|
|
səhifə | 17/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
daha...
Güriş: Evet hayatta.
-Siz geliş gidişlerle ilgili önlem alıyor musunuz?
Güriş: Hayır benim önlemle hiç alakam yok.
-MAH'ın bir ilgilenmesi var mı?
Güriş: Yoktu. Çünkü MAH 3-4 kişiden ibaretti. Ne koruyacak, ne önlem
alacak haldeydi. Biz tamamen Kontrespiyonaj ile meşgul oluyorduk. Hatta
hiç unutmuyorum Gazi gelmişti kral ile beraber.
-İngiliz mi yoksa Afgan Kralı mı?
Güriş: İngiliz kralıyla. Ben de o zaman Galatasaray'ın önünde hedefimi
bekliyorum. Bir yere girdi çıkacak. Kalabalık ta kaçırmayayım diye
projektör gibi bakıyorum. Kimsenin yüzüne baktığım yok. Herkes alkışlıyor,
inliyor Atatürk geçiyor diye. Bir ben Atatürk'e bakmıyorum hedefim
kaçacak diye. O da bir komünist. Şimdi bu hadise böyle devam etti. O
tarihte hiç kimseye sen yalnız Fransızlarla meşgul olacaksın, siz
İngilizlerle , siz Almanlarla diye bir şey yok. Herkes herşeyle
ilgileniyor. Mesala Ankara'dan veya İzmir merkezden veyahut herhangi bir
merkezden yazı geliyor. Bu yazıyı şefimiz alıyor Neşet'e diye havale
ediyor. Ama Fransız işi. Benim ihtisasım olsun olmasın ... Aradan bir gün
iki gün sonra bir Fransız işi daha geliyor onu da Mehmet Bey'e veriyor.
Yani böyle bir kompartımantasyon. Yalnız Fransızlarla , yalnız Almanlarla
uğraşıyorum diye bir ayrım yoktu.
- O zaman Ankara merkez nasıldı?
Güriş: Ankara' da dökülüyor. Yani verdiğimiz bildirilere yanıt alamıyoruz.
Talimat alamıyoruz. Alsak da sudan şeyler. 'Şunların yapılmasını rica
ederiz gibilerinden' şeyler.
- Kaç bölge var o zaman efendim?
Güriş: O zaman Ankara , İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır.
Edirne ve Çanakkale İstanbul merkezine bağlıydı. Zonguldak, Bursa Ankara
merkezine bağlıydı. İzmir ve havalisini pek hatırlayamayacağım. İzmir 'de
geniş bir şey. 6 -7 merkezi geçmiyor. Ama yuvalarımız vardı. İstanbul'un
bir merkezi var ama Çanakkale'de Edirne'de yuvası var. Sonra galiba her
yer açıldı. Aradan bir müddet geçti Raşit Bey'i Ankara'ya aldılar. 1940
yılında.
- Peki Gazinin ölümünü hatırlıyor musunuz?
Güriş: Hatırlamaz olur muyum? O gün ben daireye gidiyordum. 9.00 ile -9.30
arasında gidiyoruz. Gözüm Galata Kulesine ilişti. Baktım bayrak yarıya
inmiş. Anladım bir hadise olduğunu. Sonra kısa bir müddet içinde
Atatürk'ün öldüğü yayıldı.
-Çalışmalarınız nasıl etkilendi bu ölüm olayından?
Güriş: Vallahi bizi hiç etkilemedi. Biz işimize devam ettik. Aldığımızı
aldık verdiğimizi verdik. Elemanlarımızla mücadele ettik. Sokula
bileceğimiz yerlere sokulabildiğimiz kadar sokulduk. Karşı taraftan adam
elde ettik, onların arasına adam soktuk. yani yaptığım iş tamamen
kontrespiyonaj işiydi.
-Çok asker var mıydı o zaman içinizde?
Güriş: B işlerinde asker yoktu ama asker kökenliydiler. Ama muvazzaf asker
yoktu. O Raşit Bey dediğim zat Jandarma Albayıymış. İstiklal Harbin'de
bilmem hangi cephede istihbarat subaylığı yapmış. Teşkilat kurlunca da gel
şu göreve otur demişler.
YAĞMUR GİBİ CASUS GELİYORDU
-Sivil kaç kişi ? Yani asker kökenli olmayan?
Güriş: Aşağı yukarı zihnimden geçenlerin hepsi asker kökenli. Neden şu:
Kurmay sınavına girmiş. kulağı ağır işittiği için mümtüzü ayırmışlar,
sivil olarak çalışıyor. Mesala Hulisi Bey. O zaman A da sivil kökenli ben
varım , Namık Bey var, bir de Nedim Hatipoğlu var. Bir de Hidayet Bey
vardı. İkinci Dünya Harbi başlayınca İstanbul'a Türkiye'ye yağmur gibi
Alman ajanları üşüşmeye başladı. Müsteşar, müşavir, sigortacı, emlakçı,
fabrika bilmem nesi falan diye. Bir kısmı Arjantin'den geldi. Ama ilk
gelişleri tamamen Alman pasaportu ile. Damgayı vurmuş göndermiş kağıt
fabrikası mümessili diye. Biz bunlarla meşgul olmaya başladık, ama 2-3
kişiyiz. Behçet Arsan ben ve Turgut Atakol. Bir de Sadi diye bir
arkadaşımız vardı. 4 kişi bütün Alman casusu ile uğraşacaksınız. Onları
yenileyeceksiniz, onları oyalayacaksınız. Velhasıl kontrespiyonajın evvel
emri ne ise onları yapacaksınız.
-Bu sürede emniyet size yardımcı oluyor muydu efendim?
Güriş: Hayır emniyetten hiç şeyimiz yoktu. Hatta emniyet bazı rekabetlere
girerdi. İki numaralı mahrem sirküler vardır. O silküler gereğince Emniyet
Müdürlüğü hiç bir zaman espiyonaj ve kontrespiyonaj ile meşgul olamaz. Ama
onlar olurlardı. İş bir raddeye kadar gelip de bozulmaya yüz tuttu mu bunu
alın temizleyin derlerdi.
- Bu dönemde sadece Almanlar mı geliyordu?
BURGU İLE TAVANI DELİP DİNLERDİK
Güriş: Yok hepsi geliyor ama bizim hedefimiz Almanlar. İngilizler
kontrespiyonaj için geliyor. İngilizlerle biz temastaydık.
-Yardımlaşıyorsunuz o zaman, hem de izliyorsunuz?
Güriş: Yardımlaşma da çok asgari oluyor. Yani İngiliz öyle babasının
oğluna her istediğini veren takımından değildir. Dinleme tekniklerinden
istifade ederdik. O zaman bizde yoktu öyle.
-Dinleme tekniği neydi?
Güriş: Dinleme tekniği burgu ile tavanı delmek, bir ufak delik açmak, bir
elmas dinleyici koymak. Yukarı katları da kira ile tutardık. Çünkü aksi
takdirde o işi bize yaptırmazlar. Bu şekilde idi.
-Dinleme yeri o zaman Beyoğlu'na taşınmış mıydı efendim?
Güriş: Dinleme yerimizin adı Neptün'dü. Beyoğlu'nda değil ama
M......'daydı. Orada oluşunun sebebi de Bulgar Konsolosluğu'nun olması.
Onun yanında bir bina yapılmaya başlanıldı. Biz de bu vesileyle dedik ki
arkadaş bunun üst katını bize kirala. Üç aşağı beş yukarı anladı polis
olduğumuzu. O zaman oraya bir güzel dinleme cihazı kuruldu. O zaman ki
tekniğe göre epey bilgiler aldık. İşte Neptün de onun devamı olarak
geldi. Sonra buralara Arapça, Rusça kondu. Bulgarca vardı. Fransızca ile
pek alakadar olmuyorduk. Neptün'den istifade ettik senelerce.
- 1940'larda Almanlar geliyorlar, İngilizlerle hafif dirsek teması var ...
Güriş: Kamuran Alçıtepe vardı. Kulakları çınlasın Behram ve bir kaç kişi
daha arkadaşları İngilizlerin para yardımı, desteğiyle bir küçük büro
kurdular. Küçük büronun vazifesi şu idi. Dünyanın her yerinden Türkiye'ye
giren bütün insanların fotoğraflarını , doğum yerlerini, tarihlerini,
geldiği ve gittiği yeri tespit etmek. bunun için Baha Bulun namında bir
zat vardı ki onun maaşlarını ingilizler verirdi. Sonra bu teşkilat legal
haber toplama işinde de kullanıldı. Şimdi adamın biri pasaport almış
Bükreş'e gidecek . Bizim Bükreş ile de alakamız var farzedelim. Ya da
Roma'ya gidecek. Onu bulup talimatlandırıyorlar. Türklüğünden bahsedip,
yapacakları şeyi yapıp gönderiyorlar. Bu şekilde de bir hareket oldu.
İngilizlerle böyle bir çalışmamız oldu. Fakat İngilizler bizden epey şey
sakladılar. Sıkıştıkları zaman bize başvurmalarından anlıyorduk bunu.
Şimdi ajanları var, Almanlara sokmuşlar.Ajanlarının başına bir bela
geliyor. Hemen Celal Bey'e geliyor Mc Ray. O zaman Mc Ray 150 kilo bir
adam. Efendim şöyle oldu da böyle oldu da diye. Celal Bey Efendim ben
size söylemedim mi? Bunu neden vaktiyle haber vermiyorsunuz da şimdi
bozulduktan sonra , zora girince geliyorsunuz' diyor. onlar pişkin burdan
girip, burdan çıkıyor. Mamafih İngilizler iyiydi. Amerikalılarda o zaman
hiç bir şey yok. Ernie adında bir deniz Albayı geldi, harbin ortalarına
doğru Park Otele. Bu sulh temin etmek için bir zemin arıyordu. Tek başına
bir adam. Nereye başvuracağını kimden ne alacağını bilemiyordu. Haftalarca
, aylarca oturdu kalktı bana Allaha ısmarladık dedi gitti. Eğer Almanlar
veya İngilizler o adam vasıtasıyla bir temas kurmuş olsalardı harp bu
kadar uzun sürmez, anlaşma da olurdu.
ALMANLAR ZOKAYI NASIL YUTTU
-Peki efendim o zaman kaç Alman casusunu zaptırapt altında tutmaya
çalışıyordunuz?
Güriş: Şimdi oraya başlamadan önce şunu söylemek lazım. Bu gelen
Almanları biz bir incelemeye tabi tutuyorduk. Mesela Hamburg'dan gelmiş
Wilhem bilmem ne. İnmiş Alf Oteline . Alf Otelinden çıkmış 10 gün sonra
Ayaz Paşa da bir pansiyona. Biz bunları bir incelemeye alıyorduk. Bu adam
nereye gelmiş. Kortis şirketine Müdür Yardımcısı gelmiş. Ama asker
şyaşında. Cephedeki asker. Adam Kortis ile ilintilendirilip gönderiliyor.
Derken aradan bir müddet geçiyor Lufthansa'ya üç kişi daha geliyor.
Bunlar besbelli casusluk yapıyor. Arşivlere bakıyoruz , arşivler de o
kadar muntazam olmadığı için pek o kadar sonuç elde edemiyorduk. Günlerden
bir gün iki Alman geldi. Biri doktor Frank, biri Von Badenfeld . İndiler
evvela Pera Palas'a sonra o tepebaşındaki şeylerden birine. Ondan sonra
'da Polonya sokağında bir ev tuttular. Şimdi biz her geleni tetkik
ediyoruz ya, bu Von Badenfeld'in üzerinde bir ışık doğdu. Vaktiyle burada
bulunmuş. Zingal kereste fabrikasında mühendis olarak çalışmış. O zamanın
krizi dolayısıyla 1934-1936'ının krizi dolayısıyla kalkmış mamlaketine
gitmiş.
Şimdi Hitler Avusturya'yı işgal edince Türkçe bilen adam lazım. Gel
buraya demişler onu da konsolosluğa memur olarak göndermişler. Şimdi buz
bu şeyi kıymetlendirmek istedik. bu adam buraya boşuna gelmedi. çünkü
mesleği konsolosluk değil kereste mühendisi. Bunun oraya gelmesi bir
tuhaf. Ben bir inceleme yaptım. Tekin Sayın isminde o sıralarda aynı yerde
beraber çalıştıkları bir kişiyi tespit ettim. O Zingal de çalışmış, 4-5
sene mühendislik yapan bizim ilerde ajan olarak kullanacağımız kişi de
aynı yerde çalışmışlar. Şimdi biz bunun ikisini birleştirince elimize bir
bebek doğdu. Ben Tekin dediğimiz şahısla konuştum. Gayet iyi davrandı.
Vatanseverlik gösterdi. Yaparız dedi. Ama dedim sen onunla gidip te ,
lappadak kapıyı çalarsan bu iş olmaz. Eee ne yapalım. Dedim ki bir
tesadüf ihdas edeceğiz. Biz Tekin 'i aldık onların giriş çıkış saatini
tespit ettik. İki arkadaş bazen beraber çıkıyorlardı, bazen tek tek. Orada
da bir tramvay istasyonu var o zaman. Tekin yarın saat 8.00-8.30
arasında tren istasyonunda buluşacağız. Ama ayrı ayrı duracağız. çünkü sen
tanıyorsun adamı. benim sana göstermeme lüzum yok. O evinden çıkıp
tramvay'a binecek sen de tramvay'a bineceksin. Biletini kestirecek Çünkü o
Taksim de inecek. Konsolosluk Taksim'de. Biz bu tertibi yaptık. Bizim
ajanımız ön sahanlık da Alman'a rastladı. Şöyle bir omuz vurdu. Ben
tramvayın içindeyim. Ama daha çok ilerlerdeyim. Adam şöyle bir silkinip
baktı. 'Ooooo Tekin ya nerelerdesin? Nereden çıktın karşıma. Ben seni 6
senedir unutmadım' diyor. Tekin de ' Hayrola neden geldin? Zingal'e mi?'
Yok yok demiş, ben konsolosluğa haber alma vazifesiyle geldim.
Yunanistan'da askerdim beni terhis ettiler. Buraya gönderdiler. Ne
yapacağız diye sormuş bizimki. Şimdi konuşacak bir şey yok, sen akşam
Novotni birahanesine gel , kafa kafaya verip konuşacağımız şeyler var
demiş.
TÜRK CASUSU ALMAN GİZLİ SERVİSİNE SIZDI
Hakikaten ertesi akşam gidiyorlar oraya. Adam hiç çekinmeden ve şüphe
etmeden, eski bir arkadaşı olduğu için diyor ki beni buraya istihbarat
yapmak için gönderdiler. Ama benim elim kolum buna müsait değil şimdilik.
Belki ilerde olacak. sen bana yardım edeceksin. Tehlikeli bir iş ama
seninde hatırından çıkılmaz ne yapacağız diyor. Alman şefimle konuşup ben
sana söyleyeceğim diyor. Aradan bir müddet sonra Fanfiks isminde Baltıklı
bir kadın geliyor Tekin'e. Alman Konsolosluğu'nda çalışıyor. Askeri
Militerlik'de çalışıyor. Diyor ki; siz, Von Badelfeld'in
arkadaşıymışsınız. Bizin öğrenmek istediğimiz bilgiler var. Fakat bunlar
Türkiye aleyhine değil. Bizim kozumuz İngilizler. Türkler de İngilizleri
pek sevmezler. İngilizlere kötülük yapmak , durdurmak için bize yardım
edebilir misiniz? Daha önce verdiği cevabı ona da veriyor. Böylece
tiyatro başlıyor. Üç veya dört harp senesi bu kombinezon işliyor. Hiç bir
çık çıkmadan şüpheye düşmeden. Savaş sonrasında bu Almanları esir olarak
almaya Dorethalcolm geldi. Almanları kampa aldıktan sonra malumu aliniz
harp ilan ettik. İsveç bandıralı muazzam bir tarsatlantik olan
Dorethalcolm geldi. Almanları koydular içine İngiltere'ye götürdüler.
Almanlar giderken sözde ajanlarıyla kucaklaşıp, ağlaşarak terki diyar
ettiler. Giderken de ' Harp tarihi bizim aleyhimize döndü, siz
yapacağınız kadarını yaptınız, ama şans İngilizlere güldü ' diye bizim
elemanları teselli ettiler.
-Peki efendim bu elemanınızdan raporları nasıl alıyorsunuz o zaman?
Güriş: Elemanımızdan yazılı rapor almıyoruz biz. Şifahen rapor alıyoruz.
Daktilo kullanmazdık. Ruslar yapardı bunu. Onların usulünde vardı bu.
- Nasıl yani?
Güriş: Ruslar, Detrap dediğimiz yerlere istedikleri bilgiyi bırakırlar.
Ajanlarına bilgiyi böyle aktarırlar. Onlardan raporu böyle alırlar.
Almanlar'da böyle bir şey yoktu. Doğrudan doğru'ya karşısına alır çata
çata konuşurdu. Biz de aynı yöntemi uyguluyorduk. Ayrıca başka kanallardan
temin ediyorduk. O zaman İsviçre tebalı Madam Ruth adında bir kadınla
konuşuyordum. Dedi ki, ' Süreyya Bey , en son hadise şu şişeyi getirdiler.
Türk subaylarına bundan verin alıştırın dediler' . Alıp şişeyi götürdük.
bir tahlil ettirdik ki saf morfin. Vaziyet bu şekilde devam etti.
Almanlar giderken dediğim gibi bizimkilerle kucaklaşıp ağlaştılar. Biz
sizi unutmayacağız, yarın bir gün Almanya gene eski saffetine dönecek, o
zaman sizi ihya ederiz falan dediler, perde kapandı.
- Hatay sorunu vardı o yıllarda. O konuda Fransızlardan istihbarat
topladınız mı?
Güriş: Hayır. Hiç hatırlamıyorum. O zaten bence istihbarattan ziyade
askeri bir şey oldu. Darbe gibi asker bindi trene gitti. İstihbaratı
karşı tarafın yapması lazım gelirdi bence.
- Bir Fransız istihbarat raporu ele geçirilmiş o zamanlar . Ankara'daki
görevliler. Bu rapora göre Fransızlar 'ın Hatay'a girecek Türk askerlerine
karşı vereceği askeri yok...
Güriş: Ben Alman işgalinden kaçıp Türkiye'ye iltica eden üç Fransız
elemanı ile temastaydım. De Gaulle ile çalışırlardı. Mühendis , gazeteci
bilmem ne oldukları halde İngilizlerle müşterek olarak haber toplama işi
yaparlardı. Almanlar hesabına mesala Alman konsoloslğunun karşısında
güzel bir ev tutup, kristal cam takmışlardı. Girenleri çıkanları tespit
ediyorlardı. Biz onu Ruslara karşı da yapmıştık. İngilizler malesef bazı
bilgilere el koyup kendileri işletmişler.
Şöyle olmuş , Adana merkezli bir operasyon başlamış ve en kıymetli ajanını
Almanlara sürmüş. O zaman Paula Kak isminde bir konsolosluk memuru vardı
yaşlı bir kadın. Yazıda deniryor ki ' filan gün filan yerden İstanbul'a
geliyor' . Paula Kak filan yerde filan kişiyle temas edecekler. Kıbrıs
veya Mısır üzerinden bir hazırlık yapacaklar. Bizim Adana'daki yönetici
diyor ki, bizim şefe ' Aman Celalciğim, çok kıymetli elemanımdır. Aman
İstanbul merkezinde bir karambol'e gelmesin' diyor. Bunlar da bu
izlemeler sırasında çıktı o zaman. Benim diğerlerinden haberim olmadı.
YURTDIŞINA AJAN GÖNDERİP OPERASYON YAPILIYOR
- İkinci Dünya Savaşı'nın Türkiyesi çok aktif galiba?
Güriş: Çok faaliz, bir sürü adam gönderiyoruz. Suriye'ye adam
gönderiyoruz.
- Yurtdışı faaliyetleri de yapıyorsunuz...
Güriş: Tabii. Adam iki bavul patlayıcı madde veriyor, bunu elemanlar
kaçakçılarla beraber fiyatı ne olursa olsun götürüp filan yere sabotaj
yapsınlar.
-Sabotaj, izleme , dinleme herşey var..
Güriş: Dinleme ve beslenme. Şimdi o zaman kullandığımız, daha doğırusu
bizi kullandığını sanan Almanın istediğini vermezsen veya yalan bir şey
verirsen yüzüne güler ama sonra ters tepki eder. Verdiğimiz şeyler için "
Berlin sizden çok memnun" diyor. Neden Almanın bir hafta önce gönderdiği
ajanın bilgilerini biz Alman'a öteki ajanla satıyoruz. O , onu teyid
ederken, öteki de onu teyid ediyor. Bakıyorlar ne güzel olmuş. Şimdi bir
aralık bize maden kömürü şeklinde dinametler verdiler. Ama bunlar kürekle
vapura atılınca biri gemiyi uçuruyor. Onlardan 8-10 tane mukavva kutular
içinde verdiler. bunlar Suriye'ye gidecek veya Beyrut'a gidecek vapura
konulacak. Yangın bombası patlayıcılar.
-Ortadoğu'daki faaliyetleri için bütün bu silahları Türkiye'den mi
geçiriyorlardı?
Güriş: Türkiye'den geçiriyorlar ama hepsine agah olduğumuzu iddia
edemeyiz. Bir çoklarını zaptettik. O zaman gazetelerde haber
çıkartıyoruz. Beyrut Limanın'da şu gemide patlama oldu , şu hasar var ,
şu kadar kişi ölü, yaralı diye. Aslında böyle bir patlama yok.
PERA PALAS TA BOMBA NASIL PATLADI
-Pera Palas'taki patlama nasıl gelişiyor İstanbul'da?
Güriş: Almanlardan kaçarken İngilizler Sofya'da veya Macaristan'de
valizlerini gümrükte bırakıyorlar. Burada açıyorlar ve bombayı içine
koyuyorlar.
-Kimler koyuyor bombayı?
Güriş: İngilizler koymuşlar. O sıradaki soruşturmada böyle saptandı.
İngilizlerin içlerine sızmışlar. İngilizler İstanbul'a gelip Pera Palas'a
yerleşince bomba patladı. Ama bu patlama çok cüzi bir tesir yaptı. Bir de
o sırada orada denetimde bulunan bizim bir arkadaşımız vefaat etti.
- İstanbul'da silah fabrikalarının olduğu yerlerde patlamalar oluyor savaş
yıllarında...
Güriş: ben böyle bir konuyla ilgilenmedim. Bizim bölgemizdeki Alman
faaliyetinin dışında bir şey.
- Savaş'ın sonlarına doğru geliyoruz..
Güriş: Savaşın sonlarına doğru geliyoruz. Biz her türlü zekamızı,
herşeyimizi ortaya koyuyoruz. Türkiye'nin savaşa daihil edilmesini
önlemeye çalışıyoruz.
- Takip ettiğiniz adamların tepkisi nedir?
Güriş: Takip ediyorsunuz. Bizim iki kişi takipçimiz vardı. Biz takipten
ziyade hedefi bastırıp faaliyetini önlemek veya duhul etmek amacıyla
hareket ederiz. Adam geziyor , Dünya'yı geziyor. Takip ettirdiğimiz
insanlar vardı. Mesala Karl Maıyger isminde bir telsiz mütehassısı
geldi. burada telsiz dağıttıkları ajanlara telsiz dersi vermeye başladı.
Şifre deşifre vesaire ve teknik olarak çok kuvvetli şeylerdir.
Mazhar Bey bize bu telsizlerle Atlas Okyanusu'nda giden bir gemiyle
konuştuklarını söyledi. Aldığımız makine tüfek, tabanca ve merminin haddi
hesabı yoktu. Alıyoruz orduya teslim ediyoruz. O zaman posta numaraları
vardı ordunun. birinci, ikinci ordu gibi değilde askeri posta numarası .
Örneğin 4046 gibi. Günlerden bir gün çok krizli bir zamanda bizim
Dostları ilə paylaş: |
|
|