Mit dünden bugüne gizli dünyanin bilinmeyenleri tuncay özkan



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə16/53
tarix22.12.2017
ölçüsü3,49 Mb.
#35622
növüYazı
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   53


Selanik ve Balkanlar yolu ile Almanları güneyden sarmak mı, yoksa

Stalin'in ısrarına uyarak doğrudan doğruya İngiliz kanalı üzerinden

çıkarma yapmak mı konusundaki mücadelelerden de haberdar olduk. Nihayet

İnönü Menemencioğlu ve Açıkalanla Churchill ve Roosevelt'in Kahire

görüşmelerinin teferruatını da aynı yolla öğrendik. Türk hükümeti Moskova

ve Tahran'da görüşüldüğü şekilde harbe katılarak bir satranç taşı gibi

oynatılmak istemiyordu. Yapılacak işlerden , nihai zaferden haberdar

edilmedikçe Türkiye'deki deniz ve hava üslerinden faydalanılmasının

mümkün olamayacağını Türk hükümet adamları açık bir şekilde ifade

ediyorlardı.

Türkleri en fazla düşündüren nokta, Stalin'in ' Türkiye tarafsızlığını

bıraktığı takdirde, biz de Bulgaristan'a harp ilen edeceğiz' demiş

olmasıydı. Bu beyanat Boğazların Sovyet tahakkümü altına girmesi

tehlikesini ortaya koyuyardu ki benim de öteden beri endişelendiğim şey bu

idi. Gene Çiçero'nun getiridği haberlerden., Sofya'nın bombalanacağını

öğrendik. Ama Berlin Bulgarları haberdar edecek yerde, sırf yapılan

istihbaratın doğruluğunu kontrol maksadıyla hiç sesini çıkarmadı. Böylece

istihbarat kaynağımızın doğru çalıştığı meydana çıktı. Ama Bulgar başkenti

de harabe haline geldi.

Sonuçta İngiliz gizli servisi bu sızıntıyı ortaya çıkarmak için Ankara'ya

bir adam gönderdi. Böylece bu önemli kaynak da kurumuş oldu. Teessüfe

şayandır ki Hitler bütün bu olanaklardan faydalanmasını bilememiş, yanlış

bir yol tutmuştu. Talihinin iyi gitmesi sayesinde Rusları Vistül nehrine

kadar sürmüş, İtalya'da Alplere kadar hakim olmuşken, Balkanlara dost

elini uzatıp bütün müdafasını Fransa ve memleketi üzerinde kursaydı, sulhü

kurtaracak kadar kuvveti kalabilir, Rusların da 1937 deki hudutlarından

ileriye geçmesine engel olurdu. Ne yazık ki tuttuğu yolun sonu çıkmadı.

Sonradan gösterilen Çiçero filminin konusu olayla ilgili belgelere

dayanılarak hazırlanmamıştı. Film hazırlanırken araya mutlaka bir aşk

macerası atmak gerektiği için beni güzel bir Polonyalı kontesle flört

ettirmelerine pek içerlemedim ama, Ankara'ya hiç bir gestapo mensubu

gelmediği halde, bir çok üniformalıların işe karıştırılması , bir de sözde

Ribbentroop'un bana yazdığı mektuplar beni fazlasıyla sıktı.Sir Hughe'nin

oda hizmetkarının iyi sonucu da bir Hollywood uydurmasıdır. Fox film

şirketi Ankara'ya gelip sefarethanede çekim yapmak istediği zaman , durumu

bozulmuş ve işsiz kalmış olan Çiçero, şirkete başvurarak filmdeki rolünü

bizzat oynamak istemişti. Ama hakiki hayatta yaptığı işleri, aktör olarak

pek iyi becerememiş olacak ki, şirket bu teklifi kabul etmedi. Fakat

paranın yüzü tatlı olduğu için daha sonra Almanya'daki bir resimli

mecmuanın teklif ettiği yüksek para karşılığında, Çiçero bütün bu işin

İngiliz gizli servisinin bir oyunu olduğunu itiraf etmiş diye duyduk."

TARİHİ GERÇEK: ÇİÇERO ASLINDA MAH'A ÇALIŞIYORDU

Evet Von Papen'in anlattıklarından epeyce bir istihbari ders çıkarmak

mümkün olse gerek. Hele savaş yıllarındaki istihbarat çılışmaları

konusunda anlatılanlarda çok şey bulunuyor. Papen'in de belirttiği gibi

Çiçeron'un kim olduğu ve kimlerle çalıştığı konusunda şüpheler çoktur.

Ancak savaş sonrasında Bazna, Ankara, İstanbul ve Almanya arasında gidip

gelmiştir. Derdi yoksulluğunu gidermek ve Almanların kendisine attığı

sahte para kazığını temizlemektir. Bu para bulma çabaları sırasında Çiçero

olayıyla ilgili olarak ünlü Amerikalı yönetmen Joseph Mankiewitz de Beş

Parmak adlı bir filmin çekimi için Ankara'ya gelir. Bazna zor durumdadır.

Rejisöre adeta bir sülük gibi yapışır. Para koparmaya çalışır.

Kurtulamayacağını anlayan Mankiewitz bir gün Bazna tarafından Ankara Palas

da sıkıştırılınca, bir Amerikalı gazeteci aracılığıyla polisi arayıp

Bazna'yı ihbar eder. Olay yerine gelen polisler Bazna'yı önce tutuklasalar

da, sonra gösterdiği kimliği okuyunca serbest bırakırlar. Bazna, kimliğine

göre Ankara Emniyetinde Tercüman olarak çalışmaktadır.

Evet Bazna aslında Türk gizli servisi MAH hesabına da çalışan bir çok

taraflı ajandır, ispiyoncudur. Bazna'nın verdiği bilgiler Almanlara MAH'ın

kontrolünden geçtikten sonra ulaşmaktadır. Bazna'nın ipleri Türk

istihbarat servisinin elindedir.

Bu konuda SS Generali Schellen de anılarında Bazna'nın arkasında Türk

gizli servisinin bulunabileceği kuşkusunu dile getirmiştir. Çünkü

Bazna'nın getirdiği bazı belgelerin fotoğraflarında parmak izlerine

rastlanmıştır. Alman gizli servisi incelemelerinde Bazna'nın belgelerden

tek başına bu fotoğrafları çekemeyeceğini anlamış, ancak kiminle

işbirliği yaptığını o dönemde ortaya çıkartamamıştır.

Casusluğun karmaşık ve güven duygusundan yoksun yapısı, bilginin sadece

alınmakla kalmayıp iyi ve zamanında değerlendirilmesi gibi ilkeler,

Almanya'nın bu olayda yanlış değerlendirmeler yapmasının nedeni olmuştur.

Gizli servislerdeki iç çekişmeler, yalanlar, sahtecilikle geçimini

sağlayan insanlar, bu dünyanın görünmez ama etkili yüzü olmuşlardır.

Hitler kontrolü elden kaçırdıkça zayıflamış ve bunları düşünemiştir. Von

Papen'in dediği gibi o iyi haberlerin adamıdır artık. Oysa casusuluk

olayında sezgi iyi bir şeydir, ama ondan önce istihbarat kuralları gelir.

Hitler önceleri sezgileriyle durumu idare eder, ama kuralları unutunca

Almanya tarihindeki en büyük yenilgisini ve acıyı tadar. Ona savaşı

kaybettiren karşısındaki gizli servislerin iyi çalışmaları kadar,

kendisinin ve gizli servisinin zaaflarıdır .

Türkiye'de bu zaaflardan elinden geldiğince yararlanmaya çaba

göstermiştir. Bu konuda bir yazılı belgeye ulaşamamıza karşın MİT

yetkilileri araştırmamız sırasında, Çiçero'nun Türk gizli servisinin

kontrolünde olduğunu belirttiler. Bu konuda Alman kaynaklardaki şüpheler

de bu iddayı doğrular nitelekte gözükmektedir. Hele Bazna'ya verilen

"Emniyet Tercümanı Kartı" olaya bu açıdan haklılık kazındırmaktadır. Bir

yoruma göre de Bazna, Türkiye'nin Almanlara sunduğu bir can simididir.

Ancak Almanlar bunu anlayamamıştır. Bunda istihbaratın güçlüğü ve kendi

içindeki o karmaşık güvenlik yapısının paronayaya varan irdelemeleri

etkili olmuştur. Bazna Türkiye'de ekonomik açıdan düştüğü kötü durumu

kurtarmak amacıyla gittiği Almanya'da, yalan yanlış senaryolarla ürettiği

anılarını düşük bir para karşılığında bir yayınevine satttıktan sonra,

büyük bir sefalet içinde 1970 yılında ölmüştür. İngiliz Büyükelçi Sir

Hughe Knatcbull Hugessen Çiçero olayıyla örselenen meslek yaşamına, olayın

ardından Belçika 'da kısa süre Büyükelçilik yaptıktan sonra son vermiştir.

İNÖNÜ'NÜYÜ SEVİNDİREN İSTİHBARAT

Türkiye'nin kendi yanlarında savaşa girmesi konusunda İnglizler ve diğer

müttefikleri olabildiğince bastırırken, Almanların Türkiye'ye saldıracağı

havası her yol kullanılarak yayılmaktadır. İnönü bunlara direnmeye

çalışmaktadır. İşte tam bu sırada İnönü'ye İstanbul'dan gelen genç bir

MAH elemanı çok önemli bilgiler getirir. "İnönü'nün kafasındaki

kırkbirinci tilki bizdik" diyen bu elemanın adı Neşet Güriş'tir. Güriş

İstanbul'daki Alman Konsolosluğu Müsteşarından elde edilen belge ve

bilgilere göre , Almanların Türkiye'ye saldırmayacaklarının garantisini

getirmiştir İnönü'ye. Bin lira para ile mükafatlandırılır. Bu bilgi

sayesinde Türkiye savaşa girme konusundaki İngiliz baskılarını ve

Almanya'nın blöflerini savuşturmayı başarır. İnönü daha sonra İngiliz

Başbakan Winston Chorchill ile 30 Ocak 1943'de Adana'da bir araya gelir.

Chorchill, Almanlara karşı savaşa girilmesini aksi takdirde Türkiye'ye

yardım edemeyecek durumda olacaklarını anlatıp Stalin ve Roosevelt'in bu

yöndeki kararlılıklarını da aktarır.MAH görevini yapmıştır. Ustaca oynana

savaş satrancında Türkiye sıkışır ama yenilmez. Savaşın dışında kalır.

İnönü'nün deyimiyle " Aç kalınır, ama babasız kalınmaz."

O dönemin bu önemli raporunu getiren Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk

istihbaratçıları arasında sayılan Neşet Güriş bugün 86 yaşında. Güriş

İstanbul'da MAH ve daha sonra MİT elemanı olarak görev yapmış bir

istihbaratçı. Onca yaşına rağmen bizi kırmayıp kitabımız için bir söyleşi

yapmayı kabul etti. O günleri ve Güriş'in tanıklığıyla Türk istihbarat

teşkilatının 1931-1967 arasındaki durumunu gelin birlikte öğrenelim.

TÜRK GİZLİ SERVİSİNİN HAYATTAKİ EN YAŞLI ÜYESİ ANLATIYOR

"- Efendim 1909 doğumlusunuz, MAH'a 1931-1932 yılları arasında girdiğinizi

öğrendik.

Güriş: 1931-1932. Kimliğim odamda kaldı matesüf. Röpörtaj için hazırlandım

İstanbul'da. Personel Müdürü bana hangi tarihte girip hangi tarihte

çıktığımı gösteren bir pusula verdi. Sararmış bir kağıt var onda yazılı.

Ama otelde kaldı.

-İstanbul doğumlusunuz.

Güriş : İstanbul doğumluyum.

-Aileniz..

Güriş: Ailem de İstanbul doğumlu, eşim de . Annem , babam, büyükbabam,

büyükannem hepsi İstanbul doğumlu. İstanbullu ve orta halli dediğimiz

esnaf sınıfından: Kimi Mısır Çarşısı, kimisi Pamukçu, kimisi Uzun Çarşı

esnafından falan. birbirleriyle ilgili ve saygılı bir aile yapımız vardı.

Kimse kimseye çıt demezdi . Kavga yoktu. Yani güzel bir hava

içerisindeydik.

- Ailede asker kökenli kimse var mıydı?

Güriş: Asker vardı ailede .

-Sizin teşkilatla bağınızı onlar mı sağladı?

Güriş: Yakınlarım var ama onlar bu meseleye hiç sokulmadılar. Onlar hiç

bilmediler bunu.

-Peki efendim teşkilata alınma olayını size nasıl yansıttılar? Yani böyle

bir teşiklata girme fikri sizde nasıl gerçekleşti?

Güriş: Bana tercüme yapmam için bazı metinler getiriyorlardı. Fransızca

tercümeleri ben yapınca ...

- Önce size Fransızca bir tercüme getirdiler...

Güriş: Getirmediler. Bana gel bunu sen halledebilirsin diye davet ettiler.

Ben o üç fasikülü...

-Nedir efendim konuyu hatırlıyor musunuz?

Güriş: Hatırlıyorum. Fransız istihbarat servisinden elde edilmiş teknik

bilgiler. Takip nasıl yapılır, takipten nasıl kurtulunur, takibi kim

yapar, takipten ne beklenir falan... Bir başka şey de meşhur espiyonlar.

Espiyonların kalite veya ruhiyelerinin yabancı veya yerli oluşları gibi

bir takım şeyler. Bunları alıp okur okumaz bu meselede hiç bir nosyonum

olmadığı halde hemencecik anladım. Aaradan bir zaman geçti risaleler

bitip de beni çağırınca dediler ki seni bu servise almak istiyoruz gelir

misiniz ?

- Fransızcayı nereden öğrenmiştiniz?

Güriş: Ben Saint Benoit'de öğrendim. Bu hadiseden sonra teşkilatta beni

ilk hocam , Allah rahmet eylesin, titiz , evhamlı Mehmet Tayfuroğlu

isminde bir zata teslim ettiler. İstanbul'da o zamanki Babıali'deki

odada operasyon şefiydi. Operasyon işleriyle meşgul bir zat.

YILLARCA MEKANA GİREMEDİM

- Efendim teşkilatın kuruluş yıllarına dönelim. 1927-28 diye alırsak

teşkilat Ankara'da oluşturuluyor. Sonra İstanbul'da .

Güriş: Sonra İstanbul'da şöyle söyleyeyim... Bana İstanbul'da işe başla

dedikleri zaman ben aylarca değil senelerce , mekana yani ana binaya

giremedim. O zamanlar İstanbul Valiliğinin içinde mektupçu ofisi vardı.

Onun yanında büyük bir oda vardır. Onun yanında da 2-3 metre karelik bir

oda vardır. bütün şey oradaydı. 2-3 yazıhane yanyana.

- Kaç kişi vardı efendim?

Güriş: 1933 'de 10-12 kişi. Bu usul çalışma İkinci Dünya Harbine kadar

devam etti.

-Peki Alman danışmanlar var mı ozaman?

Güriş: Hayır Alman danışman falan yok. Yalnız çok seneler evvel Almanlar

kurmuş. Walter Nikolai. Amerikalılar ile konuşurken o kadar güzel, müthiş

bir şey kurmuşlar ki hayret ediyorum herşey gayet güzel, düzenli dedi

bana.

-Arşiv sistemi nasıldı?

Güriş: Arşiv sistemi malesef o kadar düzenli değildi.

-Yani arşiv yoktu.

Güriş: Arşiv vardı ama bugünküyle kıyaslanamayacak bir ölçüde idi. Arşiv

şöyleydi: Şurada bir dolap vardı, onun içine gelişi güzel sokulmuş karton

dosyalar. Zaten o zaman bölümde de pek fazla bir iş yoktu.

- O zaman ne görevi yapıyorsunuz?

Güriş: Beni evvela Mehmet Tayfuroğlu denen zat takip işine verdi.

- İstanbul'da kaç kısım var o zaman?

Güriş: Kısım olarak demeyelim. Kaç kişi var? Bir tane B amiri var.

- B amiri ne görev veriyor?

Güriş: Kontrespiyonaj. Bir tane A amiri var espiyonaj işleriyle meşgul

oluyor. Bulgaristan'a adam sokuyor, Yugoslav'yaya salıyor, ordan adam

getiriyor. Yani ikitane baş var. Ben bu iki başın B kısmında vazife

alıyorum. Aradan bir müddet geçtikten sonra bu iki başın üzerine bir

başka baş getirdiler. O zaman İstanbul merkezi olduk.

-Emin Akıncı Bey mi geldi o zaman?

RUS İNGİLİZ AJANI ÇIKIYOR

Güriş: Emin Akıncı geldi. Gene aynı kadro. Alınan yok verilen yok.

Parmağımla sayabilirim. Bir tane kambur fotoğrafçımız vardı. Bir tane

Hafız Said Bey diye mutemedimiz vardı. Üç tane dışarda çalışan tahkikat ve

tedkikat işleriyle meşgul arkadaş vardı. İki kişi de biz vardık. Mehmet

Bey'in emrine verilmiş aynı zamanda bazı yerlere angaje edilmiş . Bir

tanesi Namık Mertkal isminde bir zattı. Beş beygir kuvvetinde bir adam.

Harbiye Nazırı Namık Paşa'nın torunu. Biz onunla beraber çalışıyoruz. 6 ay

kadar bana verdikleri sujeyi ben takip ettim. Bu adam bir beyaz Rus tu.

Çin yoluyla Afganistan'ı dolaşmış, İran'dan gelmiş karışık bir ismi var.

Tabii bunun içindeki hadiseyle bir ilgimiz yok. Biz yalnızca takip

ediyoruz. Taksim stadyumu yıkılmamış o zaman. Bunun da araptmanı o Taksim

stadyumunun karşısındaydı. Binalar çürük damları yıkılmış bilmem ne olmuş.

Yani saklanacak yer var izleme bakımından. Günlerden bir gün bu dediğimiz

suje yavaş yavaş Galata Kulesin'e giden yokuştun çıkmaya başladı. Ben de

20-25 metre aşağısındaydım. Hava puslu ve yağmurlu. Girdiği kapıda İngiliz

Konsolosluğu Pasaport Dairesi yazılı. Vakit mesai saati değil. İkincisi

bir insan bir yere ana kapıdan girer değil mi? Bu servis kapısından girdi.

Ben tabii bir anlam veremedim. benim için bir şey ifade etmedi o zaman.

Ben 2-3 gün sonra raporumu Mehmet Bey'e verdim. Dediler ki ahbap bu işi

bırak. Tamam iş haloldu. Sonradan öğrendiğimize göre servis o kişiyi

Sovyet elemanı olarak görüp o yüzden takip ettirmiş. Değerlendirmiş. Ama

İngiliz Konsolosluğu'nun arka kapısından içeriye girinçe iş meydana

çıkıyor. Onlar karar veriyor, şeflerimiz diyor ki bu adam İngilizlere

çalışıyor.

- Bu Beyaz Rus'un adını hatırlayabiliyor musunuz?

Güriş: Şimdi Beyaz Rus orta yaşlı bir adam. Dediğim gibi büyük

sergüzeştler geçirmiş. Belki büyük paralar kazanmış. Şunu yapmış , bunu

yapmış. İstanbul'da bir işi yok. Ayaz Paşa gibi bir yerde oturuyor.

Masraflı bir mahalle. Arada sırada yanında bazı Rus kadınları beliriyor.

biliyorum, ben bunları görüyorum. Ama tetkik ediyorlar bizim verdiğimiz

raporlar bazında. Kadın ticareti yapmıyor. Eroin alıp, satmıyor. Bu adam

ne keyifle böyle bir masraflı hayat yaşayabiliyor. Onun üzerine bu şüphe.

- İngiliz Büyükelçiliği olayı nasıl çıkıyor?

Güriş: İngiliz Pasaport Dairesi'nde şefi de İkinci Dünya Harbin'de

ayağını kaybetmiş Albay Bints adında bir şahıstı. Albay Bints personel

işleriyle meşguldü. Aradan bir müddet geçti şefim B amiri olan zat Raşit

Bey idi. Raşit Mütem çok hareketli , çok zeki, çok atak bir insandı. Laf

gelişinde söyleyeceğim Fransız Konsolosluğu'nda adamı vardı. Yani tutmuş.

Macar Konsolosluğu'nda da vardı. Macar Konsolosluğu'nun Pasaport

Dairesi'nin kaşelerini görmek için değildi bu adam, kasanın içindekileri

incelerdik.

ELÇİLİKLERİN KASASI NASIL AÇILIRDI

-Gizli kasanın içindekileri mi?

Güriş: Evet gidip görmek için dizlerimiz parçalanırdı. Şifreliydi. Her

arkadaş iki günde üç günde bir oraya satın alınan kavasın memur olduğu

gece giderdik. Ama dizlerimiz çürük içinde kalırdı. Yunan Konsolosluğu'nu

tırtıklardık. Macarları söyledim. İngilizler de aynısı. Almanları da

söyleyeyim size. Biz Almanları da Tırtıklardık ama daha ortalarda harp

marp yok, 1932 -1933 yılı. Hitler gelmiş bayrağı dikmiş. Marşlar

söyleniyor, şunlar , bunlar yapılıyor.

-Siz onların kasasında ne gizli belge varsa biliyorsunuz:..

Güriş: Ben bilmiyorum. Ama arkadaşlar biliyor. Şeflerim biliyordu. benim

bir şeyden haberim yoktu. Ben sadece getiriyordum. Dediğim gibi günün

birinde şefim dediğim Raşit Bey bana bir çift anahtar veriyor. Diyor ki ,'

Neşet , İsmail İçitez'i al , çilingirimizdi, o senin hani gördüğün Beyaz

Rus varya. Oraya gideceksiniz, bu gece saat ikide veya bir de. Kapı açık

bulunacak. Yeşil demir vardı o açık bulunacak. Sizi ordan içeriye

alacaklar. Siz de bu anahtarlarla o kasayı açacaksınız. Siz de kasanın

üst iki gözü, değil alttan ikinci gözünden ikinci dosyayı getireceksiniz'.

Bu ne demektir? Üst gözleri almışlar. Tekrar olmasın diye istemiyorlar.

Üstleri diyoruz şimdi ama bunları anlatmak değil yaşamak bir ömür törpüsü.

O şefimiz olan zat, masada oturan emir veren bir adam değil. Dedi ki dış

emniyetinizi ben temin edeceğim. Fahişesi geçer, devriyesi geçer, sarhoşu

geçer. Bunların hepsinden saklanmak lazım. Neyse lafı uzatmayalım,

dosyaları aldık. Ha onu söyleyeyim, kasayı açtığımda emin olun yerden 80

santim , bir metre yükseklikte demet halinde İngiliz paundları yığılı.

Üst taraflarda belgeler , haritalar, rulolar lalettayn konulmuş dosyalar

var. Bizim diğer şeyleri gördüğümüz yok. Biz dosyayı aldık verdik.

İSTİHBARAT BAŞKANI UYARIYOR: AMERİKALILARI BÜYÜTMEYİN

- O zaman İstanbul'da en güçlü yabancı gizli servis hangisidir ?

Güriş: En güçlü servis muhakkakki İngiliz servisidir.

-Amerikalı'lar?

Güriş: Amerikalılar o zaman hiç yok. Amerikalılar için Allah rahmet

eylesin, Naci Perkel geldi İstanbul'a. Biz Amerikalılarla işte o zaman

biraz ilişkiye başladık. Bizi, yalnız müdürleri çağırdı. 5-10 kişiydik.

Dediki:' Arkadaşlar bu Amerikan servisini gözünüzde büyütmeyin. Bunlar

yakın doğuyu, Rusya'yı , Romanya'yı bilmezler. Ama malzemesi çok,

sigarası çok, paketi çok.' O zaman Piyex'leri vardı.' Bunların bu şeyi

sizin şevkinizi kırmasın. Bunlar buranın ahvalini bizden öğrenecekler.'

- Perkel kaç yılında geldi İstanbul'a?

Güriş: 1951-1953 yılları arasında.

-Siz İstanbul'da başladığınız da MAH'a girdiğiniz'de Atatürk hayatta
Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin