Muhabbetname


ZİYÂRET NİYETİYLE MESCÎDLERİ GİTMEK



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə83/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   83

ZİYÂRET NİYETİYLE MESCÎDLERİ GİTMEK


Evinizden üç yer için ziyâret kastıyla çıkınız. 1- Mescîd-i Harâm 2- Mescîd-i Nebevîyye 3- Mescîd-i Aksâ’’dır. Bu üç yerin dışında ziyâret kastıyla çıkmayınız.” (H.Ş.)

Peygamber Efendimiz Mescîd-i Haram için ziyâret kastıyla seyahata çıkmamızı uygun buluyor. Çünkü Mescîd-i Haram Mekke şehrindeki Kâbe’nin bulunduğu yerdir. Kâbe Allah’ın Zât’ını remzetmektedir. Dolayısıyla orayı ziyâret Cenâb-ı Hakk’ı ziyâret demektir. Yoksa zâhirde taştan yapılmış bir binanın hiçbir özelliği yoktur. Hatta bir gün Hz. Ömer Kâbe’yi tavâf ederken Hacer-ül Esved taşına şöyle hitapta bulunmuştur: “Ey taş! Senin bir taştan ibâret olduğunu biliyorum. Yalnız Resûlullah Efendimiz seni öptüğü için ben de öpüyorum.” Çünkü “Hacer-ül esved taşı Allah’ın sağ elidir” Hadis-i Şerifinde buyrulduğu için onu öpmek Allah’ın elini öpmek olacaktır.

Hakk ve hakîkat yolcusu Tevhîd ehillerinin bu insan toplumlarının içinde gizli olan Zâtiyyun olan velileri ziyâreti Kâbe’deki Hacer-ül Esved taşını öpmeleri gibidir. El öpmekten gâye et ve deriden meydana gelmiş bir eli öpmek değil “El ele, el Hakk’a” ifâdesinin sırrına vâkıfiyet ve ondan ilim ve irfâniyeti verenin bizzât Cenâb-ı Allah olduğunu bilmektir. Yoksa Kâbe’deki taşın hiçbir hikmeti yoktur. O İnsan-ı Kâmil’in elini öpmeği remzetmektedir. Bedensel olarak İnsan-ı Kâmil’in bizlerden hiçbir farkı yoktur. Fakat sîret yönüyle Cenâb-ı Hakk’ın kemâlâtıyla ‘insan’ diye vasıflandırdığı o resimden veliyyullah olarak bizlere bizzât Cenâb-ı Hakk’ın konuştuğunu anlamaktır.

İkincisi Mescîd-i Nebeviye ise Resûlullah efendimizin Medine-i Münevvere’deki Ravzâ-i Mutahhara’sıdır. Buranın ziyâreti de Sıfâtiyyûn velilerin ziyâretini remzetmektedir. Çünkü bu kâinatta Allah Zâttır, Muhammed sıfattır. Sıfatlardan her ne tecellî ederse Zât’ın o sıfatın isti’dâdı nisbetinde onun mazharından görünmesidir. Sıfatıyyun velîler zâtiyyun velilerin bir uydusudur. Bulundukları yerlerde kendi isti’dâdlarına göre Zâtın tecellîlerini sıfat mertebesinde kemâlâtıyla zuhûra getirenlerdir. Ayrı değildir. Görevleri orası olduğu için o mertebedeki isti’dâd sahiplerini irşâd ederler.

Üçüncü ziyâret yeri de Mescîd-i Aksâ’dır. Zâhirde Kudüs şehrinde bir mescîddir. Taşıdığı mânâ ise kalb sahibi olan Ef’âliyyûn velilerin ziyâret edilmesinden ibârettir. Bu veliler de Zâtıyyun velilerin Sıfâtiyyûn velilere manevî tâlimatlarının kendi mertebelerinde uygulama ve uygulatma emrini vermesi, Sıfâtiyyûn velilerin de Ef’âliyyûn velilere ef’âl mertebesinde kemâlâtıyla uygulama ve uygulatma görevini vermesidir. Bütün bu velîler kendi yerlerinde mertebeleri gereği görev yaparlar.

İşte Allah’ın Zâtıyyun, Sıfâtiyyûn ve Ef’âliyyûn velîlerinin ziyâretleri anlamına gelen bu Hadis-i Şerîf Allah’ın başka bir tecellîsinin olmadığını bütün tecellîlerin bu üç tecellî içinde olduğu için bu üç yerden başka yerlere ziyâret kastıyla evinizden çıkmayınız buyrulmuştur.

Günümüzde yatırlara, türbelere ve bazı Allah’ın büyük velîsi diye bildiğimiz kabirlere ziyâret edenler var. Hadis-i Şerîf’e göre bu ziyâretler yasaklanmıştır. Çünkü rûh hiçbir zaman ölmez. Onların rûhları toprak altında değil, âriflerin gönlündedir. Ancak ârif olan velîleri ziyâret edersek onları aynen ziyâret etmiş oluruz. Yoksa kabirlere gitmek sadece “Ey kişi ! Bir gün sen de buraya geleceksin. Gelmeden evvel hazırlığını yap!” diye ibret ve ders almamızı sağlar. Orada başka hiçbir şey yoktur. Onlara bir müşkül sorsanız kabirden o velî cevap veremez. Fakat bir ârifin ziyâretine gitseniz sizin bütün müşküllerinizi halleder. Bir Hadis-i Şerîf’te Resûlullah Efendimiz şöyle buyuruyorlar: “Kabirdekiler sizi duyar fakat cevap veremezler.” Bu ‘Sendeki rûh ne söylersen yine senden biliyor ve duyuyor. Fakat cevap veremiyor. Zira o isimdeki mazhardan cevap vermesi mümkün değildir. ’ anlamına gelmektedir. Rûh birdir. Parçalanma kabul etmez. Yalnız tecellî ettiği mazharlarda Ahmet, Mehmet. . gibi isimler alır. Allah bizlere Zâtıyyun, Sıfâtiyyûn ve Ef’âliyyûn velîleri ziyâret ettirmek nasîb etsin. Âmin. Onlarla tanışmak ve onların irfâniyetlerinden faydalanmak nasîb etsin. Âmin.

ZÜLKARNEYN (A.S.) KİMDİR


Kur’ân-ı Kerîm Kehf Sûresi 83 ilâ 98. âyet-i kerimelerde bahsedilen nebîlerden birisidir.

Doğu ve batı ülkelerini de emrinde tuttuğu için “Zülkarneyn” denmiştir. Bu âyetler müteşâbih olduğu için tevilâta ihtiyacı vardır. Zâhir olarak garb ve şarka hükmettiğini söylediğimiz Zülkarneynler bu gün var mıdır. Kimlerdir. Onu tanımak ve bu âyetlerden istifade ederek yaşama geçebilmemiz için, vücûd ülkemizde onun yerini bulmamız ve zevk etmemiz gerekmez mi. Enfüs ve âfâkta Zülkarneyn (A.S.)’in doğuya ve batıya gitmesi nedir. Üçüncü bir yola gitmesi nedir. Oradaki halkın Ye’cûc ve Me’cûclerden şikâyet etmesi nedir. Oradaki halk Zülkarneyn'in himmetiyle Ye’cûc ve Me’cûc'ten nasıl kurtulmuşlardır. Günümüzde Ye’cûc ve Me’cûc var mıdır. Varsa bizler bunlardan nasıl kurtulmalıyız. İşte bu soruların cevaplarını bilmemiz bu kıssaya vâkıfiyetle mümkün olacaktır.

Günümüzde Zülkarneynler kalp sahibi olan İnsan-ı Kâmillerdir. Onlar hem sıfatlar âlemi olan beden arzına, hem de rûh arzına hükümdarlık yapmaktadırlar. Evvelâ nefisle yapılan ameller ülkesi beden arzına giderek oradaki halka Hakk ve hakîkati anlatıyor. Çünkü orası güneşin battığı, yani rûh güneşinin bâtın olduğu yerdir. Sonra doğuya giderek, oradaki ahâlîyi üryân bulmuş ve onlara da aynı şeyleri anlatmıştır. Doğu, Vahdâniyyet yeri olduğu için rûhun birlik zevkine sahip olmaları nedeniyle bazı kâidelere itibar etmek istemediler. Zira Hakk’ın sarhoşu olmuşlardı. Şeriat elbiseleri olmadığı için bunlar üryân yani çıplaktılar. Sonra üçüncü bir yola giderek orada Ye’cûc ve Me’cûc'ten şikâyet eden bir topluluk buldu. Onlar Zülkarneyn (A.S.)’den “Bize yardım et. Bizim sabahtan akşama kadar kazandığımız her şeyimizi Ye’cûc ve Me’cûc denilen bu varlıklar yiyip bitiriyor. Size ücret de ödeyelim” diyerek yardım istediler. Zülkarneyn (A.S.) de onlara “Ben hiçbir ücret istemem, benim ücretimi Cenâb-ı Hakk verir. Sizler bana yardımcı olursanız ben de sizleri onlardan kurtarırım” dedi. Halkın ellerinde ne kadar demir ve bakırları varsa, bir meydanda toplayarak ateşte eritti. Çin seddi gibi bir set yaparak, onları Ye’cûc ve Me’cûc'ten kurtardı.

İşte günümüzdeki İnsan-ı Kâmiller de, bâtınımız olan nefis ülkesine giderek, teşbih tecellîlerini öğretmekte, doğumuz olan rûh ülkesine giderek de tenzih tecellîlerini öğretmektedir. Üçüncü bir yol olan, halkı dâima rahatsız eden Ye’cûc ve Me’cûc varlıklarının bulunduğu esfel-i safîlin olan avâmın ülkesine gitti. Avâm, ilim ve irfâniyetsiz olarak ne kadar ibâdet yapsalar da onların enfüsündeki vehim ve hayâl gibi, Ye’cûc ve Me’cûc’ten kurtulmaları, yani ihlâsa ermeleri mümkün değildir. Onun için mutlaka bir Mürşîd-i Kâmile ihtiyaçları vardır. Âfâkta da avâmın kendi varlıklarını Hakk’a vermiş olan Tevhîd ehlinden rahatsız oldukları malûmdur. Yunus Emre bir ilâhîsinde “Bir sinek kartalı aldı vurdu yere, ben de gördüm tozunu” buyurduğu gibi, âlimim diyen bir kişi bir dervişe cevap bile veremiyor. İşte bu topluluğa İnsan-ı Kâmil sohbetleriyle, ‘inşâallah’ ve ‘mâşâallah’ sözlerinin sırlarını öğreterek bu rahatsızlıktan kurtuluyorlar. İnşaallah demek, işlerin sâhibinin Allah olduğunu bilmektir. Çünkü bütün fiillerin fâili Allah’tır. Mâşâallah demek de mâişetin sahibi Allah’tır demektir. Zira mevsûf sıfatların sahibi de Allah’tır. Bir insan fiil ve sıfat şirkinden kurtulursa, o kişi ne sevap işleyebilir, ne de günah işleyebilir. Artık o kişi, fiil ve sıfatsız olduğu için cehâlet ve gayriyetten ölmüştür. Her ne kadar henüz vücûdu varsa da, boş bir kütük gibi onun hiçbir şey yapması mümkün değildir. Tecellî-i sıfatı zevk eden sâliklere, “kurtuluş beratını almıştır” denilmektedir. İnsan-ı Kâmiller de Zülkarneyn gibi, batıya ve doğuya giderek her ne kadar teşbih ve tenzih mertebelerindeki kişilere vuslat zevklerini öğretiyorsa da esas üçüncü yol olan inançlarında taklîdden kurtulamayan, ister enfüslerinde vehim ve hayâlden kurtulamayıp ibâdetlerinden zevk alamayanlar olsun, isterse pozitif ilimle bir şeyler bilenlerin manevî rûh nurlarına sâhib olmadıkları için Tevhîd ehlinin Hakk ve hakîkat sözleri, onlara diken gibi batması nedeniyle, İnsan-ı Kâmile ihtiyaçları vardır.

İnsan-ı Kâmilsiz bu rahatsızlıktan kurtulmak mümkün değildir. Onun için de ‘inşâallah’ ve ‘mâşâallah’ sırlarının bizlere öğretilmesiyle mümkün olduğunu,söyliyor.
RUHUN KABZEDİLMESİ

Bir insanın üç türlü ruhunun kabzedilmesi vardır.




  1. İnançsız kâfirlerin ruhunu azâb melekleri kabzeder. Kur’an-ı Kerim’de Enfal suresinin 50. ayetinde “Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin.” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi, bu kişilerin ruhlarını azab meleklerinin nasıl parçalayarak pıtraklı bir telin parçalayıp yırttığı gibi azâb vererek kabzedildiğini görüyoruz. Bunlar için ebedî cehennem vardır. Günümüzdeki Allah ve Resulunu inkar edenlerin durumları budur.

  2. İnanan ve bir Hak mürşidine tabi olan bütün insanların ruhlarını Azrail diye bildiğimiz ölüm meleği almaktadır. İnsan-ı kâmillerde 4 melek mevcuttur. Bunlar: 1- Cebrail, 2- İsrafil, 3- Mikail, 4- Azrail’dir. Cebrailliğiyle; bütün ihvanlara Cenab-ı Hakk’ın emirlerini tebliğ etmek suretiyle sohbetler yapar. İsrafilliğiyle; Hicr suresi 29. ayetindeki “Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.” ifadesiyle tevhid mertebelerini üfürür. Mikailliğiyle; saliklerin sohbetlerden elde ettiği tevhid zevklerindeki ruhun manevi gıdalarıyla da onları beslemiş olur. Azrailliğiyle de, cehalet, gayriyet, şirk gibi bütün nisbiyetlerini öldürerek nefsini daimi zikirle yok ederek ölmeden evvel öldürür. İşte böylece ihtiyari bir ölümle ölenlerin izdirarı ölümü de hoş olacağından Azrail ruhları kabzetti denilmiştir. Secde suresi ayet 11 “ De ki, 'Üzerinize görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak ve sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” diyerek bunu beyan etmektedir. Bütün Allah ve Resuluna inanan kişler bu cümledendir.



  1. İnsanı kamillerin ve evliyaların bizzat Cenab-ı Allah tarafından ruhları kabzedilir. Zümer suresi ayet 42 “Allah alır o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında, sonra üzerlerine ölüm hükmü verdiklerini alıkor da diğerlerini salıverir bir müsemmâ ecele kadar, şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için âyetler var.” buyrulmuştur. Zira evliya ve insan-ı kâmiller için artık melek olan kuvvelerinde hükmü kalmamış, Zat-ı Hakk’a vuslat edenler için, Hak’ta Hak olanlar ikinci bir varlık ve kudret olması mümkün değildir. Cenab-ı Allah Mü’min suresi 16. ayetinde “Bu mülk kimindir” diye nida ettiğinde cevap veren olmadığı için kendisi “Bu mülk Kahhar olan Allah’ındır” buyurmuştur. İşte insan-ı kamiller bu yerde bulundukları için, tebdilat yani değişiklik tecellisi olarak Allah bizzat bunlarda ruhları kendisi kabzeder denmiştir. Yoksa, ruh için ölüm yoktur. Mertebelerde seyir vardır. Allah bu üç halin idrakını bizlerde nasip ederek, üçüncüsünden olanlardan eylesin.



MUSEVİLİKTE İSEVİLİKTE VE MUHAMMEDİLİKTE NAMAZ

Her şeyin bir zahiri ve birde batını olduğu gibi, bu musevlik ve isavilik mertebelerindeki ibadetlerinde zahiri ve batını vardır. Ayrıca Muhammediliğin Musevilik idrak ve ibadeti olduğu gibi, İsevilik idrak ve ibadeti de vardır.

Muhammedilik ibadet ve idrakı ise kemalat mertebesinde olmaktadır.

Toplumdaki islamiyete inanan çok kişiler, bilinçsiz olarak yapmış oldukları ibadet ve icraatlarını bedensel olarak zan ve hayallerindeki hakka yapmaktadırlar. Hiçbir mana ve cenabı hakla konuşmaları da mümkün değildir. Kuranı kerimdeki emre uyarak kulluklarını yaptım zannı ile ibadetleri onları dünyada belki mutlu etmekte, fakat ahiret de nasipleri yoktur. Taklit olarak yapılan ibadetler Maun suresinde ifade edildiği gibi, gafletle namaz kılanların kıldıkları namazlar suretlerine çarpılmaktadır. Dolayısıylada,Nefs mertebesinden Ruh mertebesine onları ulaştırmayacaktır. Aklı maaş sahibi olmaları nedeniyle dünyada zengin ve mutlu olabilirler, fakat taklit ibadet içinde oldukları için ahiret de nasipleri yoktur. Bütün ibadetlerini yalnız bedensel olarak yaptıkları için gönül alemine inemezler. Buna Muhammediliğin Musevileri denir. Bunlar yalnız şekilde ve zahirde inanmış görünebilir. Gösteriş ve riya hali onların Nefslerince hoş görülür. Camiden eve evden camiye gitmeyi Müslümanlık olarak kabul ederler. Nefslerinin istek ve arzularından başka ibadet ve tatlarını yalnız bedenen yaparlar. Gönüllerinde bir manevi kazanç görülmez.

Bir hadisi şerifteki “en üstün insan insanlığa faydalı olandır” ifadesini bilmedikleri için, nefsleri için çalışırlar başkaları için çalışmazlar. Benlik ve menfaat içindedirler.

Muhammediliğin İsevileri ise, ibadet ve tatlarını inançları nisbetinde gizli yaparlar. Kendi Nefslerini tatmin edebilirler. Çünkü Allah suretlere değil, yalnız kalp ve niyetlere bakar diyerek, gönül alemine inmiş suret ibadetlerden uzaklaşan kişilerdir. İlim ve tevhidde ki hissi müştereği ile bütün varlıklardaki tecellilerin hakkın tecellisi olduğunu bildiği halde, vahdet yönü ağır bastığı için zahir olan bedensel ibadete itibar etmezler. Bunların başkaları tarafından ne durumda olduğu da kesin bilinmez. Çünkü ibadet ve tatlarını gizli yaparlar. İdrakları da vahdetin galip gelmesi nedeniyle bunların çoğu zındıktır. Sıfatlar alemindeki fark tecellilerini göremedikleri için, halkın kafiridirler. (halkın örtücüsü) her ne kadar Musevi olan taklit ibadet edenlere göre bunlar farklı durumdalarsa da, her iki mertebedeki bu kişilerin Allahın indinde diğerleri yoktur. Eksik ve nakıs olmalarından mütevellit her iki alemde de azaptadırlar. Zira cenabı hakkın tecellisi yalnız zahir olmadığı gibi yalnız batında değildir.

Bedenin hakkını veren ruhun hakkını vermiyorsa, Ruh yönüyle azapta,

Ruhun hakkını verip de bedenin hakkını vermiyorsa, beden yönüyle azaptadır. Bir insanda nasıl Ruhsuz beden ayakta duramıyorsa, Bedensiz Ruhta kendini ispat edemez. Onun için her iki halde de kişiler, İslamiyet de nakıs ve eksiktirler. Muhammediler ise; Musevilik ve İsevilik olan inanç ve itikatlarını pekleştirerek, tenzih ve teşbihi Tevhid yapmak suretiyle, İnsanların efendisi Muhammedi olmuşlardır.

Onlar yalnız bedensel ibadet ve taat yapmakla yetinmez, Ruhani gıdalarına da ağırlık vererek, zahir ve batındaki ibadetlerin gönül alemindeki tecellilerini izlerler. Ve bunlarla yaşamaya özen gösterirler. Bu kişilerin kendi varlıkları kalmadığı için kendi diye bildiği bu mazharlarında cenabı hakkın Rahman sıfatları olarak seyrini yaparlar. Her an ayrı bir şanda ki tecellilerini gören bu kişiler farkı ile islamiyeti daimi huzurda yaşamaya başlarlar. İşte Muhammedi bunlardır. İslamiyetin Musevi veya İsevi bölümünde bir imana sahip isek, henüz nakısıyetten kurtulmuş ve Muhammedi olmuş değiliz. Belki, ismen veya genelde Muhammedi isek de hakikatta Muhammedi olmadığımızı bilmeliyiz.
Museviler, İsevileri, bunların her ikisi de Muhammedileri neden kabul etmez inkâr ederler bilirmisiniz. kedinin yetişemediği çiğere mundar dediği gibi, onlarda Muhammediliği kabul etmemektedirler. Bir ilk okul talebesine üniversitedeki fizik ve kimyayı anlatmaya kalkarsanız onu kabul edemez zira o idrak ve seviyede değildir. cenabı Hakkın evvela Museviliği, sonra İseviliği, sonrada Muhammediliği insanlara öğretmek için sırası ile, Tevrat, İncil ve kuran göndermesi islamiyetin merdiven basamakları değilmidir. Elhamdülillah bizler zahirde de batında da Muhammedi olarak yaratıldığımız için Rabbımıza hamd ederiz. Cenabı hak bizleri, zahirde ve batında laikiyle islamiyetin Museviliği, İseviliği ve Muhammediliği bir Mürşidi kamilden tahsil ederek yaşayan ve idrak eden kullarından eylesin amin.

RABBİL HAS VE RABBİL ALEMİN NE DEMEKTİR
Rabbil has; kaf suresi ayet 16:” ben kuluma şah damarından daha yakınım” buyurulmaktadır. Bu ayete Muhiddini Arabi hz.leri kulların kendilerini sevk ve idare eden,irşad ve terbiyesini yönlendiren rabbil haslarıdır buyurmuşlardır. Bir kişinin gayriyet yönü ile sevk ve idare olması vardır. Birde ayniyet yönü ile sevk ve idaresi vardır. Gayriyet yönü ile yaşantısını tanzim edenler süfli nefslerinin doğrultusunda yaşantılarını idame ettirenlerdir. Her türlü irşad ve terbiyeleri hak ve hakikattan uzak olduğu için bu kişilerin dünyadada,ahirette de cehennem de azabta oldukları görülür. Bahçeye dikilen bir meyva çekirdeğinin sulanması,çapalanması.ilaçlanması ve aşılanması olmayınca nasıl yabani bir meyva oluyorsa, bunlarda aynen mutsuz ve dünyada iken bile cehennemlerini yaşamaktadırlar.

Rabbil Alemin ise; alemlerin Rab mazharı olan Mürşidi kamillerdir. Cenabı Allahın,uluhiyetinden kulluk olan Rububiyetine tecelli ederek,Allahın Rahmaniyet kemalat sıfatı olan Muhammed de tecellisidir.

Bunlar birden fazla çeşidli mazharlarda görünse bile,onların özde bir olmaları onların birlik tecellilerini bozmaz.

Hicir suresi ayet 29 “Adem oğluna Ruhumdan bir Ruh üfürdüm” buyurulmaktadır.Günümüzde her kim kemalat Muhammed sıfatına sahipse,onlar Alemlerin rabbı tecellisinede sahibdirler. İrşad ve terbiye etmekle yüzlerce,binlerce alemi Kübra namzeti olan saliklerin rabbı olmuş olur. İşte Alemlerin Rabbı durumunda olan bu Mürşidi kamillerin pınarlarından ab-ı hayat suyunu içenler,gönüllerindeki rabbil has olarak verilen talimatlar doğrultusunda, Hakkın kendilerine şah damarından daha yakın olduğunu göreceklerdir.

Zikir Ruhundan sonra efali ilahiye ruhu,sıfatı ilahiye ruhu ve zatı ilahiye Ruhlarını üfürterek bunların irfaniyet ve tecelli zevkine sahip olanlar,Âdemiyet sırrına sahibtirler. Artık kul ile Allah arasında bir mesafenin olmadığını,kendi diye bildikleri varlığın Allahın varlığı olduğunu zevk edeceklerdir. Rabbil Alemin mazharlarından Ruh üfürülenler,Rabbil has olarak ayniyet yolundaki vuslatları onların ilmel yakınlıktan aynel yakınlığa ve aynel yakınlıktanda hakkal yakınlığa şahid yaparak,şahidlik şerbetini içeceklerdir. Cenabı hak isteyen kardeşlerime bu zevkleri nasip etsin.amin.


ADEME RUH ÜFÜRÜLMESİ
Cenabı Allah kuran-ı kerim’in Hicr suresi ayet 29 da “Adem oğlunu engüzel biçimde yarattıktan sonra, ona Ruhumuzdan bir Ruh üfürdük” buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi, Cenabı Allah o kulluk mertebesi olan Rububiyetine tecelli ederek, Rab esması ile kemalat Rahman sıfatı olan Hz. Muhammed s.a.v. Efendimizden zuhura gelmiştir. Günümüzde Hz. Muhammed s.a.v. Efendimizin kemalatına kimler sahib ise, o mazharlardanda hak ve hakikata talip olan saliklerin kulaklarına o Mürşidlerden bu Ruh üfürülüp durmaktadır. Peki bu Ruh nedirki, talip olan saliklere bu Ruh üfürülsün.

İsra suresi ayet 85 de “Sana o Ruhtan sorarlar, deki o Rabbımın bir emridir” buyurulmuştur. Şu halde emirler aleminden olan bu ruh, cenabı Allahın mukayyet alemine tecelli eden, Efali ilahiye, Sıfatı ilahiye ve zatı ilahiyenin Mürşid Mazharından bizlere okunan telkininden ibarettir. İşte bu telkinde, Mürşidi kamil’in dizinin dibinde oturarak israfıl vastasıyla salikin kulaklarından toptan aldığı zikir telkinatıdır. Salik aldığı zikirle nefsini terbiye ve tezkiye ettiğinde, Cenab-ı Allahın Efal, Sıfat, Zat tecellilerini kendisine nisbet etmekten kurtularak ihtiyari bir ölümle ölerek, ölmeden evvel ölenlerden olacaktır. Bir hadiste “Men arefe nefsehu fakat arefe Rabbehu” nefsini bilen Rabbını bilir. Hadisi geregince, kendisindeki Rabbil alemin olan Mürşid mazharından üfürülen Rabbil hasının zevkini gönlünde yaşayacaktır.



Gönlünde tecelli eden Rabbil hasın talimatı doğrultusunda bütün nisbiyet ve şirk olan varlığından soyunarak, Âdemiyet mazharının cenabı Allah’ın bir kul sıfatı olduğunu anlayarak, evvela Ruhun kendi mazharında tecelli eden zatının sıfatından tecelli ederek fiilleriyle zuhura geldiğini görecektir. İşte Âdem mazharı evvela varlıktan temizlenerek en güzel bir biçimde yaratılmakta, sonrada Cenab-ı Hakkın tecellileriyle Ruh üfürülmüş olmaktadır.






Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin