Vemiz
Şeyh Said Kummi (r.a) marifet ehlinden birinin sözünü detaylı olarak zikretmiştir ki biz burada bu sözleri özetle aktarmak istiyoruz. Bevarik’ul Melekutiye kitabında şöyle diyor: “Marifet ehlinden birinin söylediğine göre harici hakikatler isimlerin perdeleri altında gizli oldukları halde –bu isimler onların şuhud ve zuhur vasıtaları idi- fakirlik ve yoksulluk diliyle o isimlerden ricada bulunarak şöyle dediler: Yokluk bizi birbirimizi derk etmek ve üzerimizde olan gerekli hakkınızı ödemek hususunda kör kılmıştır. Eğer bize bir inayette bulunur ve a’yanımızı zahir edecek olursanız hakkımızda bir ihsanda bulunmuş olursunuz. Böylece biz de sizin hakkınızı ödemeye koyuluruz. Gerçi üzerimizde bir saltanatınız var. Ama bu saltanat ordusuz ve askersiz bir saltanattır. Ama eğer a’yanımız zahir olursa o zaman üzerimizdeki saltanatınız gerçekleşir ve pratiğe dönüşür. Bu isteğimizin bizden çok size faydası dokunur.”
İlahi isimler bu sözleri işitince zatlarının hakikatine baktılar ve mümkünlerin sözünü onayladılar. Harici hakikatlerin isimlerin nurunda gaib olduğunu ve hiçbir zuhurunun olmadığını gördüler. Bu yüzden hükümlerinin zuhurunu istediler. Eserleri vasıtasıyla a’yanlarını birbirinden ayırmaya çalıştılar. Hallak, Müdebbir ve diğer isimler kendi zatına baktılar, Hallak, Müdebbir ve diğer isimlerden bir eser bulamadılar. Böylece hepsi birlikte “el-Bari” isminin huzuruna vardılar. Ona şöyle dediler: Belki sen, mümkün hakikatlerin iktizası olan hükümleri icad edebilirsin.” El-Bari ismi şöyle dedi: “Bu iş el-Kadir ismine aittir. Ben onun ihatası altındayım.” Böylece hepsi ona sığındılar. El-Kadir onlara şöyle dedi: “Ben el-Mürid’in hükmüne mahkumum. Sizden hiçbir ayn’ı icad edemem. Onun için özel bir eser icad etmem istisnadır. Bu özel eser de, onda bu özel esere liyakat olmadıkça ve Allah’tan bir emir gelmedikçe icad edilemez. Emir geldiği takdirde onu icad edebilirim.” Böylece hep birlikte el-Mürid’e gittiler. El-Kadirin mesajını ona ilettiler. El-Mürid şöyle dedi: “el-Kadir doğru demiş, ama ben el-Alim isminin eserlerinizin zuhurunu ön görüp görmediğine bakmam gerekir. Eğer eserinizin zuhuru ön görülmüşse, ben hükümlerinizden Allah’ın dilediğini sizlere özgü kılarım. Ben el-Alim’in hükmüne mahkumum.” Böylece el-Alimin yanına gittiler ve istediklerini ona bildirdiler. El-Alim şöyle dedi: “Gerçi icadınızın ilmi bir sabıkası (önceliği) var, ama bu dergahta edeb daha evladır. Amel ölçüsü sadece fakirlik ve ihtiyaç olamaz. Dolayısıyla edeb hükmüne bir defa değil, bir çok defa teşebbüste bulunmayı gerektirir. Hepimizin bizi ihata eden bir üst makamı vardır. O da Allah ismidir. Teşebbüs emrini o vermelidir.” Böylece bütün isimler ilahi dergahta toplandı. Hikayelerini ona anlattılar. Hakikatlerinin iktiza ettiğini ona izhar ettiler. O şöyle dedi: Hakikat şudur ki evet ben sizin hakikatlerinize sahibim ve bütün mertebelerinizi kuşatmış bulunmaktayım. Ama aynı zamanda ben ahadiyet makamının mukaddes zatının göstergesiyim. Siz ve arkadaşlarınız burada durun. Ben bu isteklerinizi ona iletirim.” Böylece ona şöyle arzettim: “Ey o kimse ki odur “huve”, ondan başka bir şey yoktur. Mele-i a’lada bir tartışma ortaya çıkmış bulunmaktadır. A’yan şöyle böyle diyor: “Böylece onun sırrından kendisine şöyle nida edildi: “Onların yanına git ve isimlerden her birine şöyle de: “Hakikatlerinizin iktiza ettiği şeye taalluk edin.” Böylece “Allah” ismi tercümanı olan mütekellim ismiyle birlikte mümkünlerin ve ilahi isimlerin yanına vardı. Müsemma nahiyesinden getirdiği mesajı onlara iletti. Böylece el-Alim ismi ilk mümkünün zuhuruna taalluk etti. El-Kadir ismi ikinci mümkünün zuhuruna, el-Mürid ismi diğer a’yanlarına taalluk etti. Böylece âlemler ve tabiatlar zuhur etti. Celal ve cemal isimlerinin iktizasıyla niza ve çekişme ortaya çıktı. A’yanlar şöyle dediler: Biz düzenimizin bozulacağından veya bazımızın bazılarına isyan edeceğinden korkuyoruz. Böylece yeniden yokluk diyarına geri döneriz.” Böylece el-Alim ve el-Müdebbir isimlerinin kılavuzluğuyla esmaya sığındılar ve şöyle dediler: “Ey bize hükmeden isimler! Eğer işleriniz belli bir ölçüde olursa bu hem bizim ve hem de sizin için daha iyidir. Bu da siz isimlerin arasında bizi huzuya sevk edecek ve bizdeki etkilerinizi kıracak bir imamınızın olmasıyla gerçekleşir.”
İsimler bu öneriyi kabullendiler ve bu öneriyi hayata geçirmek için el-Müdebbir ismine sığındılar. El-Müdebbir, müsemmasının huzuruna vardı. O makamdan dışarı çıkınca el-Rabb ismine Hakkın emrini iletti ve şöyle dedi: “Bu emir senin adına çıktı. Şimdi mümkünlerin bekası hususunda maslahat neyse ona göre davran.” Bunun üzerine Rabb ismi şöyle dedi: “Hakk’ın emrini işittim ve itaat ettim.” Böylece maslahatlar hususunda kendisine yardımcı olması için iki vezir edindi. O iki vezir el-Müdebbir ve el-Mufassil idi. Allah-u Teala nitekim şöyle buyuruyor: “Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.”1 Yani imam olan terbiye ediciniz. Bak Allah’ın kelamı ne de muhkem ve işi ne de sağlam!”2
Vemiz
Eğer başka yerde duyamadığın bu sözleri derk edecek olursan ilahi tevfik sayesinde bu arifin sembolik olarak beyan ettiklerini anlayabilir ve bu keşif sahibi arifin kısaca söylediği sözlerin hakikatini derk edebilirsin. Ey değerli okuyucu! Allah dünya ve ahirette seni korusun. Sakın bu anlamlar denizine girmeden bu sözleri zahirine göre yorumlama. Maksadını anlamadan hemen kınamaya kalkışma. Alim görünümlü kimselerin metodudur bu. Onlar bir şeyi bilmiyor ve derk edemiyorlarsa o şey onlara göre doğru değildir. Dolayısıyla da bu büyüklere her türlü iftirada bulunmaktan çekinmezler. Gıybet zinadan daha kötü olduğu halde bu mükaşefe makamına sahib olan büyük insanlar hakkında gıybete kalkışıyorlar. Cahiliye bağnazlığına saplanıp kalmışlardır. Allah bizi ve sizleri sürekli olarak Rahman olan kendisinin yoluna pusu kurmuş şeytanın şerrinden korusun.
Vemiz
Bil ki sana bu dediklerimiz ve gerçekleri açığa vurmamız sonuçların nedenlere dönmesi ve terbiye edilenlerin işinin terbiye edicilerine irca edilmesi içindi. Nitekim Hace Abdullah Ensari1 şöyle diyor: “Herkes sondan korkuyor, ben ise baştan.” Mevlana2 ise Mesnevi’de şöyle diyor: “Sebepleri delen bir bakış istiyorum ki sebepleri kökünden söküp koparsın.”3
Özetle sana bu dediklerimiz ezeli ahdi ve ilk kaza’yı hatırlatan kaşif arifin zevki/üslubu üzereydi. Yoksa eğer ilahi hakikatlerin peygamberlerin ve velilerin pak ve mukaddes heykellerindeki zuhuru ile ilgili niyetimizi açığa vurmak isteseydik yeni bir plan çizmek ve başka bir türlü konuşmak zorunda kalırdık. O halde hürlerden isen sana söylenen bu sırlara kulak ver.
Dostları ilə paylaş: |