|
|
səhifə | 22/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
ajan şebekeleriyle radyo haberleşmeleri yapılmıştır. Buralar
aracılığıyla diğer istihbarat faaliyetleri yürütülmüştür. Buralarda birer
istihbarat karakolu bulunurdu. Bu karakollar Türkiye'ye karşı yapılan
istihbarat faaliyetlerini gece gündüz çalışarak yönlendirirlerdi.
1947-1960 yılları arasında Rusların da casuslukta kullandıkları en etkin
kesim Türkiye'de bulunan Bulgar göçmenleri veya onların aileleridir.
Faaliyetteki ajan şebekesi küçük ama etkindir. Türklerin bu tür
faaliyetlerde kullanılması konusundaki denemelerinde Ruslar büyük sıkıntı
çekmişlerdir. Çünkü ajanlık için teklif götürülen kişiler soluğu doğruca
poliste almışlardır.
Ankara'da 1955-1957 yılları arasında faaliyet gösteren ve Batılı
istihbarat örgütlerine bilgi sızdırdığı Ruslarca ortaya çıkartılan
istihbarat subayı Oleg Penkovski sonradan yayınlanan notlarında,
Türkiye'deki faaliyetlerine ilişkin olarak şunları aktarıyor:
" 1955 yazında Ankara'ya geldim, başlangıçta Askeri Ateşe ünvanını
taşıyordum. Ocak 1956'da Ankara'ya yeni Sovyet Askeri Ateşesi GRU (
Askeri gizli servis)Generali Nikolay Petroviç Rubenko geldi. Kendisi ile
olan ilişkilerim yavaş yavaş gerginleşti ve sonunda 1956 Kasımında geri
çağrıldım. GRU geri hizmeti ile görevlendirildim. Asıl adı Savçenko olan
Ateşe, önceleri Kabil'de bulunmuştu. Yaverlerinden biri olan İyoçenko,
yolda rastladığı herhangi bir Türk'ü lokantaya davet eder ve tepeden
inercesine yüksek ücretle Sovyet ajanı olmasını teklif ederdi. ' Sen beni
seversen ben de seni memnun ederim ' derdi.' Şimdi bana bir askeri el
kitabı getir bakalım. İşte alsana para'. Bu gibi şeyler çok geçmeden Türk
istihbarat servisinin dikkatini çekti. Türk yetkililer bir başka sebeple
onu tutukladılar. İyoçenko tutuklandığı buluşmaya Savçenko'nun izniyle;
Moskova'nın ajanlarla buluşmaların yasaklandığı ve İran Şahını'nın
Türkiye'ye gelişine rastlayan nazik bir zamanda gitmişti. Bu konuda
eleştirilerimi aktardığımda Savçenko çok kızdı. Bunun üzerine KGB
kanalıyla Moskova'ya bir telgraf çektim.GRU haberi alır almaz beni
Moskova'ya çağırdı. Savçenko görevinden alındı, ben de amirlerimi
dinlemediğim için iyi bir fırça yedim."
Bu arada 1969 yılında bugünlerin Rus aşırı milliyetçisi Vilademir
Jirinovski KGB ajanı olmak suçlamasıyla Türkiye'de tutuklanır ve Rus
Büyükelçiliği ile Türk makamlarının imzaladıkları bir protokole bağlı
olarak sınır dışı edilir. O sıralar Jirinovski Aliağa rafinerisinde
çalışmaktadır. bu çalışmaları sırasında KGB adına faaliyette bulunduğu
belirlenir. Rafineri o zaman Sovyet yardımıyla yenilenmektedir.
27 MAYIS 1960'I AMERİKALILAR BİLDİRDİ
İçerde oldukça aktif olan MAH, gelişmeleri çok yakından takip etmektedir.
Türkiye'nin gelip dayandığı 1960 darbesini de çok yakından izler. Gerçi
sadece MAH değil polis istihbaratı da 27 Mayıs 1960 darbesini çok çok
önceden darbeyi yapacakların adları ve görevleri ile birlikte hükümete
iletmiştir. Ancak yine de bu bilgi Amerikalılardan sonra bize gelmektedir.
1957 yılında, CIA'nın İstanbul istasyon şefi Laysırsın aradığı İstanbul
Emniyet Müdürü Hayrettin Nakipoğlu'na kendilerine gelen bir Türk
yüzbaşısının sığınma talebinde bulunduğunu, yüzbaşının Türk ordusunda
darbe hazırlıkları yapıldığı yolunda bilgiler aktardığını söyler ve "
gelin bunu alın" der.
Yüzbaşının adı Samet Kuşçu dur. Kuşçu'yu 2. Şube müdürü olan Ergun
Gökdeniz'in alması istenir. Ancak Gökdeniz bu görevi 1. Şube Müdürü
Nevzat Ünlüay'a aktarır. Gökdeniz daha sonra istihbarat açısından
Türkiye'nin önemli adları arasına katılacaktır.
Ünlüay, Kuşçu'yu teslim aldıktan sonra, emniyette uzun uzun sorgulamalar
sürer. Sorguda Samet Kuşçu darbe yapacak olan subayların adlarını tek tek
verir. Nerede ne konuşulmuş, neler, nasıl yapılacak anlatır. Bu sorgudan 3
yıl sonra darbe gerçekleştiğinde Kuşçu'nun söylediklerinin hepsinin doğru
olduğu görülür.
Emniyet sorgusunu yaptığı Kuşçu'yu MAH'a teslim eder, onlar ayrıca
sorgularlar. Yani bütün istihbarat birimleri olaydan haberdar olur.
Alınan ifadeler önce dönemin İçişleri Bakanı olan Namık Gedik'e aktarılır,
Gedik durumu Başbakan Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a
bildirir ve ifadenin metinlerini sunar. Gedik üç yıl sonra ihtilal sonrası
gözaltındayken intihar edeceğinin farkında mıdır bilinmez. Ancak farkında
olduğu şey ihtilalin ayak seslerini duymasına karşın önleme yolunda bir
adım atamadığıdır. Daha sonra MAH Celal Bayar'a ve DP kadrolarına dönemin
CHP ileri gelenlerinin kendilerine karşı bir askeri darbe hazırlığında
olduklarını iletir ve gelişmelerden bilgilendirir.
Ancak ordu içi gelişmeler konusunda istihbarat hemen hemen yok gibidir.
Bunun nedeni de MAH kadrolarının büyük bir bölümünün asker oluşundan
kaynaklanmaktadır.
DP iktidarı da MAH'ı kendi işlerinde kullanma konusunda oldukça
uzmanlaşmıştır. MAH teknik ekipmanıyla CHP lilerin peşindedir. Onların
evlerini, bürolarını ve telefonlarını dinlemektedir. Bu bir skaldaldır.
Ancak DP iktidarı bunu istemiş ve yaptırmıştır.
Dinleme işlemini yapanlardan MAH'ın Teknik İstihbarat Birimini oluşturan,
Mazhar Eymür'ün bu işi nasıl yerine getirdiği konusunda, oğlu Mehmet Eymür
anılarını aktardığı ANALİZ kitabında bakın neler söylüyor:
"27 Mayıs 1960 geceyarısına doğru babama telefonla bilgi geldi. İhtilal
hareketi başlamıştı. Babamı ilk defa telaşlı görüyordum. hemen yakında
oturan bir kaç personel çağırıldı. nöbetçi erlere herhangi bir müdahaleye
karşı koymamaları için talimat verildi.Babamın yardımcılarından Necdet Bey
yakınlarda oturduğundan hemen daireye geldi. Birlikte en üst katta, lojman
karşısındaki dairede bulunan ' özel dinleme' bölümüne geçip buradaki bazı
bant ve evrakı yokettiler. Öğrendiğime göre orada muhalefet partisi CHP
ve onun yöneticileri izleniyordu. Babam Necdet Bey'e ' Kaç kere söyledim,
bizi şu işlere karıştırmayın diye, bir türlü dinletemedim' diye
yakınıyordu."
27 MAYISÇILAR MAH'I SİLİNDİR GİBİ EZDİ
27 Mayıs 1960 MAH içinde bir dönüm noktasıdır. Askerler yönetime gelir
gelmez yaptıkları incelemelerde darbenin yıllar öncesinden bilindiğine
dair belgeleri görürler. DP için acı acı gülümserler. MAH içinde öyle. MAH
kadrolarına karşı askerler büyük bir operasyon başlatırlar. Teşkilatın
yüzde 90'a varan kısmı tasfiye edilir. Sabah erken kalkan asker gidip MİT
yetkilisi koltuğuna oturur. Sonunda istihbaratçılara istihbarat
teşkilatında yer kalmaz olmuştur.
Tasfiye edilen, daha doğrusu toptan kaldırılan bir başka istihbarat birimi
ise polis istihbarat birimi " Önemli İşler Müdürlüğü" dür. Darbeciler
darbeyi herkesten önce öğrenen polis istihbaratını tamamen ortadan
kaldırırlar. Ancak daha sonra bu birim ile MAH'ı yeniden yapılandırmanın
gerekliliği karşısında çaresiz kalırlar.
MAH YERİNE EMNİYET İSTİHBARATI
1937 yılında 3201 sayılı yasayla kurulan Emniyet Genel Müdürlüğü
İstihbarat Şubesi, o zamanki adıyla " Önemli İşler Müdürlüğü" güvenlikle
ilgili istihbarat çalışmaları yapacaktır. 1951 yılında bu birim, MAH'ın
bulunmasına rağmen yeni bir yapılanma ile kontrespiyonaj dahil hemen
bütün alanlarda istihbarat yapmak üzere birimler oluşturur, bu birimler
illerde değişik adlarla çalışırlar. 1958 yılında " İstihbarat Elemanı
Sevk, İdare ve İstihbarat Operasyonu Düzenleme Kursun"dan geçirilen
elemanların katılımıyla bu birimler Hatay, Ankara, İstanbul, İzmir'de
"Küçük Gruplar" adıyla oluşturulan istihbarat ünitelerinde
görevlendirilmişlerdir. 1960'da askerler bu birimi kapatırlar. Yerine 1963
yılında yeniden oluşturulan ve düzenlenen yeni Önemli İşler Müdürlüğü
kurulur. Bu yeni birim 10 ilde faaliyet gösterir. 1970 yılında Daire
Başkanlığı, 1975 yılında İstihbarat Başkanlhığı, 1983 yılında ise
İstihbarat Daire Başkanlığı adını alan polis istihbarat biriminin
yetkileri de yeniden belirlenir. Buna göre Emniyet Genel Müdürlüğü
İstihbarat Daire başkanlığı'nın görevi :
" Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne , Anayasa düzenine ve
genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak,emniyet ve
asayişi sağlamak üzere, ülke sevyesinde istihbarat faaliyetinde
bulunmak. Bu amaçla bilgi toplamak, değerlendirmek, yetkili merciilere
veya kullanma alanına ulaştırmak. Devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla
işbirliği yapmaktır."
Askerler, polis istihbarat ünitesini ortadan kaldırınca yeni hedef olarak
MAH'ı seçerler. MAH için darbecilerin söylemi daha milli bir gizli
servis ve çağdaşlaştırma isteği şeklinde gelişir. En azından söyledikleri
budur. Gerçi illerdeki gizli servis bürolarına gidip oturan askerler
öncelikle kendileri ve içinde bulundukları cuntasal faaliyetlerle ilgili
dosyaları sonra da tanıdıkları ile ilgili dosyaları arşivlerden çıkartır
ve temizlemeye çalışırlar. MAH kadrolarının tamamında yönetime el koyup
arşiv düzeltme çalışmalarına başlarlar.
Askeri yönetim ilk iş olarak askeri akademide hocalık yapan Albay Naci
Asutay'ı MAH başkanı olarak atarlar. Asutay'ın görevi MAH'ı çağdaş, dışa
dönük, stratejik istihbarat yapacak bir kuruluş yapmaktır. Çünkü
askerler yaptıkları araştırmalarda MAH ile özellikle Amerikan, İsrail ve
İran gizli servislerinin içiçeliğini öğrenmişler ve bundan kurtulmak
istediklerini beyan etmişlerdir.
Ancak onların atamasıyla göreve gelen Asutay MAH içinde etkili
olamamıştır. Asutay yerine teşkilat Ziya Selışık tarafından yönetilir
hale gelmiştir. Selışık MAH'ın içinde yetişmiş bir asker kökenli
istihbaratçıdır. Asutay'ı MAH içinde tüketmiştir.
NACİ AŞKUN'DAN CEVDET SUNAY'A İSTİHBARAT FIRÇASI
27 Mayısçılar bunun üzerine istihbaratçı bir Tümgeneral olan Naci Aşkun'u
MAH başkanlığına getirirler. Aşkun teşkilatta büyük bir operasyona gelir
gelmez girişir. Sonuçta yeni bir yapılanma ortaya çıkar.
Bu döneme ilişkin anılarında Talat Turhan şunları anlatıyor:
" O dönemde MİT'in başında Türkiye'de tanıdığım en onurlu kişilerden biri
vardı. Tümgeneral Naci Aşkun. Eğer o olsaydı MİT bugünkü noktaya gelmezdi.
( 1992) Yahut onun anlayışında insanlar MİT'in başında olsaydı MİT bu
noktaya gelmezdi. Çok onurlu ve ilkesel bir adamdı. Bu adam benim
komutanımdı. Dörtyolda 1959-1960 yıllarında. Dolayısıyla kültür
düzeylerimiz uyuştuğu için askeri hiyerarşi içinde dosttuk. Çok açık
herşeyi konuşurduk. O Milli Emniyet Başkanı olunca, beni de çok yakın
tanıdığı için yanına almak istedi. Bir örgüte girmeden evvel, örgütün iç
yapısını bilmem lazım. Beni aldı örgütün her tarafını gösterdi. Ben o
örgüttü hizmet yapamayacağımı anladım ve ( İstanbul Bölge Başkanlığı)
teklifini kabul etmedim. Oysa ki biliyorsunuz, MİT raporunu okudunuz, MİT
İstanbul Başkanı olmak için insanlar ne entrikalar çeviriyorlar. Yüzelli
bin türlü entrikalarla, yüzelli bin türlü ilişkilerle yeraltında,
yerüstünde çeşitli olaylar yapıyorlar. İstanbul MİT Bölge Başkanı demek 9
il valisinin üzerinde bir statüde bulunmak demektir. O gizliliğin
verdiği avantaj hariç. Bir de istihbaratçı megalomanisi var ki , en
dipteki ajan bile istihbaratçıyım dediği vakit kendisini çok üstte
görüyor. Bu tavırlar belki demokratik çerçeve içine sokulursa Türkiye'de
belki birçok şey düzelir.....
..MİT'e kumanda eden kişiler , MİT'e egemen olamadıklarını söylemişler;
MİT'in başında olan kişiler, bakanlar: ' Kayden benim emrimde diyor' ...
İstihbarat'ın da normalde yüzde 75'I açıktır. Yüzde 10'u teknolojiktir.
Geri kalanı da iğrençtir. Yani ajan vesaire gibi. Onların içinde de en
çok olanı parayla elde edilen kişelerdir. Yani bu işi yaptırmaya herkesi
bulamazsınız. Bir istihbarat örgütünün iyi olması için, açık istihbarat
çoğunlukta olacak. Teknik istihbarat çoğunlukta olacak. Bu ajanlarla filan
eski zaptiye yöntemleriyle insanların peşine giderek, yatak odalarına
girerek , bu anlayışı ortadan kaldırdığınız zaman örgütü sağlık
getirebilirsiniz."
Ancak ordu içi çekişmeler yüzünden MAH bir türlü istenilen dışadönük
istihbarat çalışmalarına kanalize olamaz.
Aşkun da bu içe dönüklüğün kurbanlarından biri olacaktır.
Aşkun'u makamına çağıran dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet
Sunay, silahlı kuvvetlerin içine dönük istihbarat yapmasını ister. MAH
subayları izleyecek ne yapıp ne yapmadıklarını Sunay'a bildirecektir.
Bu isteğe karşı çıkan Aşkun, Sunay' a " Eğer bunu kabul edersem önce sizi
izlemem gerekir" diyecek, ancak istifasını da verecektir.
Bundan sonraki dönem MAH içinde uzun yıllardır bulunan ve başkan olarak da
kalacak olan Fuat Doğu'nun dönemidir. Doğu'yu göreve getiren Süleyman
Demirel ve arkadaşlarıdır.
FUAT DOĞU DEMİREL'İ UYARIYOR
Ancak Doğu daha sonra 12 Mart olayında Başbakan Demirel'i bir süre
uyardıktan - ki bu uyarılar arasında darbe hazırlığıyla ilgili bilgiler de
vardır- sonrasındaki gelişmelerde olaylarla ilgili bilgileri Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay'a aktaracaktır. Doğu, MAH Başkanı Behçet Türkmen döneminde
Amerika'da eğitim gören istihbaratçı subaylardandır. 4 arkadaş olarak
Amerikaya gider ve burada CIA'nın istihbarat kurslarından geçerler. Sonra
yurda dönüldüğünde bu çekirdek kadro Amerikalılarla birlikte kurulan MAH
okulunda ajan eğitimini sürdürür. Doğu devamlı, diğer 3 eleman ise zaman
zaman derslere girer. 1944'de Genelkurmay istihbaratına, 1954 de de MAH'a
geçen Doğu İstanbul'da istihbarat okulunda ders veren ilk hocalardandır.
Bu ilk derselere 800 kadar öğrenci katılır. Doğu daha sonra İstanbul
bölgesinde kalır. Bu sırada en önemli operasyonlardan birisini Fener Rum
Patrikhanesiyle ilgili çalışmalar oluşturur. Doğu'nun kontrolünde
Patrikhaneye sızmayı başaran MAH, homoseksüel eğilimlerini saptadığı bir
rahipten, Patrikhanenin Türkiye içindeki ve dışındaki politikaları ve
emelleri üzerine yine bir homoseksüeli aracı kılarak bilgi almayı başarır.
Bu bilgiler bugün Patrikhanenin gerçekleştirme yolunda büyük adımlar
attığı Vatikan gibi bir ayrı statü kazanmanın ilk bulgularını
oluşturmuştur.
Türkiye'de 6 Temmuz 1965 gününe kadar gizli servis çalışmaları malesef
hep yasal dayanaktan yoksun olarak yürütülmüştür. Bu nedenle de
kurumlaşılamamış, ilkeleri oluşturulamamıştır. O zamana kadar teşiklatın
yasalara uydurulması ve günün şartlarına göre yeniden yapılandırılması
kavramı hep tartışılan ancak bir türlü yaşama geçirilemeyen düşünce olarak
kalır. Oysa Türkiye batılı veya doğulu bütün ülkelerin ve bunların
istihbarat birimlerinin nüfuz alanı içinde bulunmaktadır. Bu düzenlemelere
acil ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacı duyanların başında Türkiye
Cumhuriyetini kuran liderlerden İsmet İnönü gelmektedir. İnönü,
Türkiye'nin dışa bağımlılığı konusunda ve özellikle istihbarat için 1963
yılındaki bir Bakanlar Kurulu toplantısında sıkıntısını şu sitem dolu
sözlerle dile getirir:
TESLİM ALINMIŞLIĞIN ÇARESİZLİĞİ: İNÖNÜ İSYAN EDİYOR
" Daha bağımsız ve şahsiyetli bir dış politika izlenmesini istiyorsunuz.
Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu. Karar vereceğim
ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflıca çalışma
yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu.Hepsinin
etrafında uzman denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar,
muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çılışıyorlar. O da
olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum; neticesi bana
gelmeden Washington'un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden
öğreniyorum.
Böyle mi teslim ettik biz devleti. Bana şimdiye kadar bunlar tarafından
hazırlanmış, derdimize deva bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma
kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak biz yine kendi elemanlarımız ile
yapıyoruz. Peki bu binlerce adam ' avara kasnak' gibi dolaşmıyor. Elbet
kendileri için önemli marifetleri var. İstiklal Harbinden sonra sulh
anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar
meselesi fiili bir durum idi. Tazminat işini ki biz devletlerle aramızda
hallederdik.Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek
uzman vermek için büyük ödünler vermeye hazırdılar. Dayattık. Biz onların
niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla
reddettiğimizi biliyorlardı.
Böyledir bu işler. Peygamber edasıyla size dünyaları vadederler. İmzayı
attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, üsleri gelmiştir.
Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit
geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat
zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında
çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimiz zaman başımıza neler geleceğini
kestiremem"
MAH, MİT OLUYOR
İşte aynı İnönü, bu sıralarda hazırlattığı yeni bir istihbarat örgütü
yasasını TBMM'ye sevkeder.
Bu yıllardır yeraltında bulunan, kuralları ve çalışması gizli olan bir
devlet örgütünün yerüstüne çıkarılmasıdır. İnönü karma hükümetinin
Meclise sevkettiği yasa MAH'ı MİT'e dönüştürmektedir. Bu sadece bir ad
değişimi demek değildir. Yeni hazırlanan Anayasa'ya da uygunluk
yaratılmaktadır. Yani yasallık getirilmektedir. Türk gizli servisi var
kılınmakta, adı konmaktadır. Pek çok yabancı araştırmacı bu dönemde Türk
gizli servisinin adını bilemedikleri için "Emniyet" diyerek, Türkiye'de
polis örgütüne karşılık gelen bu kurumu gizli servis saymaktadır. Bu da
doğaldır. Çünkü MAH'ın kadrosu ve yasal hiç bir düzenlemesi yoktur.
Milli Emniyet Hizmetleri olarak adlandırılan gizli servis çalışmaları,
Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesinde yürütülecektir. MİT topladığı
bilgileri 1961 Anayasasıyla oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu'na
aktaracaktır. Bu kurul devlet politikasını şekillendiren ve hükümetin de
üstünde yeralan bir yeni yapılanmayı da beraberinde getirmektedir. MİT bu
kurulun gözü kulağı olacaktır.
Ancak yasayla ordu ile MİT ilişkisi yeniden tartışmaya açılır.
Bazı kesimler ki bunun içinde emekli subaylar ile dönemin CHP
milletvekilleri bulunmaktadır, MİT'in yapısının askeri olmasının
sakıncalırını anlatırlar. Bunlara göre MİT içinde çok çeşitli olaylara
karışan subaylar, bu görevlerinden sonra gittikleri kışlalarında askerlik
Dostları ilə paylaş: |
|
|