mutlak özgürlüğü as-kıya almakta üzerinde ısrarla durduğu tek gerekçe budur.

Sonra eğer böylesine sınırsız özgürlük bir hak ise bu konuda

bir kişi, iki kişi ve bir topluluk arasında fark olmaz. O hâlde Batılı-lar niçin intihar durumunda olduğu gibi bir kişiye ve düello örne-ğinde olduğu gibi iki kişiye yasal özgürlük tanıyorlar da kendi cins-lerinden olan yoksullar kesimine tenha bir yere veya bir mağaraya

sığınıp kendileri ile meşgul olma, Rablerinden gelecek rızkıyiyip

kendi hayatlarınıyaşama özgürlüğü tanımıyorlar?

Geriye bir şey kalıyor ki, o da şudur: Şöyle bir soru sorulabilir:

Niçin İslâm, kölelere mal edinme hakkıtanımadı? Eğer tanısaydı,

köleler edinecekleri mal sayesinde efendilerine yük olmadan zo-runlu ihtiyaçlarınıkarşılayabilirlerdi. Yine niçin İslâm, köleliği Müs-lüman olmakla sınırlamadı? Eğer böyle bir sınırlama olsaydı, köle

Müslüman olunca özgürlüğüne kavuşur ve böylece gerek kendi

alnına ve gerekse kıyamet gününe kadar türeyecek soyunun alnı-

Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 497

na vurulmuşolan mahrumiyet damgasısilinmişolurdu.

Fakat bu soruyu soran kimse şuna dikkat etmelidir: Kölelerin

köleleştirilmeleri ve mülk edinmeden yoksun bırakılmalarıile ilgili

hükmün ortaya çıkışıve uygulanması, bu kölelerin ele geçirildikle-ri ilk günlerin şartlarıgöz önüne alınarak yasalaşmıştır. İslam'a

karşısavaşaçan düşmanlar olan bu köleler aleyhine fıtratın ver-mişolduğu özgürlüklerini ellerinden alabilme hükmü, onların sağ-lıklı İslâm toplumunu yıkmaya yönelik komplolarınıetkisiz hâle

getirmeyi ve bu amacıtaşıyan direnme güçlerini kırmayı

amaçlıyor. Güç ve kuvvet ancak malla, mülkle olur. Buna göre kö-leler çalışmaktan ve çalışmanın ürünlerinden yoksun kaldıkları

zaman çatışacak veya savaşacak gücü kendilerinde bulamazlar.

Evet; İslâm, bir ölçüde kölelere mal edinme hakkıtanımıştır.

Bu mal edinme efendilerin onların mülküne geçirdiği mal üzerinde

olabilir. Bu mülkiyet, efendinin mülkiyetinin uzantısıniteliğindedir;

kölenin kendi başına tasarrufta bulunmasıanlamında değildir.

Dolayısıyla herhangi bir sakınca doğmaz.

Kölelerin köleliklerini Müslüman olmalarıile sınırlandırmaya

gelince, böyle bir siyaset İslâm'ın esasınıkorumak, dinî toplumu

ayakta tutmak, silâh gücü ile ele geçirilen bu saldırganlarıköklü

bir İslâmi eğitimden geçirmek gibi temel amaçlarla çelişir. Eğer

bu tedbir alınmazsa köleler, din devletinin egemenliği altına girip

alınlarına kölelik damgasıvurulur vurulmaz derhal görünüşte Müs-lüman olurlar ve böy-lece sayısal varlıklarınıve güçlerini korurlar,

arkasından da ilk fırsatta kendilerine yasaklanan faaliyetleri

yapmaya koyulurlar.

Bu konuda günümüzün milletlerarasıuygulamalarınıbir yana

bırakarak insanlık tarihinin belgelenebilmişen eski uygulamaları-na dönelim. O çağlarda iki millet veya iki kabile birbiri ile savaştı-ğında ve biri diğerini yenip ona karşıüstünlük sağladığında galip

gelen taraf, kılıcıdüşmanının göğsüne dayayarak onu kayıtsız

şartsız teslimiyete zorlamaya kendini haklıgörürdü.

Galip taraf, bu teslim alma sırasında mağlup düşmanının sa-dece silâhlarınıyere bırakmasıile yetinip onlarıistediklerini yap-makla başbaşa bırakmaz, buna ek olarak yenilen düşmanının

kendi emrine teslim olmasını, hakkında vereceği kararlara ta-

498 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

mamen boyun eğmesini, lehindeki ve aleyhindeki uygulamaları,

şahıslarıve mallarıile ilgili tasarruflarınıpeşin olarak kabul etme-sini sağlardı.

Düşmana dayatılan bu hâkimiyetin, bu mutlak teslimiyetin

etkisini bozacak, hükmünü geçersiz kılacak, düşmana eski komp-lolarına ve tuzaklarına geri dönme yolunu açacak, onun daha ön-ceki tutumuna dönme ümidini tazeleyecek bir kayıtla kayıtlanma-sıaptallık olurdu. Galip gelen millet böyle bir aptallığa nasıl düşe-bilir ki, kutsal bildiği toplumun bağımsızlığıuğruna birçok insanını

ve maddî varlığınıfeda etmiştir. Böyle bir tutum kendine zulmet-mek, en kutsal değerlerini hafife almak ve kanlarını, mallarınıve

emeklerini boşa harcamak olmaz da ne olur?!

İnsanlarının hayatlarınıve mallarınıfeda ederek düşmanını

yenen ve bu galibiyet sonunda düşmanınızillete ve perişanlığa

mahkum ederek onlara köleliği dayatan taraf hakkında şöyle bir

itiraz ileri sürülemez: Efendim, adamlar savaştılar, öldürdüler, ya-kıp yıktılar, sonunda düşmanlarınıesir aldılar, savaşanların rakip-leri üzerindeki meşru hakkına dayanarak aldıklarıesirlerin özgür-lüklerini kaldırmayıcaiz gördüler. Peki, daha sonra doğan nesille-rin çocuklarının günahınedir? Bunlar ne silâh taşıdılar, ne kılıç

çektiler ve ne savaşa katıldılar. Bu dayanaksız itirazın cevabı şu-dur: Onlar babalarının ve dedelerinin kurbanıdırlar.

Bütün bunlardan sonra şunu unutmamak gerekir ki, eğer İs-lâm hükümeti İslâm toplumunun menfaatinin o yolda olduğuna

karar verirse, köleleri sahiplerinden satın alarak veya başka bir

şekilde kölelere özgürlük verme çarelerine başvurabilir.


Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin