|
Mit dünden bugüne gizli dünyanin bilinmeyenleri tuncay özkan
|
səhifə | 1/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
MILLI ISTIHBARAT TEŞKILATİ
MİT
DÜNDEN BUGÜNE GIZLI DÜNYANİN BILINMEYENLERI
TUNCAY ÖZKAN
GIRIŞ
Bu kitap, Türkiye'de üzerinde en çok soru işaretlerinin bulunduğu
kuruluşlardan birisi olan MİT ve onun bilinmeyenleri üzerine yazılmıştır.
Kitabı yazarken sıradan, sokaktaki bir Türk yurttaşının MİT hakkındaki
merakları ile, bu konuda araştırma yapacak insanlara malzeme oluşturacak
örgütlenmeleri ve eylemleri ortaya çıkarmaya özen gösterdim.
Kitabı yazma fikri öncelikle Arena için hazırlanmaya çılışılan bir MİT
belgeselinin araştırmalarının sonucunda ortaya çıktı.
Araştırmalarımız sırasında en önemli sorun MİT yetkilileriyle bir diyalog
kurabilmek ve kitaba girebilecek bir görüşler birikimini onlardan
alabilmek olmuştur. Bunun yapılmaması durumunda tek sesli, renksiz ve
yanlı gibi görülecek bir çalışmanın ortaya çıkması en büyük korkumuzu
oluşturmuştur.
Bu amaçla yapılan başvurulara, uzun süren görüşmelerin ardından olumlu
yanıtlar alınmıştır. MİT'in bugünkü kadrolarında bulunan en üst düzey
yetkililerin bir kısmıyla yüzyüze görüşme yapmak mümkün olmuştur. Bu
görüşmelerin sonucunda MİT'e iletilen yazılı soruların bir kısmına yanıt
da alınabilmiştir. MİT tarihinde ilk kez, bir kitap için iletilen sorulara
yanıt vermiştir. Bu ilk örnek, kitapta aynıyla yer almaktadır. Ayrıca bu
görüşmelerin sonucunda MİT yetkilileri şu an hayattaki en yaşlı mensupları
ile bir röpörtaj yapmamızı da sağlamışlardır.
86 yaşındaki bu en eski "Casus" MİT'in kuruluşunu izleyen yıllar ve 1960
darbesinin sonrasına kadar, Türk gizli servisinin içindeki olaylara ışık
tutmaktadır. "Neşet Usta" ile yapılan bu röpörtaj, bugüne kadar hiç
bilinmeyen pek çok olayı yeniden gündeme getirmektedir. Bu röpörtaj da
kitaptaki yerini almıştır.
Ayrıca MİT'den emekli olmuş veya ayrılmış çok sayıda kaynak ile görüşmek
mümkün olmuştur. Bunlardan çok azı görüşmelerde tartışmaya ve eldeki
bilgileri karşılıklı değerlendirmeye ikna olmuşlar, diğerleri ise bizi
dinlemekle yetinip ve çalışmalarımızda başarı dileyerek kendilerini
aramamamızı istemişlerdir...
Emekli istihbaratçıların aktif halde bulunanlardan daha ürkek oldukları
hiç kuşku götürmez bir gerçektir. Araştırmalar sırasında ulaşılan insanlar
ancak araya başka hatırlı dostlarını koyarak görüşmelere ikna
edilebilmişlerdir. Bu görüşmelerin yapıldığı yerler ve mekanlar çoğu kez
kalabalık çarşılar, uzun yolculuklara çıkılan araçlar, Hürriyet
Gazetesi'nin Ankara Bürosundaki Arena bölümü, postane önünde başlayıp
kasaba veya köy evlerine kadar uzanan bir mekansal farklılaşma içinde
olmuştur. Bu durumlar istihbarat insanlarının ürkeklik ve açıklama yapma
korkularının açığa vurmasıdır.
Konuşurken fotoğraf, film karesi, ses kaydı gibi konularda verilen
sözlere uyulup, uyulmadığı çoğu zaman yapılan aramalarla peşiktirilmiştir.
MİT mensuplarıyla yapılan görüşmeler, keçiboynuzu öyküsünü
anımsatmaktadır. Bir kaşık şekerin tadını alabilmek için, kilolarca
keçiboynuzu yemek gerekmektedir. MİT ile ilgili görüşmelerde de bir
kelime ala bilmek için saatlerce dil dökmek gerekmiştir. Güvensizlik bu
insanların çalışmaları boyunca basına yaklaşım, halkla ilişkiler ve bilgi
toplama konusunda eğitilmemeleri ve basından kaçmaları gerektiği
yolundaki şartlandırılmışlıklarının bir ürünü olsa gerektir.
Bunlara ek olarak MİT'den emekli edilirken ettirilen sadakat yemini bu
insanları isteseler de konuşmak konusunda bağlamaktadır.
Kitap ile ilgili araştırmalarımız sırasında ulaşabildiğimiz kadar çok
yazılı kaynak taranmaya çalışılmıştır. Bu sırada Almanya, Fransa, İtalya,
Moskova, Amerika nezninde bizzat gidilerek veya mektuplar yazılarak
araştırma ile ilgili bilgi ve belgeler toplanmaya çalışılmıştır. Bunlar
sonraki sayfalarda aktarılmaktadır.
Araştırmalarımız sırasında kimi zaman elimize geçen belgeler sonucu
kahrolmadık dersek yalan olur. Bunlardan en acı vereni de bir MİT
raporunda büyük hoca Prof. Dr. Muammer Aksoy'un katil zanlılarının
adlarını görmek olmuştur. Bu bölümü okurken sanırız sizin de Türkiye'nin
içine düştüğü aczi görerek yürekleriniz burkulacaktır. PKK konusundaki
hatalar, ASALA operasyonunun iç yüzü ve ülkücülerin MİT içindeki kullanım
alanları ilk kez bu şekliyle karşınıza çıkacaktır.
Kitap'da yanıt aramak istediğimiz bir soru da usta gazeteci Uğur
Mumcu'nun yarım kalan araştırmasında dile getirilen Apo-MİT ilişkisi
oldu. Abdullah Öcalan'a gidip bunu sormak ve araştırmak istedik. Randevu
için girişimlerde de bulunduk ama engellendik. Bu konu da sayfaları
çevirdikçe karşınıza gelecek olaylardan biridir.
Bu kitabın hazırlanmasında büyük emekleri geçen, düzeltemeler ve
yanlışların ayıklanmasında onca işlerinin arasında benim için çaba
gösteren bütün dostlarıma, bizimle görüşmeyi kabul eden, etmeyen herkese;
adlarını buraya koyamadığım aydınlık kafları ve yetenekleriyle beni
etkileyen MİT yöneticileri ve mensuplarına , öğretim üyelerine, gazeteci
arkadaşlarıma ve ARENA'nın Genel Yönetmeni Uğur Dündar ile Editör'ü Haluk
Şahin'e , diğer çalışma arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Araştırmalarım sırasında hiç bir yardımı esirgemeyen T.B.M.M Kütüphanesi
çalışanlarına ve özellikle Müdür Yardımcısı Ali Rıza Cihan'a ayrıca
teşekkürü borç biliyorum.
Çalışmama herşeyiyle katılan; el emeğini, göznurunu esirgemeyen hep
destek olan gazeteci dostum Zeki Saral ile Ankara'da gece, gündüz demeden
benimle koşturan, randevularımızın sorunsuz gerçekleşmesinde büyük emeği
olan ulaştırma sorumlumuz Muammer Tez'e ayrıca sağolsunlar diyorum.
Tuncay Özkan/
Kasım 1995 Ankara
ARZU VE NAZLICAN'A
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ VE REJİM
Devletlerin kuruluş şemalarında gizli servislerin veya casusluk
örgütlerinin bulunduğu yer ve onlara yüklenen görevler, demokrasileri
en temelinden etkileyen faktörler arasında yer almaktadır. İstihbarat
servisinin yapısına ve devlet içindeki yerine yönelik tercih, ülkenin
rejiminin göstergesidir. Haberalma faaliyeti ne için, kime karşı ve nasıl
gerçekleştirilecektir? Gizli servis hangi ihtiyacı karşılayacaktır? Bu
soruları yanıtlayabilmek için günümüzde hiyerarşideki yeri, faaliyetleri,
denetlenmesi ve operasyonları üzerindeki kontrol ile mali kaynakları
açısından incelenebilen gizli servislerin sayısı son derece azdır.Bu da
dünya demokratik yaşamını etkileyen en temel sorunlardan birisini
oluşturmaktadır.
İstihbarat veya istihbarat servisleri elbette ki, her olayın kahramanı
veya her derdin dermanı değillerdir. İstihbarat örgütlerinin ulusların
kaderini veya tarihini tek başlarına tayin etme veya yapma durumunda
olmadıkları da açıktır. Askeri, ekonomik, politik açıdan istihbarat,
önemli olmakla birlikte başarıda veya başarısızlıkta tek başına
belirleyici değildir. Ancak bugün dünyanın içinde bulunduğu ekonomik ve
siyasi durum, bu birimlerin varlıklarını ve yaptıklarını yaşamsal
düzeyde önemli kılmaktadır.
Ülkesinin ambargo uyguladığı ülkelere gizlice silah satan gizli
servisler (örneğin CIA İrangate olayı ) uyuşturucu ile finans kaynağı
oluşturan gizli servisler ( Ortadoğulu ve batılı gizli servislerin büyük
bölümü ) terör yaratan, hastalık yayan, bilgiyi silah ve kara paraya
dönüştüren , yeraltı ekonomisinin ve terör örgütlerinin tam göbeğinde olan
gizli servisler bulunmaktadır. Gizli servislerin birer devlet organı
olduğunu gözönüne alırsak, bu faliyetlerin sonucunun ne kadar etkili
olduğu, kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Hele ekonomik çıkarlara dayalı
hale gelen ve herşeyiyle ekonomilerin ihtiyaçlarına göre şekillenen
siyasal dayanışmalar veya zıtlaşmalar çağa damgasını vururken , her
istihbarat yapısının iyiden iyiye irdelenmesi, artık kaçınılmaz bir doğru
olarak önümüzde durmaktadır.
Dünya ekonomisini bilinen, vergilendirilen kaynaklardan daha fazlaca kara
noktalardan çıkan ve yeraltı olarak tanımlanan, mali yapılar
yönlendirmektedir.
Peki bunların ne kadarında gizli servislerin faaliyetleri etkilidir?
Veya karapara kaynaklarının kurutulmasında bu servisler neden başarılı
olamamaktadırlar? Acaba gizli servislerin operasyonlarıyla bertaraf
edilen Devlet Başkanları veya saf değiştirtilen ülkeler bugün ekonomik ve
siyasi görüşlerini uygulayabilselerdi, dünya böyle bir noktada mı olurdu?
Bütün bunların yanıtları ancak gizli servislerin faaliyetlerinin bilinmesi
ile tahlil edilebilecek şeylerdir. Yani gizli servisler ve istihbarat
kurumları, rejimlerin ana yapılarından birini oluşturuyor. "Demokrasi"
diyen herkesin, bu yapılanmaların tahliline çok önem vermesi gerekiyor.
Çünkü bir anlayış da; istihbaratı ve istihbarat teşkilatlarını operasyonel
yapılarından ayrı olarak sadece ve sadece akademik veya dış politikasal
bir satranç oyunu gibi görmek istiyor. Oysa istihbarat örgütleri, satranç
oyunlarında bile kendi oyuncularının kazanması için oyunlara ve
oyunculara müdahale edebiliyorlar. Bu da istihbaratın bir eylem olayı
olduğunu gözler önüne sermektedir. İstihbaratı aktif , operasyonel
yapılanmasından ayrı olarak ele almak bir hatadır. Yani istihbaratın
toplanması, değerlendirilmesi ve operasyonel çalışmaları haberalma
faaliyetleri açısından, birbirlerinden ayırmak mümkün değildir.
İstihbarat faaliyetleri açısından dost veya düşman ülke diye bir ayrım
kesinlikle söz konusu olmamaktadır. Tıpkı ekonomik ilişkilerin belirlediği
siyasal dayanışma veya karşıtlıklarda olduğu gibi ilişkiler, çıkara
dayalı olarak gelişmektedir. Türkiye'nin dostu gözüken ve dış istihbarat
açısından haber kaynaklarının yüzde 80'ine yakın bilgiyi "çekinmeden
aktaran" Batılı müttefikleri Sovyetlerin yıkılması ve ardından ortaya
çıkan Türki Cumhuriyetler ile Türkiye arasındaki dayanışma ve
yakınlaşmalar karşısında hemen tavır alarak Türkiye'yi yanlız
bırakmışlardır. Bunda ana etken l9. yüzyılın başında küçülen coğrafyasını,
sloganist bir şekilde de olsa " Adriyatikten, Çin Seddine" diye
hatırlamaya çalışan Türkiye'nin, bunu bir arzu olarak görüp görmediği ve
yeni coğrafyadan ne kadar ekonomik çıkar talep ettiğinin veya bundan ne
kadarını elde edebileceğinin henüz bilinmemesi olmuştur.
Bütün bunlar gözönüne alındığında istihbarat örgütlerini iyi tanımanın
kaçınılmazlığı ortadadır.
Peki Türk gizli servisi MİT, bu olayların neresindedir? Nasıl
çalışmaktadır? Yöntemleri nedir? Tarihi ve kökeni nereden gelmektedir?
Bu soruların yanıtları kendisini büyük bir giz perdesinin arkasında
saklayan MİT'i aydınlatmak ve demokratik hukuk devleti içindeki yerine
oturtmak bakımından önemlidir. Hemen her Türk yurttaşının kafasında
yeralan bu soruların yanıtlarını aramak ve bunları elden geldiğince
yanıtlayarak , aydınlatmak bu kitabın yazılmasındaki ana amaçtır. Bunun
için de öncelikle gizli servislerin oluşumu açısından Dünya tarihine
kısaca bakmakta yarar bulunmaktadır.
TÜRKLERE ÇAĞ AÇTIRAN İSTİHBARAT EKSİKLİĞİ
Bilginin; güç ve istenileni elde etmenin anahtarlarından vazgeçilmez
birisi olduğunu keşfeden insanoğlu, tarihi boyunca onu elde edebilmenin,
gizliyi öğrenmenin yollarını aramıştır, aramaktadır.
Bu nedenle gizlinin bilinmesi için dünyanın en eski mesleklerinden birisi
oluşturulmuştur; bu da istihbarat veya haber alma faaliyetidir.
Yaygın adına casusluk denen gizliyi öğrenme çalışmaları, önceleri başıboş
ve bireyseldir. İktidar sahibinin, ya da iktidarı sahiplenmek isteyenin
muhbirleri, casusları aracılığıyla yürütülür. Kapitalizmin gelişmesi ve
ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla oluşan yeni devlet yapıları bireyci
istihbarat anlayışını devlete çevirirler. Çünkü artık adına istihbarat
denilen faaliyetler; bilgilenme ve öğrenilenin gereğini yerine getirme
çabaları, bireylerin değil, halkın oluşturduğu örgütlülüklerin; yeniden
oluşturulan devlet yapılarının işi haline gelmiştir. Böyle
örgütlenmelerin modern anlamda birer gizli servis şeklini almalarının
öyküsü çok eskilere dayanmamaktadır.
Çağdaş anlamda, kurumsal istihbarat çalışmalarının ilk örneklerine
Dünya'da, İngilizlerin Kraliyet Gizli Servisi'ni kurmalarıyla 1530' lu
yıllarda rastlanır. Bunlardan önce İtalyanlar daimi elçilikler
oluşturarak, istihbarat toplamada yol aldılar ise de, bu İngilizlerinki
gibi sırf casusluğa dayalı bir yapılanma değildir. Fransızlar 18
yüzyılda, daha sonra da Almanlar ve diğer batılı ülkeler istihbarat
teşkilatlarını oluşturmuşlardır.
Ancak casusluk ve casusluk çalışmalarıyla ülkeleri baltalama ve haber
alma konusunda, insanlık tarihinin oldukça eski, güçlü deneyimleri vardır.
M.Ö 500 yılında Çinli hoca Sun Tzu savaş sanatı ile ilgili bilinen ilk
kitabı yazmıştır. " Harp Sanatı" adlı kitabında Tzu, geleceği kestirmek
için istihbarat yapmanın önemini vurgular ve bunu ruhlara, kahinlere,
ilahlara müracaat etmekten daha yararlı ve geçerli bir yol olarak
gösterir.
Amerikan istihbarat teşkilatı CIA'nın başkanlarından Allen Dulles'a göre,
Orta Çağda Batı Avrupalılar , istihbarat konusunda ileri olmadıkları
için Moğolların batıya doğru ilerlemeyi hedef tutuklarını göremediler ve
Bizansı desteklemek yerine onu zayıflatarak yenilgilerine yolaçtılar. Yani
batının istihbaratındaki eksiklik Türklerin bir çağa damgalarını vurmadaki
en önemli avantajlarını oluşturmuştur.
Ayrıca İtalyan Seyyah Marco Polo'nun Çin'e yaptığı gezilerdeki izlenim ve
değerlendirmeleri stratejik istihbarat açısından son derece zengin bir
kaynak oluşturmasına karşın, dönemin Avrupalıları bundan da yararlanmayı
bilememişlerdir. Çünkü istihbarat bu dönemler boyunca devletler değil,
güçlü derebeyler, soylular ;bireyler için yapılmıştır.
SAVAŞLARDA AŞÇILAR VE CASUSLAR
Örneğin Türkler ilk tarihleri boyunca Çinlilerin casusluk faaliyetlerine
karşı koymaya çalışmışlar, bunda başarılı olamamışlardır. Bunlardan
Topalar ve GökTürkler, Çinli hanedanlarca görevlendirilen casusların
yarattığı toplumsal kargaşa ve kültür empozesine dayanamayarak önce
bölünmüş, sonra da yok olmuşlardır. Topalar M.Ö 534 yılında Çinli
casusların öylesine etkisinde kalırlar ki; topraklarını yitirmekle
kalmayıp, Çin kültürünü benimserler: Çinlileşirler.
Türkler tarihleri boyunca gizli servis faaliyetlerinin etkilerine daima
açık olan bir devlet ve idari yapı sürdürmüşlerdir.
Bizans, İran ve diğer uluslarla ilişkilerde Türklerin gizli servisleri ya
da casuslarının çokça başarılı olamadıkları görülmektedir.
Türklerin "Çaşıt"(Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre;casus, arabozmak amacıyla
söz taşıyan kimse) diye ilk zamanlar adlandırdıkları, daha sonra
devşirmeler arasından yetiştirdikleri ve "Martolos" adını verdikleri
casusları vardır. Ancak karşı casusluk veya casusluğu çözecek bir
organizasyonları yoktur. Zaten devletin yönetiminin büyük bir bölümü Türk
olmayan ve devşirme olarak adlandırılan gayrı müslimlerin elindedir.
Saraya alınan cariyeler veya eşler de hep yabancıdır. Bunların devletin
üst kademelerine gelişleri gibi, casusluk faaliyetlerinin kontrolü de
hemen hemen imkansız olmuştur.
İstihbarat örgütlerinin gelişiminin ardından çalışmalar konusunda
1. Napolyon'un söyledikleri Batının bu konudaki açığını görmesi ve bu
alana verdiği önemi sergilemesi bakımından çok ilginçtir:
"İnanın bana, savaşların sonuçları incelendiğinde topçunun, süvarinin ,
piyadenin kahramanlıkları, casusların şu göze görünmez, lanetli ordusu
yanında hiç kalır." Napolyon bunu söylerken Prusya kralı Büyük
Frederik'in Fransa ile alay edişinden ders almış olsa gerektir. Çünkü
istihbaratın önemini kavrayan Frederik, Fransız Maraşali Charles Soubise,
Rossbach'da mağlup ettiğinde şunları söylemiştir:
"O zat ,savaşa gittiğinde yanında yüzlerce aşçı götürür. Ben ise
önümden yüzlerce casus gönderirim"
Napolyon bu alanda zayıf olmamak için gizli servisini güçlendirir.
Fransa'nın 18. yüzyılda oluşturduğu gizli servisi, dönemin bütün önde
gelen adlarını fişler ve izler bir konuma gelmiştir. Yani geleneğini
oluşturmaya başlamıştır. Napolyon'un gizli servisinin başında bulunan
Mareşal Joseph Fouche (1759-1820) Avusturya gizli servisinin başındaki
Karl Schulmeister'i dahi elde etmeyi başarmıştır. Bu sayede Napolyon Ulm
ve Austerlitz savaşlarını kazanmanın kapılarını da açmıştır. Schulmeister,
Napolyon'un karşısında çok zorlandığı Avusturyalı general Mack'ı da
zehirleyerek ortadan kaldırmış , 1805 savaşının parlak günlerini
Napolyon'a armağan etmiştir.
Napolyon azılı bir sahtekar olan Vidocq'u da gizli servisinin başına
getirmiştir. Vidocq bu dönemde yaptığı çalışmalarla göz doldurmuştur.
"Muhteşem" diye döneminde tanımlanan ve örgütten emekli olan Vidocq'a,
başarıları nedeniyle kendi özel gizli polis teşkilatını kurması izni bile
verilmiştir
-BİRİNCİ BÖLÜM-
TEŞKİLAT-I MAHSUSA (1914):
OSMANLI CASUSLARIN AÇIK PAZARIYDI
Osmanlı, Avrupa'da gelişen gizli servis ağının ve bunun savaşlar ile
ticaretteki etkisinin farkında dahi olmadan yaşamış, bütün bunların
dışında kalmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak ülkesini casusların açık
pazarı haline dönüştürmüştür.
Osmanlı Devleti, batılı mutlak monarşiler gibi homojen bir ulusa ve
gelişen bir pazara dayanan merkeziyetçi devlet değildir. Bu yüzden
Osmanlılar 19. yüzyıl ortalarına kadar gizli bir haberalma örgütüne
sahip olamamışlar ve klasik muhbirliklerle yetinmişlerdir.
Osmanlılar, istihbarat servisine en güçlü olduğu 16 yüzyıl da bile gerek
duymamışlardır. Ekonomilerini de hep başka ülkelerin mal haretlerine ve
yönlendirmelerine açık tuttukları için , ekonomik casuslukla da hiç
alakaları olmamıştır. Onlar hep casus kurbanı olarak kalmışlardır.
Ancak Osmanlılar'da ve onlardan önce de diğer Türk boylarındaki yazılı
kaynaklarda, yöneticilerin sürekli olarak casusluk faaliyetlerine karşı
uyarıldıklarını görülmektedir. Türkler tehlikeyi görmüş, ama önlemini
alamamışlardır.
Osmanlılar'da bir çeşit yönetim bilimi ilkelerini teşkil eden
Dostları ilə paylaş: |
|
|