Mit dünden bugüne gizli dünyanin bilinmeyenleri tuncay özkan



Yüklə 3,49 Mb.
səhifə19/53
tarix22.12.2017
ölçüsü3,49 Mb.
#35622
növüYazı
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   53


limanımızda bir gemi batırılmıştır, yarı falan yoktur diyor. Bizim ajan

Almanlara gösteriyor. 'Hiç olmuyor, keselim bunlardan postayı'diyor. Tekin

akıllı adamdır. O öyle deyince Alman ' Yok gemi battı mı diyecek 'diyor.

'Elbette diyecek kaza olmadı, ölü , diri yok diyecek'. Bizim teknik

ilerleme diye bir olaya o zamanlar ben rastlamadım. Bizim dönemde olmadı.
BİZ KİMLİĞİMİZİ HEP SAKLARDIK

- Hükümetler çok para ayırır mıydı istihbarata?

Güriş: Hiç zannetmiyorum. Hatta o sıralar bir Suriyeli miydi ne? Dedi ki '

Suriye'nin istihbarata ayırdığı para Türkiye'nin bütçesinden fazla'.

- Sizin zamanınızda MAH veya MİT'de çalışmak nasıl bir duyguydu?

Güriş: Biz hep saklardık kendimizi. Biz MİT diye MAH diye bir şey

kullanmazdık.

-Siz nerede çalışıyorum derdiniz?

Güriş: Komisyonculuk yapıyorum derdim. Nitekim Server Somuncoğulu vardı.

Büyük Postane karşısında bir yazıhane vardı iki oda . Ben o yazıhaneyi

kullanırdım onun olmadığı zamanlarda. Orada ajanlarla buluşurdum ve

telefon numarasını verirdim. Bir de Yağ İskelesinde bir ahbabım vardı. O

da ithalat ve ihracat işleriyle meşgul olurdu. Ben orayı da iblidirirdim.

Orada muhasebeci gibi çalışırdım. Ama dediğim gibi MİT, MAH lakırdısını ve

etiketini kapımıza bacamıza koymazdık. Hüviyetimiz yoktu bizim.

-Peki sordular mı nasıl ispatlardınız?

Güriş: Halkın mürvetine güvenirdik. Dediğim gibi hiç bir şey yoktu. Yalnız

Emniyet Müdürlüğü kimlik olarak yeşil kart üzerine bir damga, bir resim

bir de imzalı bir kart çıkarmıştı. Kendi elemanına. Biz Bab-ı Ali'nin

altını üstüne getirip o şeyden bulduk. Bulduk ama 20 kişiye lazım 10

kişilik bulduk. Neyse kimliğimizi de o şekilde hallettik.

Günlerden bir gün bir kişiyle konuşmak istedik. Dedi ki 'Hüvviyetinizi

görebilir miyim?' Tabi dedim çıkardım hüviyeti. Baktı baktı bu 10 yıl önce

verilmiş, muteber değil dedi. Dedim sizin cebinizdeki nüfus cüzdanı ne

zaman verildi? Kırk sene evvel dedi. İyi o zaman o da muteber değil dedim.

Dedim ki her başvurduğumuz yere , her gelene tahrirat mı getireceğiz.

Böyle acayipliklerle de karşılaşıyorduk.

- Emekli olduktan sonra arayıp sordular mı sizi hiç? Ne yapıyorsunuz, ne

ediyorsunuz? Bize şu konuda yardımcı olur musunuz diye?

Güriş: Ankara aramadı ama İstanbul aradı. Basit şeyler hakkında. Ben de

giderdim. Otururduk. Üçbeş konuşurduk. Eğer birşey varsa ufukta yardımım

dokunurdu. Yoksa onun dışında bir şey olmadı.

EMEKLİ OLAN BİTİYOR

- Peki emekliyken de gördüklerinizi rapor eder bildirir misiniz?

Güriş: Hayır. Ona hiç şeyim kalmadı. Benim vazifem kontrespiyonaj. Ajan

sokmak veya adamın içinden adam çalmak. Ama milli meseleler, devleti

alakadar eder şeyler karşısında boş durmazdık. Ama istihbarat bakımından

pek yararlı bir şey olmadı.

- Peki efendim teşkilatınızı diğer teşkilatlarla karşılaştırdığınızda siz

en yaşlı kişi olarak nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?

Güriş: MİT'in bugünkü durumuyla en ön saflarda yeralan istihbarat

teşkilatlarından birisi olması lazım gelir. Her türlü teknik tesisata

malik , uçağı, helikopteri olan bir müesse elbetteki muaffak olur. B

Amirinin emrinde 100-150 kişilik insan varmış. kendisi bana bir şubede

8-10 araba olduğunu ve arabanın da markasını seçtiklerini söylediler.

Bakın bizim zamanımızda İngiltere'den demiryollarını, elektirik şirketini

almaya gelen heyetin evrakını çalmak lazım geldi. Park otelde oturuyorlar.

Sabah çıktılar Ayasofyayı geziyorlar. Biz de iki arkadaş takip ediyoruz.

Arkadaşlarımız da otelde onların evraklarını almaya çalışıyorlar. biz

takipdeyiz ki onlar işlerini yaparken yarım kalmasın veya üzerlerine adam

gitmesin.

Adamlar döndüler dolaştılar yarım saat kadar bir taksiye bindiler

gittiler. Taksi yok , vasıta yok. O dükkan senin bu dükkan benim telefon

ediyoruz. Park Otelinin Resepsiyon Müdürüne. Onun çok faydasını gördük.

Yukardakilere haber ver geliyorlar. Baskına uğramasınlar diye. Şimdi bu

hadise başlı başına teknikle ilgili bir olay. Bizim ne arabamız var , ne

telefonumuz. Olsa geliyorlar diye bildirirdik. Onun için ben bugün

öteki olaylarımızı övmekle beraber üstün bir vasfa sahip istihbarat

servisi olarak kabul ediyorum MİT'i.

- İngilizlerin etkinliği geçtikten sonra 1960 lara gelindiğinde

Amerikalıların istihbarat durumları nasıldı?

- 1960 larda Amerikalılarla ilişkilerimiz devam ediyordu. Amerikalılar

daha ziyade Sovyet işleriyle alakalıydılar. Ben de o sıralar Sovyet Masası

Müdürüydüm. Bizim faaliyetimize bir şey katmadı bu ilişki. Biz işimizi

südürdük. Adam attılar yakaladık. sorguladık. Mahkum ettik. çünkü

bunların attıkları belli başlı bazı yerler vardı. Mesala saat 02.00 dan

sonra Dolmabahçe Sarayı'nın önüne atıyorlar ajanı. Orda in yok cin yok bu

saatte. Biz bunları tespit ederdik. Ve araba yoktu, ayakta gezmek

suretiyle. Bu yolla tesadüf ettiğimiz çok olmuştu. Bir tanesi 20 yıla mı

ne mahküm oldu.

Bir tanesi Çamlıcadaki üssün, dinleme üssünün krokilerini, planlarını

vermiş Radyanov isimli bir Rus'a. Cürmü meşut yaptık. Mahkemeye verdik.

20 yıla mahkum oldu. Üç ay sonra kaçırdılar adamı şimdi Fransa'da.

MİT'Çİ OLMAK NASIL BİR DUYGU

- Eşinizle evlenirken teşkilatta çalıştığınızı söylediniz mi?

Güriş: Evet

-Nasıl karşıladı?

Güriş: Gayet mülayim karşıladı. Bana itimadı tamdı. Beni takdir ettiği

için kabul etti. Ben 50 küsur yaşımda evlendim.

- İstihbarat açısından 1931-1967 çok uzun bir süre . Bu süre içinde

parasal açıdan hiç zorluk çekmediniz mi?

Güriş: Çekmedim . Benim bir miktar param vardı. Dışarıya da gönderildim.

Görevi kamufle etmek için ufak tefek ticaret de yapardım. 10 çuval ıhlamur

alırdım 130 kuruşa, satardım 150 kuruşa. Bu işle meşgul desinler diye.

- O günden buyana bir değerlendirme, son söz söylemek isterseniz, ne

söylersiniz?

Güriş: MİT'e bağlı olmak, MİT çi olmak büyük bir gururdur. Bize İkinci

Dünya Harbi sıralarında bir çok teklifler yapıldı. Vagon Lee Müdür

Yardımcılığını teklif ettiler. Biz işleri reddettik. Yani eski tabirle

kazan kaynatmak için değil, tamamen ulusal gururumuzu tatmin için

çalıştık.

-Emekli maaşınız ne kadar şuan?

Güriş: 31 bin küsur lira.

-31 milyon lira herhalde. Enflasyondan olsa gerek...

Güriş: Ne derlerse onu alıyorum. Defteri veriyorum, basıyorlar düğmeye

alıyorum.

-Çok teşekkür ederiz, sağolun.

Güriş: Siz de sağolun."

FUAT DOĞU DİYE BİR İSTİHBARAT SUBAYI

İkinci Dünya Savaşı boyunca da MAH içindeki yönetim askerlerin

elindedir. Savaş vardır, bu doğal karşılanır.

Savaşın sonlarına doğru, daha sonra MİT Müsteşarlığı da yapacak olan

Genelkurmay İstahbarat Dairesi'nin genç Yüzbaşısı Fuat Doğu, 12 adaların

işgaline ilişkin bir rapor düzenler. Başarılı bir subay olan Doğu,

raporunda Ege Denizinde 12 adalarda bulunan Alman işgal birliklerinin su

ve yiyecek için gelip giden motorlarla kendilerine:

- Savaş sona eriyor, bizi Yunanlılar esir alacağına gelin siz alın,

şeklinde haber yolladıklarını ifade ederek, buraların alınmasını önerir.

Ancak Cumhurbaşkanlığına sunulan bu rapor, İsmet İnönü'nün savaş sırasında

izlediği, savaşa girmeden sınırları muhafaza etme politikası nedeniyle,

sorunlar yaratacağı endişesiyle kabul görmez. Doğu bu sırada İnönü'nün

emriyle adaların alınması için bölgeye asker kaydırıldığını, kendisinin

adalara yapılacak bir çıkarma için stratejik bölgelere elişkin bir rapor

daha hazırladığını ama bu çalışmaların İngilizlerin desteğindeki

Yunanlıların adaları işgali üzerine bir sonuca ulaşamadığını dile

getirmektedir. Savaş sonrasında ise adalar İngilizlerin desteğiyle,

Yunanlılarda kalır.

Savaş sonrasında MAH'ın çalışmaları iyice içe dönük olarak gelişir. Ancak

istisnaları Balkanlar ve Kafkasya'dır. Buralardaki istihbarat

çalışmalarına önem verilir. Bağlantılar ajanların gidiş, gelişleriyle

canlı tutulur.

VON PAPANE SUİKAST VE TÜRKİYE'NİN GÜÇ GÖSTERİSİ

Yukarda Çiçero olayıyla ilgili olarak değindiğimiz İkinci Dünya Savaşı'nın

Almanya Ankara Büyükelçisi Von Papen'in başından bir de suikast olayı

geçmiştir. Bu olay Türk istihbarat birimlerinin o dönemdeki çalışmaları

ile devrin siyasi iradesinin kararlılığı ve Türkiye'nin daha sonra butür

olaylar karşısındaki tutumunun ne kadar farklı olduğunun görülmesi

açısından ilginçtir. O dönemde istihbarat birimleri nasıl çalışmış ve bir

dış tehdidin içerde gerçekleştirdiği eylemin sonrasında neler yapılmıştır?

Unutmamak gereken önemli bir olay da bu dönem içinde Türk toprakları

üzerinde en az 20 ülkenin istihbarat servisinin faaliyet içinde bulunduğu

gerçeğidir.

Türk elçiliklerinin yazışmalarında güvenlik ve gizlilik var mıdır ya da

ne kadar vardır? Açık istihbarat ya da diplomat uyanıklığı ne demektir?

Gelin yeniden Von Papen'e kulak verelim ve başından geçen olayı öncesi ve

sonrasıyla istihbarat açısından da değerlendirerek kendi ağzından

dinleyelim:

" O sene Ankara'da sibirya'yı hatırlatacak bir kış oldu. Derece sıfırın

altında 30 du. Rusya üzerine yürüyen Alman orduları da baştaki başarılana

rağmen bu şiddetli kış önünde ilk hezimetine uğradı. Moskova önlerine

yaklaşan Alman askerleri üzerlerindeki ince elbiselerle oldukları yerde

kalıyorlardı. O tarihlerde bir ara Berline gitmiştim. Türk elçi Gerede ile

uzun uzadıya bir görüşme yaptık. Tabii bu görüşmeleri sefir hariciye

vekaletine bildirdi. O sırada gizli Türk şifresi Berlin tarafından

biliniyordu.Sefirin raporunu öğrenmişler. Ribbentrop beni şidettle

eleştirdi, kınadı. Ben dostum Gerede ile görüşürken, Rusya seferinin,

yakında mukabil bir hareketle karşılaşacağından endişelendiğimi, böylece

bir barış yolunu kabul etmek zaruretinin kendiliğinden doğacağını ümid

ettiğimi söylemiştim. Barış olanaklarından zımmen bile bahsetmek o sırada

Almanya'da affedilmeyecek bir hata sayılıyordu.

Aynı mealde bazı şeylerden bir İspanyol gazetecisine de bahsetmiştim.

Aldığı notlar otel odasından çalınmış. Amerika radyosuna gönderilmiş.

Radyo da böyle şeylerden bahsedince bana ateş püsküren telgraflar geldi.

Bereket versin 7 Aralık tarihinde Japonların Pearl Harbour'da Amerikan

donanmasına yaptığı ani hücum sevinci ile Hitler, benim sözlerim üzerinde

fazla durmak vesilesini bulamadı. Aleyhimdeki bu durumda o hadisenin

akisleri arasında unutuldu.

Hitler o zamanlar Washington da neler döndüğünü farketmiyordu. bunu

görebilseydi hemen 4 gün sonra sırf Japonya'yı keyiflendirmek için

Amerika'ya harp ilan etmeye kalkışmazdı. Aslında Hitler7in Amerika'ya harp

ilan etmesi, Roosevelt7in tam istediği şeydi. Bugün ortaya çıkan

gerçekler gösteriyor ki Amerika o gün Japonların yapacağı baskından daha

iki gün evvel haberdardı. Ama birliklerini vaktinde ikaz edememişlerdi.

Birinci Dünya Savaşından hiç de memnun çıkmamış olan Amerika'da bir

tarafsızlık kanunu çıkarılmıştı. Hitler'in açtığı harbe hiç bir suretle

katılmamak taraftarı olanların sayısı fazla idi. Bu nedenle dünya

üzerindeki gerginlik ve mücadelenin yayılmasını sağlayacak pisikolojik

ortamın doğması için Pearl Harbour gibi bir saldırının olması gerekiyordu.

Sayın dostum Numan Menemencioğlu bana yılbaşında yazdığı bir yazıda: ' Bu

şiddetli kış, bana bu zalimane kasaplığa bir son verdirecek gibi geliyor.

İnsanlığın düşeceği, medeniyetimizin tamamen söneceği günlerin

başlangıcındayız." derken adeta kehanette bulunmuş. Ne acıdır ki

Roosevelt, Hitlere karşı olan nefretini Alman milletinden çıkarmaya

kalkmış ve onun mahvına sebebiyet vermişti. 1917 de Voodrow Wilson,

Avrupanın büyük devletlerine krizi kendi aralarında hallettireceği yerde

hiç lüzumu yokken Amerikayı da harbe sokmuştu. Ama komünistlerin

totaliter programları konusunda en ufak bir fikir sahibi olmayan

Amerika'nınyeni devlet başkanı, dünya tarihini etkileyecek kadar şiddetli

olan bu gerginliğin ucunun Amerika'ya da dokunacağını iyice hesap

edememişti. Menemencioğlu'nun o zaman bahsettiği medeniyetin sönmesi

meselesi bugün hala tartışılıyor.

24 ŞUBAT'DA PATLAYAN BOMBA

24 Şubat günü Ankara'da Çankaya yolunda, Kremlin'in canını sıkan bir

elçiyi ortadan kaldırmak için düzenlediği suikast bugün belki

unutulmuştur. Gerçi emellerinde başarılı olamadılar. Ama bu olay benim

savunduğum Türkiye'nin tarafsızlık politikasının, Türkiye'yi savaşa sokmak

ve Çanakkale'yi elde etmek emeli taşıyan bazı kimselerin işine gelmediğini

göstermişti.

O sabah hergünkü gibi, erken saatte, yanımda eşim olduğu halde Ankara'nın

bu büyük caddesinden büroma gidiyordum. Birden bire arkamızda müthiş bir

patlama oldu. İnfilakın şiddetiyle ikimiz de yere kapandık. Ben hemen

toparlandım. Korkmuş olan eşimin toparlanmasına yardım ettim. Bir taraftan

da ona olduğu yerde kalmasını söylüyordum. Etrafıma bakındım kimseler

yoktu. Peki ama bombayı kim atmıştı? Yoksa bu bir mayın mıydı?

Karımın arkasında küçük et parçaları bulunduğunu hayretle farkettim. Oysa

ikimizin de bir yerine bir şey olmamıştı. Yalnız benim kulak zarım

zedelenmiş, bir de pantolonum yırtılmıştı. Yüz metre civardaki bütün

binaların pancereleri kırılmıştı. Ama bombayı atan ortada yoktu. Tesadüfen

oradan geçen bir taksi , hem polise hem de sefarete durumu bildirmiş. Çok

mükemmel çalışan Türk Emniyet Teşkilatı hadise mahalline geldi ve bombayı

atanın bizzat parça parça olduğunu, şahsından hemen hemen eser kalmadığını

tespit etti. 50 metre ilerdeki bir ağacın dalında tek bir ayakkabı buldula

r. Türkiye Hükümet Reisi, hadisenin büyük bir titizlikle tahkik

edileceğini, siyasi gerginliklerin doğmasına bile sebep olsa, Türk

toprağının siyasi cinayetlere sahne edilmesine müsamaha edilemeyeceğini

beyan etti.

24 saat içinde işin mahiyeti anlaşıldı. İstanbul'da okuyan bir Makedonyalı

talebe, Rus Konsolosluğu'nca bu iş için hazırlanmış. Rus konsolosluğu o

zaman Türk güvenlik birimlerince sarılarak suikastcinin cürüm ortağı

yetkililer tarafından istendi. Bu işle alakalı bir başka şahsın da daha

evvel davranarak Rus hududunu geçtiği öğrenildi. Bir ay süren mahkemede

bütün teferruat ortaya çıktı. Suikastçiye bir Walter tabancası, bir de gaz

bombası verilmiş. Bombayı ancak polis tarafından sarılma tehlikesiyle

karşılaşınca kullanacakmış. Ama cani Atatürk Bulvarını tenha görünce

kendini emniyete almak düşüncesiyle beni 7 metre arkamdan vuracağı halde,

tabanca ile gaz bombasını birlikte kullanmayı tercih etmiş. Hakikatte içi

dinamit dolu olan bombayı fırlatınca tabancayı kullanmaya vakif bulamadan

parçalanmış. Fedai bir suikastçiyi, komünist tebaalı bir insanı Türk

polisine karşı korumak için tasarlanan bu usül hiç de ustaca değildi. Ama

o tarihten sonra olanların buna benzer metodlarla yapılmasına karşı

tecrübe edinmiş olduk.

Göbbels'in hatıra defterine yazdığına göre, bu gibi suikastlerde tatbik

edilen metodlar hakkında ilerde aynı usulü kullanmak isteyeceklere karşı

tedbir olmak üzere gazetelere teferruatlar yazdırılmamıştı. Böylece

Almanya'da kendi vatanımda bu olay pek fazla duyulmamıştı. Bu nedenle

hadiseden 18 sene sonra, halen benim o zamanlar Hitler'in savaş gayelerini

destektlediğim kanatini taşıyan Alman hariciyesini mazur görüyorum.

Olay sonrasında Türkiye'nin her tarafından yakın alaka gördüm. Başkan

İnönü ve pek saydığımız eşi, eşime çiçekler göndererek geçmiş olsun

dediler. Kızıma da Cumhurbaşkanının hususi atına binme izni verildi.

Gazzeden dostum olan Refet Paşa bana sarılarak ' Cephede olmadan top

seslerini duymak ne büyük saadet' dedi. O zaman Vekil olan Ali Fuat

Cebesoy, Ürdün cephesinde beraber olduğumuz bu eski dost bize parlak bir

akşam yemeği verdi. Numan Bey tanınmış kulak mütehassısı Dr. Topas'ı bana

gönderdi ve kulak zarımı düzelttirdi. Gerçi biraz ağır duyar oldum ama,

Almanya7da harp sonrası mahkemeleri sırasında geçirdiğim enfaktüs

yanında bunu arıza bile saymam. sonradan Amerikaya kaçan bir Sovyet gizli

teşkilat subayının bu konudaki açıklaması pek ilgi çekicidir. 1944 de beni

ortadan kaldırmak vazifesini önce ona vermek istemişler. Bir kolayını

bulup atlatmış. Böyle olduğuna pek şükrediyordu. Zira suikastçinin

akibetine o zaman o uğrayacakmış.

O senenin yazı Türkiye ile Almanya arasında yapılan güzel bir anlaşma ile

bitti. Hitleri bu işte ikna etmek için epeyce uğraştım. Türkiye bize krom

vesair iptidai maddeler verecek, buna mukabil Almanya Türkiye'ye iki

modern tank birliği malzemesi temin edecekti. Hitlerin bu tankları bir gün

kendisine karşı kullanacakları endişesine karşı. Türklerin ne kadar

kuvvetli ve bağımsız olurlarsa tarafsızlıkları da o derece sağlam olur

fikrini savunarak tankların verilmesini sağladım.

Bir sonraki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı geçit resminde, bu tanklardan bir

kısmı yabancı erkan önünde geçerlerken, herkesin gözleri parlamıştı. Bir

çok tarafsız kimse de bu işi, kuru sözlerden daha değerli bir dostluk

nişanesi olarak vasıflandırmıştır. Gerçekten savaşın en sıkıntılı

döneminde müttefiklerin düşmanı bir devletten sırf tarafsızlığın teminatı

için tank satın almak başarılı bir hareket olmuştu."

SUİKASTÇİLER NASIL YAKALANDI

Evet o dönem Türkiye hem tarafsızlık politikasının en hassas noktası olan

Sovyet büyükelçiliğini kuşatıyor, hem de içerdeki suikastçiyi alıp

yargılıyor. Bugünün siyasi otoritesi açısından, hem de dönemin gizli

servisi ve polisinin olayı çözmek bakımından gösterdiği başarının neden

günümüze uzanmadığını iyi tahlil etmek gerekiyor. Siyasi otoritedeki

kararlılık ve bu tür olaylara verilen önem gerekli etkiyi

gösteriyor.1940'lardan 1994'lere gelindiğinde Türkiye'de bugün

aydınlatılamayan siyasi cinayetlerin sayısının bin 700 lere ulaşması

kararlılığın önemini anlatsa gerektir. Bunda o dönemin istihbarat

servisinin de yıpranmamış ve henüz iç kararsızlıklara bulaşmamış

olmasının da etkisi kuşkusuz bulunmaktadır.

Gizli servis Papen'e suikast girişiminde bulunan kişinin 25 yaşındaki

Yugoslav göçmeni Ömer Tokat olduğunu saptar. Tokat, Yugoslav komünist

partisi üyesidir. İstanbul Hukuk Fakültesinde okumuştur ve Türk

vatandaşlığına da kabul edilmiştir. Polisin İstanbul'daki Sovyet
Yüklə 3,49 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin