doğru yolda olduğunuz takdirde, sapan kimse size zarar vermez.'
Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 245
ayeti hakkında, karşılığınıverdim. Bana şöyle dedi: Ben bu ayetin
anlamınıbilgisine güvenilir birinden sordum. O da bu soruyu Pey-gamberimizden (s.a.a) sormuştu; Peygamberimiz ona şunlarısöy-lemişti: Hayır; iyiliği emredip kötülükten sakındırın. Bu görevi cim-riliğe itaat edildiğini, nefsin arzu-larına uyulduğunu, dünyanın
ahirete tercih edildiğini ve herkesin kendi görüşünde ısrar ettiğini
göreceğin güne kadar yerine getir. Öyle bir gün gelince, sadece
kendinle ilgilen, halkın durumunu bir yana bırak. Çünkü sizin önü-nüzde sabır günleri var. O günlerde sabreden kimse, ateşkorunu
avucuna alan kimse gibidir. O günlerde iyi amel işleyen kimseye,
sizin gibi amel işleyen elli kişinin sevabıverilir."
Ben derim ki: İbn-i Mürdeveyh'in Muaz b. Cebel'e dayanarak
Peygamberimizden (s.a.a) naklettiği bir hadis de bu paraleldedir.
Bu rivayet, iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevlerinin bu
ayetle kaldırılmadıklarına delâlet eder.
ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde Ahmed, İbn-i Ebu Hatem,
Taberani ve İbn-i Mürdeveyh Ebu Amir Eş'arî'den şöyle rivayet et-tikleri belirtilir: "Amir ile arkadaşlarıbir ara tereddüde düştüler. Ve
bu yüzden Amir, Peygamberimizle (s.a.a) görüşmedi. Fakat bir sü-re sonra Peygamberimize gelince,Peygamber (s.a.a) kendisine,
"Seni buraya gelmekten alıkoyan ne oldu?" diye sordu. Amir, "Ey
Allah'ın resulü, 'Ey inananlar! Siz kendinizi gözetin. Siz doğru yol-da olduğunuz takdirde, sapan kimse size zarar vermez.'ayetini
okudum" dedi. Peygamberimiz (s.a.a), Amir'e şu karşılığıverdi:
"Nereye gittiniz? Onun anlamı'Eğer siz doğru yolda olursanız yol-dan çıkmışolan kâfirler size zarar vermez' şeklindedir."
Görüldüğü gibi, bu hadiste ayetin sadece kâfirleri hakka ça-ğırma görevinin terk edilmesine ruhsat verildiğine işaret ediliyor.
Ayet dinî hükümlerin ayrıntılarında iyiliği emredip kötülükten sa-kındırmayıterk etmeye ruhsat vermişolabileceğini reddediyor.
Üstelik hakka daveti farz kılan ve aynıparalelde cihadıemreden
ayetlerin bu konudaki konumu, iyiliği emredip kötülükten sakındı-ran ayetlerden aşağıdeğildir. [Yani bu hususta da ruhsat söz ko-nusu değildir.]
Yine aynıeserde belirtildiğine göre İbn-i Mürdeveyh Ebu Said-i
Hudrî'den şöyle rivayet eder: "Ben bu ayeti, yani 'Ey inananlar! Siz
kendinizi gözetin. Siz doğru yolda olduğunuz takdirde, sapan
246 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
kimse size zarar vermez.'ayetini Peygamberimizin (s.a.a) huzu-runda günde-me getirdim. Peygamber (s.a.a) bu konuda 'Onun te-vili şimdiye kadar gelmedi ve İsa Peygamberin yeryüzüne ineceği
güne kadar da gelmeyecektir, buyurdu."
Ben derim ki:Bir önceki rivayetin içeriği hakkında yaptığımız
açıklamalar, bu rivayet için de geçerlidir.
Yine aynıeserde belirtildiğine göre İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve
İbn-i Ebu Hatem "Siz kendinizi gözetin. Siz doğru yolda olduğunuz
takdirde, sapan kimse size zarar vermez."ayeti hakkında
Huzeyfe-den şöyle rivayet etmişlerdir: "Eğer iyiliği emredip kötü-lükten sakındırma görevinizi yerine getirirseniz."
Ben derim ki:Bu rivayet mutedil, dengeli bir anlam taşıyor ve
bizim yaptığımız açıklamalarla aynıkapıya çıkıyor. Bu rivayetin bir
benzeri de Said b. Museyyeb'den nakledilmiştir.
BİR İLMÎ ARAŞTIRMA
Bu araştırma, tarihî işaretlerden, psikolojik verilerden ve diğer
ilmî çalışmalardan yapılmışbirkaç bölümlük bir derlemedir.
1-Bildiğimiz kadarıile insanoğlu, hatta ilkel insanlar ilk gün-den zamanımıza kadar zaman zaman "Ben ve nefsim" kelimeleri-ni kullanır. Bu kelimelerle doğal bir gerçeği dile getirir. İnsanın bu
sözcükleri kullanırken ne dediğini ve anlatmak istediğini bildiği
şüphesizdir. Yalnız bütün gayretini organik hayatınıdüzenlemek
uğruna harcamasıve maddî ihtiyaçlarınıkarşılamak için organik
faaliyetlerle meşgul olması, "Ben ve nefsim" sözcükleri ile dile ge-tirmişolduğu bu nefis (ego) konusunda derinliğine düşünmekten
kendisini alıkoymaktadır. Bu durum, belki de zihninde nefsin canlı
organizmadan başka bir şey olmadığınısanmasına da yol açmış-tır.
İnsan belki de şunu gördü: Görünüre göre, yaşayan insan ile
ölü insan arasındaki fark, insanın hayatta olduğu sürece alıp ver-diği nefestir. Bu nefesi kaybedince veya yollarıtıkanınca, hiçbir
şey hissetmeyen bir ölüye dönüşüyor. Vücudu işlemez oluyor, kişi-liği ve benliği ortadan kalkıyor. Bu yüzden nefis denen şeyin o alıp
verdiği nefes olduğu sonucuna varmıştır. O da bir rüzgar veya bir
tür rüzgar olarak göründüğü için adına ruh dedi ve nefsin ruh ve
Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 247
bedenin toplamıolduğuna hükmetti.
Veya insan gördü ki, organizmasındaki duygu ve hareket, or-ganlarınısaran veya ana ve kılcal damarlarında dolaşan kanın so-nucudur. Kaybolmasıile insandaki insanlık özelliğinin kaybolduğu
hayatın var-lığıve yokluğu bu kırmızısıvıile bağlantılıdır. Bu se-beple nefis denen şeyin kan olduğuna hükmederek nefse kan,
daha doğrusu kana nefis adınıverdi ve böylece nefsi, akan ve
akmayan diye iki kısma ayırdı.
Bu arada meni denen sıvının durumu insanın dikkatini çekmiş
olabilir. Bu sıvı, rahim tarafından tutuluyor ve aşamadan aşamaya
geçen doğal bir gelişim süreci gerçekleştiriyor ve bu süreç sonunda
insan oluşuyor. Belki de bu gözlem insanoğlunu, nefsin menide top-lanan temel elementler, olduğu kanaatine sevk etmiştir. Çünkü bu
temel elementler organik yapıdaki varlıklarınıhayat boyu devam
ettiriyorlar. Belki de kimi insan bu elementler hiç bozulmaya uğra-mayacaklarını, insan nefsinin onlar varoldukça varlığınısürdürece-ğini, hiçbir bozulmaya ve yok olmaya maruz kalmayacağınısanmış-tır. Oysa eğer insan nefsi nitelikleri belirtilen bu elementlerden iba-ret olsaydı, belirli bir şekilde birleşmelerini şart koşsak da, koşma-sak da bu görüşbirçok muhalleri kaçınılmaz kılardı. Bu imkânsızlık-lar, ilgili ilimde açıklanmıştır.
Bu ve benzeri faraziyeler, insanın insan olarak "Ben ve nefsim'
şeklindeki sözlerinin gerçek olmasıile çelişmez. İnsan bu sözünde
kesinlikle yanılmıyor. Çünkü biz bir doğal gerçeği genel olarak
doğru bir şekilde idrak edebiliriz. Fakat onun gerçek mahiyetini ve
ayrıntılıniteliğini incelemeye koyulduğumuzda yanılgıya düşebili-riz. Bu uzak bir ihtimal değildir. Ortada öyle çok ilmî konular var ki,
zahirî ve ba-tınî algılar gibi, onları-safsatacılar ile şüphecilerin gö-rüşlerinin aksine- çıplak gözle müşahede etmemize rağmen ilim
adamlarıbu konuların mahiyetini nesiller boyunca tartışmaya de-vam ediyorlar.
İnceleme yeteneğine sahip olmayan sıradan insanlar, nefisle-rinde seçkin incelemecilerin gözledikleri nitelikleri gözlüyorlar. A-ralarında kesinlikle fark yoktur. Fakat sıradan insanlar nefsin ay-rıntılıniteliklerini bilmezler, onun varlığının özelliklerini açıkla-maktan âcizdirler.
248 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Kısacası şüphe yok ki, insan varoluşunun bütün dönemlerinde
kendi dışında olmayan, "Ben ve nefsim" diye ifade ettiği bir niteli-ğini müşahede ediyor ve bu niteliğine dönüp baktığında, gözlem-lerinde algıladığıözellikleri üzerinde derinliğine bir incelemeye
daldığında değişmeye, bölünmeye, zamanla ve mekânla bir arada
bulunmaya müsait organik niteliklerine benzemeyen bir şey bulu-yor. Bu şeyin, organlarıve parçalarıyla maddî hükümlere bağlı
maddî bedenin dışında bir şey olduğunu tespit ediyor.
Çünkü insan kimi zaman organlarından birini unutuyor veya
bütün bedeninden gafil olabiliyor. Ama nefsini hiç unutmuyor, on-dan gafil kaldığıhiç olmuyor. İnsanın zaman zaman "Kendimi unut-tum, kendim-den gafil oldum, kendimi kaybettim" dediğine bak-ma. Bu sözler mecazî anlamdadır ve farklınefis ilgilerini ifade e-derler. Görmüyor musun ki, sen unutkanlığı, gafleti ve farkında
olmamayınefsine izafe ediyorsun ve duyarlıolan nefsin bir şeyin
bilincine varıp adına nefis dediğin beden ve benzeri başka bir şe-yin farkına varmadığına hükmediyorsun.
Bayılan bir kişinin kendinden ve nefsinden gafil olduğu yolun-daki kanaate bakma. Evet, böyle bir kişi baygınlığıgeçtikten sonra
baygınken nefsinin bilincinde olduğunu hatırlamaz. Yoksa nefsinin
farkında olmadığınıhatırlıyor değildir. Bu iki durum birbirinden
farklıdır. Kimi zaman bazıbaygınlar baygınlıklarıdöneminden rü-yaya benzer şeyler hatırlarlar ki, biz böyle hâlleri rüyalarımızdan
hatırlıyoruz.
Nasıl olursa olsun, insanoğlu insan olmasıhasebi ile "Ben" ke-limesi ile dile getirdiği nefsinin mahiyetini zihninde somutlaştıran
bu nefis bilincinden asla yoksun kalmaz. Eğer bedenî meşgalele-rine ve maddî özlemlerine dalmayıbir nebze bir tarafa bırakarak
birazcık bu gözlemleri üzerinde dursa, nefsinin maddeye ve mad-diyata hiç benzemeyen bir şey olduğuna hükmeder. Çünkü nefsi-nin özellikleri ve belirtileri ile maddî şeylerin özellikleri ve belirtileri
arasında başkalık olduğunu gözlemleri ile bilmişolur.
Fakat gündelik işlerle uğraşmak, maddî hayatın özlemleri uğ-runa çaba sarf etmek ve organik ihtiyaçların giderilmesi peşinde
koşmak, insanıbu konuyu ihmal etmeye ve sözünü ettiğimiz yü-zeysel ve ilkel görüşlere takılmaya ve genel gözlemlerle yetinme-
Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 249
ye sevk eder.
2-Sıradan insanı, beslenme, konut, giyim, cinsel ilişki gibi
meşgaleler nefsinin mahiyeti üzerinde derinleşmekten ve kişiliği-nin çeşitli yönlerini incelemekten alıkoymasına rağmen onun ha-yatıboyunca karşılaştığıdeğişik ve sarsıcıolaylar içerisinde onu
diğer insanlardan ayrılarak kendisi ile başbaşa kalmaya yönelten
faktörler de olabiliyor. İnsan nefsini yok olmaktan kurtarmak a-macıyla sıkıca sarılıp onu tutan bir güç misali her şeyi bir yana bı-rakarak kendine dönmeye zorlayan şiddetli korku gibi. Nefsin hoş-landığı şeye doğru sürüklenmesine yol açan aşırısevinç gibi. Sev-giliden başka hiçbir şeyi düşünmemeye yol açan şiddetli aşk gibi.
İnsanıher şeyden kopararak sadece kendi derdi ile meşgul eden
şiddetli sıkıntıgibi. Bunlar gibi insanın karşılaşabileceği başka
faktörler de örnek verilebilir.
Bu değişik faktörlerin ve sebeplerin biri veya birkaçıinsanın
duyu organlarıve boşdüşüncesi ile asla farkına varamayacağıba-zı şeylerin canlanmasına ve zihninde somutlaştırılmasına sevk
eder. Karanlık ve ürkütücü bir yerde kalıp dehşete düşen kişi gibi.
Bu kişi korkunç şeyler görür veya ürkütücü sesler işitir ve bu gö-rüntüler ile sesler nefsi için tehdit oluşturur. İnsanlar bunlara dev,
gaipten gelen ses, cin gibi adlar takarlar.
Kimi zaman da insanı şiddetli sevgi, özlem ve üzüntü sarar. Bu
duygular duyu organlarıile adamın arasına girer ve bilincini sevdi-ği veya üzüldüğü şey üzerine yoğunlaştırır. O zaman rüyasında ve-ya rüya benzeri bir uyanıklık hâlinde geçmişte kalan, ileride ola-cak olan veya başkalarının algılarına kapalıdeğişik olaylar görür.
Kimi zaman da insan iradesi yakin ile, güçlü imanla ve kesin
kavrayışla bir araya geldiği zaman, normal insanın gücünün yet-meyeceği ve normal sebeplerin yol açamayacağısonuçlarıgerçek-leştirir.
Bunlar sıradan normal olaylara nispetle az rastlanan cüz'î o-laylardır. İşaret ettiğimiz değişik faktörlere bağlıolarak meydana
gelirler. Bu olayların meydana gelmelerinin aslına gelince, bunun
kanıtlanmasıiçin çok gayret göstermeye gerek yoktur. Çünkü her
birimizin kendi yaşadığıveya başkalarında müşahede ettiği bu tür
olaylar mutlaka vardır. Bunların gerçek sebeplerinin ne olduğu
250 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
meselesine gelince, burasıonunla uğraşmanın yeri değildir.
Bizim için farkına varılmasıönemli olan husus şudur: Bu tür
olayların meydana gelmesi, insan nefsinin dışolaylara -özellikle
bedenî hazlara- meşgul olmaktan vazgeçerek kendine dönmesine
dayanır. Bun-dan dolayısayılamayacak derecede değişik ve farklı
olan riyazet türlerinin hepsi, genel olarak nefsin arzularına karşı
koymayıesas alır. Bunun tek sebebi, nefsin arzularına uymaya
dalmasıonu kendisi ile meşgul olmaktan alıkoyarak dışarzuları-na yöneltir, onu bu arzular arasında dağıtır ve şuurunu bunlarla
bölüştürür. Böylece insan nefsi bu arzulara dalarak kendini bir ya-na bırakır.
3-Bu konuda şüphesiz olan bir gerçek var ki, o da şudur: Bu
psikolojik sonuçlara yol açan faktörler bazıkişilerde geçici veya
kısa süreli olarak gerçekleştiği gibi, başka bazıkişilerde sabit ve
sürekli biçimde meydana gelirler veya önemsenecek derecede ka-lıcıolabilirler. Çoğu kere dünyadan, dünyanın maddî hazlarından
ve gelip geçici arzularından el-etek çekerek bir köşeye kapanan
insanlar görürüz. Bu tür insanların nefsi arındırmaktan ve batın yo-lunda ilerlemekten başka bir düşünceleri olmaz.
Sözünü ettiğimiz nefisle meşgul olma çabasının sırf günü-müzde görülen bir gelenek olmadığından şüphe etmemeliyiz. Ta-rihî belgeler ve aklî değerlendirmeler, bu geleneğin eski yüzyıllar-da yaşayan insan-lar arasında geçerli olduğunu gösteriyor. Tarihin
en eski çağlarına kadar indiğimizde, bize göre insanın yeryüzüne
inişinden beri bunun insandan ayrılmaz bir gelenek olduğunu gö-rürüz.
4-Milletlerin yaşayışlarını, geleneklerini, inançlarınıve davra-nışkalıplarınıincelediğimizde şu sonuca varırız: İnsan nefsinin şa-şırtıcısonuçlarınıelde etmek için değişik yollar kullanılmasına
rağmen nefsi bilmek ile uğraşmak eski milletler arasında yaygın-dı, hatta eski çağlardan beri bu iş, en güzel zamanların ve en pa-halıbedellerin uğrunda harcandığıönemli bir meşgale kabul e-dilmiştir.
Bunun delili, dünyanın çeşitli yörelerinde yaşayan ilkel kavim-lerdir. Afrika'da ve diğer yerlerde yaşayan kabileler gibi. Bunlar
arasında günümüzde bile büyücülük, kâhinlik efsanelerinin kalın-
Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 251
tılarına ve bunların gerçek ve isabetli olduğuna inananlara rast-lamaktayız.
Bize gelen bilgilerin ışığında eski dinleri ve inanç sistemlerini
inceleyelim. Brahmanizm, Buddhizm, Sabiilik, Manilik, Mecusilik,
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi. Görürüz ki, nefsi bilme ve
bunun sonuçlarınıelde etme çabası, bu dinlerin ve inançların de-rinliklerine işlemiştir. Yalnız nefsi bilmenin tanımında, telkininde
ve değerlendirmesinde farklılıklar vardır.
Meselâ Brahmanizm'i ele alalım: Bu eski bir Hind inancıdır.
Gerçi tevhit ve nübüvvet konularında kitaplıdinlerle ters düşer;
ama özellikle Brahmanların kendileri hakkında nefsi arındırmaya,
iç âlemi temizlemeye büyük önem verir ve insanlarıbu görevi
yapmaya çağırır.
"Ma lil-Hind min Makulet'in" adlıeserde verilen bilgiye göre Bi-runî şöyle demiştir: Bir Brahmanın yedi yaşından sonraki ömrü şu
dört bölüme ayrılır:
Birinci bölümün ilk kısmısekizinci yıldır. Bu bölümde Brah-manizm'in din adamlarıbu çocuğun yanında bir araya gelerek ona
dinî görevlerini anlatırlar ve kendisine hayatta olduğu sürece bu
görevleri benimseyip uygulamasınıtelkin ederler.
Ömrünün yirmi beşinci yaşından kırk sekizinci yaşına kadar
geçecek olan yıllarıbu birinci bölüme girer. Adamın bu dönemde
dünyadan uzak durmasıve toprağa yaydığıbir yaygıüzerine yat-ması, dinin esaslarını, kelâm ilmini ve şeriatınıgece gündüz hiz-met edeceği bir hocadan öğrenmesi gerekir. Günde üç kere yıka-nır. Sabahleyin ve akşamleyin ateşe kurban sunar. Kurban sun-duktan sonra hocasının önünde secde eder, gün aşırıoruç tutar.
Hiç et yemez. Hocasının evinde barınır. Bu evden sadece dilencilik
için, sadaka toplamak için çıkabilir ve sadece beşevin kapısınıça-labilir. Bu işi günde bir kere öğle veya akşam vaktinde yapar. Top-ladığısadakalarıhocasının önüne koyar. Hocasıistediği kadarını
kendine ayırdıktan sonra kalanınıöğrencisi için izin verir, o da o-nunla karnınıdoyurur. Öğrenci ateşe odun taşır. Onlara göre ateş
kutsal ve ateşin ışınlarıBuda'ya yaklaştırıcıdır.
Diğer ümmetler de öyle idi. Onlar da kurbanlarının kabul e-dilmesinin belirtisi olarak, ateşin bu kurbanlar üzerine inmesini
252 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
görürlerdi. Onların putlara, yıldızlara, ineklere, eşeklere ve öküzle-re tapmaları, a-teşe gösterdikleri bu saygıya engel teşkil etmezdi.
Brahmanın ömrünün ikinci bölümü, yirmi beşinci yaşıile ellin-ci veya yetmişinci yaşıarasındaki yıllarıkapsar. Bu dönemde ho-casının vereceği izin ile evlenir ve çoluk-çocuk sahibi olmaya yöne-lir. Birunî, Brahmanın bu dönemde ailesi ile ve insanlarla nasıl ge-çindiğini, geçimini nasıl sağladığınıve hayat tarzınıanlatır.
Sonra sözlerine şöyle devam eder: Brahmanın ömrünün üçün-cü bölümü elli yaşından yetmişbeşveya doksan yaşıarasındaki
yıllarıkapsar. Brahman ömrünün bu döneminde dünyadan el etek
çekerek hayatın tüm nimetlerinden ayrılır. Eğer eşi kendisi ile bir-likte kırlara çıkmaz ise, onu çocuklarına teslim eder. Meskun yer-ler dışında ömrünün ilk dönemlerindeki gibi yaşamaya devam e-der. Kesinlikle çatıaltlarında barınmaz. Elbisesi sadece edep yer-lerini örten ağaç yapraklarıolur. Çıplak yer üzerinde uyur, altına
yaygıyaymaz. Sadece meyve, bitki ve bitki kökleri ile beslenir.
Saçlarınıuzatır ve yağsürmez.
Brahmanın ömrünün dördüncü bölümü, ömrünün geri kalan
yıllarınıkapsar. Bu dönemde kırmızıelbiseler giyer ve elinde değ-nek taşır. Düşünmeye ve kalbini dostluklardan ve düşmanlıklar-dan arındırmaya yönelir. Şehvetten, ihtirastan ve öfkeden uzak
durur ve asla hiçbir kimseyle arkadaşlık yapmaz.
Eğer sevap kastıile kutsal bir yere gitmek isterse, yolu üzerin-deki köylerde bir günden fazla ve kasabalarda beşgünden fazla
mola vermez. Eğer biri kendisine bir şey verirse, ondan ertesi güne
hiçbir şey bırakmaz. Onun yapacağıtek şey, kendisini kurtuluşa ve
tekrar dönüşü olmayan makama ulaştıracak olan yolunun şartla-rına katlanmaktır. Birunî sözlerinin burasında bir brahmanın öm-rünün sonuna kadar uygulayacağıgenel hükümleri anlatır.
[Birunî'nin sözlerinden yapılan alıntıburada sona erdi.]
Hindlilerin enfas ve evham sahipleri cukiyeler1
ve ruhanîlik ve
hikmet sahipleri gibi diğer dinî mezheplerine gelince, bunların her
birinde nefis terbiyesine ilişkin ağır yöntemler vardır. Bu yöntem-lerin her biri mutlaka insanlardan ayrıyaşamayıve nefse şehevi
1- Bunlar hakkında bilgi edinmek için Nefais'ul-Funûn adlıkitaba bakınız.
Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 253
hazlarıyasaklamayıiçerir.
Budizm'e gelince; bu inanç sistemi, nefsi arındırmaya, onun
arzularına karşıdurmaya ve onu hoşlandığı şeylerden mahrum bı-rakmaya dayanır. Maksat gerçek marifete ulaşmaktır. Bu yol, Bu-da'nın kendisinin hayattayken izlediği yoldur. Elimizdeki bilgileri
göre, o vaktiyle bir prens veya bir devlet büyüğünün oğlu idi. Fakat
hayatın süslü görüntülerini ve saltanat koltuğunu bırakarak kuytu
ve korkulu bir kamışlığa sığındı. Gençliğini bu kamışlıkta geçirdi.
İnsanlardan ayrıldı. Hayatın nimetlerinden yararlanmayıarkada
bırakarak nefsini arındırmaya ve yaratılışsırlarıüzerinde düşün-meye yöneldi. Bunun sonucun-da otuz altıyaşındayken kalbi mari-fet ışığıyla donandı. O zaman halk arasına çıkarak herkesi nefsini
terbiye etmeye ve marifet sahibi olmaya çağırdı. Tarihin verdiği
bilgilere göre yaklaşık kırk dört yıl boyunca bu çağrısınıdevam et-tirdi.
Sabiilere gelince, bunlar ruhanîlik taraftarlarıile onlara ait put-lara tapanlardır. Gerçi bunlar nübüvveti inkâr ediyorlar, ama nefsi
bilme konusunda Brahmanların ve Budistlerinkinden fazla farklı
olmayan kemâle erme yollarıvardır. el-Milel'u ve'n-Nihal adlıe-serde verilen bilgiye göre şöyle diyorlar: "Bizim için gerekli olan
görev, nefislerimizi tabiî arzuların kirlerinden temizlemek, ahlâkı-mızı şehvet ve öfke güçlerinin bağlantılarından arındırmaktır. Bu-nu başarınca bizimle ruhanîler arasında ilişki meydana gelir. O
zaman ihtiyaçlarımızıonlardan isteriz, durumumuzu onlara arz
ederiz, bütün işlerimizde onlara başvururuz. Onlar kendilerinin ve
bizim yaratıcımız, kendilerinin ve bizim rızkımızın vericisi nezdinde
bize şefaat ederler. Bu nefis temizliğinin gerçekleşebilmesi için bu
uğurda gayret göstermeli, nefsimizin arzularına karşıkoymalı,
şehvetlerin adiliklerinden nefislerimizi alıkoymalıyız. Bunun için
ruhanîlerden yardım istemeliyiz. Bu yardım isteme; yalvarma, dua
etme, namaz kılma, zekât verme, yemekten içmekten uzak dur-ma, kurban sunma, buhurdanlıklar tüttürme, afsun yapma yolu ile
olur. Bunlarıyapınca nefislerimiz yetenek kazanır ve aracıya gerek
olmaksızın yardıma mazhar olur." (el-Milel'u ve'n-Nihal adlıeser-den alınan alıntıburada sona erdi.)
Bu inancın bağlılarıarasında yaratılışla ilgili genel inanç ilkele-rinde bazıihtilâflar varsa da bunlar marifette kemâle ve bu dünya
254 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
mut-luluğuna erebilmek için nefsi terbiye etme konusunda ortak
görüşe sahiptirler.
Seneviyye içerisinde Mani mezhebinin mensuplarının (Mane-viye-nin) temel inancı, insan nefsinin yüce nur âleminden olduğu
ve sonradan yere inerek beden adıverilen bu karanlık maddî ka-lıplar içinde hapsedildiği şeklindedir. Onlara göre nefsin mutluluğu
ve kemâli bu karanlıklar yurdundan kurtulup, aydınlıklar alanına
çıkmasına bağlıdır. Bu da ya gönüllü bir şekilde nefsi terbiye ede-rek veya zorunlu bir biçimde ölümle gerçekleşir.
Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Mecusilerden oluşan
Ehlikita-b'a gelince, bunların kutsal kitaplarıolan Ahd-i Atik, Ahd-i
Cedid ve Avesta, nefsi ıslah etmeye, arındırmaya ve onun aşırıar-zularına karşıkoymaya yönelik çağrılarla doludur.
Her iki Ahd-i Atik, Ahd-i Cedid kitapları, sürekli dünyadan el çek-meyi ve sırrıarındırmakla meşgul olmayıinsanlara hatırlatır. Bun-ların bağlılarıarasında günümüzde de birçok dünyadan el-etek
çeken insanlar çıkıyor. Aralarında birbirini izleyen nesiller hâlinde
dünyadan el-etek çeken birçok zahidlere rastlanıyor. Özellikle Hı-ristiyanlarda bu çaba daha yaygındır. Çünkü onların geçerli gele-neklerinden biri ruhbanlıktır.
Kur'ân'da onların bu geleneği hakkında şöyle buyruluyor:
"Çünkü Hıristiyanlar arasında Allah'a bağlıbilginler ile din adam-larıvardır ve onlar büyüklük taslamazlar." (Mâide, 82) "Uydurduk-larıruhbanlığıbiz onlara yazmadık. Yalnız Allah'ın rızasınıka-zanmak için onu kendileri uydurdular. Fakat ona gereği gibi uy-madılar." (Hadid, 27)Ayrıca kendilerini ibadete adayan Yahudiler-den şöyle söz ediliyor: "Onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden
bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetle-rini okuyarak secdeye kapanırlar. Onlar Allah'a ve ahiret gününe
Dostları ilə paylaş: |