Milletteki modernite ve antikite
Farklı etnik topluluk türlerinin milletlere dönüşümünde
izledikleri iki rotayı sundum. Bunlardan birincisi devlet
destekliydi ve etnik bir devletin çekirdeğini oluşturan yatay
bir etniden yola çıkıyordu. Bu devlet daha merkezî ve bü
rokratik bir yapıya kavuştukça, askerî, malî, hukukî ve idarî
süreçler eliyle orta sınıfları ve uzak diyarları kendine dahil
etmeye çalışıyordu. Ekseriyetle farklı olan nüfusları, egemen
etnik çekirdeğin kültürel mirasına dayanan tek bir siyasî
53 Bu kültürel haçlı seferlerinin bazı Doğu Avrupalı örnekleri için Sugar'da (1980)
yeralan yazılara ve Slovaklar konusunda Paul'ün, Brass içinde (1985) yeralan
yazısına bakın.
112
topluluk haline getirebilirse başarılı olmuş demekti. Enteli
jensiya bu süreçte bir rol üstlenmiş bile olsa bu tâbi bir roldü.
Orta sınıfların daha geç bir tarihte boy gösterdiği, aristokratlar
ile ruhbanın çoğunlukla ikircikli davrandığı bu oyunun ana
aktörleri krallar, nazırlar ve bürokratlardı. Zira devlet bir
anlamda onların ve mirasını yayıyor olmakla birlikte sonuç,
aristokratlar ile ruhbanın marjinalleşmesi oldu; onların miras
ve kültürleri ilke olarak herkesin oldu. Bu yeni siyasî millet
içersinde ekseriyetle devre dışı bırakıldılar.
5 4
İkinci rota ise daha popülerdi. Etno-dinî "ben" kavram-
laştırmaları daha eylemci ve siyasî olanlarla değiştirilmesi
gereken daha küçük, demotik topluluklardan başlamıştı.
Yerliliğin seferberlik süreci bu dönüşümün anahtarını
oluşturmaktaydı. Batılılaşma ve moderniteye farklı karşılıklar
vermelerine rağmen küçük eğitmen-entellektüel muhitlerin
niyeti, topluluğun iddia olunan etnik geçmişlerine seslenmek
suretiyle "halkı" arındırmak ve harekete geçirmekti. Bunu
yapmak için, bugünkü kuşakların önüne, topluluğun geç
mişindeki altın çağlardan ve şiirsel mekânlarından çıkartılmış
bilişsel haritalar ile tarihsel törellikler çıkarmaları gerekmişti.
Bu yolla geri kalmış geleneksel etnik topluluğu, dinamik ama
yerli bir siyasî millete dönüştürmeyi umuyorlardı.
19. yüzyıl boyunca her iki topluluktaki milliyetçiler, sanayi
çağının doğuşuna olduğu kadar geri dönüp baktıkları kadim
bir çağa da uygun olarak milleti hem modern hem de doğal
bir şey olarak görmeye başladılar. Bu çifte konumlanma aynı
zamanda, gördüğümüz gibi, millet ve millîliğin modernitesi
hakkında son dönem bilimsel tartışmaların da temelini
oluşturmaktadır. Yukarda anlatılanlardan şu çıkmaktadır ki,
54 Ama her zaman değil. Japonya'da, Çarlık Rusyası'nda, Etopya'da ve İran'da
aristokratlar ile ruhban uzunca bir süre nüfuzlarını korudular. Bu durum Aşağı
Sahra Afrikası'nın kimi yerlerinde bile geçerlidir. Bu konuda Markovitz'e (1977,
bölümler 2-3) bakın.
113
milletler;
1. Milletin bağımsız olduğu yerde yurttaşlık haklarıyla
birlikte ortak hak ve ödevlere dair birleşik bir yasal kod ge
rektirdikleri,
2. Tek bir işbölümüne sahip birleşik bir ekonomiye, millî
toprağın/ülkenin her yanında mal ve kişilerin serbest
hareketliliğine dayandıkları
3. Benzer bir tümleşik milletler dünyasında, tercihan sa
vunmaya müsait "doğal" sınırları olan oldukça tümleşik bir
toprağa/ülkeye ihtiyaç duydukları
4. Gelecek kuşakları yeni milletin "yurttaşları" olarak
toplumsallaştırmak için tek bir "siyasî kültür", kamu, kitle
eğitimi ve medya sistemi gerektirdikleri
ölçüde aslında modern bir görüngüdür. Gördüğümüz gibi,
ne denli güçlü boy göstermiş olsalar da modern öncesi etnik
devletlerde bu unsurların topyekûn yürürlükte oldukları bir
durum nadiren mümkündür. "Ben" kavramlaştırmasının
yanısıra hem teknoloji hem de siyasî irade açısından bakıl
dığında tekbiçimlilik ve biriciklik, eşsizlik yönünde çifte bir
dürtünün eksikliği sözkonusuydu. Modern millete ait bu
unsurlar ne anlaşılmıştı ne de bu öngereklerini yaratmak gibi
bir eğilim vardı; ya da böyle bir saik olmuşsa bile, köy ile
kilisenin milleti siyaseten gereksizmiş gibi gösterdiği başka
kapsayıcı daha yerel, ya da daha bütünü şamil ihtiyaç ve ta
hayyüllerin gerisinde kalmıştı.
5 5
Ancak bu manzaranın bir başka yanı daha var. Millet pek
çok yanıyla modern gibi görünmekle birlikte, kökleri de-
55 Dünyanın "milletler" halinde bölünmesi tekil etnilerin krallıkların temeli haline
geldiği yerlerde bile, bir zorunluluk olmaktan çıkmıştı; ekseriyetle geniş dinî
toplulukların (İslâm, Budizm, Hıristiyanlık) kendi etnik alt-bölümlenmeleri
karşısında sahip olduğu nüfuz, Dante'deki gibi zaman zaman imparatorluk fikriyle
de bağlantılı olarak siyasî sadakat açısından daha evrensel bir temel sağlamaktaydı
(Breuilly, 1982, giriş).
114
rinlerdedir. Milliyetçilerin hatası tarihe teleskopla bakmaktı,
ama tümüyle de hatalı değillerdi. Modern de olsa şayet bir
millet bu modern dünyada hayatiyetini sürdürecekse biri sos-
yo-politik öteki kültürel-psikolojik olmak üzere iki düzeyde
davranılmasının gerekli olduğunu düşünüyorlardı. Herşey
bir yana eğer aynı zamanda kendi biricik (ya da biricik olduğu
iddia olunan) kültür değerlerinin bir ürünü (devletin aksine)
değilse, herhangi bir millet'in raison d'etre'i (varlık sebebi)
nedir? Milletin sine qua non'u (olmazsa olmaz şartı) etnik
ayırdedicilik vasfıdır ve bu müştereken paylaşılan soy mitleri,
ortak tarihî bellek, eşsiz kültürel yapıcılar ve, şayet seçilmişlik
iddiası sözkonusu değilse, bir farklılık duygusu anlamına gelir.
Bütün bu unsurlar modern öncesi dönemlerde etnik toplu
luklara damgalarını vurmuşlardır. Modern millette ise, eğer
millet kırklara karışmamışsa korunması, daha doğrusu terbiye
edilmesi gerekir.
Modern milletlerin bir başka antik yüzü daha vardır; coğrafî
konumları. İddia odur ki olmaları gereken yerdedirler, zira
coğrafyanın belirli yerleriyle çok uzun süre ilişkili olmuşlardır.
"Milletler derin köklers almışlardır". Kökler iddia olunduğu
kadar derin olmasa da, basitçe uluslararası kabule değil
kollektif iç güvenliğin ve nesli sürdürmenin çok daha temelli
hedefleri bakımından sunulmuş bir iddia olmalıdır bu.
5 6
Burada milliyetin yalın pratik veçheleri burada tamamiyle
sembolik olan yanlarıyla elele verir. Milliyetçilik hem mülkiyet
ve (kelimenin tam anlamıyla) yeniden inşa, hem de ataların
yaşadıkları ve tarihin bir "yurt" olarak belirlediği yere ait olma
anlamında "toprak"la ilgilidir. Bu nedenle milleti öznel olarak
coğrafî bakımdan konumlamak, yerkürenin belli özel yer
lerinde tarihinin ve yazgısının izlerini bırakmış bir topluluğun
kuşakları arasında bağlar bulunduğunu varsayan etnik tarihin
56 Millet ile milliyetçiliğin teritoryal veçhesi için Kohn'a (1967b) ve A.D.Smith'e
(1981b) bakın.
115
okunmasına bağlıdır. Bu milletin antik olduğu anlamına
gelmez, sadece öznel olarak pek çok millette modern öncesi
unsurlar bulunduğunu gösterir.
116
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Dostları ilə paylaş: |