AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Maani'l-Ahbar adlıeserde İmam Rıza'dan (a.s), onun da
atalarından naklettiğine göre Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Her
ikisi de yemek yerlerdi,ifadesinin anlamı, her ikisi de ayak yoluna
giderdi, şeklindedir."
Ben derim ki:Bu rivayet, Tefsir'ul-Ayyâşî'de de merfu olarak
112 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
ak-tarılmıştır. [c.1, s.335, h:159]
el-Kâfi adlıeserde Ebu Ubeyde el-Hazzâ'ya dayanılarak verilen
bilgiye göre, İmam Sadık (a.s) "İsrailoğullarından kâfir olanlar
Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlendi."ifadesi hak-kında şöyle buyurdu: "Domuz kılığına sokulanlar Davud'un diliyle,
maymun kılığına sokulanlar Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlendi-ler." [c.8, s.200, h:240]
Ben derim ki:Bu rivayet, Tefsir'ul-Kummî ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de
de İmam Sadık'tan (a.s) nakledilmiştir.
1
Ehlisünnet kanalıyla
Muca-hid'den, Katade'den ve başkalarından nakledilen bir rivayete
göre "May-mun kılığına sokulanlar Davud'un diliyle, domuz kılığına
sokulanlar ise Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânetlendiler." şeklinde-dir. İleride görüleceği üzere bazı Şiî kaynaklırivayetler de bu riva-yetle aynıiçeriği taşıyor.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde verilen bilgiye göre, İmam Muham-med Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "İyle halkıCumartesi avlanma ya-sağınıçiğnediğinde Davud Peygamber onlara lânet etti. Onların
yasağıçiğnemeleri onun zamanına rastlamıştı. Davud Peygamber,
'Allah'ım, onlara lâneti cübbe gibi ve iki belin iki yakasınısaran
kuşak gibi giy-dir' dedi. Allah da onlarımaymuna dönüştürdü. Hz.
İsa ise kendilerine gökten yemek sofrasıindiği hâlde arkasından
kâfir olanlara lânet etti. Onlar zorba hükümdarlarıdost ediniyorlar
ve dünya menfaati elde edebilmek için onların ihtiraslarınıgüzel
gösteriyorlardı."
Ben derim ki:Kur'ân, Cumartesi yasağınıçiğneyen Yahudilerin
maymuna dönüştürüldüklerini doğruluyor. Şu ayetler bunun delil-dir: "İçinizden Cumartesi yasağınıçiğneyenleri elbette bilmişsi-nizdir. Onlara, "Aşağılık maymunlara dönün.' dedik." (Bakara, 65)
"Onlara deniz kıyısındaki kasabanın halkından sor. Hani onlar
Cumartesi yasağınıçiğniyorlardı. Çünkü Cumartesi günü onlara
akın akın balık geliyordu. Fakat diğer günlerde onlara balık
gelmiyordu... Hani o kasabalılardan bir grup 'Allah'ın yok edeceği
veya ağır bir azaba çarptıracağıbir topluma ne diye öğüt veriyor-sunuz?' dedi de öğüt verenler, 'Rabbinize karşıbir mazeretimiz
1- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.335, h:210]
Mâide Sûresi 68-86 .............................................................................................. 113
olsun ve belki onlar sakınırlar.' dediler... Sakındırıldıklarıkötülü-ğü ısrarla ve küstahça işlemeye devam edince kendilerine, 'Aşa-ğılık maymunlar olun.' dedik." (A'râf, 163-166)
ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde Abd b. Humeyd, Ebu'ş-Şeyh, Tabe-ranî ve İbn-i Mürdeveyh aracılığıile İbn-i Mesud'a dayanılarak veri-len bilgiye göre, Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurdu:
"İsrailoğullarıgünah işleyince âlimleri onlarıtazir yolu ile sakındır-dılar. Sonra daha dün günah işlememişler gibi onlarla oturdular,
yiyip içtiler. Yüce Allah bu durumu görünce onların kalplerini birbi-rine benzetti ve peygamberlerden birinin diliyle hepsine lânet etti."
Sonra Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Vallahi, ya iyiliği em-reder, kötülükten sakındırırsınız ve onların hakka boyun eğmeleri-ni sağ-larsınız veya Allah kalplerinizi birbirine benzetir ve size
İsrailoğullarıgibi lânet eder."
Yine ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde Abd b. Humeyd aracılığıile
Muaz b. Cebel'e dayanılarak verilen bilgiye göre, Peygamberimiz
(s.a.a) şöyle buyurdu: "Hediyeleri hediye olduklarısürece alın. Eğer
verilen şey dininizden bir rüşvet ise onu almayın. Fakirlik ve korku
sizi bunu kabul etmeye itmesin. Yecucoğullarıgelmiştir artık. İs-lâm çarkıise, dönmeye devam edecek. Kur'ân çarkıne yönde dö-nerse, siz de o yönde dönün. Kur'ân ile sultanın savaşacağıve bir-birlerinden ayrıdüşecekleri günler yakındır. Başınıza öyle hüküm-darlar geçecek ki, sizin için başka ve kendileri için başka hüküm-ler verecekler. Onlara itaat etseniz, sizi yoldan çıkaracaklar, karşı
çıksanız, sizi öldürecekler."
Ashap, "Ya Resulullah! O günleri görürsek, ne yapmalıyız?' di-ye sordular. Peygamber şöyle buyurdu: "İsa Peygamberin arkadaş-larıgibi olursunuz. Onlarıtestere ile biçerek bedenlerini ikiye ayır-dılar ve dar ağacında astılar. İtaat uğruna ölmek, isyan içindeki
hayattan daha iyidir. İsrailoğullarının ilk eksikliği şu oldu: Onlar,
tazir geleneği uyarınca iyiliği emredip kötülükten sakındırırlardı.
Fakat onlardan biri suçladığıbir arkadaşıile karşılaşınca onunla
yer ve içerdi. Sanki onu hiç suçlamamışgibi davranırdı. Bu yüzden
Allah, İsrailoğullarınıDavud Peygamberin dili ile lânetledi. Bu lâ-net onların Allah'ın emirlerine karşıgelmelerinin ve Allah'ın koy-duğu sınırlarıaşmalarının sonucu idi."
114 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
"Canımıelinde tutan Allah'ın adına yemin ederim ki, ya iyiliği
emredip kötülükten sakındırırsınız veya Allah aranızdaki kötüleri
başınıza musallat eder. O zaman aranızdaki iyiler dua ederler,
ama dualarınız kabul olmaz."
"Canımıelinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ya iyiliği emre-dip kötülükten sakındırırsınız, zalimin elini tutup onu hakka boyun
eğmeye zorlarsınız veya Allah kalplerinizi birbirine benzetir."
Yine ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde şöyle geçer: İbn-i Raheveyh,
Buharî -el-Vahdaniyyat adlıeserinde-, İbn'üs-Seken, İbn-i Mündih,
Ba-verdî -Marifet'üs-Sahabe adlıeserinde-, Taberanî, Ebu Nüaym
ve İbn-i Mürdeveyh, İbn-i Abza'dan, o da babasından şöyle tahriç
eder: "Peygamberimiz bir hutbe verdi. Önce Allah'a hamd-u sena
etti. Arkasından Müslümanlardan bazıgruplarıanarak onlarıha-yırlısözler ile övdü. Sonra şöyle dedi: "Bazıkavimler niçin komşu-larınıbilgilendirmiyorlar, onlara dini eğitim vermiyorlar, iyiliği em-redip kötülükten sakındırmıyorlar? Bazıkavimler niçin komşula-rından öğrenmiyorlar, dini eğitim almıyorlar ve bu yolla bilgilerini
geliştirmiyorlar. Canımıkudret elinde tutan Allah'a yemin ederim
ki, onlar ya komşularınıbilgilendirirler, onlar da onlardan dini eği-tim alırlar ve bu yolla bilgilerini geliştirirler veya onlarıdaha dün-yadayken cezaya çarptırırım."
Peygamberimiz bu konuşmanın arkasından minberden inerek
evine gitti. Ashap, "Peygamber, bu sözleri ile kimi kastetti aca-ba?" diye sordular ve aralarında şöyle dediler: "Peygamber, bu
sözleri ile Eş'arî kabilesini kastetmişolmalıdır. Onlar fakih ve âlim
kimseler olmalarına rağmen kaba ve cahil komşularıvardır.
Bu konuşmayıhaber alan Eş'arî kabilesinden bir heyet bir ara-ya gelerek Peygambere (s.a.a) geldiler ve "Müslümanlardan bazı
gruplarıhayırla, bizi ise kötü bir dille anmışsınız, hâlimiz ne ola-cak?" dediler. Peygamberimiz onlara, "Ya komşularınızıbilgilendi-rir, onlarıdini konularda eğitir, iyiliği emredip kötülükten sakındı-rırsınız veya daha dünyadayken sizi cezalandırırım." dedi. Onlar
da, "Ey Allah'ın Resulü, bize bir yıl süre tanı. Bir yıl içinde biz onları
bilgilendiririz, onlar da gerekli bilgileri öğrenirler." dediler. Bunun
üzerine Peygamber onlara bir yıl süre tanıdı. Arkasından
"İsrailoğullarından kâfir olanlar Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın
Mâide Sûresi 68-86 .............................................................................................. 115
diliyle lânetlendi. Çünkü onlar karşıgeldiler ve sınırları
çiğniyorlardı. Onlar, işledikleri kötülüklerden birbirlerini
sakındırmazlardı. Yaptıklarıne kötü bir şeydi!"ayetlerini okudu.
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Muhammed b. Heysem Temimî'ye dayanıla-rak verilen bilgiye göre, İmam Sadık (a.s) "Onlar, işledikleri kötü-lük-lerden birbirlerini sakındırmazlardı. Yaptıklarıne kötü bir
şeydi!" ayeti hakkında şöyle dedi: "Onlar, o kötü işleri yapanların
girdikleri yere girmiyor, onlarla düşüp kalkmıyorlardı. Fakat onlar-la karşılaştıklarında yüzlerine gülüyor, onlara yakınlık gösteriyor-lardı." [c.1, s.335, h:161]
Yine Tefsir'ul-Ayyâşî'nin Mervan'a, onun da bir arkadaşına da-yanarak verdiği bilgiye göre, İmam Sadık (a.s) Hıristiyanların
Müslümanlara yönelik düşmanlıklarınıanlattıktan sonra dedi ki:
"Yüce Allah'ın 'Bu onların arasında keşişler ve rahiplerin
varolmasından ve onların büyüklük taslamadıklarından
dolayıdır.' ayetinde sözünü ettiği Hıristiyanlar, İsa Peygamber ile
Muhammed Peygamber arasında yaşayan ve Muhammed
Peygamberin gelişini bekleyen kimselerdir." [c.1, s.335, h:162]
Ben derim ki:Ayetten onun anlamının sınırlıolduğu değil, ge-nel olduğu anlaşılıyor. Her hâlde İmamın maksadı, bu övgünün o
Hıristiyanlar tutumlarınıdeğiştirmedikleri sürece kendileri için ge-çerli olduğu yolundadır. Nitekim Müslümanlara yönelik herhangi
bir övgü için de aynıkural geçerlidir.
ed-Dürr'ül-Mensûr'da Abd b. Humayd, İbn-i Münzir, İbn-i Ebu
Hatem, Ebu'ş-Şeyh ve İbn-i Mürdeveyh'e dayanılarak verilen bilgi-ye göre Said b. Cübeyr, "Bu, onların arasında keşişler ve rahiple-rin varolmasından... dolayıdır." ayeti hakkında şöyle dedi: "Bunlar,
Habeşistan hükümdarıNecaşî'nin elçileridir. Necaşî onlarıMüslü-man olduğunu, kavminin İslâm'a girdiğini haber vermek için gön-derdi. Bunlar yetmişseçme kişi idi, kavimlerin en bilgililerinden ve
en yaşlılarından oluşuyorlardı."
Bu rivayetin başka bir ifadesinde Said b. Cübeyr'in sözleri
şöyledir: "Habeşistan hükümdarı, en seçme arkadaşlarından
oluşmuşotuz kişilik bir heyeti Peygambere gönderdi. Bunlar
Peygambere gelip de yanına girince Peygamber onlara Yâsîn
suresini okudu. Onlar da Kur'-ân'ıişitip de onun hak olduğunu
anlayınca ağlamaya başladılar."
116 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
başladılar."
"Bunun üzerine onlar hakkında "Bu, onların arasında keşişler
ve rahiplerin varolmasından... dolayıdır." ayeti indi. Şu ayet de on-lar hakkında indi: 'Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz
de ona (Kur'ân'a) inanırlar... Onlara sabretmişolmalarından do-layımükâfatlarıiki kat verilir.' (Kasas, 52-54)"
Yine ed-Dürr'ül-Mensûr'da İbn-i Cerir, İbn-i Ebu Hatem ve İbn-i
Mürdeveyh'e dayanılarak verilen bilgiye göre, İbn-i Abbas şöyle
dedi: "Peygamberimiz Mekke'de olduğu sırada müşriklerin asha-bına bir kötülük yapacağından korktuğu için aralarında Cafer b.
Ebu Talib'in, İbn-i Mesud'un ve Osman b. Maz'un'un da bulunduğu
bir grup Müslü-manıHabeşistan hükümdarıNecaşî'ye gönderdi."
"Müşrikler bu haberi alınca hemen Amr b. As'ın başkanlığında
bir heyeti Habeşistan'a gönderdiler. Söylendiğine göre müşriklerin
heyeti Peygamberimizin ashabından daha önce Necaşî'nin yanına
vardı. Müşrikler Necaşî'ye 'Bizim aramızda bir adam ortaya çıktı.
Kureyşkabilesinin akıllarınıve hayallerini bozdu. Peygamber ol-duğunu iddia ediyor. Bu günlerde sana bir heyet gönderdi. Maksat-larıkargaşa çıkarmak ve kavmini senin aleyhine çevirmektir. Sa-na gelip onların durumunu bildirmek istedik.' dediler."
"Hükümdar, 'Eğer bana gelirlerse, ne dediklerine bakarım.'
dedi. Resulullah'ın (s.a.a) ashabıgeldiklerinde Necaşî'nin sarayı-nın kapısında, 'Allah'ın dostlarına izin ver.' dediler. Hükümdar,
'Buyursunlar, Al-lah'ın dostlarıhoşgeldiler.' dedi. İçeri girince hü-kümdara selâm verdi-ler. Bunun üzerine müşrikler, 'Ey hükümdar,
gördün mü, biz sana doğruyu söylemiştik. Bu adamlar senin se-lâmladığın biçimde seni selâmlamadılar.' dediler. Hükümdar Müs-lümanlara 'Niye benim selâmladığım biçimde beni selâmlamadı-nız?' diye sordu. Müslümanlar, 'Biz seni cennettekilerin ve melek-lerin selâmıile selâmladık.' dediler."
"Necaşî Müslümanlara, 'Arkadaşınız, Hz. İsa ve annesi hak-kında ne diyor?' diye sordu. Müslümanlar, O diyor ki: 'Hz. İsa Allah-'ın kulu ve elçisidir. O Allah'ın bir kelimesi, Meryem'e aktardığıbir
ruhudur. Meryem ise el değmemmişbir bakire kızdır.' dediler. Bu-nun üzerine Necaşî eline yerden bir dal parçasıalarak 'Hz. İsa ve
annesi, arkadaşının bu dediklerinden şu dal parçasıkadar fazla
Mâide Sûresi 68-86 .............................................................................................. 117
bir şey söylemedi.' dedi. Müşrikler Necaşî'nin bu sözlerinden hoş-lanmadılar. Yüzlerinin ren-gi değişti."
"Necaşî Müslümanlara, 'Size indirilen kitaptan bir parça okur
musunuz?' diye sordu. Müslümanların 'Okuruz' demeleri üzerine,
'Haydi okuyun.' dedi. O sırada keşişler, rahipler ve diğer Hıristiyan-lar Neca-şî'nin çevresinde idi. Müslümanlar Kur'ân'dan ayetler o-kumaya başladılar. Ayetler okundukça Necaşî'nin çevresindeki Hı-ristiyan keşişler ve rahiplerden bir grup hak mesajıtanımanın so-nucu olarak gözyaşıdöktüler. Yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Bu on-ların arasında keşişler ve rahiplerin varolmasından ve onların
büyüklük taslamadıklarından dolayıdır. Peygambere indirileni, i-şittikleri zaman gerçeği tanımanın sonucu olarak gözlerinden
yaşlar aktığınıgörürsün."
Ben derim ki:Tefsir'ul-Kummî'de bu olay uzun bir rivayetin
zım-nında anlatılıyor ve sonunda şöyle deniyor: "Habeşistan elçile-ri Neca-şî'nin yanına dönüp kendisine Peygamber hakkında bilgi
verdiler ve Peygamberin kendilerine okumuşolduğu ayetleri ona
okudular. Ayetler okunurken Necaşî ve keşişler ağladılar. Necaşî
Müslüman oldu. Fakat kendisine kötülük ederler diye korktuğu i-çin Müslüman olduğunu Habeşistan halkına açıklamadı. Peygam-berimizin yanına varmak için Habeşistan'dan ayrıldı. Fakat kızıl
denizi geçince öldü..."
KUR'ÂN'DA TEVHİDİN ANLAMI
Genel kavramlar hakkında derinleşen hiçbir araştırmacı şüphe
etmez ki, tevhit meselesi bu tür meselelerin en derin boyutlusu,
tasavvur ve idrak edilmesi en zor olanıve en karmaşığıdır. Çünkü
tevhit meselesi, zihinlerin algıladığısıradan genel meselelerden,
vicdanların aşina olduğu, kalplerin yabancısıolmadığıgündem
tartışma konularından daha üst düzeydedir.
Akıllar bu nitelikte bir meseleyi idrak edip onaylama konu-sunda farklılık gösterirler. Çünkü düşünce çeşitliliği insanın fıtra-tından kaynaklanır. Sebebine gelince vücut yapısıbakımından
farklıolduklarıiçin bu durum idrak organlarının işleyişlerinin fark-lılığına yol açar. Bu da kavrama ve düşünme yeteneklerini etkiler.
Yani kimi insan keskin zekâlı, kimi aptal olur. Kimi iyi kavrayışlı,
118 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
kimi kötü kavrayışlıolur. Kiminin düşüncesi isabetli ve tutarlı, ki-minin düşüncesi eğri ve sapık olur.
Bunların hepsi şüphe edilmez gerçeklerdir. Kur'ân'ın çeşitli
ayetlerinde bu farklılık vurgulanmaktadır. Şu ayetlerde olduğu gi-bi: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak aklıbaşında
kimseler öğüt alır." (Zümer, 9) "Zikrimizden (bizi anmaktan veya
bizim hatırlatmamızdan -Kur'an'dan-) yüz çevirip dünya hayatın-dan başka bir şey is-temeyenlerden yüz çevir. Bu, onların bilgile-rinin ereceği son noktadır." (Necm, 30) "Ne olmuşbu adamlara,
nerdeyse hiçbir sözü anlamıyorlar." (Nisâ, 78) İncelemekte oldu-ğumuz ayetler arasında bulunan Mâide suresinin yetmişbeşinci
ayetinin şu son bölümü de bunun delillerinden biridir: "Bak biz on-lara ayetleri nasıl açık açık anlatıyoruz ve sonra bak, onlar (bu
ayetlerden) nasıl çevriliyorlar?" (Mâide, 75)
Bu farklılığın en somut örneklerinden biri, yüce Allah'ın birliği-ni kavrama tarzlarında görülen anlayışfarklılığıdır. Çünkü yüce Al-lah'ın varlığınıdeğerlendirme konusunda insanlar arasında büyük
bir farklılık ve genişçaplıiniş-çıkışlar vardır. Oysa insan fıtratı, gizli
ilhamıve ince işareti ile Allah'ın varlığına dair bütün insanlara or-tak anlayıştelkin etmektedir.
Bu konuda bazıinsan fertlerinin düşüncesi o kadar alçalmış
ki, edindikleri putları, ağaçtan, taştan, hatta davar sidiği ile yoğ-rulmuşçamurdan yapılmışheykelleri Allah'a ortak ve denk koş-muşlar. Bunlara Allah'a kulluk eder gibi tapıyorlar. Allah'tan bir
şey diler gibi onlardan dilekte bulunuyorlar. Allah'a boyun eğer gi-bi onlara boyun eğiyorlar. Hatta bu insan burada bile durmamış,
putlarıyüce Allah'tan üstün saymış, Allah'ıbırakarak onlara yö-nelmiş, Allah'tan değil de putlardan medet ummuş.
Bu tür insan Allah'ın varlığınıtıpkıkendi eli ile yaptığıveya
kendisi gibi bir insanın yaptığıputların varlığıgibi görmektedir. Bu
nedenle, bunlar taptıklarıputların her biri için varit gördükleri bir-lik kavramının aynısınıyüce Allah hakkında da geçerli sayıyorlardı.
Bu birlik, sayılarıoluşturan sayısal birliktir. Şu ayette buyrulduğu
gibi: "On-lar, aralarından bir uyarıcıgelmesine şaşırdılar. İnkârcı-lar, 'Bu, yalancıbir büyücüdür.' Tanrılarıtek tanrımıyaptı? Bu
cidden şaşılacak bir şeydir.' dediler." (Sâd, 6)
Mâide Sûresi 68-86 .............................................................................................. 119
Bu anlayıştaki kimseler, Kur'ân'ın tevhit çağrısınısayısal çok-luğun karşıtıolan sayısal birlik çağrısıolarak telakki ediyorlardı.
Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "İlâhınız tek bir ilâhtır, O'ndan baş-ka ilâh yoktur." (Bakara, 163) "O diridir, O'ndan başka ilâh yoktur.
O hâlde dini yalnız O'na has kılarak O'na yalvarın." (Mü'min, 65)
Kur'ân'da bunlar gibi, çok sayıda ilâhlarıreddeden ve tek Allah'a
yönelmeye çağıran daha birçok ayet vardır. "Bizim ilâhımız da, si-zin ilâhınız da birdir." (Ankebût, 46)ayeti gibi birçok ayet de, Tanrı'-ya tapmakta ayrılığa düşmeyi reddetmeye çağırıyor. Çünkü her
ümmet, her toplum, hatta her kabile sadece kendine ait bir tanrı,
bir ilâh ediniyor ve başkalarının ilâhına boyun eğmiyordu.
Kur'ân yüce mesajında yüce Tanrı'nın sayısal birliğini redde-der. Çünkü bu tür bir birlik ancak, bu biri öbür birden ayrılmaya
zorlayan sınırlılık ve ölçülülükle gerçekleşir. Bunun örneği bir ha-vuzdaki sudur. Bu suyu çok sayıdaki kaba bölüştürdüğümüz za-man her kaptaki su diğer kaptaki sudan ayrı"bir su"dur. Her kap-taki suyun öbür kaptaki sudan ayrı"bir su" olması, öbür kaptaki
suyun beriki kaptaki sudan ayrıolması, onunla bir arada olmama-sıyüzündendir. Tıpkıbunun gibi, şu insanın "bir insan" olması, ö-bür insanın sahip olduğu varlığa, varlıksal özelliklere sahip olma-masından ileri gelir. Eğer böyle olmasaydı, hem bu insana, hem
de şu insana ıtlak edilen insanlık unvanının sayısal anlamda bir
veya çok olmasımümkün olmazdı.
Buna göre sayısal biri, bir olmaya zorlayan faktör, varoluşun
mah-dudiyeti, sınırlılığıdır. Sonra bazıyönlerden bu birliğin ortadan
kalkmasıile, meselâ bir tür toplanmaya ve bir araya gelme niteli-ğinin belirmesi ile sayısal çokluk oluşur.
Yüce Allah, Kur'ân öğretisinde vurgulandığıüzere makhur ol-mayan bir kahır ve hiçbir şeyin yenemeyeceği bir galip olduğu için,
O'-nun hakkında sayısal anlamda birlik veya yine sayısal anlamda
çokluk tasavvur edilemez. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "O, birdir,
her şeye boyun eğdirendir." (Ra'd, 16) "Çok sayıda ilâh mı, yoksa
her şeye boyun eğdiren bir Allah mıdaha iyidir? Allah'ıbırakarak
taptığınız şeyler, sizin veya atalarınızın taktığıbirtakım (boş, içe-riksiz) adlardan başka bir şey değildir." (Yûsuf, 40) "Her şeye boyun
eğdiren tek bir Allah'tan başka ilâh yoktur." (Sâd, 65) "Eğer Allah
evlât edinmek isteseydi, yarattıklarından istediğini seçerdi. O
120 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
(böyle bir şeyden) münezzehtir. O her şeye boyun eğdiren bir Al-lah'tır." (Zümer, 4)
Görüldüğü gibi bu ayetlerin akışı, çoklukla bağlantılıve birliğin
karşıtıolan her birliği reddeder. Bu birlik, ister sayısal birlik olsun.
Herhangi bir türün bir tek ferdi gibi ki, eğer yanıbaşında bir başka
ferdin de varlığıfarz edilse iki olurlar. Bu fert, "bu, o değildir." di-yebildiğimiz ve bunun yanıbaşında farz ettiğimiz öteki ferdin çiz-diği sınırla sınırlandırılmış, bu sınıra boyun eğmiş"bir fert"tir. İs-terse türsel, cinsel veya aynıcinsten bir çoklukla bağlantılıbaşka
bir genel birlik olsun. İnsan türü gibi ki, kendinden ve at, sığır ve
davar gibi türlerden oluşan bir çok tür içinde "bir tür"dür. Bu tür,
benzerlerinden oluşan diğer türlerin çizdiği sınıra boyun eğmişbir
türdür.
Yüce Allah ise zatında, sıfatında ve fiilinde asla ve asla hiçbir
şeyin baskısı, galebesi altında değildir. Tersine, her şeyin üstünde
kahır olan, her şeye boyun eğdiren O'dur. Dolayısıyla O, kendisi ile
ilgili hiç bir şeyde mahdut ve sınırlandırılmışdeğildir. O, üzerine
yokluk gölgesi düşmeyen bir varlıktır; O batıla maruz kalmayan bir
haktır; ölüme bulaşmayan bir diridir; cahilliğin sızmasına uğrama-yan bir bilendir; âcizliğe yenik düşmeyen bir güçlüdür; hiçbir yönü
başkasının mülkiyeti altında olmayan bir malik ve bir egemendir;
zilletle hiç ilgisi olmayan bir azizdir. O her yönüyle işte böyledir.
Böylece O, her türlü kemâlin katıksızına sahiptir. Eğer bu
Kur'ân gerçeğini daha iyi anlamak istiyorsan biri sınırlıve öbürü
sonsuz olan iki şey düşün. Sonsuz olanın sınırlıolanıçepeçevre
kuşatmışolduğunu, sınırlıolanın sonsuz olanıvar sayılan hiçbir
kemâlinden alıkoymadığını, tersine sonsuz olanın tamamen sınır-lıya egemen olduğunu, sınırlının her yönüyle sonsuzun
hegomanyasıaltında bulunduğunu ve kemâl rükünlerinin hiçbi-rinde onu kaybetmediğini, sonsuz olanın kendi kendine ayakta
durduğunu, sınırlıolanıgözetim ve denetim altında tuttuğunu ve
her yönüyle onu kuşatmışolduğunu görürsün.
Bu iki hususu düşündükten sonra da bu bilginin ışığında şu
ayetin anlamınıkavramaya çalış: "Rabbinin her şey üzerinde şa-hit olduğu (her şeyi gözlem altında bulundurduğu) gerçeği onlar
için yeterli değil mi? Haberiniz olsun ki, onlar Rableri ile buluşa-
Mâide Sûresi 68-86 .............................................................................................. 121
caklarından kuşkudadırlar. Haberiniz olsun ki, O her şeyi kuşat-mıştır." (Fussilet, 54)
Hasır (kesin aidiyet) içerikli veya bu anlama işaret eden ve yü-ce Allah'ın sıfatlarınıbildiren ayetlerin bütünü bu anlama delâlet
eder. Şu ayetlerde olduğu gibi: "O kendisinden başka ilâh olma-yan Allah'tır. En güzel isimler O'nundur." (Tâhâ, 8) "(O gün...) Allah-'ın apaçık gerçek olduğunu bileceklerdir." (Nûr, 25) "O diridir, O'n-dan başka ilâh yoktur." (Mü'min, 65) "O her şeyi bilen ve her şeye
gücü yetendir." (Rûm, 54) "Güç bütünü ile Allah'a mahsustur." (Ba-kara, 165) "Mülk ve hamd ona mahsustur." (Teğâbun, 1) "İzzet bütü-nü ile Allah'a mahsustur." (Yûnus, 65) "Hak (gerçek), Rabbinden
gelendir." (Bakara, 147) "Siz Allah'a muhtaçsınız, Allah'ın ise hiçbir
şeye ihtiyacıyoktur." (Fâtır, 15)Kur'ân'da bu anlamıifade eden
başka ayetler de vardır.
Görüldüğü gibi bu ayetler, düşünülebilecek her kemâl sıfatının
asaleten yüce Allah'a mahsus olduğunu yüksek sesle haykırıyor-lar. O'-nun dışındakilerinin ise O'nun verdiğinden başka bir şeyleri
yoktur. Fakat biz yaratıkların başkalarına verdiklerimizden ayrı
Dostları ilə paylaş: |