|
|
səhifə | 26/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
'nun öldürülmesi. İran isttihbarat servisince gerçekleştirildiği
değerlendirilmektedir.
-24.10. 1986 'da İstanbul'da İran rejimi karşıtı Şahbur Bahtiyar örgütü
mensubu Albay Ahmet Hamit Münferit 'in öldürülmesi. İran istihbarat
servisince gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.
-29.11.1986 da Hizbullah örgütüne mensup 4 Şahsın 97.5 kilo C-4 tahrip
kalıbını Türkiye'ye sokarken yakalanması . Hizbullah mensuplarınca
Türkiye'de bir takım eylemler gerçekleştirmek amacıyla getirilmiştir.
-28.8.1987'de Irak istihbarat servisine hizmet eden İran'lı Hasan
Mansuri'nin öldürülmesi ve Irak'lı Menhal Muhammed Fadel'in yaralanması.
İran istihbarat servisince gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.
-23.10.1988'de HMÖ mensubu Abdulhassan Mojtehatzadeh'in İstanbul'dan
İran'a kaçırılırken Erzincan'da otonun bagajında yakalanması. İran
istihbarat servisince gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.
-25.10.1988'de Suudi Arabistan'ın Ankara Büyükelçiliği 2. sekreteri
Abdülgani Bedevi'nin Ankara'da öldürülmesi. İslami Cihat tarafından
üstlenilmiştir. Faillleri tespit edilememiştir.
-16.10.1989 da Ankara'da Suudi Arabistan'ın Ankara Büyükelçiliği muhasebe
müdürü Abdurrahman El Şiravi'nin yaralanması. İslami Cihat tarafından
üstlenilmiştir. Failleri tespit edilememiştir.
-14.1.1990'da Ankara'da Suudi Arabistan Büyükelçiliği 2. sekreteri
Abdülrezzak Kashmeri 'nin otosuna patlayıcı yerleştirilmesi. İslami Cihat
tarafından üstlenilmiştir failleri tespit edilememiştir.
-31.1.1990'da laiklik yanlısı Prof. Dr. Muammer Aksoy'un Ankara'da
öldürülmesi. İran İstanbul Baş Konsolosluğu'nda görev yapıp ayrılan Ahmet
Aghıgi ve Hasan Keshani adlı iki İranlı diplomatın eylemde rol aldığı
hassas bir kaynaktan öğrenilmiştir. Gözaltında bulunan Mehmet Ali
Şeker'in ifadesinde ise Muammer Aksoy'un kendi gruplarınca öldürüldüğü
hususu yer almaktadır.
-12.3.1990'da İran İslam Cumhuriyetinin Mevcut rejimini benimseyerek
aynı düzeni ülkemizde gerçekleştirmek isteyen ve İran İstanbul Baş
Konsolosluğu ile teması olan bir grubun İstanbul'da yakalanması. Abdullah
Turgut liderliğinde 39 kişi yakalanmış ve çeşitli marka ve çapta
tabancalar, kalaşnikof otomatik silahlar , av tüfekleri ve patlayıcı
yapımında kullanılan malzemeler ele geçirilmiştir.
-14.3.1990'da İstanbul'da HMÖ mensubu Muhammed Reza Akhavan Cem'in
yaralanması. İran istihbarat servisince gerçekleştirildiği
değerlendirilmektedir.
-29.1. 1991'de İzmir'de ABD askeri tesislerine yönelik saldırı. Hizbullah
tarafından üstlenilmiştir failleri tespit edilememiştir.
-26.3.1991'de Ankara'da Irak'ın Ankara Büyükelçiliği ticaret ataşesi Kays
El Faysal'ın yaralanması. İslami Cihad tarafından üstlenilmiştir.Failleri
tespit edilememiştir.
-28.12.1991'de Ankara'da Mısır Büyükelçiliği ateşesi Abdullah Hossein Al
Khoraby'nin yaralanması ile ABD Tuslog görevlisi Vicktor Marwik'in
ölmesine neden olan otomobillerin bombalanması. İslami Cihad tarafından
üstlenilmiştir. Failleri tespit edilememiştir.
-7. 3 . 1992 Ankara- İsrailli Büyükelçilik güvenlik şefi Ehud Sadan 'ın
otosuna patlayıcı yerleştirilmesi. İslami Cihad (İslami İntikam) örgütü
üstlenmiştir.
-4.61992 İstanbul'da HMÖ mensubu Ekber Ghorbani (Mansur Amini Madiseh 'in
kaçırılarak öldürülmesi. HMÖ mensupları tarafından şahsın Müfreze 5000
tarafından kaçırıldığı iddia edilmektedir. İran istihbarat servisince
gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir.
-24 .12.1992 tarihinde İstanbul Yeniköy'de tarihi Osman Reis Camiine bomba
konması sonucu tahribat meydana gelmesi. İslami Cihad tarafından
üstlenilmiştir. Asıl hedefin başka bir yer olduğu yanlışlıkla caminin
bombalandığı örgüt tarafından açıklanmıştır.
-26 .12.1992 günü İstanbul'da Drefşi Kaviyani örgütü (Milli Bayrak)
mensubu Abbas Golizadenin evinin önünden kaçırılması. Halen gözaltında
bulundurulan Ali Şeker'in ifadesinde bir minübüs ile Şahsı kaçırdıkları,
Yalova'da İran istihbarat Bakanlığı mensuplarına teslim ettikleri
belirtilmektedir.
-24. 1. 1993 günü Uğur Mumcu'nun otosuna bomba konularak öldürülmesi.
İslami Kurtuluş Örgütü, İslami Cihad, İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi
(İBDA-C) gibi gruplar üstlenmiştir. Araştırmalar sürmektedir.
-26. 1.1993 tarihinde jak Kamhi'nin aracına silahlı saldırı teşebbüsü .
Olayla ilgili üç Türk yakalanmış olup bunlardan Can Özbilen ve Osman
Erdemir'in çeşitli zamanlarda İran'a giriş ve çıkışları tespit
edilmiştir."
RAPORA RAĞMEN HİÇ BİR ŞEY YAPMADILAR
Evet işte size bir liste ve bir çok cinayetin yanı sıra Muammer Aksoy
cinayeti ile ilgili bulgular ve bir MİT raporu. Öldürülenlerin listesi
bir başka ülkenin Türkiye üzerinde nasıl rahat terör yaratabildiğinin de
göstergeleri arasında yeralıyor.
Sizce ülkeyi yönetenler bu MİT raporunu aldıktan sonra nasıl
davranmalıdırlar? Ya da nasıl davranmışlardır? Öyle Amerika'nın, Libya'ya
yaptıklarını falan örnek almanıza gerek yoktur. Türkiye'de geçişte bu tür
olaylarda gücünü tam anlamıyla gösterebilmiştir. Ama o sıralarda
gösterecek gücü vardır. Ve o güç siyaseten gerçekten çok güçlü insanlar
tarafından kullanılmaktadır. Örnek mi işte daha önceki sayfalarda size
anlattığımız Von Papen'e suikast girişiminin ardından sergilenen tutum.
Bugünün dengeler politikasında ise yapılanlar sadece ve sadece "Kollama
diplomasisidir". Bana nereden ne gelecek, ben adım attığımda ne yapacağım,
neyle karşılaşacağım? Sonuçta ne kazanacağım ne kaybedeceğim? Bu
tartışmalar sırasında Türkiye'nin terör ile bugün ulaştığı noktada,
istihbarat örgütünüz dünyanın en güçlü örgütü olsa ne olacaktır? Bu
istihbaratların gereğini yerine getirecek bir siyasi oterite mevcut mudur?
Türkiye'de böyle bir siyasi güç ne yazık ki yoktur. Türkiye'nin 1970'li
yılların başından buyana yaşadığı olaylar bunun göstergesi değil midir?
Bunların tam tersi bir komplo ile Türkiye karşı karşıya ise; yani MİT ,
İran ile Türkiye'yi birbirine kırdırmak isteyen güçlerin etkisinde
kalarak bu raporları düzenledi ise o zaman neden MİT bunlardan
temizlenmemektedir? Bu sorunun yanıtı da verilemiyor. Ancak İran konusunda
MİT'in raporlarını doğrulayan pek çok gelişme hem Türkiye'de, hem de
Dünya'nın pek çok ülkesinde delillendirilmiş bulunmaktadır. Kaldı ki MİT
raporunda hem Uğur Mumcu, hem de Muammer Aksoy gibi iki önemli adın
katillerine ilişkin listeye İran'ın adının konması bir anlam taşısa
gerektir. Ama bu anlayan ve gücü olan için geçerlidir. Bundan kastımız da
İran ile savaş değildir. Ama İran bu olaylarla ilgili Türkiye'de kan
dökmüş ise bunun hesabının sorulması gerekmektedir. Bunun yollarını da
bilmek gerekmektedir . Güçlü devletler bunların gereğini yerine
getirmektedirler. Çünkü onların Uğur Mumcu gibi Muammer Aksoy gibi
insanlarını yitirmeye tahammülleri yoktur.
GÜÇLÜ EKONOMİ, GÜÇLÜ DEMOKRASİ, GÜÇLÜ İSTİHBARAT
Türkiye demokratikleşemediği, kurumsallaşamadığı, kaynaklarını doğru
dürüst kullanıp ekonomik açıdan büyüyemediği için hiç bir şey
yapamamaktadır. Siyaseti ise siyasetçisinin ilkesiz yapısı, korkaklığı
yüzünden ülkeyi yönetecek büyüklüğe ulaşmamaktadır. Türkiye; işadamı ,
asker, bürokrat üçgeninde oluşan güç merkezlerinin çekiminde üretmeye
çalıştığı politikalarla aradığı siyasi istikrarı bulmak bir yana ,
elindekilerden de olmaktadır. Bunun istihbarata uzantısında ise
kurumlaşamayan, üretemeyen , pısırık ya da istihbarat ile ilgisi olmayan
sivil örgütlenmelerden uzak, askeri oluşumlar ortaya çıkmaktadır.
İstihbarat siyasi güç ile doğrudan ilgili bir yapılanmadır. Bu siyasi
sıkıntılar bugün Amerikayı bile etkilemektedir. Çünkü ekonomisi,
demokrasisi ve sosyal düzeniyle büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar. CIA'nin
1995 yılında Başkanlığına getirilen ve Türkiye de MİT ile de görüşmeler
yapan John Deutch CIA'nin iyi yetişmiş gizli ajan sıkıntısı çektiğini
belirtmektedir. Ajanlığın CIA'ın en itibarlı görevi olduğunu belirten
Deutch bu ajanların kullanım sahalarını ise şöyle açıklar:
" Düşman ve denizaşırı hükümetler hakkında bihlgi edinme, gerilla grupları
ve uyuşturucu mafyaları "
Ancak CIA'nın bu alanlarda çalışacak eleman bulamaması da Deutch
tarafından şuna bağlanıyor:
" CIA'nın bu alanlarda çalışan ajanlarının büyük kısmının kimlikleri
ortaya çıktı. Yakalandılar. "
Yani dünyanın en gelişmiş gizli servisi de olsanız, yaptıklarınız ve
kullandığınız elemanlar gizli kalmamaktadır.
MİT KALİTELİ YÖNETİCİ SIKINTISI ÇEKİYOR
MİT'in nitelikli ajandan daha çok, uzun yıllar sıkıntısını çektiği en
önemli yönetsel sorun, nitelikli ve istihbarat olayını kavrayabilmiş
yönetici problemidir. Bu uzun yıllar asker gölgesinde ast-üst,
terfi-tayin ikilemi arasında bir türlü çözümlenememiştir. Bu açmaz 1994
yılından sonra kırılmıştır. Teşkilat şemasında 1995'e kadar ki yapılanma
şu şekilde oluşmuştur.
Müsteşar en tepededir. Yetkileri mutlak ve tartışmasızdır. İç hizmet
yönetmeliği her konuda onu en etkin kişi kılmıştır. MİT'in sorumlu olduğu
kişiler ve makamlar ise Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile
Milli Güvenlik Kurulu ve Genel Sekreteridir .Onun altında ise ona karşı
sorumlu bulunan isteğe uygun olarak doldurulan ve sayısı belirlenen
Müsteşar Yardımcılıkları bulunmaktadır. Bunların altında ise İç
İstihbarat, Dış İstihbarat, ETİ olarak adlandırılan Elektronik
İstihbarat - Bilgi İşlem- Dökümantasyon, Pisikolojik İstihbarat, İdari
İşler olarak adlandırılan diğer birimlerdeki Genel Müdürlük statüsündeki
Başkanlıklar ile yine aynı konumda bulunan Bölge Başkanları bulunmaktadır.
Bunların dışında ise Ekonomik İstihbarat Başkanlığı gibi ihtiyaca göre
şekillenen ve yapıları ile sayıları belirlenen Daire ve Şube Müdürlükleri
oluşturulmuştur.
MİT yasasıyla bir de Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu çalışmaya
başlamıştır. MİT Müsteşarı'nın Başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreteri veya Yardımcısı, MAH Dairesi Başkanı (İstihbarat Başkanı),
Genelkurmay İstihbarat Başkanı veya Yardımcısı ile bakanlıklardan gelen
istihbarat uzmanı görevlilerden, diğer istihbarat birimlerinin
temsilcilerinden ve MİT Müsteşarı'nın toplantıya çağıracağı kişilerden
oluşan kurul, durum değerlendirmesi yapıp, strateji belirlemektedir.
Ancak bu kurul çok önemli işlevlerin yerine getirilmesi ve istihbaratın
değerlendirilmesi açısından yaşamsal önem taşımasına karşın, 1992 ile 1995
yılları arasında toplantılara katılanların ilgisizliği - yetersizliği
nedeniyle toplanamamıştır. Bu tarihten önce yapılan toplantılarda da
yetki ve statüko tartışmaları yüzünden uygun kişilerin katılamaması
nedeniyle yine sonuç alınamamıştır.Bu kurum çalıştırılmazken, İçişleri
Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bir değerlendirme kurulu, ilgisiz ve
yetersiz kişilerin katılımı ile bu boşluğu doldurmaya kalkmıştır. Sonuç
ise Türkiye'nin istihbarattaki koordinasyon eksikliği ve zaafını ortaya
çıkarmıştır. Buna en acı örnek Elazığ ve Bingöl arasında yıtırdığimiz 35
erimizdir.
Bingöl'de PKK'lıların yol kesme eyleminde bulunacakları önceden
haber alınmıştır. Eylem haberi Bingöl'e eylem için gizlice geçmeye çalışan
bir terörist'in Genç köprüsünde açlıktan fenalaşması sonucu ele geçmesi
üzerine yapılan sorguda öğrenilir. 35 erimizin öldürülmesi olayından bir
hafta önce gelen bu bilgiye göre Elazığ, Palu İlçesi kırsalında 300
civarındaki PKK militanının Bingöl yöresine geçerek, Üçkaya, Haziran,
Aşağıköy, Kurudere ve Atapark Köyleri civarındaki mezralarda barınmaya
başlamışlardır. Hatta bu gruptan kişilerin ellerindeki silahlarla birlikte
hangi evlere gelerek yiyecek aldıkları dahi saptanır. Bingöl İstihbarat
Şube Müdürlüğü 21.3.1993 gün ve 93/135 Sayılı yazısıyla haberi (A) teyitli
olarak, yani kesine yakın bir kaynaktan öğrendiğini belirterek, ilgili
birimlere bu arada il jandarma komutanlığına ve güvenlik komutanlığına
bildirir. Ayrıca 24.5.1993 gün ve 341 sayılı Emniyet Genel Müdürlüğü
günlük istihbarat bülteni ile teyitli haber olarak ilgili makamlar
haberdar edilir. Yani olaydan önce istihbarat organları bunu haber alıp,
icra organlarına bildirmiş olmasına rağmen, önlem alması gerekenler buna
kulak asmayıp, iyi değerlendiremedikleri için üzücü katliam
gerçekleşmiştir. Kesileceği belirtilen yola çıkarılan askerlerin ellerine
silah, yanlarına koruyucu ve üstlerine güvenlik talimatlarında yazılı olan
ve uyulması emir gereği bulunan koruma amaçlı helikopter dahi
verilmemiştir. Bunun tek nedeni istihbaratın değerlendirilememesi ve
gerekenlerin gerektiği zaman yapılamamasıdır. Birimler arası
koordinasyonsuzluk hat safhadadır. Çünkü ilgili koordinasyon kurulu
çalıştırılamamaktadır. İstihbaratın nasıl değerlendirileceği
bilinememektedir.Oysa dünyada istihbarat alanında en önemli olay alınan
bilginin gereğinin yerine getirilmesidir. Bu da ancak koordinasyon ve
karar alma mekanizmalarının sağlıklı çalıştırılmasıyla sağlanabilir.Bu da
ne yazıkki Türk istihbarat birimlerindeki en temel eksik olarak orta yerde
durmaktadır.
1965 yılında çıkartılan yasa MİT içindeki yeni düzene ayak uydurma ve
teşkilatlanma çabaları arasında yürürlüğe girmiştir. Yasa 1983 ardından
da 1995 yıllarında yapılan değişikliklere kadar aynı kalmıştır.
MİT'İN GEDİKLİSİ ZİYA SELIŞIK
1965 yılında yasa çıkarken MAH Başkanı teşkilatın içinden gelen ve
bünyeyi çok iyi tanıyan Ziya Selışık'tır. Uzmanlığı istihbarattaki
büyüklüğünden olmasa da, ilk öğretmenlerden oluşu ve teşkilatı avucunun
içi gibi bilmesinden, insanları iyi tanımasından kaynaklanmaktadır. Pek
çok Müsteşarın ardında gölge gibi çalışmıştır. 1966 yılına kadar ki
hizmetlerinde bu özellikleri nedeniyle tartışılan adlardan birisi
olmuştur.
Selışık ile ilgili olarak dönemin Başbakanlarından Süleyman Demirel şu
izlenimlerini aktarmaktadır:
" Rahmetli Ziya Selışık, MAH reisi idi. Yani MİT değilde MAH'tır o zaman.
Ve gelir bana her hafta istihbarat raporu verirdi. Enteresan bir adamdı,
çok iyi yetişmiş bir istihbaratçı. Bir de böyle resmi konuşmazdı. Tatlı
tatlı sohbet eder gibi konuşurdu. Herhangi bir rahatsızlık , huzursuzluk
vesaire anlamında haberi varsa ' İyi saatte olsunlar şöyle düşünüyor'
falan diye bilgi verirdi. Boyuna ' İyi saatte olsunlar...İyi saatte
olsunlar'.. Allah , Allah.. ' Bu iyi saatte olsunlar kim acaba?' Ben
verdiği bilgilerden çıkardım bir şey... Ama sonra sordum:
' Ziya Bey, bu iyi saatte olsunlar, cihet-i askeriye tarafı mı dedim. '
Evet ' dedi.'O işte..."
Bu dönemde MAH 'da olduğu gibi MİT'in oluşumunda , eğitiminde ve eleman
yetiştirilmesinde elde yeterli kaynak olmadığından usta çırak ilişkisi
geçerlidir. Ağabeyler yenilere istihbaratın inceliklerini deneyimlerinden
yola çıkarak aktarırlar. Sistem yoktur. Ekol yoktur. En temelde teknik
olanak ve para da yoktur.
Selışık 'dan sonra, kısa bir süre için göreve gelen Avni Kantan, yasanın
çıkması nedeniyle ilk MİT müsteşarı olarak 9 ay görev yapmıştır.
Kantan'dan sonra MİT Müsteşarlığına 1966 dan 1971 yılına kadar Fuat Doğu
gelmiştir.
TÜRK CASUSLARIN EN ÇOK PARA KAYBETTİRENİ: NAHİD İMRE
Bu dönem bir askeri darbe ve pek çok olayla oldukça hareketli geçer. Bu
olaylardan birisi Türk ve Batılı gizli servisler açısından çok önem taşır.
Skandalın adı Nahid İmre olarak tarihteki yerini alır.
1968 yılı Ekim ayında NATO'da ortaya çıkartılan bir dizi casusuluk olayı
bütün NATO'yu ama en önce Almanları ve Türkiye'yi sarsmıştır.
Bu casusluk olayında baş kahraman, bir Türk diplomatı olan Nahit İmre'dir.
İmre, NATO'nun Brüksel'deki karargahında Mali Başkontrolör olarak görev
yapmıştır. Uzun yıllar Doğu Bloku ülkelerine bilgi sattığı anlaşılmıştır.
Yakalandığında İmre'nin çantasında 1500 adet belge içeren mikrofilm
bulunmuştur. Çünkü film karesi başına para almaktadır. İmre bu filmleri
fotoğraf merakı nedeniyle çektiği gibi bir yalana sığındıysa da buna
kimseyi inandıramamıştır. Çünkü çantasındaki mikrofilmlerde yeralan
belgeler NATO için yaşamsal önemdedir.
İmre'yi Türkiye'de havaalanında karşılayan istihbarat görevlileri almış,
sorgulamış ve mahkemeye sevketmişlerdir. İdam cezasına çarptırılan Nahit
İmre 1974 affından yararlanarak cezası 16 yıla inince, 1985 yılında
cezaevinden çıkabilmiştir. İmre 1994 yılında ölmüştür. İmre bu alanda
Türklerden Doğu Blokuna bu denli önemli bilgileri sattığı bilinen tek
casustur. Bu olayla bağlantılı olarak yine Brüksel'de Romen İkinci Katibi
Marin Tincu casusluk yaparken suçüstü yakalanmıştır..
SOĞUK SAVAŞ'IN ACIMASIZ CASUSLUK ÖYKÜLERİ
Sıcak savaşlar bitmiştir ama casusların savaşları ölümlerden bile
sonrasına uzar, devam eder gider.
Bu savaşlar arasında da hep ince dengeler ve ayarlar söz konusudur.
Örneğin İmre olayıyla birlikte ortaya çıkan skandalın kahramanlarından
Romen katip Martin Tincu suçüstü yakalandığı halde, Belçika-Romanya
ilişkilerine zarar verilmemek gayesiyle, Persona Non Grata ( İstenmeyen
kişi) ilan edilmemiş, 29 Ekim 1968'de Belçika' yı terke davet
edilmiştir. Tincu'nun casusluk yaptığının resmi bildiride yeralmamasına
karşın, bir gizli hücre oluşturmaya çalıştığı bilinmektedir. Casusluk
dengeler üzerinde oynanan tehlikeli bir iştir. Alman gizli servisi de o
zamanlar bu ve benzeri pek çok skandal ile boğuşmak gereği duymuştur.
Bunların hepsi işin doğasından gelen sorunlardır.
Burada yeri gelmişken Nahit İmre olayıyla ilgili biraz daha derine inmekte
yarar vardır. Çünkü bu olay casusların, istihbaratçıların karşı gruplar
tarafından nasıl ele geçirilip kullanılabileceklerinin tipik bir
örneğidir. Onların satın alınışları ve avlanıp kullanıldıkları bu öykünün
içinde saklıdır.
Aslında hemen bütün istihbarat teşkilatlarındaki çözülmelerin ana
noktaları bu olayın içinde bulunmaktadır. En önemli şeyler zaafların
ortaya çıkardığı, güç ve para arayışlarıdır. Nahit İmre olayını bir de bu
cepheden gözlemekte yarar vardır. İmre cinsel sorunları olan ve iktidar
peşinde koşan, bir ezik adamdır. Romenlerin onu ilk avlayışları o dönemin
Ankara'sında Gölbaşı Sineması'nın yanındaki saunada olur. Teşhirci
Dostları ilə paylaş: |
|
|