|
|
səhifə | 5/53 | tarix | 22.12.2017 | ölçüsü | 3,49 Mb. | | #35622 | növü | Yazı |
|
yapılacak işleri engelleyemiyordur. Almanlar da kendi istihbarat ağlarını
ve elemanlarını bölgede öyle veya böyle Osmanlı idaresinden aldıkları
destekle rahatça kullanmaktadırlar. Yani karşılıklı çıkar ilişkileri bir
dengede devam etmektedir.
ALMAN GİZLİ SERVİSİ ORTADOĞU'YA NASIL YERLEŞTİ
Teşkilat-ı Mahsusa'nın karşı çıktığı işlerden biri de ünlü Alman casusu
Wassmuss'un İran üzerine yapılacak olan ve Arap Yarımadası'nda Cihad ile
birlikte İngilizlere karşı yaratılacak kargaşa planının
uygulamalarıdır.Alman Gizli Servisi Teşkilat-ı Mahsusa'nın da yardımıyla
Afganistan'a ulaşacak ve buradaki yöneticileri de ikna ederek Cihad
çağrısına uymalarını sağlayacaktır. Bu amaçla çokça da para harcanacaktır.
Bölgeye Teşkilat-ı Mahsusa'nın da yardımcı olacağı ve casuslardan oluşan
kamuflajı sirk olan iki grup gönderilir. Bunlardan ilki yeteneksiz bir
gruptur ve 13 Aralık 1914 de geri çekilir. İkincisi ise daha nitelikli
casuslardan oluşur. Çalışmalarına başlarlar. Ancak onları da İngiliz gizli
servisi durdurmayı başarır. Almanlar bu büyük doğu özlemlerini ve ele
geçirme dileklerini temsil eden harekatı "Drang Nach Osten" politikası
diye nitelendirdiler. Zor doğa koşulları, Arapların Türklere karşı duyduğu
kin ve güvensizlik, Enver Paşa'nın Almanlardan ürkmeye başlaması ve buna
bağlı olarak engelleme çabaları ortasında kanlı ve zorlu mücadelelerden
sonra Almanlar düşlerine ulaşma olanağını yitirirler.
Ama casusları Wassmuss, bölgede ünü çok büyük bir ajan olarak
çalışmalarına devam eder. Özellikle İran üzerindeki Alman gizli servisi
bağlantıları öylesine güçlü atılır ki bugün dahi Alman gizli servisi ile
İran gizli servisi arasındaki bağlar son derece kuvvetlidir. İran
Almanya'da öldürme eylemleri gerçekleştirmekte ve hatta adam kaçırmakta
ama buna göz yumulmaktadır. Bu hep o zaman atılan temeller üzerine
bugünlerde dahi sürdürülen mücadelelerin sonucudur.
İran Kürdistan Demokrat Partisi lideri Sadık Şerefkendi, Berlin'de mafya
usulü bir suikast sonucu öldürülür. 1992 Eylül'ünde üç gün süreyle
yapılacak olan Sosyalist Enternasyonal kongresini izlemek için Berlin'e
gelen Şerefkendi yemek için gittiği Mykonos Restoran'da kendileri için
ayrılan özel odada arkadaşlarıyla bir araya gelir. Geceyarısına doğru
lokantayı basan üç kişi susturucu takılan silahlarla Doktor Sait kod adlı
Sadık Şerefkendi ile birlikte partisinin Almanya temsilcisi Humayum
Ardalan , Avrupa Temsilcisi Fattah Abduli ve İran muhaliflerinden Nuri de
Kurdi' yi öldürür. Suikastçiler yakalanır. Hizbullah üyesi iki lübnanlı ve
bir İranlı ele geçirilir. Katillerin İran'ın emriyle hareket ettikleri
belirlenir. Ama kimse İran'a ses çıkartmaz. Alman gizli servisinin bir
kanadı olayın planlamasının İran'ın Bon Büyükelçiliğinde yapıldığını
bilmektedir oysa. Ayrıca İran, Alman yönetiminin de gözyumması sonucu,
Türk örgüt ve derneklerine sızarak buralarda propaganda da yapmaktadır.
İran'ın Bon Büyükelçiliğinde 6 oda İran gizli servislerinin elemanlarına
ayrılmış durumdadır. Ayrıca buradan yayın yapan bir de radyo
bulunmaktadır.
Almanya'da, İran Gizli Servisi'nin şeflerine uygulanan protokol neredeyse
bir başbakana uygulanılanla aynı düzeydedir. Bunda ana etkenler arasında
bu tarihi sürecin geliştirilmesi sonucu ortaya çıkan ilişkiler ağı ön
planda gündeme gelmektedir. İran'ın silahlanması ve Nükleer gelişiminde de
Alman kaynaklı ürünlerin önemli bir yeri bulunmaktadır. Almanya'nın
politik arenada 2000'li yıllarda Ortadoğu'da Amerika'nın karşısına
sürebileceği elindeki koz azlığı önemlidir. "İstanbul'un Doğusunda
Bitmeyen Oyun"un senaryosu hep yürürlükte bulunmaktadır. İran'ın Batılı
müttefiki Almanya'dır ve Almanya olayları yakından izlemeye ve
yönlendirmeye devam etmektedir.
ALMAN PARASIYLA CASUSLUK OYUNU
Teşkilat-ı Mahsusa ile Almanlar arasındaki para alışverişi konusunda
teşkilatın yöneticilerinden Eşref Sencer (Kuşçubaşı) 1914 ile 1917 yılları
arasında zaman zaman durdurulan ödemelerin yapılması ve Almanlarla
operasyonlarda koordinasyon konusunu görüşmek için Almanya'ya gitmiştir.
Kuşçubaşı, Almanların operasyonlarda direk müdahalesinin olmadığını
anılarında aktarmaktadır. Ancak Enver Paşa ile Alman Genelkurmay'ı
arasındaki yakın işbirliğinin teşkilatı etkilediğine de dikkat
çekmektedir. Almanların etkinliğinin, teşkilatın ajan kadrolarında
önemsenmemesini Eşref Bey şöyle açıklamaktadır:
"Koordinasyon, mali kaynak, ideoloji gibi sorunlar görev safhasındaki
ajanları nadiren ilgilendirmektedir. Çünkü biz hareket adamıydık. Filozof
veya idareci değildik."
Teşkilat-ı Mahsusa ekonomik kaynakları bakımından Almanlara ne kadar
yakınsa, çalışmaları ve ideolojisiyle de o kadar uzaktır. Almanlar
teşkilatı parasal yönden satın alamamışlardır. Çünkü asıl kaynak Osmanlı
hazinesidir. Teşkilatın ana amacı bir manda ya da kendini kullandırma
değil, yeniden Büyük Osmanlıyı kurmaktır. Almanlar bu yolda kullanılmak
istenilen araçtır. Bu aynı zamanda 1912 - 1913 Balkan Savaşı sırasında 12
adaları alarak Hellenizm düşünü gerçekleştirmek için saldırganlaşan
Yunanistan'ı durduracak ve Boğazların kendisine kapandığı endişesiyle
saldırı planları yapan Rusya'yı bu emelinden vazgeçirecek bir yöntemdir.
1914' ün kanlı savaş yıllarına gelindiğinde Teşkilat-ı Mahsusa, Enver
Paşa'ya, en büyük desteklerinden birini vermiştir. Enver Paşa'nın
düşlerinin gerçekleşmesinde kesin bir araç gözüyle baktığı, Birinci Dünya
Savaşı'nda Almanların yanında savaşa dahil olma düşüncesinin
uygulanmasına, Teşkilat-ı Mahsusa yardımcı olur. Bu konudaki iddiaların
birincisi Almanlarla 3 Ağustos 1914' de İttihat ve Terakki'nin pek çok
önde geleni ve hatta Padişah da atlatılarak bir gizli ittifak anlaşması
imzalanması üzerinedir. Burada da gerekli altyapının teşkilatça sağlandığı
düşünülebilir. Çünkü bu sırada teşkilat Anadolu dışındaki topraklarda
İngilizlere karşı mücadeleye başlamıştır bile. Bu anlaşma, Cemal Paşa'dan
bile saklanmıştır. Anlaşmadan iki gün sonra Teşkilat-ı Mahsusa'ya 5
Ağustos 1914 tarihli Enver Paşa genelgesiyle resmiyet kazandırılmıştır.
Enver Paşa'dan gelen direktifler aynen uygulanır.
ENVER PAŞA'NIN OĞULLARI: GOBEN VE BRESLAU
Almanların İngiliz kontrolündeki Akdeniz'de sıkışan ve Çanakkale Boğazı'na
yaklaşan iki gemisi Goben ve Breslau Enver Paşa'nın kabineye danışmadan
verdiği emirle, boğazlara kabul edilir ve Osmanlı topçusunun korumasına
alınır. 11 Ağustos 1914 günü Enver Paşa, Bakanlar Kurulu'na olayı "Bir
oğlumuz dünyaya geldi !" diyerek duyurur. İngilizler önde, Fransızlar
arkada telaşla durumu kınarlar. Hükümet, İngilizlerin parasını almalarına
karşın, kendi tersanelerinde yapılırken Churchill'in baskısıyla el
koydukları Sultan Osman ve Reşadiye adlı iki Türk gemisine karşılık,
Almanlar dan bu iki geminin alındığını, birinin adının Yavuz, diğerinin
ise Midilli olduğunu telaşlı İngiliz ve Fransız Büyükelçilerine iletir.
Ancak, daha sonra olaylar hızla gelişir. Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat
Paşa ve birkaç İttihat ve Terakki önde geleninin aldığı bir kararla iki
Alman gemisi Karadeniz de Rus donanmasına saldırır. Tarih 29 Ekim 1914
tür. Bunun sonucunda Türkiye, Almanya'nın yanında savaşa girer. Fransızlar
ve İngilizler, Osmanlı'ya savaş ilan ederler.
Bu savaşa girmek neredeyse kaçınılmazdır. Yani Enver Paşa ve dönemin
İttihat ve Terakki ileri gelenleri savaşa katılmakla paylaşıma dur
diyebileceklerini öngörmüşlerdir. Avrupa'daki ittifaklar, İngilizlerin
Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak yutma isteği, Ortadoğu'daki petrol
alanları, etnik çıkışlar, kışkırtmalar savaşı neredeyse kaçınılmaz
kılmıştır. İngilizlerin özellikle Ruslara karşı büyük destek verdikleri
Osmanlı'dan uzak kalışları ve bir parçalama organizasyonu içine girmeleri
İttihat ve Terakki yönetimini alternatiflere zorlamıştır. Almanlar bu
boşluğu doldurmak istemişler ve Osmanlı idaresiyle Almanların geleceğe
ilişkin senaryoları birbiriyle çakışmıştır.
CASUS SAVAŞI NASIL BAŞLADI
Cepheler oluşturulmadan, yani resmen savaşa girilmeden çok önce Enver
Paşa'yla birlikte Teşkilat-ı Mahsusa çoktan İngiliz ve Fransızlar'a karşı
savaşı başlatmıştır.
Savaşın devam ettiği yer Arap Yarımadası'dır, Afrikadır. Bu savaş gizli
servisler arasında yapılmaktadır.
Savaşa girilmesinden 6 ay kadar önce, özel eğitimden geçirilmiş Teşkilat-ı
Mahsusa ajanları ve propagandacıları Fas, Cezayir, Tunus, Trablusgarp,
Mısır, Osmanlı'nın elindeki Arap Eyaletleri, Orta Asya, Hindistan, La Cava
ve Sumatra'ya gönderilmişlerdir. Amaç, buralarda düşmana karşı savaşacak
gönüllü birlikler oluşturmak ve "islam birliği" adına düşmana karşı
ayaklanmalar çıkarmaktır.
Bu arada Osmanlılar Suriye, Filistin ve Mısır cephelerine asker yığınağı
da yapmışlardır.
İngilizlerce bu ajan-provakatör çalışmalardaki artış belgelenmiş, ancak
bunların tek bir merkezli olduğu düşünülememiştir. İngiliz raporlarında
bölgelerde bir islam birliği kampanyasının Almanların önderliğinde devam
ettiği belirtilmekte, hatta Mısır'daki Osmanlı subaylarının çok tehlikeli
oldukları kaydedilmektedir. Mısır'daki Teşkilat-ı Mahsusa ajanı olan
Süleyman el Baruni'nin Kahire'de ihtilalci bir hareket için kışkırtıcılık
yaptığı, İngiliz elçi tarafından merkeze bildirilmiştir. İngiliz
casuslarının bir Türk subayın mektubunu ele geçirmeleri ve mektupta
subayın İngiliz askerlerinin nakliyesi için kullanılacak dört geminin
mürettebatını greve gitmeleri için teşvik ettiğini yazması, korku
uyandırmıştır. İngilizlerin askerlerini gemilere bindirmesi durumunda
geminin batırılacağı da mektupta yazılıdır. İngilizler mektuba ek olarak
Türk subayının grevi gerçekleştiremediğini yazmışlarsa da, bu grev bir
müddet sonra gerçekten yapılmıştır. İngilizler Türk subaylarının
ayaklandırdığı Arapların, Mısır sınırını ihlal ettiğini merkeze iletirler.
İSLAMIN DOSTU "HACI WİLHELM" ARAP ÇÖLLERİNDE
İngilizleri buradaki faaliyetler konusunda yanıltan şey, İstanbul'daki
paşaların özel konuşmalarında onları kandırmasıdır. Paşalar birbirleriyle
kavgalılarmışcasına davranmaktadırlar. İttihatçılar, İngilizleri
kandırmaktadırlar. Özellikle iki güçlü adam Enver ve Cemal Paşaların
birbirine zıt açıklamalarda bulunmaları İngilizlerce önce
anlaşılamamıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa Sina Yarımadası'nda Bedevilerden oluşan önemli bir
gönüllüler birliğini bu çalışmalar sonucunda elde etmeyi başarmıştır.
Burada Almanlardan gelen paralar kullanılmaktadır.
1914 Ekim'inde Teşkilat-ı Mahsusa ve Alman ajanlarının ortak çalışmaları
sonucu Halep'deki müslümanlar öylesine bir propagandaya maruz
kalmışlardır ki bunu İngiliz Büyükelçisi merkeze "Halep nihayetindeki
müslümanlar, Kayzer'in müslüman olduğuna ve Almanların Rusya'ya karşı
İslam için savaştığına inanmış görünüyorlar. Türk ve Alman istihbaratı
Wilhelm'den İslamın dostu Hacı Wilhelm diye bahsediyor" diye bildirmiştir.
Bu tür ünvanların özellikle Türk istihbaratçılarını oldukça eğlendirdiğini
Eşref Bey anılarında dile getirecektir. Ancak bu propagandanın sınırını da
çizebilecek bilgi sahibidir Teşkilat-ı Mahsusa'cılar. Bu konuda Eşref
Sencer (Kuşçubaşı) anılarında :
"Kayzer'in adını hiç duymamış ve çok uzakta bir memleket olan Almanya'yı
belli belirsiz bilen yığınların cehaletiyle sınırlı kalmıştır." yorumunu
yapar.
Bu savaş öncesi hazırlıklara Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa da katılır.
600 kişilik bir Teşkilat-ı Mahsusa tarafından yetiştirilmiş özel birlikte
Suriye'ye gelen Nuri Paşa daha sonra Kuzey Afrika'da birkaç başarılı
sabotaj ve örgütlendirme çalışmaları yapacaktır. Bu 600 kişilik Teşkilat-ı
Mahsusa birliğinin amacı Mısır'da İngiliz aleyhtarı propaganda ve
sabotajdır. Burada yapılacak işlerden bazıları arasında Nil'de
gerçekleştirilecek sabotajlarla nehrin yatağını değiştirmek, üzerindeki
barajları havaya uçurmak, tatlı su depolarını ortadan kaldırmak gibi
görevler vardır. Bunları gerçekleştirmek için yapılan sabotaj
eylemlerinden büyük bir kısmında başarılı olunamamıştır. Birlikler ya
İngilizlerin eline düşmüş ya da Nil'in azgın sularında yok olup
gitmişlerdir. Ancak İngilizlere korkulu anlar yaşatılması sağlanmıştır.
Bu sırada Süleyman Askeri Bey, Kasım ve Aralık 1914 de Güneydoğu ve Kuzey
Irak'daki Kürt aşiretlerinin bağlılığını kazanmak için 5 bin liradan fazla
para harcamıştır. Teşkilatın bu bölgelerdeki en önemli ideolojik kozu
İslamdır. Teşkilat bunu son derece geniş ölçülerde kullanmıştır.
Propagandanın temelinde İslamcılık söylemi yer almıştır. Bunda Arap
Yarımadası'ndaki cehaletin ve İslam inanışındaki tutuculuğun ve
bilgisizliğin büyük etkisi vardır.
SAİD-İ KÜRDİ TEŞKİLAT-I MAHSUSA'NIN GÖNÜLLÜ BİRLİKLERİNDE
Teşkilat-ı Mahsusa'nın bir dönem içinde bulunanları arasında Türk siyaset
ve edebiyat dünyasının önemli adları da yer almaktadır. Bu adlardan ikisi
çok ilgi çekicidir. Biri Said-i Nursi'dir. Said-i Nursi Osmanlı'nın
yıkılışı ve toprakların birer birer elden çıkması üzerine buna karşı
özellikle etkilediği Kürtler ve şeriatçı öğrencileriyle birlikte olayların
akışını değiştirmek, hilafeti ve şeriatı korumak için Teşkilatı Mahsusa
organizasyonlarına katılmıştır. Gerçi pek çok Teşkilat-ı Mahsusacı gibi o
da sonraları Cumhuriyetin kurucusu ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın lideri
Mustafa Kemal ile çatışmaya düşmüş, yargılanmış ve sürgün yaşamı
çekmiştir.
Said-i Nursi veya Said-i Kürdi olarak anılan bu şeriat kavgacısı, Birinci
Dünya Savaşı sırasında Kafkas ve Doğu cephelerinde Teşkilat-ı Mahsusa
tarafından organize edilen gönüllü savaş birliklerine katılmıştır.
Özellikle Kafkas cephesindeki gönüllü Kürt gruplarının başına geçerek
fiilen savaşmış, Ermeni ve Ruslara karşı büyük yararlılıklar göstermiştir.
Daha sonra Ankara hükümetinin başını ağrıtan bu adam, bu savaşlarla geçen
günlerinde Teşikat-ı Mahsusa organizasyonu altındadır. Enver Paşa'nın da
takdirini kazanmıştır. Daha sonra bu sırada gösterdiği başarılar
nedeniyle Ankara'ya ilk meclise de davet edilen Nursi, şeriat için
yürüttüğü ayaklanma ve başkaldırı faaliyetleri sonrasında İstiklal
Mahkemesi'nde yargılanmış ve sürgün cezasına çarptırılmıştır. Said-i
Nursi, Kafkas cephesindeki çatışmalar sırasında Ruslara esir düşmüş,
Sibirya'ya gönderilmiştir. Buradan kaçarak kurtulan Nursi, Almanya yoluyla
Sofya üzerinden 17 Haziran 1918'de Türkiye'ye giriş yapmıştır. Nursi'nin
hayatını kaleme alan Nur tarikatındaki öğrencilerinin hazırladıkları
"Bedüizzaman Said Nursi Tarihçe-i Hayatı " adlı kitapta bu dönüş sırasında
ona verilen belgenin bir örneğini de görmek mümkündür. Bu belgede Nursi
gönüllü Kürt Süvari Alayının fahri Kaymakam'ı rütbesiyle anılmaktadır. Bu
kitapta ayrıca olaylara ilişkin detaylara da yer verilmektedir. Kitap,
Nurculuk tarikatının önde gelen yayınevlerinden olan "Yeni Asya Neşriyat"
tarafından 1990 yılında basılmıştır.
MİLLİ MARŞ YAZARI MEHMET AKİF, GİZLİ SERVİSİN PROPAGANDİSTİ
İkinci isim ise Kurtuluş Savaşı'nın ünlü hatiplerinden, İstiklal
Marşımızın yazarı islamcı şair Mehmet Akif Ersoy'dur. Ersoy, Teşkilat-ı
Mahsusa'nın liderlerinden Eşref Sencer (Kuşçubaşı) ile birlikte Arap
Yarımadasında çalışmalar yapmıştır. O da daha sonra Atatürk ile
anlaşmazlığa düşenlerdendir. Bu anlaşmazlık sonucu Türkiye'yi terkedip
Mısır'da yaşamayı bile tercih etmiştir.
Eşref Bey, Mehmet Akif ile teşkilatın Arap masasını yöneten Şeyh Salih
(Şerif El Tunusi), Enver Paşa'nın Başyaveri Mümtaz Bey'i yanına alarak
Hicaz seferine çıkmıştır. Akif güçlü bir hatiptir ve islamı iyi
bilmektedir. Propagandist olarak daha önce Batı cephesini dolaşmış, sonra
Almanya'ya gitmiştir. Şimdi sıra Arap Yarımadasını dolaşmaya gelmiştir.
Çünkü burada isyan hazırlığı içinde olan Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve
ailesi ile Emir Faysal'ı etkiliyecek güçte tek kişi Mehmet Akif'tir. Bunu
bilen Enver Paşa Teşkilat-ı Mahsusa kadroları ile birlikte Mehmet Akif'i
bunların iknası için görevlendirmiştir.
Heyet, dağıtmak için yanında çokça altın ve değerli hediye de
götürmüştür. Mehmet Akif en güzel şiirlerini yazdığı Çanakkale zaferini de
çölde öğrenmiştir. Günlerce bu zafere inanamamış ve ağlamıştır. Bu geziler
sırasında ziyaret edilen İbn-i Reşit, padişahın hediyelerini de kendisine
sunan bu heyete çok değerli, kabzalığı altından kılıçlar hediye etmiştir.
Bu kılıçlar Teşkilat-ı Mahsusa'nın sembolü haline gelmiştir. Ancak Mehmet
Akif bu kılıcı görevini tamamlayıp İstanbul'a döndükten sonra, Salihli'de
Yunan işgali öncesinde Eşref Bey'e, "Daha münasip birisine veriniz bu
kılıcı" diyerek teslim etmiştir. Eşref Bey de bunları işgal sırasında
çiftlik evinin bahçesine gömmüştür. Mehmet Akif teşkilat tarafından
bölgede etkin bir şekilde kullanılmıştır. Akif'in bu gezisiyle ilgili
ayrıntılı bilgi Feridun Kandemir'in "Medine Müdafaası Peygaberimizin
Gölgesinde Son Türkler" adlı hatıralarında bulunmaktadır. Nehir Yayınları
tarafından, 1991 yılında çıkartılan hatıralarda Arap çöllerinde Türkler
ile İngilizlerin gizli servislerinin kavgaları, tanıkların ağzından
aktarılmaktadır.
Bu sırada, Medine savunmasıyla adeta kutsallaşan Fahrettin Paşa'nın 14
Mayıs 1917'de özel bir vagon ve özel bir koruma timiyle İstanbul'a
gönderdiği değerli eşya ve mukaddes emanetleri de unutmamak gerekir.
Bunlar Hazreti Muhammed'in mezarında bulunan eşyalardır. İngilizlerin
eline geçmemeleri için savunma sırasında İstanbul'a kaçırılmıştır. Bu
eşyaların ayrıntılı dökümü Kandemir'in hatıraları ile, "Medine Müdafaası
Hicaz Bizden Nasıl Ayrıldı" adlı kitapta bulunmaktadır. Naci Kaşif
Kıcıman'ın hatıralarının bulunduğu kitapta bu savunma ve casuslarla
mücadele konusunda ilginç olaylar yer almaktadır. Kıcıman, Hicaz
savunmasını yapan birliklerde askeri istihbarat görevlisi olarak da
çalışmıştır. Kitap Sebil Yayınları tarafından basılmıştır.
FRANSIZ KONSOLOSLUĞU'NU BASAN AJANLAR
Mehmet Akif ile bölgedeki ortak çalışmalar sırasında Eşref Bey, Şam'da ve
Beyrut'ta Fransız Konsolosluğu ile yakından ilgilenmiş ve buraya girip
çıkanları saptamıştır. Bunlar arasından ajanları belirlemeye çalışmıştır.
Bu çalışmalar sonrasında, onlarca kişi casusluk ve ihanet suçlarından
Dostları ilə paylaş: |
|
|