Yaradılışı icabı insan kendini ispatlamak ister. Güreşte yenmek, koşuda birinci gelmek, silâhta onikiden vurmak, tuttuğu işte başarılı olmak gibi...
Başarının; bilgi, kurallara uyma, yetenek ve çalışmakla olacağını bilenler, özellikle iş hayatında insanı başarıyla ulaştıracak esasları maddeler hâlinde sıralamışlar... Çalışmalardan birinde bu maddeler bini geçmiş, söylendiğine göre bu maddeler kullanılacak sayıda azaltılmaya tabi tutulmuş; sonuçta aşağıdaki 11 madde bir kısaltma yapılamadığından verimli çalışmanın en önemli 11 maddesi olarak kalmıştır.
Bir kural hâlinde bilinmesi gereken verimli çalışma şartlarından aşağıdaki 11 maddenin kısa bir açıklaması yapılır.
-
Aynı anda tek bir iş yap; sıra ile yap!
-
Problemi kavra!
-
Dinlemeyi bil!
-
Soru sormayı öğren!
-
Anlamlıya anlamsızı ayırt et!
-
Değişiklikleri kaçınılmaz kabul et!
-
Hataları kabul et!
-
Basitçe ifade et, dolambaçlı konuşma!
-
Zamanlamayı iyi yap!
-
Sakin ol!
-
Gülümse!
AYNI ANDA TEK BİR İŞ YAP
Bazı insanların işi bir çeşit ve tek olabilir. Örneğin matkap tezgâhında 20 milimetre çapında devamlı delik deler. Ya da tornada sadece silindirik tornalama yapar. Preste, vargelde, şahmerdanda yaptığı işler aynıdır. “Aynı anda tek bir iş yap!” sözü zorunlu tek iş yapanlara ait değildir. Bu söz bir günde ve günün saatleri içinde çeşitli iş yapma durumunda olanlar için çok önemlidir. Bazı iş yerlerinde yukarıda sayılan iş çeşitlerini bir kişi tek başına yapıyor olabilir veya en azından her insanın evinde yapacağı çeşitli işler bulunabilir.
İnsan bir sıralama yapmadan işe başlar, başladığı işi bitirmeden bırakıp, öbüründen diğerine geçerse, hiçbir işi bitirememe durumuna düşer. Böyle kimselere “maymun iştahlı” derler. Bu tip insanlardan verimli çalışma beklenemez.
Verimli bir çalışma için, yapılacak işler önem derecesine göre sıraya konur ve iş sırası takip edilerek, bir merdivenden basamak-basamak çıkar gibi, birinci basamaktan, üçüncü basamağa atlamadan, iş teker teker bitirilerek yapılır.
Aslında yapılan tek bir işin de sırası vardır. Deney ve tecrübe ile bulunmuş olan iş sırası takip edilirse; iş, hem kolay hem düzgün hem de çabuk yapılır.
Askerlik yapanlar bilir: Makineli tüfeğin veya tabancanın sökülüp takılması bir sıraya tabidir, son çıkarılan parça ilk takılır. İndirilecek motor, yapılacak montaj işinin de bir sırası vardır. Araya çok önemli ve acele bir iş girmezse sıra bozulmamalıdır.
Evlerde yapılacak işlerin de teker teker ele alınıp sıraya konmasında ve ele alınan her işin bitirilmesinde fayda vardır. Sıra ile iş yaparak bitirilmesi eşe dosta ve çocuklara tavsiye edilmeli, bunun alışkanlık hâline getirilmesine çaba gösterilmelidir. Böylece verimli çalışmanın şartlarından biri yerine getirilmiş olur...
Uluslar arası yapılan bir tanımda: “Sorunları önem derecesine göre sıralayabilen ve bir numaralı sorundan başlayarak sıra ile sorunları çözebilen ülkelere “GELİŞMİŞ ÜLKE”, sorunları gelişigüzel çözüme çabalayan ülkelere de AZ “GELİŞMİŞ ÜLKE” denmektedir.”
Bu tarif de “sıra ile tek bir iş yap” sözünün önemini vurgulamaktadır.
PROBLEMİ KAVRA
Yol yordam bilmeden, anlayıp dinlemeden, sorup incelemeden, bir işin yapılıp yapılmayacağı, bir meselenin çözülüp çözülmeyeceği hususunda hemen karar vermek doğru değildir.
İnsanların, gördükleri öğrenim, kazandıkları meslek, bilgi, beceri, yetenek ve tecrübeleri derecesinde yapacakları işler vardır. O bakımdan kişi, bir işe girişmeden önce o işi inceleyip yapıp yapamayacağına, karar vermelidir. İnceleme için zaman verilmeden, hemen cevap istenmesi hâlinde, “HAYIR” cevabı, “EVET” cevabından daha uygun olur. Çünkü, hayırı evete çevirmek kolay, eveti hayıra çevirmek zor ve sevimsizdir.
Merak insanlara mahsus bir niteliktir. Bir çocuk kendisine verilen bir oyuncakla bir müddet oynadıktan sonra, merakı yüzünden onu kırar ve içinde neler olduğuna bakar. İnsanlar merakları ve kavrayışları sayesinde tekerleği, camı, çeliği, çeliğe su verip sertleştirmeyi buldu. Ekip biçmeyi öğrendi. Özellikle elektriğin icadından sonra buluşlar baş döndürücü bir hızla arttı. Elektronik ve uzay çağı başladı. Milletler ve insanlar ezilmemek için kendilerini çağın gereklerine uydurmaya başladı. Fabrikalara, işyerlerine, evlere harika makine cihaz ve alet girdi. Kolay ve zor; kişiye göre anlam kazanır. Bilinen kolaydır; bilinmeyen “bir düğmeye basma işi de olsa” zordur.
Onun için fabrikada kullanılan makinenin nasıl çalıştırıldığı noksansız öğrenilmelidir. Evlere alınan çeşitli makine, cihaz ve alet de genellikle yazılı bir tarifnameye uyularak kullanılır. Yetişkinler zarar görmemek için tarifnameyi tekrar okumadan makinenin şurasını burasını çocuklar gibi karıştırmaz.
Aslında her mal veya eşya kimin üzerinde görülürse görülsün “millî varlıktır”. Çünkü insanlar fani, mal veya eşya ise kalıcıdır. Bu bakımdan işyerindeki makinenin, malzemenin kullanılmasına “millî varlık” kavrayışıyla özen göstermek gerekir.
Problemin aslını kavramak yalnız maddî konularda değil, manevî hususlarda da önemlidir.
Mesela: Usta başı-işçi, iki iş arkadaşı ya da evde karı-koca, ana-baba-çocuklar arasında anlaşmazlıklar çıkabilir. Bu gibi hallerde insanda doğacak kuruntu ve ani öfke, iş ve ev hayatını olumsuz yönde etkiler, çalışanların verimini düşürür. Bunun aksine, taraflardan biri hoş görü ve sabır ile problemin aslını kavrarsa; öfke yerini barış havasına terk eder, dostluk pekişir, verim artar.,
Problem olarak diyelim ki; bahçede bir tonluk döküm blok var, bunu bir insan tek başına kaldırabilir mi?
Düşünmeden hemen cevap verilirse “kaldıramaz!”...
Oysa biraz düşünülüp problem kavranırsa, insanın aklına manivela (kaldıraç) gelir ve insanının aklı sayesinde bir tondan daha çok ağırlığı dahi kaldırabileceği cevabı doğru olarak alınır.
Böylece, problemin kavranmasıyla çözümün bulunduğu anlaşılır.
DİNLEMEYİ BİL
Konuşma gibi dinleme de bir sanattır. Hatta dinlemek konuşmaktan daha zordur. Dinleme, dikkati konuşan üzerinde toplamak suretiyle sağlanır. Okumak, okunanı anlamak ve akılda tutmak için de dikkat lâzımdır. Dikkat edilmez ise yaparak tarif edilen iş bile öğrenilemez. Hassas ve tehlikeli makinelerde çalışabilmek için dikkatli olmak gerekir. Aksi halde iş bozulur, hatta bedeli pahalı ödenen kazalar dahi çıkabilir. Dikkat edilmedikten sonra yapılan konuşma boşunadır.
Dinleyebilmek için insanın, dinlemeye ve öğrenmeye kendisini bedenen ve zihnen hazırlaması gerekmektedir.
Başı, dişi ağrıyan, birisi ile kavga eden, acısı bulunan, canı sıkılan bu durumda rahat bir dinlemenin, okumanın, çalışmanın içine giremez. İnsanın bu gibi durumu kazaya da neden olabilir. Bu bakımdan verimli çalışabilmek için en kıymetli sermayemiz olan sağlığımızı korumalı, gereksiz çekişmelere girmemeliyiz.
Ayrıca amir-memur, işçi-usta-ustabaşı birbirini dinlemezse, o işletmede düzen bozulur, bundan da herkes zarar görür.
Bir evde karı- koca ve çocuklar birbirini dinlemez, herkes ayrı bir baş çekerse o aile dağlıdır.
Demek ki dinleme, yalnız öğrenme için değil; dirlik, düzen ve verimli çalışmanın da önemli şarlarından biridir.
SORU SORMAYI ÖĞREN
Ömrümüz soru sormakla ve sorulara cevap vermekle geçer.
Örneğin iki arkadaş birbirine rastladığında aralarında sorulu cevaplı söyle bir konuşma geçebilir:
- Nasılsın, iyi misin ?
- Allah’a şükür iyiyim, Sen nasılsın? Hasan’dan ne haber, iş buldu mu?
- Ben de iyiyim.
- Biliyorsun Hasan bir aydır bizde kalıyor ve iş arıyor. İş için dostlara tembihte bulunduk... Bulunan işleri beğenmiyor, beğeneceği iş de aslanın ağzında. Sen yardımcı olabilirsin?
- Ben de sorup soruşturayım ve tez zamanda Hasan’a bir iş bulalım. Ne demişler “İşsiz insanın kafası şeytanın çalışma odasıdır”. İyi-kötü demeden, Hasan’ın hemen işe girmesinde hayır vardır.
Bu ve daha başka sorulu cevaplı konuşmalar her yerde olur. Seminer, sempozyum, kurs ve öğretim amacıyla yapılan çeşitli toplantılarda da soru ve cevap çok geçer.
- Adres sorulur.
- Tanışmak için soru sorulur.
- Herhangi bir konuda bilgi almak için soru sorulur.
Konuşma ya da öğretim sırasında anlaşılmayan kısımlar hakkında veya daha geniş bilgi için soru sorulur. Özellikle iş tariflerinde çok soru sorulur.
- Hasta sorulur, hal-hatır sorulur.
Ancak tecrübelerden anlaşıldığına göre, soru sormak nazik bir meseledir. İmtihan eder gibi, tartar gibi, kişi dikkatle çalışırken, biri ile konuşurken, hızla bir yerden başka bir yere giderken, yersiz ve ilgisiz soru sorulursa olumlu sonuç alınmaz. Soru soran hakkında iyi kanaat hasıl olmaz.
Sorunun; niçin sorulacağı, kime sorulacağı, nerede sorulacağı, ne zaman sorulacağı hesaba katılarak; zihin ya da kâğıt üzerinde bir hazırlık yapılırsa; soruyu sormadan önce de:
-
Müsaade eder misin?
-
Yardımınıza ihtiyacım oldu.
-
Bilginize ihtiyacım var.
gibi sözlerle giriş yapılırsa, olumlu sonuç alınır. Ancak, soru, yapılmakta olan işle ilgili ise beklemeden cevap almanın yolu aranmalıdır.
Merak insana has bir nitelik olduğundan hızlı öğrenme çağında ki 4-5 yaşındaki çocuklar devamlı sorar ve öğrenir. Yetişkinler de, kendine uygun konularda kendi kendine neden? niçin? diye sorup cevabını kitaplardan ya da bilenlerden alırsa verimi arttırır.
ANLAMLI İLE ANLAMSIZI AYIRT ET
Gizli güç olan insan zekâsı anlamlı ile anlamsızı, yararlı ile yararsız, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt eder. Ne var ki insan zihni tembellik yüzünden anlamlı ile anlamsızı ayırmak için düşünme zahmetinde bulunmaz. Örnek, “Bir pire için yorgan yakar,” incir çekirdeğini doldurmaz bir konuda kırıcı tartışmaya girer, hatta adam öldürür. Sonra da “pişmanım” der. İddia üzerine bir tepsi baklava yer, arkasından hastahanelik olur. İki köpeğin boğuşması yüzündan iki aile hatta iki mahalle birbirine girer, silâhlar bile konuşur.
Anlamlı ile anlamsızı ayırt etmeye bazen insan tipleri de engel olur.
İnsan vardır; herkes için iyilik düşünür, güzel-çirkin, iyi-kötü, demeden tüm insanları sever, elinden geldiğince ihtiyacı olanın yardımına koşar.
İnsan vardır; içe dönük yalnız yaşamayı yeğler; ne kimsenin işine karışır, ne de kendi işine karıştırır.
İnsan vardır; bencildir. Kişisel çıkarından başka şey düşünmez, araya çıkar girince arkadaşını da yakınını da iter. Şeytanidir.
İnsan vardır; karışıklıktan fayda umar, ortalığı karışmaktan zevk alır. İnsanın dikkat etmesi gereken tipler bu tiplerdir. Yanıltarak anlamsızı anlamlı, yanlışı doğru gösterirler. İnsan, aklını rehber edinirse doğruyu bulmakta, anlamlı ile anlamsızı ayırt etmekte zorluk çekmez.
DEĞİŞİKLİKLERİ KAÇILMAZ KABUL ET
Köylerimizde genellikle her hanede bir at, bir çift öküz, bir iki inek, birkaç koyun ya da keçi bulunurdu. Şimdilerde nerde ise, at nesli kalmamış, öküz çok azalmış, inek de cins mantofon ineklere dönüşmeye başlamış...
Köye otobüs, minibüs, taksi girince bir saatlik yol on dakikada alınmaya başlanmış, binek atına yer kalmamış... Bir çift öküzle bir ayda sürülen tarla traktörle yarım günde sürülünce, öküz ve kara saban iyice azalmış... Günde 30 kilo süt veren inek; 3 kilo süt veren ineği kasaba göndermiş... Köylerde hiç görülmeyen masa sandalye, koltuk, tüp gaz şimdi var.. Buzdolabı, televizyon yakın zamana kadar şehirlinin evinde de yoktu. Şimdi köyde de kentte de var. Kılık kıyafet de değişti. Yavaş bir tempo ile de olsa kafaların içi de değişti....
Nüfus artışı ve yaşam savaşı köy nüfüsunu sanayileşen şehirlere itmeye başladı... Şehirde ve köyde tek evde oturulurken apartman ve gecekondu hayatı başladı...
Sanayileşme, elektrik, elektronik, bilgisayar üretim ve hizmet biçimini değiştirdi. Şartlar, çoğu yerde 24 saat vardiya sistemi çalışmayı zorunlu kıldı.
Bazı milletler ve fertler kolaylıkla yeniliğe uyamıyor. Bazılarının uykusu hafif, bazılarının uykusu ağır oluyor... Fert olarak, millet olarak günü gününe “değişiklikleri kaçınılmaz kabul edersek” çok kısa bir zamanda, Atatürk’ün gösterdiği ileri ve uygar devletler seviyesine ulaşırız.
Marifet, mecbur kalmadan zaman kaybetmeden yeniliği kabul etmektir.
HATALARI KABUL ET
İnsan bilerek bilmeyerek hata yapar. Hata bilinmezse, bilinip de dönülmezse, küçük hatalar birbirine çengellenerek büyür; hatanın çeşidine göre, kişiye, müesseseye, topluma derece derece zarar verir. “Kabahat atlas gömlek olsa kimse giymek istemez” diye bir atasözümüz vardır. Bu sözden hatanın kolay kabul edilir olmadığını anlıyoruz. Bu, korku ve psikolojik nedenlerden ileri gelir. Hatalı kimse; çocukluk, gençlik ve yetişkinlik çağlarında, anası, babası, öğretmeni ve amiri tarafından, hatası gösterilmeden, nasihat edilmeden, ikazda bulunulmadan azarlanmıştır. Bu korku ile farkına vardığı hataları bile elinden geldiğince saklama alışkınlığı kazanmıştır ya da bilgisizliğinin anlaşılacağından çekinmiştir.
Hataların düzeltilmesi, hata edenin çekinmeden hatasını kabul etmesi için söylenmiş çok değerli ve gerçek sözler vardır:
“Hatalıyı, kabahatliyi affetmek büyüklüktür.”
“Kişinin hata ve kabahatini kabul etmesi gibi fazilet yoktur.”
Evet hata bilinmezse, hata gösterilmezse, hata düzeltilmezse, hata takip edilmezse; bundan hata yapan kişi, hataya göz yuman kişi ve dolayısıyla kuruluşlar hatta günahsız kişiler er veya geç büyük zarar görebilir.
Hatayı görmek ve düzeltmekle sorumlu olanlar, hatalı kişiyi kırmadan hatanın nereden ileri geldiğini yumuşak bir dille belirtip bir daha tekrar edilmemesini ister. Ancak, hatanın sürüp gitmesine göz yummaz.
Hata yapan kimse de hatasını kabul edip hata yapmamaya özen gösterirse, ıskartasız verimli bir iş yapmaya girmiş olur ve bunun çok yararını görür.
BASİTÇE İFADE ET, DOLAMBAÇLI KONUŞMA
İnsanlar dinlemeye pek hevesli değildir. Çünkü konuşanı dinlemek için dikkati onun sözleri üzerinde toplamak gerekir. Dikkati bir noktada sürekli tutmak da mümkün değildir. İnsan dinlemekten sıkılır. Bu yüzden,öğretebilmek ve dinletebilmek için kulağa, göze, burna hitap edilir, dokunma, tatma duygularından yararlanılır. Mesela: Hiç görmemiş bir kimseye muzu anlatabilmek; tadı, kokusu, yumuşaklığı hakkında bilgi vermek mümkün değildir. Oysa muz; görülüp, soyulup, koklanıp yenirse tam olarak öğrenilmiş olur...
Bu bakımdan yerine göre bir resmin, bir şeklin, bir parçanın gösterilmesi “evet” “hayır” denmesi, yaparak tarif edilmesi “basitçe ifade” yerine geçer.
Kimi insan bağırarak, kimileri fısıltı hâlinde konuşur. Kimisi kelimenin yarısını yutar, kimisi takip edilmeyecek kadar hızlı, kimileri de çok ağır konuşur. Söylenenin anlaşılması için kem küm etmeden kelimeler tam olarak ifade edilmeli, yumuşak bir ses tonu ve hızı ile konuşulmalıdır (Radyo ve TV spikerleri örnek alınabilir.).
Bazıları da lügat parçalamayı, bildiği teknik terimleri söz ve yazısının arasına sıkıştırmayı marifet sanır. Oysa en güzel konuşma, herkesin anlayacağı sade kelimelerle yapılan konuşmadır.
Söz; insanın verimini, kazancını, itibarını arttırabilir...
Söz; “Çektiğim dilimin belasıdır” dedirtebilir...
Öyle ise, düşünerek basitçe ifadeye alışmalıdır.
ZAMANLAMAYI İYİ YAP
Bir işletmede, işletmenin büyütülmesi küçültülmesi, makinelerin değiştirilmesi ya da sermayenin arttırılması ortam icabı söz konusu olabilir. Yapılacak değişikliklere başlamanın bitirmenin uygun zamanları vardır. Zamanlama uygun olmazsa zarar edilebilir. Bu iş, inceleme, hesaplama isteyen bir uzmanlık işidir. Bizi kişisel zamanlama ilgilendirir.
Atölyelerde yapılacak her işin ilgili büroda zamanlaması, üzerine de yazılmış olabilir. Ancak, büroda yapılan hesaplama ile tezgâhlardaki uygulama her zaman birbirlerini tutmaz, özellikle de yeni siparişlerde işlerin en gerçeğe uygun zamanlamasını o gibi işte, o gibi tezgâhta çalışanlar daha iyi yapar. Bir işe bakılıp üzerindeki operasyonlar gözden geçirilince; o işin ne kadar zamanda bitirileceği, bir çeşitten daha çok olan işlerden hangisine ne zaman başlanacağı, tecrübeye dayanarak tespit edilebilir. İşletmedeki durumumuza göre, günlük, haftalık, aylık işlerimize göre bir zamanlama yapabiliriz.
Ayrıca, kişisel olarak bir kooperatife girme, eve alınacak bir eşya, evlenme,ç ocuklarımızı evlendirme, çürük olan dişin tedavisi, kullanacağımız yıllık izin, bir yakının nişanına, düğününe katılma ve dost ziyaretleri için, zaman ve maddî imkanlar göz önünde tutularak zamanlama yapılırsa bunun pek çok yararı görülür. Zaman ve imkan, hesaba dayanarak en uygun şekilde kullanılmalıdır.
SAKİN OLUN
“Sakin ol” demesi kolay, uyulması zor olan bir davranış biçimidir. Sakin olmak biraz da insanın yaradılışına, yetiştiği çevreye bağlıdır. Sakin yaratılışlı olmak bir şanstır. Bu şansa sahip olmayanlar da, kendi kendilerine daimi tembihte bulunarak, bir nevi talim ederek sakin olmaya alışmak zorundadır. Yoksa başı dertten kurtulmaz... Ustabaşını daha yukarıdaki amiri haşlamıştır, gelir öfkesini senden alır. Can ciğer arkadaşına fitili vermişlerdir; gelir sende patlar. Eve varırsın; annen, baban veya eşin, yanlış ya da kasıtlı bir haber yüzünden seni görür görmez veriştirmeye başlar. Bu ve buna benzer durumlar karşısında, sen sesizliğini korursan kazanırsın. Karşındaki; bağırır, çağırır, boşalır ve de rahatlar. Bu rahatlama sonunda anlatacakların varsa gene sakin sakin anlatırsın. Görülen o ki öfke gösteren kimseler, öfkesini sükûn ile karşılayanlardan, özür dilerler.
Böyle bir durumu takdir edemeyip aynen karşılık verenler ise arkadaşından, işinden hatta eşinden olur. Sükûnetin bir sınırı olmamakla beraber, insana olgunluk veren değerli bir davranıştır.
Yaşanmış bir olay: Yolcu gemisinin temizlik tayfalarından biri geminin arka tarafında temizlik yaparken denize düşer. Bir saat kadar zaman geçtikten sonra farkına varılır. Kaptana haber verilir. Kaptan cenazeyi aramak üzere gemiyi çevirir. Bir saatlik yoldan sonra denize düşen tayfa görülür. Kayık indirilerek tayfa sağ olarak gemiye alınır. Kaptan sorar:
-Yüzme biliyor musun?
-Hayır
-Nasıl kurtuldun?
-Her zaman nasihat ederken “sakin olun” derdiniz. Denize düşer düşmez aklıma geldi; sakin oldum, denizin üzerinde kaldım ve sayenizde kurtuldum.
GÜLÜMSE
Verimli olmanın en önemli en kolay ve en zor maddesidir.
Alınmaz satılmaz, zengin olmakla artmaz, fakir olmakla eksilmez, mutluluğun simgesidir gülümseme.
Sevginin saygının başarının aynasıdır gülümseme.
Sağlığın, memnuniyetin ifadesidir gülümseme.
Mahallede iki bakkal varmış. Biri hakiki, diğeri karışık bal satarmış. Mahalleli balı karışık satandan alırmış. Sonunda gerçek bal satan dayanamamış, mahalleliden birkaçının önüne geçerek: “Bu adam karışık, ben hakiki katıksız bal satarım. Niçin balı benden almazsınız?” demiş.
Mahalleli: “Biliriz... Biliriz.... Sen hakiki, o, karışık bal satar, lâkin senin yüzün sirke; onun yüzü bal satar. Biz de balı ondan alırız“ demiş.
Halkla ilişki kuracak, politikaya atılacak kimseler; halka hoş görünmek, sempati kazanmak için gülümseme eğitiminden geçerler.
Bazı toplumlarda asık surat ciddiyet simgesi sanılırsa da bunun ciddiyetle bir ilgisi yoktur.
İnsanlar tebessüme muhtaçtır. Daima güler yüzlü biri ile işbirliği yapmayı, birlikte çalışmayı tercih eder. Mütebessim kimse rahatça soru sorulabilir.
O bakımdan yüzdeki doğal bir gülümseme insanca bir niteliktir.
Ancak gene insanlar iyi bir nitelik olmayan yüzdeki yılışıklığı, sırıtkanlığı çok kolay fark eder. İnsana yakışmayan budur.
VERİMLİLİK NASIL ARTTIRILABİLİR
Ürünlerin tasarımı ve bileşimi her zaman aynı kalmaz. Sık sık gözden geçirilir ve birtakım değişiklikler yapılır. Eğer bu değişiklikler imalatı kolaylaştırıcı, malîyeti düşürücü, üretim akışını hızlandırıcı nitelikte ise verimlilik artar. Aynı ürünü daha kısa sürede, daha az girdi kullanarak, daha ucuz üretmeye başlarız.
Çağımız, bilimsel ve teknolojik gelişmeler çağıdır. Bu gelişmeler, üretim sürecinde ve üretim tekniklerinde yeniliklere yol açmaktadır. Bunlar da verimliliği doğrudan etkileyen faktörlerdir. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere ayak uydurabildiğimiz sürece, verimlilik artışında geri kalmaktan kurtulabiliriz.
Öte yandan, üretim sürecinin kapsamında yapılacak bazı değişikliklerle de verimliliği arttırmak mümkündür. Sözgelimi, ham madde yerine sadece yarı mamul alıp işleyen bir kuruluş, çoğu kez malîyeti ve riski fazla ünitelerini devreden çıkaracağından, verimliliğini arttırmış olur.
Verimliliği arttırmanın başlıca yollarından biri de, örgütlenme ve yönetimde gelişmeler sağlamaktır. Amaçların ve bu amaçlara kullanılacak araçların belirlenmesinde, yerleşme plânında, malzeme taşınmasında, üretim plânlamasında, aktif ve pasif varlıkların yönetilmesinde nihayet insan yönetiminde başarı gösteren bir kuruluş, verimlilik düzeyini hızla yükseltir.
Üretimde kullanılan makine ve tezgâhların oluşturduğu sabit sermaye kapasitesi ile iş gücünü, kısa dönemde çok önemli düzeyde arttırıp azaltamayız. Bu yüzden bunlarını tam kullanımı, verimliliği olumlu yönde etkiler. Kapasitenin uzun süre önemli ölçüde düşük kullanıldığı bir ortamda yüksek verimlilikten söz edilemez. Buna bağlı olarak ithalat güçlükleri, enerji sıkıntısı, işçi-işveren uyuşmazlıkları, sonuçta, verimlilik üzerinde olumsuz etkiler yaratır.
Verimlilik ile kalite arasında da çok yakın bir ilişki vardır. Üretim sürecinin çeşitli aşamalarında kullanılan girdilerin kalitesizliği, üretimde yavaşlamalara, duraklamalara, önceden belirlenmiş standartlardan sapmalara yol açarak verimliliği olumsuz yönde etkiler. Kaliteli girdi, yüksek verimlilik ve kaliteli nihai ürün için vazgeçilmez bir önem taşır.
Aynı şekilde, üretimde kullanılan girdilerin en önemlisi olan insan gücünün kalitesi de verimliliği doğrudan etkileyen bir faktördür. İyi eğitilmiş, yeterli beslenen, iş kazalarından ve meslek hastalıklarından gereği gibi korunan, çeşitli sorunlarını çözebilen işgücü, yüksek verimliliğin en şaşmaz güvencesidir. Bu alanlarda devletçe ve toplumun bütün organlarınca yapılabilecek her türlü geliştirici düzenleme ülke ekonomisinin verimliliğini arttıracaktır.
VERİMLİLİK NEDEN HERKESİ İLGİLENDİRİR ?
İster işçi, ister işveren olalım, ister yönetici, isterse çiftçi, serbest meslek sahibi, öğretmen, öğrenci ya da ev kadını. Toplumdaki yerimiz ne olursa olsun, bu ülkenin yurttaşları olarak verimlilik sorunları ile ilgilenmemiz gerekir. Neden? Niye bu kadar önemlidir verimlilik?
- İşçiler daha iyi çalışma koşullarında, daha kısa çalışma süresinde daha çok ücret alır.
- İşveren, yeni yatırım imkanları yaratacak kaynak sağlar.
- Üretici, daha ucuz malîyetle daha yüksek kazanç elde eder.
- Tüketici, daha ucuz ve bol mal bulma imkanına kavuşur.
- Ülke, sağlıklı bir ekonomik büyüme ile hızla kalkınır
- Ve sonunda toplum daha yüksek refah düzeyine ulaşır.
Böylece verimlilik artışları ile elde edilen kazançtan herkes yararlanmış olur.
VERİMLİLİĞİ ARTTIRMAK KİMLERİN GÖREVİDİR
Verimliliğin arttırılması fabrikada, büroda, tarlada işveren ve işçi olarak çalışan herkesin katkısını gerektirir. Verimliliğin arttırılması için hükümet, meslek ve araştırma kuruluşları, sendikalar ve işveren teşekkülleri arasında sıkı bir işbirliği zorunludur.
Hükümet politikaları, verimliliği arttırma amaçlarını destekleyici yönde olmalıdır. Bunun en iyi yolu ise tam çalışmayı sağlayacak bir ekonomik ortam yaratılmasından ve elde edilecek yararların işveren ile işçi arasında adil bir biçimde paylaştırılmasını sağlamaktan geçer.
Verimliği arttırma konusunda hükümetin bir görevi de; yeterli bir ulaştırma düzeni, sosyal hizmetler, eğitim ve öğrenim imkanları sağlamak, araştırma ve geliştirme birimleri kurmak, toplumun verimliliğini artırma gereğini benimsemesine yol açacak politikalar üretmektir. Gerek işletme düzeyinde, gerek ulusal düzeyde iyi bir işçi- işveren ilişkilerinin, düzenin sağlanmasında önemi büyüktür.
Verimliliği arttırma, savurganlığı önleme alanında hükümetin, yöneticilerin ve sendikaların sorumlulukları birbiri ile iç içe geçmiş durumdadır. Bu yüzden hiç biri, ötekinin desteği olmadan ileri adımlar atamaz.
Dostları ilə paylaş: |