Mit dünden bugüne gizli dünyanin bilinmeyenleri tuncay özkan



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə41/53
tarix22.12.2017
ölçüsü3,49 Mb.
#35622
növüYazı
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   53


bırakılmıştır. bir çok konuda yetki dağılımı tam anlamıyla yapılmadığı

için müsteşarlık makamında oturan kişi, hemen hemen bütün konularda tek

karar sahibi durumuna gelmiştir.

Kendisiyle görüşmek için zamanında randevular vermediğinden iş birikmesi

ve gecikmeler çalışmaları menfi yönde etkilemiş ve verimlilik çok

düşmüştür. En azından 1988 den bugüne kadar kaybedilen zamanın telafi

edilerek , istihbari açıdan bir atılım yapılabilmesi için teşkilatın

başına uygun bir sivil müsteşar atanmasında yarar bulunmaktadır.

İstihbarat teşkilatı güçlendirilerek, görevi olan bütün konularda

özellikle yurtdışı ve yurt içi bölücü ve yıkıcı faaliyetlerle ilgili

haber toplama konularında atılım yapılmalıdır.

Aksi takdirde geçmişte görüldüğü gibi yeteneksiz bölge müdür ve bölge

daire başkanları ile haber toplama faaliyeti yürütülemeyecektir. Geçmiş

zamanda kendi beceriksizliklerini, haber toplamadaki

kabiliyetsizliklerini dikkate almadan bir kısım yetkili makamlara , '

işlerin iyi olacağı ve ülkenin kötüye gittiği' şeklinde haber yayanlar,

neticede etkili güçleri harekete geçirecek ortamı da hazırlayarak

ülkeyi kurtarma çabalarına girmelerine sebep olmuşlardır. Bu olayın

artık tekrarlanmaması için teşkilatın gerçek anlamda sivilleşmesi

gerekmektedir.

Bugün personel adededi 4400 civarında olan teşkilatın yüzde 4.5'u

muvazzaf subay ve assubay olmasına rağmen, yönetim kademelerinde bulunan

subay - assubay ve emekli subay assubay oranı yüzde 35'in üzerindedir.

Normalinde yönetim kademesindeki oranları da yüzde 5 ila 10 arasında

olmalıdır.

Teşkilatın bugünkü yapısı mutlaka değiştirilmeli ve yeni yapılanmaya

gidilmelidir. Bu da ancak konuları bilen , personeli tanıyan , zaman

geçirmeden icraata geçebilecek teşkilattan yetişmiş bir müsteşarla

mümkün olabilir.

Bugün adı geçen adaylardan

Emekli Orgeneral Burhanettin Bigalı:

1981-1986 yıllarında 5 yıl müsteşarlık yapmıştır.

12 Eylül'ün Bayrak Harekatı yazanlarından olduğunu kendisi

söylemiştir. Kenan Evren'in desteklediği ve 3 yıl uzatmayla orgeneral

yaptığı kişidir. Sayın Özal'ın Başbakanlığında işbirliği yapmıştır.

Sempatisini kazanmıştır. Emekli daire başkanı Hiram Abas'ın teşkilata

alınması için sayın Turgut Özal ve Kenan Evren'in empozeleri ile müsteşar

yardımcısı olarak atanmasını teklif etmiştir. Bütün olumsuzlukları

kendisine anlatıldığı halde, rütbesi uğruna karşı çıkmamıştır. Kendisini

tanıyanlarca gayet olumsuz nitelenmektedir.

Kendisini kullanmaları ve teşkilatın başkanlar kademesini elde etmek için

teşkilat içinden bazı asker kökenli ve sivil personelce atanması tasvip

görmektedir. Bu suretle bugünkü statüko muhafaza edilecek, müsteşar

Teoman Koman 'ın kurduğu düzen devam ettirilecektir. Ölüm korkusu içinde

teşkilatı sığınma yeri olarak gören bu kişinin teşkilatı geliştirici yönde

bir atılım yapması da mümkün görülmemektedir.

Müsteşar olarak atanması düşünülebilecek, teşkilat içinden yetişmiş iki

kişi bulunmaktadır.

Emekli Başkan Nuri Gündeş:

1986 yılında prensip meselesinden emekliliğini istemiştir.( Bu tarihte

Hiram Abas MİT'e dönmüştür: Yazarın notu) Teşkilattaki hizmeti 23 yıldır.

Harp Okulu mezunu olup binbaşılıktan ayrılmıştır. Teşkilatta iç

istihbarat, dış istihbarat, personel konularında çalışmıştır. Yurtdışı

görevinde bulunmuştur. Fransızca bilir.

Bilgili, çalışkan, halen dinamik ve mesleki bakımdan çok yeteneklidir.

Namusludur ve işkenceyle ilgili olmamıştır. Kendisi hakkında ortaya atılan

olumsuz sözler, geçmişteki rakibi Hiram Abas ve adamlarının iftirasından

öteye geçmemektedir. Başbakanlık Teftiş kurulu Başkanlığının hazırladığı

MİT raporu soruşturma dosyasında bu husus yer almaktadır. Bu dosyanın

tetkikinde yarar vardır. Teşkilatta müsteşarın görev süresi 68 yaşına

kadardır. 66 yaşında olmasına rağmen bu geçiş döneminde Nuri Gündeş'in

müsteşar olarak 2 yıl görev yapmasında büyük yarar bulunmaktadır.

Yeni Başkan Yardımcısı E. Taner:

SBF mezunu olup, 1966 yılından bugüne teşiklatta çalışmaktadır. Bilgili ve

çalışkan olup yalnız iç istihbarat konularında çalışmış uzman bir

kişidir. Nuri Gündeş'in atanmaması halinde, müsteşarlık için alternatif

olacak en uygun personeldir. Teşkilat dışından atanacak başka bir kişi,

teşkilata adapte olup, uygun bir icraata başlaması ve istihbaratın

güçlendirilmesi için en az 3 yıl geçecektir. Bugün bu zamanın geçmesine

ne teşkilatın ne de devletin tahammülü olmadığı kanaati hakimdir.

Müsteşar teşkilattan ayrılmasına çok az bir zaman kalmasına rağmen 1992

yılı terfi ve atama listelerini 4 Ağustos 1992 tarihinde çok gecikmeli

yayınlayarak, teşkilatta büyük bir çalkalanmaya sebep olmuştur. Yapılan

pek çok haksız terfi ve tayin büyük huzursuzluk yaratmıştır. Ayrıca yeni

gelecek müsteşarın yapacağı atılım icraatını da önleyici mahiyette

olmuştur. Eski müsteşarca başkanlık seviyesi için teklif edilen

atamaların yapılmasında acele edilmemelidir. Özellikle bunlardan 5

kişi( Vedat D, Dursun Ö, Tarı B, Galip T, İlhami Ü.) müsteşar ile aynı

görüşü paylaşan kişiler olup, başkanlıkları doldurarak müsteşarın

ayrılışından sonra, askerlerin izlediği MİT politikasını devam ettirecek

ve statükoya bağlı en uygun kişilerdir."

KOLTUK KAVGASINI HARİCİYE KAZANDI

Bu koltuk kavgasında Teoman Koman 'ın içerden Müsteşar olmalarını

sağlamaya çalıştığı Emre Taner ile Ertuğrul Güven birbirleriyle kavgada

öylesine acımasızca davranırlar ki ortaya her ikisini de bu göreve

getirmemek için yeterli nedenler çıkmış olur. Sonuçta tartışmalar

sırasında koltuğa bir dışişleri mensubu olan Sönmez Köksal oturur.

Oturduktan sonra da bu iki sivil yardımcıyı görevinden uzaklaştırıp

yurtdışı görevlere gönderir. Bunlardan birisi Azarbeycan'da adı darbe

iddialarına karıştığı için Haydar Aliyev'in bastırmaları sonucu,

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in ısrarı üzerine, önce Türkiye'ye

getirilir, daha sonra da emekliye ayrılır. Bu kişi Ertuğrul Güven'dir.

Ertuğrul Güven 'in bu tür bir darbe girişiminde rol alırken Türkiye'deki

belirli güç merkezlerinin dışında hareket etmesi mümkün değildir. MİT

içindeki düzeni çok çok iyi bilecek tecrübe ve bilgide olan Ertuğrul

Güven'in, teşkilat içindeki veya Türkiye'de en etken yerlerdeki bazı

çevrelerin haberi olmadan böyle bir girişimde bulunması da mümkün

değildir. Ama sonuçta o ve beraberindeki MİT elemanları bu işten zararlı

çıkmışlardır.

MİT kurum içi bir genelgeyle Ertuğrul Güven ile mensuplarının konuşmasına

yasak getirmiştir. Bir zamanlar MİT'in en tepedeki iki adamından biri

olan Ertuğrul Güven böylece onca yılın sonunda kaybedip, çekilmek

durumunda kalmıştır.

Diğer yurtdışı görevli olan Emre Taner ise gizli servisin en tepesinden

indiği, görevinde direnmeye ve iş çıkarmaya çalışmaktadır. Sönmez Köksal

dış görevler kanalıyla bu iki potansiyel rakibini de Türkiye'nin uzağına,

hem de zorlu ülkelerde mücadelelerin tam ortasına atarak, rahat nefes

almıştır. Bu sırada da kendi kadrolaşmasını gerçekleştirmiştir. Dışişleri

Bakanlığı'ndan kendisine rakip olarak gelişen adlarla da mücadele

etmiştir. Halen bu mücadele sürmektedir. Ancak adları ya da görevleri ne

olursa olsun MİT'i bundan sonra bekleyen tehlike, asker hiyerarşisinden

kurtulurken, en az onlar kadar köklü ve kendilerine özgü kuralları olan

hariciyecilerin lider sultası altına girmek olsa gerektir. MİT'in başına

kendi içinden bir meslek mensubunu getirmek yapılacak en önemli işlerden

birisi olsa gerektir.

Dünya'da gizli servislerde asker-sivil ve liderin kim olacağı çekişmeleri

hep yaşanmaktadır. Batılı ülkelerde de aynı sorunlar vardır. Ama orada

bu sorunlar idari nedenlerden çıkmaktadır. Türkiye'deki gibi rejimin

temel etkileşimleri arasında bulunmamaktadır. İstihbarat değişen dünya

gerçekleri gözönüne alınarak yeniden yapılandırılırken özellikle

demokratik istihbarat yapılanmalarında başkanlar sivillerden

seçilmektedir. Örneğin Amerika 'da istihbarat içinde askeri ağırlık

bulunmasına karşın istihbarat piramidinin en başındaki kişi sivil

olmaktadır. Bu kişi istihbarat örgütünün içinden gelebileceği gibi,

dışardan da atanabilmekte ama belli özellikleri bünyesinde toplamış

olmasına önem verilmektedir.

Bunlar arasında istihbarat işini kavrayabilme özelliği en önemlisidir.

Örneğin İngiltere' de Türkiye'de olduğu gibi bir gizli servis-polis

çekişmesi yaşanmaktadır. Bu nedenle zaman zaman bu iki birim arasındaki

çatışmalar ön plana çıkmaktadır. Türkiye'de olduğu gibi bazı polis

şeflerinin gizli servisin başına getirileceği yolundaki haberler uzun

zaman tartışılmıştır. Ancak atama gizli servisin içinden yapılmıştır.

Almanya'da gizli servisin başına dışardan kişiler atanmaktadır. Helmut

Kohl gizli servisi rakip partiden bir milletvekiline emanet etmiştir.

Çünkü gizli servis olayı partiler üstü bir kavramdır. Rusya'da gizli

servislerin başına mutlaka servisin içinden birisi atanır.

CIA'nın başına çoğunlukla içerden yetişmiş veya dışardan istihbarat

faaliyetlerine karışmış veya onları incelemiş uzmanlığı olan kişilerin

örgütün başına gelmesine önem verilir. CIA dışındaki diğer haber alma

örgütlerinin başına içerden bir uzman atanmaktadır.FBI ile CIA arasındaki

kavgalar bitmek bilmediği gibi FBI, CIA ve polis arasındaki kavgalarda

dinmeden devam eder. Ama aradaki koordinasyonun mükemmelliği de göz

doldurmaktadır.

Bu sivil veya asker olsun değişmez. Yetenekleriyle sivirilen kişi lider

olur. Hemen bütün gizli servislerde lider seçimi çok ama çok önemlidir ve

büyük gürültüler koparır. Çünkü gizli servisin patronunun kimliği

yapılacak işin niteliğini doğrudan etkilemektedir. Çünkü gizli servislerde

liderlerin etkinliği tartışmasız olmaktadır.

POLİS MİT KAVGASI

Türkiye'de diğer ülkelerde olduğu gibi polis ile istihbarat servisi

arasındaki kavgalar hiç bitmemektedir. Polis istihbaratının eleman ve

teknik açıdan stratejik istihbarat amacıyla oluşturulan MİT ile yarışmak

veya onun alanından bilgi toplamak gibi bir özel gayretinin bulunduğu

ortadadır.

Örneğin SHP' (sonradan CHP) nin 1994 yılı Sosyalis Enternasyonal

Toplantısı için Ankara'ya çağırdığı bir delege, toplantı salonunda polis

istihbaratının dinleme aletlerini bulmuş ve olay bir skandala dönüşmüştür.

Bu toplantının emniyet istihbaratını ilgilendiren yönü yasal çerçevede

bulunmamaktadır. Aynı toplantı MİT tarafından dinlenmiş ve kayıtlara

geçirilmiştir. Peki buna ihtiyaç var mıdır? Bu bir başka ülkede olsa,

örneğin İngiltere, Amerika ya da Almanya ne olurdu? Bu dünyanın her

yerinde bir skandaldır ve sorumlularının hesap vermesi istenir. Ama bizde

küçük gazete haberleri olarak kalmaktadır . Olayın iki yönü vardır.

Birincisi toplantı yasal ve legal midir? Toplantının ev sahipliğini yapan

CHP iktidar ortağıdır. Ama yasalar çiğnenerek toplantısı dinlenmektedir.

Bu skandalın hesabı demokratik ülkelerde zor verilir.

İkinci olay ise madem bu yapılmıştır elinize, yüzünüze bulaştırmanın ,

başarısız olmanın hesabını kim verecektir? Bunu yapan polis istihbaratının

amacı nedir? MİT ile boy ölçüşmek ise tablo ortadadır. Arada bu tür

olayların izlenmesi ve dinlenmesinde kullanılan teknik ve elemandan,

geleneneklere kadar uzanan bir büyük fark bulunmaktadır. Bu iki kusurun

kapatılması için Türk gizli servislerinin yasalar çerçevesinde çalışmalar

yapmasının sağlanması gerekmektedir. Bir de emniyet istihbaratın eleman ve

teknik olanak durumunun acilen takviyesi şarttır. Çünkü dünya böylesi

acemilikleri ve kuraldışılıkları her zaman sineye çeken, geçmiş yıllardan

farklı dönmektedir. Olay sırasında görülmüştür ki sürekli çatışma

halindeki iki teşkilatın; MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bir

koordinasyon içinde birbirleriyle ilgili yetki, görev ve sorumluluk

alanlarının belirlenmesi şarttır.

Böyle olmaması durumunda yaşanılacak şeyler Türk istihbarat servislerini

2000 li yıllara taşımaktan uzak olacaktır. MİT bütün istihbarat

birimlerinin koordinasyonundan sorumlu olmalıdır.

TÜRK İSTİHBARATINDA AFFEDİLMEZ HATA:

KOORDİNASYONSUZLUK

Bu anlamda halen yasada ve fiilen uygulamada bulunmasına karşın işlerlik

kazandırılmayan Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu'nun çalışmalarına

önem verilmeli ve bu kurul çalıştırılmalıdır. Bu, istihbarattaki en büyük

açık olan koordinasyonsuzluğu ortadan kaldıracak bir yapı olarak

gözükmektedir. İstihbaratta MİT'in merkezi yapı olarak öne çıkmasının

nedeni istihbarat geleneğini, uygun elemanları ve teknik yapıyı bünyesi

altında bulundurmasıdır. Bu ve benzeri özellileri MİT'i servisler içinde

öne çıkarmaktadır. Polis istihbarat biriminin oluşumu ve görev alanı

yeniden belirlendiğinde sorunlar ortadan kalkacak ve karşılıklı

didişmenin yerini yardımlaşma alacaktır. Bireylerin kapris ve

hırslarından, çatışmalarından uzak bir yapılanma kaçınılmaz olmalıdır.

Buralara atanacak yöneticiler arasında çatışmaların olmamasına dikkat

göstermek de siyasi iradenin görevi olmalıdır.

Örneğin PKK terörü ile silahlı , fiili mücadelede bulunması gereken birim

polis teşkilatıdır. Bununla ilgili devlet çapında istihbaratı, özellikle

dış istihbaratı getirecek olanlar ise yasasında da belirtildiği üzere

MİT'dir. Çünkü MİT devlet istihbaratı yapar. Hem de iç ve dış olmak üzere.

Peki polis ne yapmaktadır. Polis MİT ile yarışmamalı, istihbaratını

polisiye olayların seyrine göre şekillendirmelidir. Hırsızlıktan,

uyuşturucuya, sokak çetelerinden, cinayete aklınıza gelecek her türde

suçta polis örgütlenmeli ve etkin olmalıdır. Emniyet istihbaratı, MİT gibi

çalışmaya , onun gibi raporlar düzenlemeye çaba göstermektedir. Hatadır.

Nasıl mı?

POLİS'İN MİT'E NİSPET RAPORUNDA YELTSİN'İN ALKOLİKLİĞİ NEDEN YERALIYOR:

BUNUN KÜRT SORUNU ÜZERİNE ETKİSİ NEDİR?

Gelin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'nin hazırladığı çok

önemli bir raporu birlikte okuyup görelim :
"02.04.1993

Ankara

KÜRT SORUNU YENİ BİR DÖNEMECE GİRERKEN...
Ülkemizin de içerisinde bulunduğu yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından

oldukça zengin olan Ortadoğu bölgesinin, bu alanın geçmişten günümüze

kadar hakimiyet ve çıkar çatışmalarının odak noktası haline gelmesine

sebep olduğu bilinmektedir.

Bölge üzerinde, daha fazla çıkar elde etmek amacıyla "Kürt Sorunu"nu bir

koz olarak kullanan ülkelerin, özellikle son yüzyıl içerisinde Kürt

insanını vesile ederek bölgedeki devletlerin başına çorap örmeye

yeltendikleri ve bu stratejilerinde de başarılı oldukları görülmüştür.

Kürtçülük, zaman içerisinde dış dayatmalar ve kendi iç şartlarına uygun

olarak farklı stratejilerin bir parçası olarak değişik taktikler ile

ortaya çıkmıştır. 1900'lü yılların başındaki dernekçilik ve fikirsel

oluşumlar ile 1920-40 arasındaki isyanlar, değişik gayelere hizmet etmiş

ve farklı taktikler kullanmışlardır. Keza, 1960-80 arası kürtçü

faaliyetlerin emrinde oldukları stratejiler ve uyguladıkları taktikler

farklılık arzetmektedir. 1980 sonrasından yakın döneme kadar Kürtçülük,

geçmiş dönemlere göre ayrı bir seyir izlemiştir. Tüm dış etkenlere rağmen

Kürt sorununun gelişiminde ve bugünkü halini almasında kendi iç

dinamiklerinin de rolünü inkar etmemek gerekir.

Son yıllarda, çeşitli batı ülkelerinin de destek ve yönlendirmesiyle

uluslararası platformlarda meşrulaştırılmaya çalışılan kürt sorununun,

yeni strateji ve taktiklerle birlikte ortaya çıktığı ve yeni bir oluşumun

altyapısının hazırlandığı müşahade edilmektedir. Nitekim; Mart 1993 ayının

ortalarında PKK ateşkesi ve Abdullah ÖCALAN ile PSK lideri Kemal BURKAY'ın

Lübnan'da imzaladıkları "Anlaşma Protokolü" bu oluşumun pratik

sonuçlarındandır.

17 Mart 1993 tarihinde terör örgütü PKK lideri Abdullah ÖCALAN'ın; önce

ABD istihbarat servisleriyle yakın ilişkide olan KYB lideri Celal TALABANİ

ile birlikte Lübnan'da yaptığı basın toplantısında PKK'nın silahlı

mücadeleyi bırakacağını ve bundan böyle siyasi platformdaki faaliyetlerine

ağırlık vereceklerini açıklaması, bilahare Avrupa ülkeleri istihbarat

servisleriyle bağlantısı bulunan PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi) lideri

Kemal BURKAY ile bir protokol imzalaması "Kürt Sorunu"nu yeni bir dönemece

getirmiştir.

PKK-PSK Protokolü incelendiğinde;

1-"Kürdistan'ın AYNI ve DEĞİŞİK parçalarından yurtsever örgütler

birbirlerinin varlığına saygı gösterecek" denilerek, yıllardan beri

birbiriyle sürtüşme içerisinde olan bu örgütler, bundan sonra Kürdistan

olarak adlandırdıkları bölgenin her parçasında tek bir stratejinin

parçaları gibi hareket edeceklerini kabul etmişlerdir. Çünkü geçmişte

Sovyet, Avrupa ve ABD yanlısı örgütler bulunmakta iken, Sovyetler

Birliği'nin dağılmasından sonra ABD ve Avrupa anlaştıklarına göre,

örgütlerin de birleştirilmesinde bir sakınca görülmediği ortaya

çıkmaktadır.

2-"PKK ve PSK, Kuzey Kürdistan yurtsever örgütleri ile aralarındaki

ilişkilerin iyileştirilmesi ve giderek ortak bir cephenin oluşturulması

için çaba göstermelidir" maddesi Türkiye'deki kürtçü unsurların önümüzdeki

dönemdeki muhtemel hareket tarzını ortaya koymaktadır.

3-"Kürt ulusu da her onurlu ulus gibi özgür yaşama, kendi geleceğiyle

ilgili olarak serbestçe karar verme, zulüm ve baskıya karşı direnme

hakkına sahiptir." Bu maddeye ise, her iki örgütün yeni bir oluşum

durumunda kolayca tavır değişikligine gidebilecekleri yönünde bir anlam

yüklendiği anlaşılmaktadır.

Bu üç maddeye ek olarak esas itibarıyla her iki örgütün Türkiye

Cumhuriyeti'nden neler taleb ettigi (9) maddede sıralanmıştır. Sözkonusu

taleplerde dile getirilen hususların, hepsinin, çok değil bir ay öncesine

kadar PKK tarafından şiddetle eleştirilen reformist-teslimiyetçi (!)

istekler olduğu dikkat çekicidir. "Genel Af', "Kürtçe Eğitim", "Kürtçe

basın-yayın" gibi istekleri bir tarafa bırakalım, "Federasyon" kelimesi

dahi, PKK yönetimince geçmişte ihanet ile eş anlamlı olarak

kullanılmaktaydı.
Stratejileri, taktik ve gayeleri itibariyla birbirinden oldukça farklılık

arzeden, geçmişten günümüze birbirleriyle sürekli çatışma halinde bulunan
Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin