Yeni Kelamcılaın Varık ve Tanrı Anlayışlar Kur'an ve Sünnet Işığında Kelamcılann Eleştirisi
Yeni kelamcıiardan kimisi, İhlas sûresini delil göstererek Tanrı anlayışını şöyle dile getirmiş: "Şâm yüce Rab cisimdir." Hişâm b. El-Hakem ve Muhammed b. Kerrâm ve diğer bazı kelamcılar bu düşüncenin doğruluğunu onaylamışlar.
Kimisi de bu görüşü reddederek kendi tanrı anlayışını şöyle tanımlamış: "Rab cisim değildir." Cehm b. Safvân, Ebu'l-Hüzeyl El-Allâf gibi ünlü İsimler, bu görüşten yana olanlardan birkaçı.
Allah'ın cisim olduğunu savunanlar, tezlerinin gerekçesini şöyle açıklamışlar: "ihlas sûresinde belirtildiğine göre Allah "Sa-med"dir. Samed, kendisinde boşluk bulunmayan varlık anlamındadır. Boşluğun bulunmaması durumu yalnızca dağlar, kayalar, taştan yapılmış sütunlar gibi yoğunlaşmış (katı) cisimlerde sözkonusudıır. Nitekim meleklerle ilgili olara şu tanımlama yapılmıştı:
"Melekler sameddir; bu niteliklerinden ötürü kendilerinden bir şeyin çıkmadığı söylenir. Onlardan bir şey çıkmadığı gibi, bir şey de girmez onlara; ne yerler ne de içerler." Bu tür niteliklerin reddi (yeme-içme, girme çıkma) ancak cisim olan varlıklar hakkında düşünülür." Savunmalarını şöyle sürdürüyorlar:
"Sanıed kelimesinin kökü toplanma anlamımı gelir. "Tasrnt-dıVl-nıâl" (malı toplamak) cümlesi bu kökten türetilmiştir.
Ru nitelik de yalnızca toplanan cisimler hakkında düşünüle-bilir."
Bu düşünceyi çürütenlere gelince onlarda aynı argümanları kullanıyorlar fakat farklı yorumluyorlar. Sözgelişi onlar Samed kavramını şöyle tanımlıyorlar: "Samed, bölünmesi ve parçalanması caiz olmayan varlık demektir; oysa kâinatta bulunan her cismin bölünüp parçalanması caizdir."
Yine aynı grup "chad" kavramını da şöyle tanımlamışlar: "Ehad, parçalara bölünmeyi kabul etmeyen varlığın niteliğidir. Halbuki kâinattaki her cismin parçalara bölünüp ayrıştırılması caizdir." Bu tanımlamaların ardından, Allah'ın cisim olduğunu söyleyenlere şu itirazı yöneltiyor ve soruyorlar:
"Sîz, tanrı cisimdir" dediğiniz zaman bunun anlamı şudur: "Tann tek cevherler (atomlar) ya da madde ve biçimlerin bileşiminden mürekkep bir cisimdir. Kendi dışındaki varlıkların bileşiminden meydana gelen varlık, onlara muhtaçtır. Oysa, Ihlâs suresinde buyıırulduğu gibi Allah sameddir, samed ise 'kendinden başkasına gereksinmesi olmayan varlık', demektir. Bu durumda, mürekkep varlığın samediyet sıfatını taşıması sözkonusu değildir."
Şimdi bu noktada bu gruplardan birincisine şöyle bir cevap verilebilir: Tüm eksikliklerden uzak şanı yüce Allah'ın parçaların bileşiminden meydana gelen mürekkep bir varlık olduğu, bu nedenle bölünmeyi, parçalanmayı ve ayrışmayı kabul ettiği yönünde varılan yargı, akıl ve şeriat açısından bâtıldır. Çünkü herşey-âen önce bu yargı, geride de denildiği gibi Allah'ın samediyet sıfatına aykırıdır. Bu ifade ile ister "Allah önceden parçalar halinde idi, sonra bir araya getirildi, aniamı ifâde edilmek İstensin, isterse insan-ve cisimlerden meydana gelen diğer varlıklarda olduğu gibi, ezelden beri bir araya lopfanmışlı fakat sözkonusu cisimler gibi kendini meydana getiren parçaların birbirlerinden ayrılma-
yeni kehmıaların varlık ve tttırrı anlayışları
lan mümkündür anlamı çıkarılsın, sonuç değişmez. Çünkü İnsan yaratılışından itibaren bütün organları bir arada olsa bile bazı organlarının bazısından ayrılması mümkündür. Oysa bütün eksikliklerden münezzeh, şâm yüce Allah böyle bir niteliğe sahip olmaktan uzaktır. Bu yüzden biz elinizdeki bu eserin, yazımına Allah'ın samediyet niteliğinin mükemmelliğini sunmakla başladık. Çünkü zatından bazı parçaların hepten yok olması, bazılarının önceden var olduğu halde sonradan yok olmasının caiz olması yokluğu ve yok olmayı kabul eden bir varlığın zatı ile var olan vacip varlık olması, kadimiyet ve czeliyel niteliklerini taşıması imkansızdır. Çünkü kıdemi zorunlu olanın, ademi (yokluğu) imkansızdır. Sürekli nitelenegcidiği ve zâtının gereklerinden olan sıfatlarının durumu da aynıdır. Bu durumda, melzum (kendisine gerekli olan) la birlikte yok olmanın dışında, lâzımı tek başına yok etmek imkansızdır.
Bu bağlamda seleften kimi alimler "Samed" kavramını şöyle tanımlamıştı: "Samed: Sürekli olan, yaratıkları tamamen yok olduktan sonra bile varlığını devam ettiren varlıktır." Çünkü bu nitelik "samediyet'in" gerekliliğidir. Eğer bir varlık yokluğu kabul ederse, Samediyet sıfatı onun için gerekli değildir. Samediyet sıfatının olmaması câİz olması durumunda arlık samed sıfatının reddedilmesi ancak samediyet sıfatının onun zatında bulunmamasının caiz olması halinde olur. İşte bu imkansızdır.
Bunun gibi samediyetin, bizzat Allah'ın zâtı için gerekli görülmesi, o nitelik O'nun zâtına lüzumlu olması ile mümkündür. Zira bu jüzıımluluk, o niteliğin yokluğuna aykırıdır. Kaldı ki samediyet Allah'ın zatı için ezelden ebede kadar gerekü görülmüştür. Yani daha önceden yok iken sonradan kazanılmış bir nitelik değildir. Allah böyle bir yanlış anlayıştan münezzeh ve yücedir.
Samediyetin daha sonra kazanılan bir nitelik olması, Allah'ın zatını meydana getiren parçaların önce ayrı oldukları halde daha sonra bir araya toplanmış olmasını, O'nun muhdes, mef'ûl ve masn'u (başkası tarafından meydana getirilmiş] olmasını gerektirir. Tüm bu nitelikler Allah'ın değil mahlukların nitelikleridir. Kıdem sıfatıyla muttasif yaratıcı ise, ma'dum (yokluk geçirmiş) mef'ûl yada herhangi bir açıdan kendi dışında bir başkasına muhtaç olması mümkün değildir. O'nun zâtına bu tür yakıştırmalarda bulunmak caiz değildir. Allah'ın ezelden sanıed olduğu ebede kadar samed kalacağı hepinizce biliniyor. Öyle ise: O ayrı idi, sonra birleştirildi; O'nun parçalarını birbirinden ayırmak gibi İfadeleri kullanmak caiz değildir. Aksine ondan hiçbirşey çıkmayacağı gibi, O'na bir şey de girmez. Allah'ın zatı hakkındaki bu tesbit, sünnisiyle bid'atçısıyla tüm müslümanlarm görüş birliğine vardığı bir tesbittir. Aralarından bazıları cahilliklerinden veya, bu meseleyi bilmediklerinden ötürü bunun tersini söylese bile, bu böyledir. Böyîelerinİn saçma sapan hayallerinin, bir dü-şünceymiş gibi ele alınıp tesbit edilmesi, değerlendirilmesi gerekmez.
Tüm müsîüman gruplar arasında, Allah'ın doğmuş veya baba olduğunu, söyleyen hiç kimse yoktur. Evet, bazı kafirlerin böyle söylediğini, İslâm'a inanmış birtakım felsefecilerin, "tevellüd" ve "tatil" konusunda, onların söylediklerindendaha kötüsünü söylediklerini biliyoruz.
Allah'ın sıfatlarının İsbatı meselesine gelince; O'nun âhirette görülmesi, Kur'an vb. vahiy ürünü kitap ve sayfalar aracılığı İle konuşması, kelamının muhluk olmaması... İşte bu görüş sahabe, iman ve ihsan üzere onların izinden giden tabiîn, müslümanlarm diğci" İmamları, tüm grupların sünnet ve cemaat ehli olanlarının benimsediği yegâne görüştür. Bu görüşe ters düşen İslâm mezheplerinin en meşhurları Cehmiye, Mu'lczİle mezheblcrinİn yanışım felsefe ve bâtıniyecilerden çoğu kimselerdir.
Onlar Allah'ın sıfatları hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirmişler: Allah'ın zâtı hakkında birtakım sıfatların varlığını isbât etmek O'nun cisim olmasını gerektirir; oysa cisim değildir O. Bu nedenle O'nun için bu tür sıfatların varlığı isbat ve kabul edilemez. Devamlı diyorlar ki: "Sıfatlar konusunda akla ve mantığa uyan görüş, onlardan herbİrisinin cisimle var olan araz kavramlar olduklarıdır. Allah'ın sıfatları konusunda da ancak böyle düşünmek, onları böyle değerlendirip tanımlamak mümkündür." Sözgelişi diyorlar: "Ru'yet (görme) konusunu ele alalım. Bu sıfat ancak gözlemleme ile düşünülebilir. Gözlemleme eylemi ise yalnızca, gözlemlenebilecek varlığın belirli bir yer de olması halinde mümkündür. Belirli bir tarafta bulunan varlıklar ise yanhzca cisimlerdir." Ve sözlerinin sonunu şöyle getiriyorlar: "Şimdi bu durumda Allah'ın zâtı ile kâim olan kelâm vb. sıfatlan olsaydı, O'nun cisim olması gerekirdi. Zira O'na nisbet edilen kelâm sıfatı, ancak O'nun zâtından bağımsız mahluk olur."
Yukarıdan aşağı sıralanan bu kavramlar İmam Ahmed'in "El-Mihne" adlı kitabında onlarla tartıştığı kavramlardır. Sözgelişi "teesim" (Allah'ın cisim olması) tezini reddetmekle beraber "Kur'an'm mahlûk olduğuna" delil getiren ve onu savunanların başında, kelâmcılann ileri gelenlerinden, Hüseyin En-Neccar'ın Öğrencisi Ebû İsa Muhammed b. İsa Bergûs gelir. Bundan başka yine kelâmcılann Önde gelen isimlerinden İbn Ebû Düvâd, Basra, Bağdat ve diğer İslam beldelerinde yaşayıp da: "Kur'an mahluktur" görüşünü savunan kelamcılardan bulabildiklerini İmâm Ahmed'in yanma topluyordu.
Bazı müslümanlarm sandığı gibi bu düşünce yalnız Mu'tezile mezhebinin savunduğu bir düşünce değildi. Aksine bu düşünceyi benimseyen kelâmcılann çoğu Mu'tezile mezhebine bağlı değildiler. Sözgelimi ünlü kelamcılardan Bişr El-Merrîsî, Mu'tezili değildi. Mesela "Kur'an mahluktur" yargısında bulunanlar arasında Neccâriye mezhebine bağlı kelamcılar da vardır; örneğin biraz Önce adı geçen Bergus bunlardan birisidir. Darrâriye mensubu vardır: Mesela imam Şafii ile tartışan Hafs El-Perd, Darrâriye mezhebi mensubu bir âlimdi. Murci'e mensubu olan vardır; Bişr El-Merrisİ işte bunlardan birisi idi. Bunun dışında sözkonu-su düşünceyi benimseyen kelamcılardan kimisi saf Cehmiye mensubu, kimisi Mu'tezile mensubuydu. Ama biraz önce adı geçen İbn Ebîı Düvad MuUvjİi değildi, Allah'ın .sıfatlarını reddeden Cchmiye mensubuydu.
Evet Mu'tezilelcr de Allah'ın .sıfatlarını kabul etmezler. Ama Ceh m iyelerin reddedişleri Mu'teziîclcrc oranla daha kapsamlıdır.
Sözgelişi Bcrgüs Allah'ın kelam şifalını reddederken şu argümanı kullanmış: "Eğer Allah konuşuyor ve kelâm sıfatı O'nıın zâtı sayesinde varlık kazanıyorsa mutlaka o cisimdir." Bcrgüs'ıın bu delili çürütülmüştür. Selef ulemasından İmam Ahmed ve O'nun gibileri, cisim ve benzeri kavramları bizzat kclamcıların uydurduklarını, onlar arasında bazı toplulukların Ailah'in sıfatlarını reddettiklerini, bu reddediş eylemleri ile Allah ve elçisinin isbât ettiklerini reddetme; buna karşın bir grubun da sözkonusu nev-zuhur (yeni uydurulmuş) kavramları kabul ettiklerini, bu kabul eylemleri ile Allah ve elçisinin reddettiklerini ispatlama amacına ulaşmak istediklerini biliyorlardı.21
Dostları ilə paylaş: |