|
|
səhifə | 47/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
bilgiler bulunmaktadır.
Bu konuda Yzb. Ş.Dönmez, Jandarma İstihbarat Timlerinin ayrı bir birim
olmadığını, ayrı bir kuruluşlarının bulunmadığını, normal askeri birlikler
içerisinde yer aldıklarını bunların ayrı bir teşkilatlanma kanunlarının
bulunmadığını TBMM deki bir araştırma komisyonuna söylemiştir. Yani JİTEM
yasalarla oluşturulmuş bir ayrı , bağımsız istihbarat birimi değildir.
Peki ama dayanakları nelerdir. JİTEM oluşturulurken 2803 sayılı Jandarma
Teşkilatı Görev ve Yetkileri Kanununun 5.maddesi yine aynı yönetmeliğin 5,
44, 46, 42, 84. Maddeleri ve 6815 sayılı kanunun 4.maddeleri dayanak
konusu yapılmıştır. Kuruluş gerekçesi olarak terörle ilgili haber toplama
faaliyetleri gerekçe gösterilmektedir. Remsiyette bu istihbarat birlikleri
Jandarma Asayiş Komutanlığına bağlıdırlar. İstihbarat olayında terör ve
uyuşturucu başta olmak üzere diğer kaçakçılık olayları amaçtır. Bunların
istihbaratlarının verildiği yerler ise askeri ve sivil amirlikler olarak
gösterilmektedir. TBMM komisyonunun bu konudaki görüşü ise olayın ne
kadar endişe yaratıcı bir boyuta ulaştığının göstergesidir:
" Komisyonumuza verilen bilgi bile devletin organlarının kanunlarla
sınırları çizili görev ve yetkilerini aşarak ve bir takım yasal
boşluklardan istifade ederek yeni kurumlaşmaya gittiğini iyi bir örnek
teşkil etmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere 2937 Sayılı Kanunun 4/a
Maddesine göre yıkıcı, bölücü terör ve Devlet, Cumhuriyet aleyhine
faaliyetler hakkında devlet çapında istihbarat toplayıp, bunları yetkili
makamlara ulaştırmak Milli İstihbarat Teşkilatının görevidir. Görevli ve
yetkili bu makam olduğu halde, Devletin başka organlarının bu veya başka
organların görevine giren konularda yeni düzenlemelere giderek kendi görev
ve yetkilerini aşmalarının karışıklığa yolaçacağı hertürlü izahtan
varestedir. Kaldı ki bu kadar çok birimin yetkili ve görevli olmadığı
halde bu alanda faaliyet göstermesi kimin ne olduğunun, ne yaptığının
anlaşılamamasına da yol açmaktadır. Bu ortamdanda en iyi bir şekilde
devlet ve Cumhuriyet aleyhine faaliyet gösteren provakatörler ve terör
örgütleri istifade etmektedir. Devletin bir takım organlarının yetkiyi ve
görev sınırlarını aşarak faaliyet göstermeleri neticesinde ortaya çıkan bu
karışık durumda terör örgütleri bir takım şaiyalar ileri sürerek
vatandaşın kafasını bulandırmaktadır. Yukarıda itirafçılarla ilgili
bölümde belirtildiği gibi bu konuda da Devletin yetkisiz ve görevsiz
birimleri yaptıkları hareketlerle adeta bu söylentilere çanak tutmaktadır.
JİTEM'in yetki ve görevsiz olduğu halde polis mıntıkasında polisten
habersiz operasyon yapması ve benzeri olaylar neticesinde vatandaşın
kafasında bir takım soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmektedir.
Ayrıca buna benzer bir takım olaylardan dolayı, vatandaşlar arasında
JİTEM'in itirafçıları kullandığı ve bunlardan dolayı da yasa dışı bir
takım işlere karıştığı yönünde iddialar bulunmaktadır. Bunların silah ve
uyuşturucu kaçakcılığına karıştıkları iddia edilmektedir."
JİTEM NEDEN ADINI DEĞİŞTİRİYOR
Evet, JİTEM konusundaki yargılar kaygı yaratıyor. JİTEM'i kamuoyuna
duyuran ve daha sonra da canından olan ve JİTEM'in kurucuları arasında
yeralan emekli Binbaşı Cem Ersever olayı bu konudaki kaygıları haklı
çıkarak niteliktedir. Ersever ve bir takım arkadaşları JİTEM de
çalıştıktan sonra, kaza mı; yoksa bir sabotaj mı olduğu hala açıklık
kazanmayan bir uçak düşmesi olayında yaşamını yitiren eski Jandarma Genel
Komutanı Eşref Bitlis'in ölümünün ardından ordudaki görevlerinden
ayrılmışlardı. 30 kişi oldukları belirtilen bu JİTEM ci subaylar daha
sonra PKK ile mücadelede kitaplar yazarak, gazetelere açık kimlikleriyle
beyanatlar vererek yeni bir yol seçtiler. Ancak bir süre sonra Ankara
civarında bu ekibin lider kadrosu ölü olarak bulundu. Bu ölü bulunma
olayının ardından JİTEM'in nasıl bir örgüt olduğu da ortaya çıktı. Aslında
örgüt istihbarat nitelikli bir yapılanmadan çok, askeri polis nitelikle
bir kurum gibi gözükmektedir. Görevi PKK ile ilgili bilgi ve sabotaj
eylemleridir. Ama sonuçta kontrol dışı, cezalandırmaya ve rant elde etmeye
yönelik öylesine olaylar yaşanmıştır ki, JİTEM adını değiştirerek ve
yapısını saklayarak bunlardan kurtulmaya çabalamaktadır.
Cem Ersever Suriye, İran ve Irak gizli servisleri başta olmak üzere hemen
bütün gizli servislerle ilişkiye giren, para kaynakları ve ilişkileri
belli olmayan bir kişidir. Bu karanlık dünyanın savaşçısı JİTEM
içindeyken de girdiği ilişkilerde tam kontrol altında tutulamamıştır.
Ölümünden önce avukatına öldürüleceğinden bahsederek Suriye veya
Arnavutluk'da yaşamak istediğini söylemiş ve Saddam Hüseyin dahil Kuzey
Iraklı kürt liderler ve ileri gelenlerden aldığı hediyeleri kendisine
göstermiştir. Şimdi böylesine bir istihbarat işinin doğruluğunu savunmak
mümkün müdür? Ersever hakkında açılan askeri sırları açıklama ile ilgili
davadan da son derece çekindiğini saklamamıştır. İçeriye girmek onun için
ölüm gibi bir olaydır. Ama daha davası bitmeden öldürülmüştür.
Suriye İstihbarat Teşkilatı El Muhaberat'ta bir süre çalıştıktan sonra PKK
lideri Abdullah Öcalan'ın kontrolünü sağlamak amacıyla onun sekreterliği
görevine getirilen Neval Boz adlı kadın casus da Ersever tarafından
JİTEM'e kazandırılmıştır. Ancak Boz'un Ersever ile olan ilişkisi aşka
döşüşünce Boz 1 yılı aşkın süreyle Türkiye'ye bilgi aktarmasına karşın
Suriye'den ayrılıp Türkiye'ye geçmiştir. Ersever Boz ve Mustafa Deniz
adlı ajanlarla birlikte öldürülmüştür. Ersever'in öldürülmesindeki en
büyük etken konuşması ve JİTEM ile ilgili çok sayıda bilgiyi basına
aktarması olmuştur.
JİTEM, HİZBULLAH VE DİĞERLERİ
JİTEM, Hizbullah adlı islami terör örgütünün Van ilindeki bazı
kamplarında PKK ile mücadelede bulunsun diye bu örgütün bazı elemanlarına
yardımcı olmakla da suçlanmaktadır. Bu konudaki suçlamaları TBMM Faili
Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyonuna aktaran dönemin Batman
Emniyet Müdürü görevden alınmıştır. JİTEM kontrol mekanizmalarının dışına
çıkabilmektedir. Bu birim son derece büyük bir serbesti içinde
telefonları dinlemektedir.
Örneğin PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşme yapmak ve kendisine
geçmişinde MİT ile ilişkili bir görevi bulunup bulunmadığını sormak için
Kürd-Ha Ajansı aracılığıyla bir randevu girişiminde bulunduk.
Bir süre sonra da bu görüşmenin olacağı yönünde sinyaller bize ulaşmaya
başladı. Hazırlıklarımızı yaparken bir gün üst düzey bir subayın telefonla
ardığını bildirdiler. Daha doğrusu bu subayın telefonda bu röpörtaj ile
ilgili olarak dile getirdiği ve her sözcüğünün sonuna eklemekten
kaçınmadığı " öldürülürsünüz" sözcüğüyle yoğunlaştırılmış konuşmayı
bildirdiler. Hemen bu subaydan randevu talep ettim. Görüşmeye gerek
olmadığını söyleyeceklerini belirttiğini dile getirmesine karşın ısrarım
üzerine randevu verdi.
Randevuya gittiğimde, daha görüşmemizin birinci dakikası içinde eline
aldığı not defterinden bir sayfa çevirerek " yazdır bakalım o randevu
işini kimlerle hallettiniz, adları neler" dedi. Birden şoke
oldum.Toparlayıp:
"Ben bir gazeteciyim, muhbir değilim. Ben size isim falan yazdırmam"
dedim. "O halde görüşme bitti, haydi güle güle" dedi.
Isarar ettim. Elindeki not defterini ve kalemini bırakmadan, gözlerini
gözlerimden hiç kaydırmadan sözlerini sürdürdü:
"Oraya gidemezsiniz. Giderseniz geri dönemezsiniz. Dönerseniz o ropörtajı
yayınlayamazsınız. Yayınlarsanız dava açılır, mahkeme mahkeme
süründürürüz. Hatta o ropörtajı yaparsanız öldürülürsünüz, oradan sizi
kurtaramayız. Sizi orada öldürecekler..."
Her lafın altından "öldürülürsünüz ve cezaevi" sözcükleri çıkıyordu. Israr
randevu işini kimlerin ayarladığı noktasında düğümleniyordu. Cezaevi ve
öldürülmekten korkan kişilerin Türkiye gibi ülkelerde gazetecilik
yapamayacaklarını anlatıyordum ki, yeni bir şok dalgasıyla karşılaştım.
Komutan elinin altındaki iki lacivert klasörü gösterip:
"İşte burada tüm yaptığınız telefon konuşmaları. Kiminle nasıl temas
ettiğiniz, bütün görüşmeleriniz" deyiverdi. Şaşkınlığım daha da büyüdü.
Komutan "sadece sizin değil onların da bütün konuşmaları var burada" diye
devam etti.
Şaşkınlığım daha da artmıştı. Demek telefonların dinlenmesi olayı, bu
kadar kolaylıkla ve alalade bir şeymiş gibi insanların önüne
çıkartılabiliyordu. Gözlerim lacivert klasörlerde kalmıştı:
" Kürd-Ha diye bir ajans var. Almanya'da açık adresi , telefonları var.
Oraya başvurunca size yanıt veriyorlar. Ama telefonların dinlenmesi
Anayasal suç" diyebildim.
Komutan " ama suçluların, telefonlarını dinlemek değil" dedi. ve allahtan
ekledi, " biz onların telefon konuşmalarında sizin talebinizi öğrendik. Ve
bu adamla ( Apo'yu kastediyor) konuşulmasını istemiyoruz".
Daha sonra aynı komutanla 15 dakikalık randevumuz 2 saati aşkın samimi bir
konuşma şekline dönüştü. "Vatan hainliği ve vatanseverlik" dahil pek çok
konuda karşılıklı görüşlerimizi aktardık. Ne için böyle bir çalışma
yaptığımızı anlattım. Gazetecinin böyle bir olaya nasıl bakması gerektiği
konusunda uzun uzun konuştum. Bütün bunların sonunda asker olmayan
yetkililer de araya girmeyi ihmal etmediler. Kısacası Apo ile röpörtaj
istenmiyordu. Bunu bize net bir şekilde anlattılar. Biz de net bir şekilde
anladık.
Sonuçta da biz bu kitabın veya hazırlayacağımız belgeselin içine koymayı
düşündüğümüz o röpörtajı gerçekleştiremedik. Evet bunu yapamadık. Abdullah
Öcalan'a gidip "Senin MİT ile bir ilişkin oldu mu? Seni geçmişte polis
veya MİT muhbir olarak kullandı mı?" diye soramadık.
Bu soruları sorup yanıtlarını alsaydık acaba bundan kim , nasıl bir zarar
görürdü? Bugün bu konuda söylenecek sözler kurumları veya kişileri ne
derece tahrip edebilirdi. Ya da bugünün gerçeklerini değiştirebilirdi?
Evet askeri istihbarat bütün teknik ve personel yapılanmasıyla telefon
dinlemesinden, diğer istihbarat ve cezalandırma yöntemlerine kadar
Türkiye'de şu an en aktif örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama eksiği
hemen göze çarpmaktadır. İstihbarat örgütü gibi gözüken yapılanmanın
aslında daha çok Alman gizli servisi Gestapo türünde olduğunu; cezaya,
takibe dönük askeri polis şemasının ve çalışma yöntemlerinin bulunduğunu
belirtmek gerekmektedir. Pisikolojik istihbarat doğal olarak bunun
ayrılmaz bir parçası olmaktadır. MİT bütün bu gelişmeler içinde çekildiği
girdabı ya tanımlamakta zorluk çekmekte ya da derdini anlatamamanın aczi
içinde bulunmaktadır. Aslında JİTEM ve benzeri örgütler askeri yapıların
içinde hemen her dönemde ortaya çıkmakta ve yaptıklarıyla bir süre sonra
onu kontrolleri altında tutacaklarına inanları bile korkutmayı
başarmaktadırlar. Nitekim JİTEM'de aynı korkunun sonucu olarak lağvedilmiş
ama, ortadan kaldırılamamıştır. 1995 yılının Mart'ın dan itibaren bu
birimde görev alanlar başka illere atanmışlardır. Ama yaptıklarından
kaçının yasal, kaçının yasadışı olduğu konusu soruşturulmamıştır. Bunlar
araştırılma gereği dahi duyulmadan kapatılmıştır.
Bu birimi oluşturanlar, ona görev verenler ortada yoktur. JİTEM'de görevli
oldukları söylenen ve keyfi adam öldürdükleri açıklanan özellikle PKK
itirafçısı devşirmelerle ilgili soruşturmalar da yoktur. Örneğin
Türkiye'de hiç bir savcı veya güvenlik birimi kod adı "Yeşil" olan ve
onlarca cinayetin faili olarak gösterilen Ahmet Demir adlı kişiyi
bulamamıştır.
Jitem kanalıyla yapılan çalışmaların istihbarat veya haber toplama
faaliyetiyle ilgisinin olmadığı da ortadadır. Bir görevliyi önce parayla,
sınırsız yetkiyle ve hukukun üstünde görev anlayışlarıyla tanıştırıp,
sonra da ' Artık sen burada değil şurada görev yapacaksın, bizim
talimatımıza kadar da bu teşkilat lağvedilmiştir. Eylem yapma' demek, o
görevliyi durduracaksa veye geçmişte yaptıklarını unutturacaksa ne ala...
Ama dünyada bunun böyle olmadığı bütün denemelerde görülmüş bir gerçektir.
Nitekim kapatıldığı belirtilen örgüt, bir süre sonra yeniden oluşturularak
faaliyete sokulmuştur.
JİTEM konusunda bir önemli örnek ODTÜ'de yaşanmıştır. ODTÜ'de
öğrencilerin 15 Mart 1995 tarihinde JİTEM kimliği ile yakaladıkları ve
provakatör olduğu iddiasıyla kamuoyuna tanıttıkları Ümit Yalazlı gerçekten
JİTEM elemanı çıkmıştır. JİTEM elemanını yakalayan ve kimliğini açıklayan
öğrenciler hakkında daha sonra dava açılmıştır.
ASKERİ İSTİHBARAT YENİDEN ÖRGÜTLENİYOR
1995 yılında yapılan terfilerle eski MİT Müsteşarlarından Teoman Koman
Orgeneralliğe yükseltilerek Jandarma Genel Komutanlığı görevine
getirilmiştir. Bu görev değişimiyle birlikte ordu istihbaratında yeniden
yapılanmaya dönük ilginç gelişmeler izlenmektedir. Örneğin ordu içinde
"İstihbarat Sınıfı" subay eğitimine başlanmıştır. Bununla Sovyetlerdeki
GRU (Askeri İstihbarat) türü bir yapılanmaya gidileceği ifade
edilmektedir. Bu yapılırken ordu istihbaratındaki yapılanmaların sivil
denetimin dışında gelişmesi ve önemli bir istihbarat potansiyeli bulunan
ancak geleneği ve kontrol mekanizmaları olmayan yeni oluşumların ortaya
çıkmasının iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Çünkü JİTEM örneği bütün başarısızlıkları ve yolaçtığı sorunlarla
gözönünde bulunmaktadır. Ancak Türkiye'nin yenilenen ve yetkileri
yasalarda belirtilen sınırlarda kalabilecek iyi bir askeri istihbarat
birimine de büyük ihtiyacı bulunduğu gerçektir. Bu durumda ordu içinde
darbe ve cunta faaliyetlerinde bulunanların ortaya çıkartılmasında belki
önemli bir yol alınabilir. Ayrıca silah ve savunma sanayinde gelişen
teknolojilerin izlenmesinde, transferinde ve büyük ihalelerde Türkiye'nin
çıkarlarının korunmasında bundan büyük ölçüde yararlanmak olanakları
bulunmaktadır. Terör eylemlerine karşı kullanılacak timler ile bunların
eğitimi konularında da bu birimler beyin gücünü arttırıcı, bilgiyi ön
plana çıkartıcı ve koordinasyonu sağlayıcı çalışmalar yapabilmeledirler.
Ama bütün bunları MİT ve diğer istihbarat servislerinin üstünde veya
altında değil, eşit ve kendi sınırları içinde yapabilecek bir yapılanmaya
gidilmeledir.
MİT HALKTAN KOPUK
Yetki-sorumluluk alanları açısından şefaflaşmış bir MİT, görev alanına
neyin girip, nelerin girmediğini topluma anlatmalı ve yanlış anlaşılmaları
önlemelidir. Yanlışa yolaçanları bulup ortaya çıkarmak konusunda da yine
MİT in sorumluluk ve yetkileri bulunmaktadır. Gerçi özellikle askeri
yapılar içinde MİT'in istihbarat faaliyetinde bulunması yasal olarak
kısıtlanmıştır. MİT sadece askerlerin istediği alanlarda ve yapılan
protokollere bağlı kalarak gösterilen yerde ve kapsamda istihbarat
çalışması yapabilmektedir. Bugünkü kaos gibi gözüken ortam da asker, sivil
ayrımının kesinleşmiş ve keskinleşmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Sivilleşmenin sancıları ve geçiş dönemi yaşanmaktadır . Ancak bu dönemde
kontrol mekanizmasını elinde bulundurması gereken savcıların ve diğer
adalet mensuplarının görevlerini yerine getirip, denetim mekanizmalarını
açık bulundurduklarını söylemek de mümkün olmamaktadır. Olsaydı bu kadar
çok faili meçhul cinayetin büyük bir kısmı aydınlanır ve bunları
işleyenlerin devlet içindeki uzantılarına ulaşmak mümkün olurdu. Bu
alanda bir temiz toplum özleminin benimsenmesine daha uzun yılların
gerektiği gözükmektedir.
İlişkilerdeki açıklık, istihbaratı güçlendiren doğru kaynaklara götüren
bir unsurdur. Malesef MİT'in yapılanmasında böyle bir anlayış söz konusu
olmamıştır. Oysa MİT'in adam kaçıran, izleyen, dinleyen, öldüren, sindiren
bir teşkilat olduğu havasını topluma bu kapalılık ve hatalı uygulamaları
yerleştirmektedir. Çağdaş istihbarat teşkilatlarında olduğu gibi MİT'in,
fikir üreten, bilgi toplayan bir yapı haline getirilmesi kaçınılmazdır.
Gerektiğinde yasal statüsünün getirdiği diğer görevleri de yerine
getirebilecek gücünün bulunduğu halka anlatılmamaktadır. Bunun da
sorumlusu yine MİT'in kendisidir. Kendisini anlatamayan bir gizli servis
elbetteki olumsuz tartışmaların odağı olacaktır. Açık yürekli ve
demokratik yapılanmadan yana olmak sorunların çözümünde önem taşımaktadır.
Bugüne kadarki uygulamalar yanlış kanıları doğrulayacak hataları
içermektedir. Ama özür dilemesini ve hatalarından arınmasını bilen
teşkilatlar büyümektedir.MİT demokratikleşmelidir. Bundan kasıt karanlık
yönü yokedilmiş, parlamenter denetim mekanizmalarına açık ve yaptıklarının
hesabını verebilecek yeni bir yapılanmadır.
MİT halka kendini anlatmalıdır. Bunun yolu da güçlü bir halkla ilişkiler
ağının kurulmasından geçmektedir. Hala MİT'in böyle bir biriminin halka
açık bir şekilde bulunmaması, bir basın sözcüsünün dahi olmaması çağdaş
kuralların ne kadar gerisinden gelinmekte olduğunun bir göstergesi
sayılabilir. Oysa dünyada istihbarat hizmetlerinin korkuya dayalı ve
duvarlar arkasında saklanarak yapıla gelirliği artık terkedilmiştir.
Önemli olan bilgi, bilgiyi değerlendirme, geleceğe ilişkin en sağlıklı
senaryoları üretme ve bunu yerine getirecek ortamı yaratma çabasıdır.
Bunun da tek yolu uygun eğitim, eleman seçimi ve yapılanmadan geçmektedir.
MİT KUYUDAN ADAM ÇIKARIYOR
MİT kimi zaman, kim ve ne için kullanıldığı bilinmeyen bir örgüt görüntüsü
sergilemektedir. Örneğin ünlü Türk Koskotas Dosyası olarak adlandırılan
Türksat uydusu ve buna bağlı ihaleler ile ilgili müfettiş araştırmalarının
birinde, PTT yetkililerinin Türkiye'nin ilk ve o dönem için tek özel
kuruluşu olan ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal'ın
da ortağı bulunduğu televizyon şirketine yasalara aykırı olarak bir verici
ve eleman tahsis ettikleri saptanır. Müfettişlere ifade everen PTT Genel
Müdür Yardımcısı kendisine vericiyi bir yerden söküp bir başka yere
nakletme emriyle eleman tahsisini Genel Müdürün emrettiğini söyler. Genel
Müdür de ifadesinde müfettişlere MİT'ten gelen talimat üzerine böyle bir
uygulama yapıldığını anlatır. Bunun üzerine dönemin Ulaştırma Bakanı'nın
imzasıyla MİT'e başvurularak böyle bir talepte bulunulup bulunulmadığı
sorulur. Gelen cevabın altında dönemin asker müsteşarının imzası vardır ve
" Böyle bir talep de bulunulmamıştır" denilir. Müfettişlere aynı asker
MİT Müsteşarı " Bizim PTT'den böyle bir yardım istememize gerek yok, bunu
Dostları ilə paylaş: |
|
|