Sepetçioğlu’nun romanlarında bu destan ve tiyatro etkisi kendisini hissettirir. Orhun Âbideleri’nin muhtevası ve üslûbundan istifade etmiştir. Sultanlar, beyleriyle Orhun Âbideleri’nin üslûbuyla konuşurlar.
Mesela Kilit’te (1971) Sarı Hoca’nın Alpaslan’la konuşması buna bir örnektir: “Oğuz Hanın çadırına giren, Oğuz Hanla konuşan bir kurdu anlatmıştım. O kurt gerçekten konuştu mu bilmiyorum; atalarımız konuştu dediyse konuşmuştur; aksine mümkünü olamaz. Eğer ben Sarı Hocaysam, o kurdun sesini duymamış bile olsam, derim ki kurdun sesi seninki gibiydi... Oğlum Alpaslan, o kurt da herhalde senin gibi konuştu.”622
Şahısların konuşmaları sırasında cümleler kısa ve açıktır. Fakat yazarın anlatımı bol sıfatla yapıldığından süslü bir dil oluşur. Bu yüzden romanlar destan havasından uzaklaşır. Yer yer tekrarlar görülür fakat bunlar yazarın romanda vermek istediği temel mesajlarla ilgilidir. Arkaik kelimeler de bir hayli fazla kullanılmıştır. Çin kaynaklarında geçen şahıs ve yer adları, Türkçe karşılıkları veya tercümeleri ile kullanılır.
Hayvan üslûbuyla ilgili bir hayli malzemeye de romanlarda rastlanır. Roman şahıslarının zihninden geçen şeyler hayvanlara benzetilerek okuyucuya verilir.
Sepetçioğlu’nun üslûbuyla ilgili dikkati çeken bir konu da şudur: Sepetçioğlu, mistikliği yansıtan bir üslûp mu,
622 Mustafa Necati Sepetçioğlu, Kilit, Türkiye Edebiyat Cemiyeti Yay., İst., 1971, s. 11. 344
yoksa bir hareketi veren bir üslûp mu kullanacak karar verememiştir. Roman kahramanları kılıçlarını kınına koyarken veya ok attıktan sonra hayale dalarlar.623 Gerçekte buna izin verilmez. Şahıs o an gerçeklikten uzaklaşır. Savaş anında bu büyük bir zaaftır.
Görebildiğim kadarıyla Kemal Tahir’in moda hâline getirdiği “ve de”, “ve dahi”, “mümkünü yok”, “mümkün olamaz” kalıp sözleri Yaşar Kemal de,624 Sepetçioğlu da kullanır.
Bu kelimelerin yazarlarca bol bol kullanılması ortak bir üslûp özelliği oluşturur.
Sevinç Çokum, Hilâl Görününce (1984)
Sevinç Çokum, Kırım’da Rusların zulmü altında yaşayan Türklerin yaşadıklarını anlaşılır, akıcı, sade bir dille anlatır. Eserde, bol sıfatlı, ağır bir dil yerine, genelde kısa fiil cümleleri kullanılır. Özellikle şahısların konuşmaları, konuşma diline has kısa cümlelerle kuruludur. Bu durum, yazarın, metin içinde Nizam Dede ve Felekzede Ârif Çelebi ağzından, karşısındaki dinleyicilere destanlar, efsaneler, masallar anlatmasından da anlaşılacağı üzere destan anlatma geleneğinin etkisinden kaynaklanmaktadır.
Mesela Nizam Dede, çocuklara Çorabatır ve Şeyh Şamil destanını anlatır. Romandaki olayları çerçeve içine alıp anlatan Felekzede Ârif Çelebi, bir halk şâirinin Kırım üzerine yazdığı destanı nakleder.
623 Mesala Kilit’te s. 80-81.
624 Mesela Yer Demir Gök Bakır, Adam Yay., İst., 1995, s. 109. 345
Nizam Dede’nin Çorabatır destanını anlatması sebepsiz değildir. Her Kırımlı genç, onun için bir Çorabatır’dır. O, halk kültürünü, yeni yetişen nesilde, Kırım’ın istiklâli şuurunu oluşturmak için kullanır. Yazarın, esere destan havası vermek amacıyla, montaj tekniğinden yararlanıp Çorabatır destanını esere yerleştirdiğini belirtmek için, biraz uzun olmasına rağmen, destanı buraya alıyoruz: “Çora birgün bir rüya görür. Rüyasında ona derler ki, kalk Çora kalk! Sen daha ne yatarsın? Kazan’ı Rus almak üzere… Git de onu kurtar. Çorabatır döşeğinden kalkıp, anasını uyandırır.
-Anay, bir rüya gördüm. Kazan’ı Rus almak üzredir. Bana, git de onu kurtar dediler. Anası da,
-Sen düşüne inanma, yanlıştır o. Yat, uyu, der.
Çora da yatar. Uyuduktan biraz sonra gene aynı rüyayı görür. Gene anasını uyandırır.
-Anay, aynı düşü gene gördüm. Şimdi benim Kazan’a gitmem gerek, der. Anası,
-Kazan, Kırım’a altmış konak yer! Gitme balam, razı değilim.
Çorabatır ise,
-İlle gideceğim, der.
Sabah olanda Çora gideceğini babasına da söyler. Babası razı olur. Ama kardeşi Bayansulu “gitme ağam!” diye cılar. Çora hazırlandıktan sonra helâlleşir. Konçar Batır’ı da yanına alıp yola çıkar. Kazan yolunda gelenden geçenden Kazan’ı Rus aldı mı? diye sorar. Sonra da,
“Men Kazanga bargançe,
346
Kar cavsın, kan cavmasın
Men Kazanga bargan son
Kan cavsın, kar cavmasın.”
der. Kazan’ın yarı yoluna varanda, Kazan tarafından Kırım’a doğru bir sürü kuşun uçtuğunu görür. Kuşlardan sorar:
-Öz yurdunuzu bırakıp da nere gidersiniz?
Kuşlar cevap verirler:
-Kazan çöllerinde sular kandan içilmiyor. İnsan leşinin kokusundan geçilmiyor.”625
Şeyh Şamil destanını okuyan Nizam Dede, âdeta kendisini dinleyenlerin gözünde Şeyh Şamil’in canlanmasını sağlar:
‘Kâfirin belini büktü Şeyh Şamil,
Görülmez cihanda böyle bir âdil
Başını kurtarmak olur mu kabil?
Erenler önünde döner pervâne…’
İhtiyar iyice coşmuştu. Sesi göğsünden kopuyor, oradakileri derin bir sessizliğe gömüyordu. Çocukların gözleri önünde Kafkas dağları beliriyordu. Dorukları karlıydı. Bir kaya oyuğunun içinden kartal gözleriyle etrafına bakınan Şeyh Şamil’i görüyorlardı.’
‘Moskov kralı der ki harac vermezsen asla,
Nice zaman edem seninle gavga
Rusiyye kıralı derler cihanda bana
Nameler yazarım Tataristane…”626
625 Sevinç Çokum, Hilâl Görününce, Cönk Yay., İst., 1984, s. 67-68.
626 a.e., s. 205. 347
Nizam Dede, bunları öyle etkileyici okur ki çevresindekiler son derece sabırsızlanırlar. Nizam Dede, okumaya devam eder: “İşte Şeyh Şamil’in cevabı…
‘Şeyh Şamilî der ki yardım eder Yaradan
Kaldırayım kıral adın aradan…
Yüzbin asker döktüm şimdi karadan,
Azimetim şimdi şehr-i Revan’e…”627
Yazar, eserdeki destan etkisini Felekzede’nin yazdıkları aracılığıyla da devam ettirir. Felekzede, Bezmî adlı bir halk şâirinin Kırım Harbi üzerine yazdığı destanın bir kısmını nakleder. Destan, on dört dörtlükten oluşmuştur. Destanın son dörtlüğündeki ifadeler, aslında Sevinç Çokum’un bu romanı yazma amacını belirtir:
“Bu bir bergüzardır yaptım iptida
Okuyan ehli din eylesin dua
Derdmend Bezmi’ye söyleten Hüda
Bu ulu kavgayı destan eyledi.”628
Yazar da, tıpkı destancı gibi Kırım’ın “bu ulu kavgasını,” bir romancı gözüyle destanlaştırır.
Sevinç Çokum, Kırımlıların bu mücadelesini anlatırken, onların yaşadıklarını en iyi yansıtacak olan mahallî dil unsurlarını kullanır. Yazar, Türkiye’de yaşayanların bu kelimeleri anlayamayacağını düşünerek Kırım Türkçesinde kullanılan kelimelerin Türkiye Türkçesindeki karşılıklarını dipnotlarda verir. Bu kelimeler arasında aruv, odaman, kayıtırsın, yaş, arışke, aşlık, bala çaga, şalka getirmek, neday, ökürmüş, pomeşçik, kalgay, nureddin, yarlıg, çokrak, tepreş, maylı kalakay, çın, şöyün, tapmaca, cabalaklamak, cılar, kargıyıp, apakay, tatay, aydamak, bastırık, koba, Küday,
627 a.e., s. 205.
628 a.e., s. 173. 348
çapıp, özen, azbar, öksüp öksüp, kop, maktadı yer alır. Yazar, Arslan Bey’in karısı Göknur’a söylediği maninin Türkiye Türkçesindeki şeklini dipnotta verir. Yazar aynı şekilde, Nizam Dede’nin anlattığı Çorabatır destanında yer alan dörtlüğü de Türkiye Türkçesine çevirir.
Sevinç Çokum’un, romanda kullandığı ifadeleri, dipnotla açıklama eğilimine girmesi okuyucu için olumsuz bir durum oluşturmaktadır. Fakat yazarın, Kırım’ı Kırımlıların ifadeleriyle anlatması eserindeki etkileyiciliği artırmaktadır.
SONUÇ
İnsanlar, önce ölüme isyan etmişler, sonra ölümü, dünyada bir eser bırakarak aşmaya çalışmışlardır. Pek çok destanda, efsanede (mesela Gılgamış, Köroğlu, Manas destanları, Lokman Hekim efsanesi) insan, ölümsüzlüğün yolunu bulmaya çalışırken gösterilir. Biyolojik olarak ölümsüzlük mümkün olmadığına göre, insan, yaşantılarını, düşündüklerini, duygularını sanat eserleri ile ölümsüzleştirmiştir. Bu yüzden eser, ölümsüzlük için araç olmuştur.
Yüzyıllar boyunca varlığını koruyan mit, masal, destan, efsane ise insanlığın ortak macerasını anlattığı için ölümsüzleşmiştir. Bu eserlerdeki pek çok mitik unsuru çeşitli açılardan yorumlayarak kullanan, böylelikle güçlenen eserler meydana getirilmiştir. Albert Camus, felsefesini Sysiphos efsanesini kullanarak açıklar. Sigmund Freud, psikanalitik metodu mitolojik Yunan-Latin trajedilerine uygulamış, Oediphus’u Electra’yı psikolojik anlayışına taşımış, Carl Gustave Jung gibi kendi düşüncelerine entelektüel derinlik vermiştir. Destanlardaki evrensel değerler, doğum, ölüm, aşk, çatışmalar vs. yeni bir gözle yorumlanmıştır. 349
Edebî eserler, fikirlerin yayılabilmesi için önemli bir role sahiptir. Zira roman hayatla bağlantılıdır. Romandakiler hayatta yaşatılabildiği için önemlidir, etkileyicidir. Bu konuya 28 Eylül 1924’te Cumhuriyet’te yayınlanan “Roman” başlıklı makalesinde değinen Ziya Gökalp, “Gençlere aşılanmak istenilen bütün duygular, iradeler, düşünüşler roman vasıtasıyla, onlara kolayca telkin olunabilir.”629 diyerek romanın ideolojik amaçlar için de kullanılabileceğine işaret eder. Daha önce de uygulamaları görülen bu görüş benimsenir ve Matbuat Umum Müdürlüğü ile Dahiliye Vekaleti tarafından, Cumhuriyet’in temel değerlerinin halka aşılanması amacıyla yeniden kaleme alınması istenen, aralarında halk hikâyesi ve destanların da bulunduğu bir kitap listesi, yazarlara duyurulur. Devlet kurumlarının da teşvik ettiği, halk edebiyatı ürünlerinin çağın değerlerine göre yeniden yazılması fikri, çeşitli ideolojik ve siyasî eğilimleri olan yazarlar tarafından da benimsenir. Destanları konu alan veya destan etkisi taşıyan pek çok roman yazılır. Destanlar üzerine çeşitli çalışmalar yapılır.
Destanlarla ilgili yapılmış olan yayınlar ise şu şekilde sınıflandırılabilir:
1. İlmî araştırmalar. a) Metin tespiti ve eserle ilgili tarihî bilgilerin verilmesi. b) Filolojik düzeltmeler, tespitler. c) Yorumlar.
2. Bu metinlerin destan, masal olarak yeniden ele alınıp üretilmesi, herhangi bir edebî formda yeniden işlenmesi. Eflatun Cem Güney’in Mustafa Ruhi Şirin’in eserleri gibi. Burada okuyucu, hedef kitle göz önünde bulundurulur. Türlere ve hedef kitleye göre şöyle bir ayrım yapılabilir: a) Çocuklar için yazılanlar.
629 Ziya Gökalp, “Roman”, Atatürk Devri Fikir Hayatı II, haz. Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Necat Birinci, Abdullah Uçman, K.B. Yay., Ank., 1992, s. 109. 350
Kaybolmakta olan halk hikâyecisi ve destancıları dinleme imkânına sahip olmayanların bu tür kitaplar okuyarak ortak kültürle buluşmalarını sağlanır. b) Destan geleneğini kayda geçirerek daha ziyade geniş kitle için yazılan halk eserleri. Bunların büyük bir edebî değeri bulunmamaktadır. Bunların bir kısmının çok baskısı vardır. Ülkemizde, baskı sayısı ve adedini, okuma alanını belirtecek istatistikler, belgeler yoktur. Bunlar bilhassa edebiyat sosyolojisi açısından önemlidir. Bu tür eserler, okuma alışkanlığı kazandırır, mesajları geniş halk kitlesine ulaştırır. Bu eserlerle, Türk kültürünün, geniş halk kitlesi tarafından tanınmasına imkan sağlanmıştır. Ayrıca halka yönelik yayınlanmış olan kitaplar, halk edebiyatı geleneğini ayakta tutma çabasının izlerini taşır. Zaten yalın anlatımı ile belirli bir etkileyiciliğe sahiptirler.
3. Kendisini ispat etmiş yazarların, destan konularından yararlanmaları, üstün sanat eserlerinin meydana getirilmesi. Bunların sayısı çok azdır. Bunların içinde romanda Nihal Atsız, Yaşar Kemal, Mustafa Niyazi Sepetçioğlu, kısmen Kemal Tahir, Halikarnas Balıkçısı ve Tarık Buğra bulunur. Tiyatroda ise Orhan Asena, Selahattin Batu, Ahmet Kutsi Tecer, Güngör Dilmen, Turan Oflazoğlu vardır. Yazarlar bu eserleri işlerken kendi kültür düzeylerine, dünyaya bakışlarına göre farklı anlamlar yüklerler. Mesela Pertev Naili Boratav’ın Köroğlu yorumu ile Ahmet Kutsi Tecer’in Köroğlu yorumu farklıdır. İki yorum da yanlış değildir. Bu eserler temel eserlerdir. Bunlar farklı yorumları kaldıracak güçtedir.
Türk destanlarıyla ilgili pek çok malzeme Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan yazarlarca da kullanılmıştır. Cengiz Dağcı’nın, Cengiz Aytmatov’un, Olcas Süleymanov’un eserlerinde, destan malzemeleri ve etkileri görülür. Diğer Özbek ve Azerî yazarlarında da bu 351
etkiye rastlanır. Ayrıca Orta Asya’da yaşayan kavimler kendilerini, tarihin derinliklerinden gelen eserlere, ortak vâris olarak kabul etmektedirler. Bu bakımdan bu destanların çeşitli Türk boylarında ve diğer Orta Asya kavimlerinde de görülmesi tabiîdir.
Bu kitapta incelenen romanların destan etkisi taşıyanlarında bu etkinin daha çok şahıslar üzerinde yoğunlaştığı görülür. Destanları romanlaştıran yazarlar, ele aldıkları destan şahıslarını merkez alarak romanlarındaki yapıyı kurarlar. Bu durum Peyami Safa’nın Atilâ, Aptullah Ziya Kozanoğlu’nun Battal Gazi Destanı ve Atlı Han, Ziya Şakir’in Seyyid Battal Gazi, Oğuz Özdeş’in Oğuz Han, Murat Sertoğlu’nun Battal Gazi, Mehmet Seyda’nın Köroğlu adlı romanlarında daha açık görülür. Destanlardan yararlanarak yazılan Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe, Zeynel Besim ile Selami Münir Yurdatap’ın Çakıcı Efe’leri, Murat Sertoğlu’nun ve Yaşar Kemal’in Çakırcalı Efe’leri, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf, Yaşar Kemal’in İnce Memed, Kemal Bilbaşar’ın Cemo ve Memo, Hasan Kıyafet’in Gominis İmam, Timur Karabulut’un Çepel Dünya, Ömer Polat’ın Mahmudo ile Hazel’i birer eşkıya romanıdırlar. Bunlarda da roman şahsının, romanın olay örgüsünde merkez olduğu görülür. Çünkü, romanın ana şahsının veya yakınlarının, olağanüstü zulüm görmesi üzerine, bunun öcünü almaya çalışırken toplumun isteklerine tercüman olması, olay örgüsünü oluşturur. Bu tür romanlarda asıl kahraman mazlumdur. Masum kahraman, işlediği küçük bir suçtan sonra kanundan kaçar ve gerçek isyana ulaşır. Romanlardaki bu asıl kahramanların, şahsiyet olduğunu söylemek zordur. Ayrıca bunlara olağanüstülük de izafe edilir.
Asıl kahramanları koruyup gizleyen, mazlumun çevresi adını verebileceğimiz yardımcıları vardır. Bunlar 352
esas şahsı yüceltip efsane hâline gelmesini sağlarlar. Bu şahıslar şamanları andırırlar ve özellikle Bozkurtlar, İnce Memed romanlarında karşımıza çıkarlar. Halk, onların, heyecan içinde anlattıkları sayesinde kahramanın yanında yer alır.
Asıl kahramanın düşmanı olan, hasım diyebileceğimiz şahıslar arasında, başka devletlerin komutanları, jandarma, ağa ve onların yardakçıları yer alır.
Kahramanı gizleyen tabiat da ona yardımcı olur. Oğuz Han, Battal Gazi, Köroğlu’yla ilgili yazılan romanlarda mağara, dağ ve orman motifi, böyle bir işleve sahiptir. Tabiat unsurları, destanları konu alan romanlarda mitik bir boyut kazanır. Özellikle mağara ve dağ motifi bu açıdan önemlidir. Eşkıya romanlarında da, eşkıyalığın, özellikle çevresinde zengin yerleşim birimleri olan dağlık bölgelerde yaygın olduğu görülür. Bu yerlerden maddî gelir elde eden eşkıyalar, peşlerine düşen devlet kuvvetlerinden korunmak için dağlara çıkarlar.
Destanî üslûp kullandığı belirtilen yazarlarda da belirli söz gruplarının, kelimelerin tekrar edilmesi, özellikle Dede Korkut Kitabı’ndaki tabiatla ilgili kalıp benzetmelerin, şahıslarla, hayvanlarla ilgili tasvirlere benzer kalıp ifadelerin kullanılması şeklinde ortak bir üslûp oluşturulduğu görülür. Bu eserlerde, hareketin anlatımı, fiil üslûbu hakimdir. Halk hikâyeciliği de yapmış olan Yaşar Kemal’in romanlarında, uyarıcı bir etkiye sahip olduğu için hitabet ön plana geçer. Çünkü sözlü kültürde anlatıcı, karşısındaki dinleyicileri iyi ve sürekli etkileyebilmek için bunları yapmak zorundadır.
Yaptığım araştırmadan çıkan sonuca göre, Battal Gazi, Köroğlu, Oğuz, Atillâ ve Dede Korkut destanlarıyla ilgili yapılmış olan yayınlar diğerlerine göre daha fazladır. Bunların haricinde bir destanı konu edinmediği hâlde destan unsurları taşıyan eserler de bulunmaktadır.
353
Ayrıca, yazarın kullandığı kaynakların eserdeki etkisini araştırırken dışarıdan alınan malzemenin oranını, yazarın telif metniyle olan ilişkisini tespit etmek her zaman mümkün değildir. Gerçek sanatçı, geleneklerden yararlanıyor da olsa, malzemesini hazırlamakta olduğu sanat eseri için seçer, değiştirir ve yeniden inşa eder. Bu doğrultuda büyük sanatçıların gelenekten yararlanmaları, sadece, bizde o havanın uyandırılmasıyla sınırlı kalabilir. Halk kültüründen alınan bu unsurlar, her zaman seçilemez. Ahmet Kutsi’nin Köşebaşı piyesinde ortaoyunundan alınmış tek cümle yoktur. Ama bu eserin bütünü, gerek karakterleri gerekse oyun yapısı, kurgusuyla, tam bir ortaoyunu havası taşır. Turan Oflazoğlu’nun eserlerindeki meddah metinleri, ninniler, masallar, eserin ana fikri ile organik bir bütünlük taşırlar. Onun eserlerinde halk kültüründen alıntılar, yazarın kendi üslûbuna mal edilmiştir. Faruk Nafiz’in koşmayı Han Duvarları’na işlemesi gibi aslında o sanatçı o malzemeyi kendisi üretir. Tahir Alangu, Behçet Necatigil’in şiirlerindeki masal unsurlarıyla ilgili olarak şâirin kendisiyle yaptığı röportajda, ısrarlı olarak bazı eserlerinde kullandığı unsurların aslını sorar. Necatigil de “Üç Turunçları, Billûr Köşkleri, Muradına Ermeyen Dilberleri hep ninemden dinledim: Ben farkında olmadan masallar içime sinmiş”630 der. Yazarlar, tıpkı Necatigil gibi, bazen eserlerinde, farkında olmadan ve farkettirmeden halk kültürü malzemelerini kullanabilirler. Asıl bu sanatçılar millî kültürün taşıyıcılarıdır.
Türk destanlarının kullanıldığı eserler, öncelikle, insanın kendi gücüne, iradesine, kısaca kendine güvenmesini aşılamaya çalışır. Ayrıca bir yiğitlik ideali,
630 Tahir Alangu, Türkiye Folkloru El Kitabı , Adam Yay., İst., 1983, s. 296.
354
ahlâkı da verilir. Bu eserlerin yazıldığı dönemlerde, hem ideolojik hem de sosyal ve ekonomik değişiklikler sonucu devlet ve millet güç durumlar yaşamaktadır. İmparatorluktan Cumhuriyete geçilmiş, devletin resmî ideolojisi Osmanlıcılık, yerini Türkçülüğe bırakmış, dağılan imparatorluğu tutabilmek için aslî unsur olan Türklerin tarihteki üstünlükleri ön plana getirilmiş, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’nin dayanak noktası olan millet yüceltilmiştir.
Ayrıca, destanî ve tarihî romanlarda eskiyi anlatmanın ve model oluşturmanın amaçlandığı da görülür. Bunları yaparken yazarlar, ideolojilerine uygun olarak ideal insan tipleri yaratırlar. Bunlar toplumun istediği, orta tabakanın ideal tipini verirler. Mesela Aptullah Ziya Kozanoğlu’nun (özellikle Battal Gazi ve Kızıl Tuğ), Nihal Atsız’ın (özellikle Bozkurtlar’da), Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun romanlarında Türkçü; Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun (özellikle Kilit, Anahtar, Kapı, Konak, Çatı’da) Türkçü ve İslâmcı; Yılmaz Boyunağa ve Yavuz Bahadıroğlu’nun romanlarında İslâmcı; Sabahattin Ali’nin (özellikle Kuyucaklı Yusuf’ta) ve Yaşar Kemal’in (özellikle İnce Memed ile Filler Sultanı ve Kırmızı Sakallı Topal Karınca’da) Marksist bir ideal tip sunulur. Bu ideal tipler toplum adına savaşırlar. Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü’nde Kür Şad, millet misyonuyla Çinlilere karşı savaşır. Yaşar Kemal’in İnce Memed’de, ezilen köylüler adına onu ezen ağalarla, beylerle, devletle, kurtarıcı bir misyonla savaşan eşkıyayı görürüz. İdarî bozukluk, eşkıyaları, halkın sözcüsü olma konumuna sürüklemiştir. Yaşar Kemal ve onun dışındaki Marksist yazarlar, düzen değişmeli düşüncesini, eşkıya hikâyelerini model alarak yazıya geçirirler. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun tarihî roman serisinde ise Türklük 355
ve İslâmlık misyonuyla Hristiyanlara karşı savaşan Türk kahramanları yer alır.
Geçmişten ders almak amacıyla tarihî roman yazanların, destanları da kullanıldığı görülür. Zaten destanlar, kendilerini meydana getirenler ve gelenekçe anlatılanlar tarafından tarih olarak kabul edilmiştir. Hâlbuki hiçbir zaman destan, tarih değildir. Destanlar, tarihî hâdiselerin halkta bıraktığı izleri, onların kahramanlarını, kahramanlara izafe edip onlarda görmek istedikleri özellikleri gösterirler. Destanlar, yazılı belgeler olmadığı için tarihî bilgileri desteklemek için kullanılmışlardır. Milletlerin tarihî hâdiseleriyle, destanî unsurlarını birbirine karıştıran eski tarihçilerin eserleri de modern tarih metotlarıyla incelenmeye başlamış, eleştiriye uğramıştır.
Tarihle ilmî olarak uğraşanlar ise olayları, tarafsız bir şekilde, zamana, mekâna, taraflara ve belgelere dayalı olarak ele alırlar. Bunlar arasındaki sebep sonuç bağlantısı üzerinde de dururlar.
Romancı, eserine tarihle ilgili bir unsur alabilir, bunu kendine göre yorumlayabilir. Tarihçi geçmişteki olayların yarın ve talih kavramlarını göz önünde bulundurmadan eserini yazdığı hâlde, romancı geleceğe bakarken tarihin belirsizliklerine girebilme, yarına dönük mesajlar verebilme imkânına sahiptir. Tarihî romanlar devrin meselelerinin ve şahıslarının karakter özelliklerini mazide arama ve dolaylı olarak bir eleştiri yapmak maksadıyla kullanılırlar.
Bazı tarihî kahramanların destan kahramanı olarak işlenmesi öteden beri devam eden bir eğilimdir. Atillâ, Fatih, Atatürk vs. Destan kahramanları tarihe yön veren büyük kişilerle özdeşleşir. Bundan dolayı tarihî kahramanlar efsaneleşir. Halkın ve yazarların hayâl gücü onları değiştirir. Bazıları bilinen bir tarihî şahıs olarak
356
belki tarih kitaplarında bile olmayabilir (tıpkı Nihal Atsız’ın Bozkurtlar’daki Kür Şad gibi). Bu bir anlamda destanların yeniden yazılmasıdır.
Tarihî romanlarda da destanî üslûbu kullananlar vardır. Tarihî kahramanın destanî, mutlak kahraman olarak gösterildiği, kahramanın zaaflarından uzak, yer yer masallaştırılmış bir şekilde tasvir edildiği, üslûbunda yüceltmenin dikkati çektiği görülür.
Millî Mücadele dönemi roman ve hikâyelerinde bunu daha fazla buluruz. Kahramana ihtiyaç duyulduğu böyle bir dönemde eski destanları ele alan yazarlar vardır. Özellikle Atatürk’ün etrafında beylik edebiyata dönüşen bir destan edebiyatı görülür. Bunları bir yandan Ziya Gökalp’in halk kültürü eserlerinin işlenmesi gerektiği yolundaki düşüncesine bir yandan da toplumun ihtiyaçlarına bağlamak gerekir.
Çünkü toplum çok zor bir dönemden geçmektedir. “Türk toplumu, yirminci yüzyılda bile, karşılaştığı meseleleri, bu çağa uygun vasıtalarla halledemeyince, binlerce yıl öncesine dönmüştür. Türkçülerin, ilim ve makina çağında, eski Türk destanlarını diriltmeleri ve bir müddet için de olsa, Türk aydınlarının gözleri önünde bir ilüzyon yaratmaları başka hangi sebeple izah olunabilir?”631 İdeal topluma ve ideal insanlara sahip olarak görülen destan çağı, sadece Türkçü yazarlarda değil, mesela Yaşar Kemal’de aşiret hayatını yüceltmek, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nda Anadolu’nun Türkleştirildiği dönemi anlatmak için kullanılır. Özellikle yiğitlik, dürüstlük, sosyal dayanışma idealleştirmenin ortak noktaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bazen destanların isim olarak veya eserlere malzeme sağlayarak günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde
631 Mehmet Kaplan, Tip Tahlilleri, Dergâh Yay., 2. bs., İst., 1991, s. 110. 357
hatta politik olarak kullanıldığı da görülür. Mesela Ergenekon Köylü İşçi Partisi gibi. Parti amblemlerine dikkat edildiğinde de bu görülebilir. DP’nin ve DYP’nin ambleminde yer alan Kırat, Köroğlu’nun atını çağrıştırır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Kurt motifi Ergenekon’u ifade eden kurtarıcı sembol olarak edebiyattan mimarîye kadar çeşitli alanlarda kullanılmıştır. Etnografya Müzesi’nde kurt motifinin yer alması, Türkiyat Araştırmaları dergisinin kapağında kurt resminin bulunması, Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet sembolünün ne olması gerektiğiyle ilgili yarışmada kurdun önerilmesi, Yakup Kadri’nin Millî Mücadele döneminde yazdığı yazıları Ergenekon adlı kitapta toplaması, Atatürk’e atfen kurdun edebiyatımızda kullanılması (Armstrong’un Atatürk’ün hayatıyla ilgili kitabının adı da Bozkurt)632 hep bu etkiye bağlanabilir. Millî Mücadele, destan ortamına oturtulur. Bu dönemde siyasî amaçla halk edebiyatı malzemesinin kullanılışına rastlarız.
Büyük şehirlerde sözlü kültürün ortadan kalkmasından sonra gazeteler, büyük ölçüde eski destan anlatıcılarının yerini tutmuş ve ortak kültürü oluşturmada rol oynayan vasıtalar olmuşlardır. Bu tür eserlerin gazetelerde yayınlanması, uzaktan uzağa da olsa, okuyucuyu, Gökalp’ın tabiriyle harsı ile bağlantı içinde tutmuştur. Ayrıca bu faaliyetlerde, Gökalp’ın harsı unutulmaktan kurtarmak için yazıya geçirmek gerektiği düşüncesinin de izini bulabiliriz.
Sözlü halk kültürünün yok olmaya başladığı çağımızda, bu kültürden yararlanan romanlarla geleneğin yitip gitmesi önlenemez. Bu tür romanlar, hiç değilse
Dostları ilə paylaş: |