Muhabbetname


DAVUD (A.S.) VE SÜLEYMAN (A.S.)’ IN HÜKÜMLERİ



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə17/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   83

DAVUD (A.S.) VE SÜLEYMAN (A.S.)’ IN HÜKÜMLERİ


Kur’ân-ı Kerîm’in Enbiya Sûresi 78 ve 79. âyetleri iki kişinin, Davud (A.S.)’ a gelerek şikâyette bulunmalarıyla zuhûr etmiştir. Tarla sahibi, “Benim üçyüz dönüm tarlamı, bu kişinin üçyüz koyunu harâb etmiştir” diyerek şikâyette bulundu. Davud (A.S.) da “Madem ki tarla ile koyunlar eşittir, koyunlar tarla sahibinin, tarla da koyunların sahibinin olsun.” diye hüküm verdi. Bu kişilerin her ikisi de dışarıya çıktıklarında, Davud (A.S.)’un oğlu Süleyman (A.S.)’ la karşılaştılar. Süleyman (A.S.) bu kişilere babası Davud (A.S.)’ un nasıl bir hüküm verdiğini sordu. Onlar da, tarlayı koyun sahibine, koyunları da tarla sahibine verdiğini söylediler. Süleyman (A.S.) da “Bu hüküm yerinde ama, her iki taraf için de daha hayırlı bir hüküm verilebilirdi.” dedi. Hz. Davud bunu işitti. Süleyman'ı çağırarak “İki taraf hakkında hayırlı olan hüküm nedir. Bunu bana söyler misin” dedi. Süleyman (A.S.) “Bir zamana kadar, tarla sahibinin koyunların sütünden, yününden yararlanması için, koyun sahibinin koyunlarını tarla sahibine vermesini, tarlayı da evvelki haline getirip biçilecek hale gelinceye kadar, koyun sahibine vermesini, ekinler kemâlâta gelince, tarlayı kendi sahibine, koyunları da kendi sahibine vermeyi uygun görürdüm.” dedi.

İşte bu âyet-i kerimedeki hüküm, insanın kendi vücûd ülkesinde, uygulaması gerekli bir olaydır. Cenâb-ı Allah, böyle vak’aları, Kur’ân-ı Kerîm’inde anlatarak bizlere yaşama biçimini öğütlemiş oluyor.

Vücûd ülkemizde tarla sahibi rûhtur. Koyunların sahibi ise nefistir. Bu vücûdu ayakta tutan ve her türlü vuslatını sağlayan rûh olduğu halde, nefsin sıfatları olan koyunlar, nefis doğrultusunda bu rûh tarlasını istila eder. İşte rûh sahipleri de, İnsan-ı Kâmil olan Davudlara müracaat ederek hakkını arar. Mürşîd-i Kâmil de, tarlanın rûha ait olduğunu, yani kişinin kendine nisbet ettiği ef'alinin, sıfatının ve vücûdunun Hakk’a ait olduğunu bildirir. Kişi kendine nisbet ettiği tarlanın yok olduğunu idrâk edince, rûhun açığa çıkması zuhûr eder. Zâten Mürşîd-i Kâmillerin de asıl görevleri budur. Bütün sıfatlarından tecellînin kendisinin olduğu hükmünü verirken, Davud'un hükmüyle, her tecellîyi Hakk’a nisbet etmeye başlayacaktır. Fakat her tecellîyi Hakk’a nisbet etmek, farksız olduğu için eksiktir. . Onun için o iki kişi için de hayırlı olan Süleyman (A.S.)’ın hükmüdür. Süleyman (A.S.) kavseyn mertebesinin sahibi olduğu için, babası olan Davud'un hükmü yerinde güzeldir. Fakat, kemâle gelesiye kadar nefis koyunlarının, süt ve yününden istifade ettikten sonra, ekinlerin başak vermesi zuhûr edince koyunları koyun sahibine, tarlayı da tarla sahibine, tekrar verirdim diyor. Yani nefis mutmain olasıya kadar, koyun olan sıfatların, sütünden ve yününden istifade eder. Yani ilim ve amelle kemâlât sahibi olur. Bu kemâlâta sahip olunca, kişi her şeyi yerli yerinde göreceği için, celâl ve cemâl tecellîleri, farkıyla zevk edecektir. Süleyman (A.S.) kalp sahibi bir İnsan-ı Kâmildir. Kalp radar gibi dönücü demektir. Gerektiğinde yüzünü celâle döndürür. Gerektiğinde yüzünü cemale döndürür. Onun için Tevhidde Davud (A.S.)’un hükmü, celâl ve cemâl tecellîlerinin ayrı ayrı hükmünden ibarettir. Süleyman (A.S.)’ın hükmü ise, her ikisini de Tevhîd yaparak, kemâlât zevkinden ibarettir. Aslında Davud ayrı Süleyman ayrı değildir. Kur’ân-ı Kerîm bizlere Davud'un mertebesinde, Davud'un hükmünü, Süleyman Makâmı olan kalp mertebesinde de Süleyman'ın hükmünü bildirmektedir. Bizler de bir zamanlar, her şeyi nefsimize nisbet ediyor ve ‘ben’ diyorduk. İnsan-ı Kâmildeki Tevhîd tahsilinden sonra anladık ki, bunlar bizim değil Cenâb-ı Hakk’ınmış. Zâhir ve bâtınımız Hakk olunca, esmâmızın bile bizlere verilen, halkiyet esmâsı olduğunu idrâk ettik. Görenin, bilenin, duyanın O olduğu zevki zuhûr etti. İşte bu kemâlâta vuslat için, Cenâb-ı Hakk bizlere Kur’ân-ı Kerîm’inde bir Tevhîd eğlencesi sunmuştur. Rabbim arzu edenlere ihsân etsin.

DERVİŞ OLMAK


Derviş olabilmek için, Niyazi-i Mısrî Hazretleri bakın ne buyuruyor:

Derviş olan âşık gerek hem yolunda sâdık gerek



Bağrı onun yanık gerek, can gözleri açık gerek”

Bir kişi, Allah’ın Vahdâniyyetinin zerreden küreye kadar her bir tecellîsini görmek ve bunu zevk etmek istiyorsa, evvelâ Allahü teâlâ’ya aşık olması lâzımdır. Sonra, bir İnsan-ı Kâmile sıddıkiyetle teslim olup, onun tâlimatlarını aynen, eksiksiz uygulayarak, gassaldaki ölü gibi olması gereklidir. İşte o zaman kişinin gönlü sevgilisi için, gece ve gündüz, durmadan bülbül gibi öterek ah u figân etmeye başlar. İşte o zaman onun sevgilisine olan bu aşkından, gönül kapıları açılarak, Cenâb-ı Hakk’ın Âdem’de ve âlemdeki tecellîlerini görmeye başlar. Bir hadiste: “Mü’minin ferâsetinden sakınınız, zira o Allah’ın nuruyla bakar” buyrulmuştur. Allah’ın nuru, mukayyed olan varlıklardaki üç tecellîsinin yerli yerindeki zuhûrunun, mü’minler tarafından müşâhede edilmesinden ibarettir.

Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye

Aşk ateşinde eriye altın gibi sızmak gerek”

Toprak altındaki madenler, altın binlerce sene sonra illete uğrayarak demir, demirden binlerce sene illete uğrayarak gümüş, ondan bakır, bakırdan kurşun, kurşundan kalay olduğu gibi, insan da öldükten sonra tekrar, insanlığını bulması elli bin yıl gibi bir zaman geçirerek, bir çok ibtilâlardan sonra, cemâdât, nebâtât, hayvânâttan geçerek teşriyesini tamamlayıp insan olabilir. Bu kâinatta bütün varlıkların en üstünü altın durumunda olan insandır. Altın 500 santigratta erir. Eriyiğin içindeki altından gayri yabancı maddelerden temizlenerek %100 som altın olur. Aynen bunun gibi insan da, alçak gönüllülük içinde, hiçliğini hiçbir zaman unutmadan, dâima kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Hakk olduğunu idrâk etmesi, altın gibi sızması demektir.

Zikri Hakk’a meşgul ola yana yana taa kül ola

Her kim diler makbul ola Tevhîde boyanmak gerek.”

Bir kişi, kendisinden zikredenin Allahü teâlâ olduğunu bilirse, Bakara Sûresinin 115. âyeti Bununla beraber, doğu da Allah'ın batı da! Nerede yönelseniz, orada Allah'a durulacak yön vardır! Şüphe yok ki Allah'ın rahmeti geniştir ve O, her şeyi bilendir” gereğince, Allah’ın bütün sıfatlarından da, fiilleriyle zikrettiğini zevk edecektir. İşte bu kişinin kendi varlığı, Allah’a olan gönlündeki aşk ateşinde yanıp kül oldu demektir. Kulun yokluğunda, Hakk’ın varlığının zuhûr etmesi, Tevhîd boyasıyla boyanmakla olur. Tevhîd boyası ise, Cenâb-ı Allah’ın Âdemdeki, Zât tecellîsinin kemâlât sıfatlarından esmâ alarak fiilleriyle açığa çıkmasının zevkinden ibarettir.

Eyvan kişi yol alamaz maksudunu tez bulamaz

Yok olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek”

Bencil ve kendisini dâima büyük gören varlık sahibi mütekebbir kişiler, bu yolda mesafe kat edemezler. Sevgilisi olan Rablerine de, ömürleri bittiği halde kavuşamazlar. Rablerine kavuşmak isteyenler, evvelâ kendi varlıklarının olmadığını bilmelidirler. Ezelden varlık sahibinin Cenâb-ı Allah olduğunu anlayanlar maksûduna varabilirler.

Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı

Bu Niyazi-i Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek.”

Tevhîd tahsilindeki sâliklerden en alçak seviyede olanları zikir sahipleridir. Bir çuval buğdayın içinde tek tük burçak da vardır. Bu bir çuval buğday değirmene gittiğinde bu içindeki burçaklar da diğer buğdaylarla birlikte un olur. Pazarda satıldığında diğer buğdaylarla birlikte aynı para eder. İşte bunun gibi zikir sâlikleri de ister bu âlemde, isterse âlem-i Âhirette, kemâl sahipleri gibi, ister kâmilleri vasıtasıyla, isterse Tevhîd babası olan İbrahim (A.S.) tarafından mutlaka kemâle erdirilirler.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin