|
|
səhifə | 19/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
limanımızda bir gemi batırılmıştır, yarı falan yoktur diyor. Bizim ajan
Almanlara gösteriyor. 'Hiç olmuyor, keselim bunlardan postayı'diyor. Tekin
akıllı adamdır. O öyle deyince Alman ' Yok gemi battı mı diyecek 'diyor.
'Elbette diyecek kaza olmadı, ölü , diri yok diyecek'. Bizim teknik
ilerleme diye bir olaya o zamanlar ben rastlamadım. Bizim dönemde olmadı.
BİZ KİMLİĞİMİZİ HEP SAKLARDIK
- Hükümetler çok para ayırır mıydı istihbarata?
Güriş: Hiç zannetmiyorum. Hatta o sıralar bir Suriyeli miydi ne? Dedi ki '
Suriye'nin istihbarata ayırdığı para Türkiye'nin bütçesinden fazla'.
- Sizin zamanınızda MAH veya MİT'de çalışmak nasıl bir duyguydu?
Güriş: Biz hep saklardık kendimizi. Biz MİT diye MAH diye bir şey
kullanmazdık.
-Siz nerede çalışıyorum derdiniz?
Güriş: Komisyonculuk yapıyorum derdim. Nitekim Server Somuncoğulu vardı.
Büyük Postane karşısında bir yazıhane vardı iki oda . Ben o yazıhaneyi
kullanırdım onun olmadığı zamanlarda. Orada ajanlarla buluşurdum ve
telefon numarasını verirdim. Bir de Yağ İskelesinde bir ahbabım vardı. O
da ithalat ve ihracat işleriyle meşgul olurdu. Ben orayı da iblidirirdim.
Orada muhasebeci gibi çalışırdım. Ama dediğim gibi MİT, MAH lakırdısını ve
etiketini kapımıza bacamıza koymazdık. Hüviyetimiz yoktu bizim.
-Peki sordular mı nasıl ispatlardınız?
Güriş: Halkın mürvetine güvenirdik. Dediğim gibi hiç bir şey yoktu. Yalnız
Emniyet Müdürlüğü kimlik olarak yeşil kart üzerine bir damga, bir resim
bir de imzalı bir kart çıkarmıştı. Kendi elemanına. Biz Bab-ı Ali'nin
altını üstüne getirip o şeyden bulduk. Bulduk ama 20 kişiye lazım 10
kişilik bulduk. Neyse kimliğimizi de o şekilde hallettik.
Günlerden bir gün bir kişiyle konuşmak istedik. Dedi ki 'Hüvviyetinizi
görebilir miyim?' Tabi dedim çıkardım hüviyeti. Baktı baktı bu 10 yıl önce
verilmiş, muteber değil dedi. Dedim sizin cebinizdeki nüfus cüzdanı ne
zaman verildi? Kırk sene evvel dedi. İyi o zaman o da muteber değil dedim.
Dedim ki her başvurduğumuz yere , her gelene tahrirat mı getireceğiz.
Böyle acayipliklerle de karşılaşıyorduk.
- Emekli olduktan sonra arayıp sordular mı sizi hiç? Ne yapıyorsunuz, ne
ediyorsunuz? Bize şu konuda yardımcı olur musunuz diye?
Güriş: Ankara aramadı ama İstanbul aradı. Basit şeyler hakkında. Ben de
giderdim. Otururduk. Üçbeş konuşurduk. Eğer birşey varsa ufukta yardımım
dokunurdu. Yoksa onun dışında bir şey olmadı.
EMEKLİ OLAN BİTİYOR
- Peki emekliyken de gördüklerinizi rapor eder bildirir misiniz?
Güriş: Hayır. Ona hiç şeyim kalmadı. Benim vazifem kontrespiyonaj. Ajan
sokmak veya adamın içinden adam çalmak. Ama milli meseleler, devleti
alakadar eder şeyler karşısında boş durmazdık. Ama istihbarat bakımından
pek yararlı bir şey olmadı.
- Peki efendim teşkilatınızı diğer teşkilatlarla karşılaştırdığınızda siz
en yaşlı kişi olarak nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?
Güriş: MİT'in bugünkü durumuyla en ön saflarda yeralan istihbarat
teşkilatlarından birisi olması lazım gelir. Her türlü teknik tesisata
malik , uçağı, helikopteri olan bir müesse elbetteki muaffak olur. B
Amirinin emrinde 100-150 kişilik insan varmış. kendisi bana bir şubede
8-10 araba olduğunu ve arabanın da markasını seçtiklerini söylediler.
Bakın bizim zamanımızda İngiltere'den demiryollarını, elektirik şirketini
almaya gelen heyetin evrakını çalmak lazım geldi. Park otelde oturuyorlar.
Sabah çıktılar Ayasofyayı geziyorlar. Biz de iki arkadaş takip ediyoruz.
Arkadaşlarımız da otelde onların evraklarını almaya çalışıyorlar. biz
takipdeyiz ki onlar işlerini yaparken yarım kalmasın veya üzerlerine adam
gitmesin.
Adamlar döndüler dolaştılar yarım saat kadar bir taksiye bindiler
gittiler. Taksi yok , vasıta yok. O dükkan senin bu dükkan benim telefon
ediyoruz. Park Otelinin Resepsiyon Müdürüne. Onun çok faydasını gördük.
Yukardakilere haber ver geliyorlar. Baskına uğramasınlar diye. Şimdi bu
hadise başlı başına teknikle ilgili bir olay. Bizim ne arabamız var , ne
telefonumuz. Olsa geliyorlar diye bildirirdik. Onun için ben bugün
öteki olaylarımızı övmekle beraber üstün bir vasfa sahip istihbarat
servisi olarak kabul ediyorum MİT'i.
- İngilizlerin etkinliği geçtikten sonra 1960 lara gelindiğinde
Amerikalıların istihbarat durumları nasıldı?
- 1960 larda Amerikalılarla ilişkilerimiz devam ediyordu. Amerikalılar
daha ziyade Sovyet işleriyle alakalıydılar. Ben de o sıralar Sovyet Masası
Müdürüydüm. Bizim faaliyetimize bir şey katmadı bu ilişki. Biz işimizi
südürdük. Adam attılar yakaladık. sorguladık. Mahkum ettik. çünkü
bunların attıkları belli başlı bazı yerler vardı. Mesala saat 02.00 dan
sonra Dolmabahçe Sarayı'nın önüne atıyorlar ajanı. Orda in yok cin yok bu
saatte. Biz bunları tespit ederdik. Ve araba yoktu, ayakta gezmek
suretiyle. Bu yolla tesadüf ettiğimiz çok olmuştu. Bir tanesi 20 yıla mı
ne mahküm oldu.
Bir tanesi Çamlıcadaki üssün, dinleme üssünün krokilerini, planlarını
vermiş Radyanov isimli bir Rus'a. Cürmü meşut yaptık. Mahkemeye verdik.
20 yıla mahkum oldu. Üç ay sonra kaçırdılar adamı şimdi Fransa'da.
MİT'Çİ OLMAK NASIL BİR DUYGU
- Eşinizle evlenirken teşkilatta çalıştığınızı söylediniz mi?
Güriş: Evet
-Nasıl karşıladı?
Güriş: Gayet mülayim karşıladı. Bana itimadı tamdı. Beni takdir ettiği
için kabul etti. Ben 50 küsur yaşımda evlendim.
- İstihbarat açısından 1931-1967 çok uzun bir süre . Bu süre içinde
parasal açıdan hiç zorluk çekmediniz mi?
Güriş: Çekmedim . Benim bir miktar param vardı. Dışarıya da gönderildim.
Görevi kamufle etmek için ufak tefek ticaret de yapardım. 10 çuval ıhlamur
alırdım 130 kuruşa, satardım 150 kuruşa. Bu işle meşgul desinler diye.
- O günden buyana bir değerlendirme, son söz söylemek isterseniz, ne
söylersiniz?
Güriş: MİT'e bağlı olmak, MİT çi olmak büyük bir gururdur. Bize İkinci
Dünya Harbi sıralarında bir çok teklifler yapıldı. Vagon Lee Müdür
Yardımcılığını teklif ettiler. Biz işleri reddettik. Yani eski tabirle
kazan kaynatmak için değil, tamamen ulusal gururumuzu tatmin için
çalıştık.
-Emekli maaşınız ne kadar şuan?
Güriş: 31 bin küsur lira.
-31 milyon lira herhalde. Enflasyondan olsa gerek...
Güriş: Ne derlerse onu alıyorum. Defteri veriyorum, basıyorlar düğmeye
alıyorum.
-Çok teşekkür ederiz, sağolun.
Güriş: Siz de sağolun."
FUAT DOĞU DİYE BİR İSTİHBARAT SUBAYI
İkinci Dünya Savaşı boyunca da MAH içindeki yönetim askerlerin
elindedir. Savaş vardır, bu doğal karşılanır.
Savaşın sonlarına doğru, daha sonra MİT Müsteşarlığı da yapacak olan
Genelkurmay İstahbarat Dairesi'nin genç Yüzbaşısı Fuat Doğu, 12 adaların
işgaline ilişkin bir rapor düzenler. Başarılı bir subay olan Doğu,
raporunda Ege Denizinde 12 adalarda bulunan Alman işgal birliklerinin su
ve yiyecek için gelip giden motorlarla kendilerine:
- Savaş sona eriyor, bizi Yunanlılar esir alacağına gelin siz alın,
şeklinde haber yolladıklarını ifade ederek, buraların alınmasını önerir.
Ancak Cumhurbaşkanlığına sunulan bu rapor, İsmet İnönü'nün savaş sırasında
izlediği, savaşa girmeden sınırları muhafaza etme politikası nedeniyle,
sorunlar yaratacağı endişesiyle kabul görmez. Doğu bu sırada İnönü'nün
emriyle adaların alınması için bölgeye asker kaydırıldığını, kendisinin
adalara yapılacak bir çıkarma için stratejik bölgelere elişkin bir rapor
daha hazırladığını ama bu çalışmaların İngilizlerin desteğindeki
Yunanlıların adaları işgali üzerine bir sonuca ulaşamadığını dile
getirmektedir. Savaş sonrasında ise adalar İngilizlerin desteğiyle,
Yunanlılarda kalır.
Savaş sonrasında MAH'ın çalışmaları iyice içe dönük olarak gelişir. Ancak
istisnaları Balkanlar ve Kafkasya'dır. Buralardaki istihbarat
çalışmalarına önem verilir. Bağlantılar ajanların gidiş, gelişleriyle
canlı tutulur.
VON PAPANE SUİKAST VE TÜRKİYE'NİN GÜÇ GÖSTERİSİ
Yukarda Çiçero olayıyla ilgili olarak değindiğimiz İkinci Dünya Savaşı'nın
Almanya Ankara Büyükelçisi Von Papen'in başından bir de suikast olayı
geçmiştir. Bu olay Türk istihbarat birimlerinin o dönemdeki çalışmaları
ile devrin siyasi iradesinin kararlılığı ve Türkiye'nin daha sonra butür
olaylar karşısındaki tutumunun ne kadar farklı olduğunun görülmesi
açısından ilginçtir. O dönemde istihbarat birimleri nasıl çalışmış ve bir
dış tehdidin içerde gerçekleştirdiği eylemin sonrasında neler yapılmıştır?
Unutmamak gereken önemli bir olay da bu dönem içinde Türk toprakları
üzerinde en az 20 ülkenin istihbarat servisinin faaliyet içinde bulunduğu
gerçeğidir.
Türk elçiliklerinin yazışmalarında güvenlik ve gizlilik var mıdır ya da
ne kadar vardır? Açık istihbarat ya da diplomat uyanıklığı ne demektir?
Gelin yeniden Von Papen'e kulak verelim ve başından geçen olayı öncesi ve
sonrasıyla istihbarat açısından da değerlendirerek kendi ağzından
dinleyelim:
" O sene Ankara'da sibirya'yı hatırlatacak bir kış oldu. Derece sıfırın
altında 30 du. Rusya üzerine yürüyen Alman orduları da baştaki başarılana
rağmen bu şiddetli kış önünde ilk hezimetine uğradı. Moskova önlerine
yaklaşan Alman askerleri üzerlerindeki ince elbiselerle oldukları yerde
kalıyorlardı. O tarihlerde bir ara Berline gitmiştim. Türk elçi Gerede ile
uzun uzadıya bir görüşme yaptık. Tabii bu görüşmeleri sefir hariciye
vekaletine bildirdi. O sırada gizli Türk şifresi Berlin tarafından
biliniyordu.Sefirin raporunu öğrenmişler. Ribbentrop beni şidettle
eleştirdi, kınadı. Ben dostum Gerede ile görüşürken, Rusya seferinin,
yakında mukabil bir hareketle karşılaşacağından endişelendiğimi, böylece
bir barış yolunu kabul etmek zaruretinin kendiliğinden doğacağını ümid
ettiğimi söylemiştim. Barış olanaklarından zımmen bile bahsetmek o sırada
Almanya'da affedilmeyecek bir hata sayılıyordu.
Aynı mealde bazı şeylerden bir İspanyol gazetecisine de bahsetmiştim.
Aldığı notlar otel odasından çalınmış. Amerika radyosuna gönderilmiş.
Radyo da böyle şeylerden bahsedince bana ateş püsküren telgraflar geldi.
Bereket versin 7 Aralık tarihinde Japonların Pearl Harbour'da Amerikan
donanmasına yaptığı ani hücum sevinci ile Hitler, benim sözlerim üzerinde
fazla durmak vesilesini bulamadı. Aleyhimdeki bu durumda o hadisenin
akisleri arasında unutuldu.
Hitler o zamanlar Washington da neler döndüğünü farketmiyordu. bunu
görebilseydi hemen 4 gün sonra sırf Japonya'yı keyiflendirmek için
Amerika'ya harp ilan etmeye kalkışmazdı. Aslında Hitler7in Amerika'ya harp
ilan etmesi, Roosevelt7in tam istediği şeydi. Bugün ortaya çıkan
gerçekler gösteriyor ki Amerika o gün Japonların yapacağı baskından daha
iki gün evvel haberdardı. Ama birliklerini vaktinde ikaz edememişlerdi.
Birinci Dünya Savaşından hiç de memnun çıkmamış olan Amerika'da bir
tarafsızlık kanunu çıkarılmıştı. Hitler'in açtığı harbe hiç bir suretle
katılmamak taraftarı olanların sayısı fazla idi. Bu nedenle dünya
üzerindeki gerginlik ve mücadelenin yayılmasını sağlayacak pisikolojik
ortamın doğması için Pearl Harbour gibi bir saldırının olması gerekiyordu.
Sayın dostum Numan Menemencioğlu bana yılbaşında yazdığı bir yazıda: ' Bu
şiddetli kış, bana bu zalimane kasaplığa bir son verdirecek gibi geliyor.
İnsanlığın düşeceği, medeniyetimizin tamamen söneceği günlerin
başlangıcındayız." derken adeta kehanette bulunmuş. Ne acıdır ki
Roosevelt, Hitlere karşı olan nefretini Alman milletinden çıkarmaya
kalkmış ve onun mahvına sebebiyet vermişti. 1917 de Voodrow Wilson,
Avrupanın büyük devletlerine krizi kendi aralarında hallettireceği yerde
hiç lüzumu yokken Amerikayı da harbe sokmuştu. Ama komünistlerin
totaliter programları konusunda en ufak bir fikir sahibi olmayan
Amerika'nınyeni devlet başkanı, dünya tarihini etkileyecek kadar şiddetli
olan bu gerginliğin ucunun Amerika'ya da dokunacağını iyice hesap
edememişti. Menemencioğlu'nun o zaman bahsettiği medeniyetin sönmesi
meselesi bugün hala tartışılıyor.
24 ŞUBAT'DA PATLAYAN BOMBA
24 Şubat günü Ankara'da Çankaya yolunda, Kremlin'in canını sıkan bir
elçiyi ortadan kaldırmak için düzenlediği suikast bugün belki
unutulmuştur. Gerçi emellerinde başarılı olamadılar. Ama bu olay benim
savunduğum Türkiye'nin tarafsızlık politikasının, Türkiye'yi savaşa sokmak
ve Çanakkale'yi elde etmek emeli taşıyan bazı kimselerin işine gelmediğini
göstermişti.
O sabah hergünkü gibi, erken saatte, yanımda eşim olduğu halde Ankara'nın
bu büyük caddesinden büroma gidiyordum. Birden bire arkamızda müthiş bir
patlama oldu. İnfilakın şiddetiyle ikimiz de yere kapandık. Ben hemen
toparlandım. Korkmuş olan eşimin toparlanmasına yardım ettim. Bir taraftan
da ona olduğu yerde kalmasını söylüyordum. Etrafıma bakındım kimseler
yoktu. Peki ama bombayı kim atmıştı? Yoksa bu bir mayın mıydı?
Karımın arkasında küçük et parçaları bulunduğunu hayretle farkettim. Oysa
ikimizin de bir yerine bir şey olmamıştı. Yalnız benim kulak zarım
zedelenmiş, bir de pantolonum yırtılmıştı. Yüz metre civardaki bütün
binaların pancereleri kırılmıştı. Ama bombayı atan ortada yoktu. Tesadüfen
oradan geçen bir taksi , hem polise hem de sefarete durumu bildirmiş. Çok
mükemmel çalışan Türk Emniyet Teşkilatı hadise mahalline geldi ve bombayı
atanın bizzat parça parça olduğunu, şahsından hemen hemen eser kalmadığını
tespit etti. 50 metre ilerdeki bir ağacın dalında tek bir ayakkabı buldula
r. Türkiye Hükümet Reisi, hadisenin büyük bir titizlikle tahkik
edileceğini, siyasi gerginliklerin doğmasına bile sebep olsa, Türk
toprağının siyasi cinayetlere sahne edilmesine müsamaha edilemeyeceğini
beyan etti.
24 saat içinde işin mahiyeti anlaşıldı. İstanbul'da okuyan bir Makedonyalı
talebe, Rus Konsolosluğu'nca bu iş için hazırlanmış. Rus konsolosluğu o
zaman Türk güvenlik birimlerince sarılarak suikastcinin cürüm ortağı
yetkililer tarafından istendi. Bu işle alakalı bir başka şahsın da daha
evvel davranarak Rus hududunu geçtiği öğrenildi. Bir ay süren mahkemede
bütün teferruat ortaya çıktı. Suikastçiye bir Walter tabancası, bir de gaz
bombası verilmiş. Bombayı ancak polis tarafından sarılma tehlikesiyle
karşılaşınca kullanacakmış. Ama cani Atatürk Bulvarını tenha görünce
kendini emniyete almak düşüncesiyle beni 7 metre arkamdan vuracağı halde,
tabanca ile gaz bombasını birlikte kullanmayı tercih etmiş. Hakikatte içi
dinamit dolu olan bombayı fırlatınca tabancayı kullanmaya vakif bulamadan
parçalanmış. Fedai bir suikastçiyi, komünist tebaalı bir insanı Türk
polisine karşı korumak için tasarlanan bu usül hiç de ustaca değildi. Ama
o tarihten sonra olanların buna benzer metodlarla yapılmasına karşı
tecrübe edinmiş olduk.
Göbbels'in hatıra defterine yazdığına göre, bu gibi suikastlerde tatbik
edilen metodlar hakkında ilerde aynı usulü kullanmak isteyeceklere karşı
tedbir olmak üzere gazetelere teferruatlar yazdırılmamıştı. Böylece
Almanya'da kendi vatanımda bu olay pek fazla duyulmamıştı. Bu nedenle
hadiseden 18 sene sonra, halen benim o zamanlar Hitler'in savaş gayelerini
destektlediğim kanatini taşıyan Alman hariciyesini mazur görüyorum.
Olay sonrasında Türkiye'nin her tarafından yakın alaka gördüm. Başkan
İnönü ve pek saydığımız eşi, eşime çiçekler göndererek geçmiş olsun
dediler. Kızıma da Cumhurbaşkanının hususi atına binme izni verildi.
Gazzeden dostum olan Refet Paşa bana sarılarak ' Cephede olmadan top
seslerini duymak ne büyük saadet' dedi. O zaman Vekil olan Ali Fuat
Cebesoy, Ürdün cephesinde beraber olduğumuz bu eski dost bize parlak bir
akşam yemeği verdi. Numan Bey tanınmış kulak mütehassısı Dr. Topas'ı bana
gönderdi ve kulak zarımı düzelttirdi. Gerçi biraz ağır duyar oldum ama,
Almanya7da harp sonrası mahkemeleri sırasında geçirdiğim enfaktüs
yanında bunu arıza bile saymam. sonradan Amerikaya kaçan bir Sovyet gizli
teşkilat subayının bu konudaki açıklaması pek ilgi çekicidir. 1944 de beni
ortadan kaldırmak vazifesini önce ona vermek istemişler. Bir kolayını
bulup atlatmış. Böyle olduğuna pek şükrediyordu. Zira suikastçinin
akibetine o zaman o uğrayacakmış.
O senenin yazı Türkiye ile Almanya arasında yapılan güzel bir anlaşma ile
bitti. Hitleri bu işte ikna etmek için epeyce uğraştım. Türkiye bize krom
vesair iptidai maddeler verecek, buna mukabil Almanya Türkiye'ye iki
modern tank birliği malzemesi temin edecekti. Hitlerin bu tankları bir gün
kendisine karşı kullanacakları endişesine karşı. Türklerin ne kadar
kuvvetli ve bağımsız olurlarsa tarafsızlıkları da o derece sağlam olur
fikrini savunarak tankların verilmesini sağladım.
Bir sonraki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı geçit resminde, bu tanklardan bir
kısmı yabancı erkan önünde geçerlerken, herkesin gözleri parlamıştı. Bir
çok tarafsız kimse de bu işi, kuru sözlerden daha değerli bir dostluk
nişanesi olarak vasıflandırmıştır. Gerçekten savaşın en sıkıntılı
döneminde müttefiklerin düşmanı bir devletten sırf tarafsızlığın teminatı
için tank satın almak başarılı bir hareket olmuştu."
SUİKASTÇİLER NASIL YAKALANDI
Evet o dönem Türkiye hem tarafsızlık politikasının en hassas noktası olan
Sovyet büyükelçiliğini kuşatıyor, hem de içerdeki suikastçiyi alıp
yargılıyor. Bugünün siyasi otoritesi açısından, hem de dönemin gizli
servisi ve polisinin olayı çözmek bakımından gösterdiği başarının neden
günümüze uzanmadığını iyi tahlil etmek gerekiyor. Siyasi otoritedeki
kararlılık ve bu tür olaylara verilen önem gerekli etkiyi
gösteriyor.1940'lardan 1994'lere gelindiğinde Türkiye'de bugün
aydınlatılamayan siyasi cinayetlerin sayısının bin 700 lere ulaşması
kararlılığın önemini anlatsa gerektir. Bunda o dönemin istihbarat
servisinin de yıpranmamış ve henüz iç kararsızlıklara bulaşmamış
olmasının da etkisi kuşkusuz bulunmaktadır.
Gizli servis Papen'e suikast girişiminde bulunan kişinin 25 yaşındaki
Yugoslav göçmeni Ömer Tokat olduğunu saptar. Tokat, Yugoslav komünist
partisi üyesidir. İstanbul Hukuk Fakültesinde okumuştur ve Türk
vatandaşlığına da kabul edilmiştir. Polisin İstanbul'daki Sovyet
Dostları ilə paylaş: |
|
|