Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə73/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   83

TEMİZLİK ÎMÂNDANDIR


Temizlik îmândandır.” Hadis-i Şerifi bizlere, yalnız çevremizin temizliğini, elbisemizin temizliğini, evimizin ve ibâdet ettiğimiz yerlerin temizliğini değil, gönlümüzün temizliğini, dolayısıyla da ahlâk temizliği, edeb ve iffet temizliği gibi, kişinin bütün muamele ve amellerle ilgili her türlü temizliğine riâyet etmesi gerektiğini bildirmektedi.

Bir kişinin kalbi, vücûd ülkesinde komutandır. Komutan temiz olursa, a’za ve sıfatlarından tecellî eden bütün fiiller de temiz olur. Çünkü her a’za ve sıfat bir gâye için yaratılmıştır. Kulak Hakk ve hakîkati duysun, göz Hakk ve hakîkati görsün, dil Hakk ve hakîkati konuşsun diye yaratılmıştır. Bunların yaratılma gâyesinde hizmet yapabilmeleri için, temiz olmaları gereklidir. Temiz olan sıfat ve a’zalardan, Hakk ve hakîkatin tecellîsi, o kişiden Hz. Muhammed’in yüksek kemâlât tecellîlerini zuhûr ettirmesi demektir. Dolayısıyla bu dünyada da, Âhiret âleminde de mutluluk ve refah onun demektir.

Tevhîdden gâye kalb ve gönlümüzü temizlemektir. Tevhid ehli her neye nazar ederse etsin Hakk’ın yüzünün oradan tecellî ettiğini bildiği için, herkesle iyi geçinir, hiç kimsenin hakkına tecavüz etmez. İnsanları aldattığı zaman Hakk’ı aldatmış olacağını bilir. Çünkü kendinde tecellî edenin de, onlarda tecellî edenin Hakk olduğunun bilincindedir. Güzel ahlâk, iffet ve hayâ sahibi olmayı amaç edinmişleridir. Gönül temizliğini sağlayanlar başkalarına yan gözle bakmazlar, gıybet yapmazlar, bütün sıfat ve a’zalarını Allah’tan başkası ile meşgul etmezler. İnsanlarda Allah, Muhammed ve kulluk dâima mevcûd olduğu için insanın aslı temizdir. Fakat bizler süflîyyâttan kurtulamadığımız için aslımızı unutup temiz olamıyoruz. Yüzümüz Hakk’a değil, halka dönük olduğu için, bedensel vücûdumuzun her türlü ihtiyaçlarını düşünmek ve temin etmek için, süflîyyât vâdisinden, ulviyet vâdisi olan melekût vâdisine geçemiyoruz. Süflîyet vâdisi nefs vâdisidir. Her ne kadar zikir ve her türlü ibâdetlerimizi bedensel olarak zâhiren yapıyorsak da maalesef gönlümüze inemediğimiz için, dâima O’nunla beraber olma mutluluğuna eremiyoruz.

Peki Allah insanın neresinde. Muhammed neresinde. Kulluk neresindedir. Zâhir olarak vücûdumuzun, ayakta durmasını sağlayan, bütün sıfat ve a’zalarımızdan zuhûr eden, Cenâb-ı Hakk’ın güç ve kuvveti değil midir. Bu tecellîler Hakk’ın tecellîleri olduğu için, bunlarla Hakk’ı görmekteyiz. Çünkü, ef’âl-i İlâhisiyle, sıfat-ı İlâhisiyle, vücûd-u İlâhisiyle Cenâb-ı Hakk, kendini insandan “Bu mülk benimdir.” diyerek ilân etmiyor mu. Yine kemâlât sıfatlarından zuhûra gelmesi de Muhammed olduğunun bir göstergesidir. Çünkü Hakk Muhammed’siz zuhûr etmez. Hakk’ın Vâcib-ül-Vücûd olan Muhammed mazharlarına geçici olması nedeniyle ‘kul’ diyoruz. Allah bâkidir. Muhammed’in sîret yüzü olan, kulluk Rahmân sıfatları bâki, beşeriyet yönü ise fânîdir. Başka bir misal verecek olursak, nasıl bir lâmbanın yanabilmesi için, artı ve eksi kutupların bir araya gelmesi gerekiyorsa aynen onun gibi Allah da, Muhammed sıfatlarından, kulluk adı altında bu mazharlarından her an tecellîlerini sergileyip durmaktadır.

İnsan varlığında Cenâb-ı Allah, ef’âli, sıfatı ve vücûd-u İlâhisiyle zuhûra gelmektedir. Şu halde bu bizim diye bildiğimiz varlık, Cenâb-ı Hakk’ın açığa çıktığı bir mazhardan ibâretmiş. Cenâb-ı Hakk mazharsız açığa çıkmadığı için Muhammed sıfatlarını da açığa çıkma vasıtası yapmıştır. Dolayısıyla da sıfatlarımız Muhammed olmuş oluyor. Kul ise köle demektir. Kendi varlığı olmayana köle denir. Zât olan Cenâb-ı Hakk’ın, Muhammed olan kendi sıfatlarından zuhûra gelmesi ile kulluğumuzu idrâk etmiş oluyoruz.

Kişi kendi mazharından tecellî eden Allah ve Muhammed’i lâyıkiyle zevk etmiş olsa hiçbir zaman Allah ve Muhammed’den ayrı olamaz. Zira Allah Muhammed’siz tecellîsini göstermez. Dâima onlarla beraber olmak, amellerinde, muamelelerinde, ahlâk ve her türlü icraatında, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği gibi temiz yücelikleri sergileyecektir. Allah, kemâlât tecellîlerini yalnız Muhammed mazharlarından gösterir. Yoksa eksik fiillerin cibilliyeti mazhara aittir. O, Muhammed olamaz. Muhammed kemâlât sıfatlara denir. İşte ancak o zaman temizlik îmândan olur.

Îmân ise inanmaktır. Neye ve nasıl inanmaktır. İşte Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Sûresi 177. âyetinde Erginlik, yüzlerinizi bir doğu bir batı tarafına çevirmeniz değildir. Ancak eren Allah'a, Âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere îmân edip yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal veren, hem namazı kılan, hem zekâtı veren, sözleştikleri vakit sözlerini yerine getiren, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve savaşın kızıştığı anda sabır gösterenlerdir. İste bunlardır doğru olanlar ve bunlardır Allah'tan korkup kötülüklerden sakınanlar” buyrularak îmânın esasları açıklanmıştır.

Zanda, hayâlde kabullendiğimiz bir Allah’a ilm-el yakînlik derecesinde inanmak başka, zerreden kürreye kadar kendisini ilân eden, her varlıktaki tecellîsini görerek farkıyla müşâhede ederek inanmak başkadır. Allah’ın mutlakiyet ve Zât yönünü Resûlullah Efendimiz düşünmememizi buyuruyor. Çünkü O’nu Zât yönü ile düşünmemiz ve akıl sıfatıyla bilmemiz mümkün değildir. Bu hadisâtta, sıfat ve esmâ alarak filleriyle eserlerini görmek ve ona göre hareket etmek mümkünken, neden hep hayâle geçerek mutlakiyetini düşünüp idrâk ve müşâhedesinden mahrum oluyoruz. Zât yönünü îmân ile kabullenmek, zaman ve mekândan münezzeh olarak her şeyden tenzih ederek Zâtının bu hadisâttaki tecellîlerini, sıfat ve esmâ alarak, zuhûra gelen, fiilleriyle eserlerini müşâhede etmek olmalıdır. İşte o zaman, Allah’ın kemâlâtıyla İnsan-ı Kâmillerde Hüviyyet ve Eniyet yönleriyle tecellî ettiğini görürüz. Allah’ın tecellî ettiği kemâlât mazharlarına Muhammed dendiğini, Muhammed’siz Cenâb-ı Hakk’ın yüceliklerini bilip görmenin mümkün olmadığını idrâk edebiliriz. Onun için Allah’a inanmak, ilm-el değil, ayne’l ve Hakka’l-yakîn olursa, kişi zanlarından, tereddütlerinden kurtularak mutluluğa sahip olur. Amentüdeki:

1- Allah’ın birliğine îmân.

2- Âhiret gününe îmân.

3- Allah’ın meleklerine îmân.

4- Allah’ın Peygamberlerine îmân.

5- Allah’ın kitaplarına îmân.

6- Kazâ ve kaderin Allah’tan geldiğine îmân maddelerinden sonra “Ben şahîtlik yaparım ki Allah birdir, Hz. Muhammed O’nun kulu ve Resûlüdür.” denmektedir. Bir kişi bu altı maddeyi görmeden, bilmeden nasıl şâhitlik yaparım diyebilir. Demek ki ancak görenler, bilenler bunu diyebiliyor. Bilmeyen ve görmeyenler, görenlerin sözlerinin taklîdini yapıyorlar. Taklîdin ise asılla hiçbir ilgisi yoktur.

Allah bu mukâyyet olan âlemde ve Âdemde “Lâ ilâhe” demekle, zanda, hayalde olmadığını, zandan, hayalden münezzeh olduğunu söylüyor. Sen ise O’nu hâlâ sıfatlarında aramıyorsun.

Hadid Sûresi 3. âyette “O, ilk ve sondur; görünen ve görünmeyendir. Hem O her şeyi bilendir!” “Ben zâhirim” dediği halde nasıl olur da O’nu sıfatlardaki tecellîleriyle zâhir olarak görmek istemeyiz. Peygamberimiz “O’nu Zât ve mutlakiyet yönü ile düşünmeyiniz” dediği halde, Allah’ı Zât yönüyle düşünmek, zanda yer tayin etmek, hayâlde bir varlık olduğunu tahayyül etmek cehâlet değil de nedir. Halbuki bu âlemde ve Âdemde, O’nun Zât ve mutlakiyetini hiçbir şeye benzetmeden yalnız îmân ederek, kesret âlemine tecellîsiyle, üç yüzünün birliğini şühûd edenler, ‘Allah birdir’ diyerek ayne’l-yakînlik derecesinde îmân etmişlerdir. Çünkü kulakları duymuş, gözleri O’nun her sıfattan Zâtını ilân edişini görmüş, kalbleri de tasdîk etmiştir.

Meleklere îmân, Cenâb-ı Hakk’ın her sıfatından tecellî edişinin bir kuvvet ve kudret ile zuhûra geldiğine inanmaktır. Arapça’da ‘melek’, kuvvet veya kuvve anlamına gelir. Ârif olanlar Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından tecellî eden bütün fillerin birer kuvvetle zuhûra geldiğini görür ve bilirler. Zira gök yüzünden inen her bir yağmur tanesinin bir melek vasıtasıyla yer yüzüne inmesi, ikinci defa bir meleğe görev verilmemesi bunun ispatı değil midir.

Âhiret gününe inanmak da îmândandır. Âhîr, bedensel âlemin sonu demektir. Bu da kesâfet olan bu vücûdumuzun sona erip letâfet olan sîret yüzümüzün zuhûru demektir. Bedene ölüm vardır. Rûha ölüm yoktur. Bu âlemde letâfet vücûdlarından haberdâr olanlar, ölmeden evvel ihtiyârî bir ölümle öldükleri için aynı zamanda Âhiret âlemini de görerek yaşamaktadırlar. Onlar, Cennet ve Cehennemi, Sırat’ı, haşr ve neşri lâtif vücûdlarıyla daha dünyada iken görmekte ve hesap vermektedirler. Âhiret âleminde sorgu ve sualin olması, Cennet ve Cehennemin mevcûdu gibi, bütün dünya âlemindeki iyilik ve kötülüklerin birer sıfata bürünerek hesap verileceğine îmân etmek de îmândandır.

Yine yüz suhufun ve dört büyük kitap olan Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’in Allah’tan geldiğine ve Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri geçen yirmisekiz peygambere inanmak da îmândandır.

Hâsılı bu altı îmân maddesine inanmak, ister kendi vücûd ülkemizde olsun, isterse âfâktaki bütün varlıklarda olsun, bunların tecellîlerini görmek ancak bizlere şâhitlik yaptıracaktır.

Allah Zât yönü ile sıfat olan kemâlât mazharları olan Muhammed sıfatlarından tecellî olup durmaktadır. Allah’ın Muhammed sıfatı olan kemâlât mazharlarına da kul denilmektedir. Zira kulun kendi varlığı yoktur. Taşıdığı esmâ bile halkiyyete ait olan Cenâb-ı Hakk’ın kulluk esmâsıdır. Şu halde Allah’ın Muhammed mazharından tecellî ettiği alete de kul denilmektedir.

İnsanlardaki îmân bir meyve ağacına benzer. Toprağa atılan bir meyve tohumu nasıl sulanır, çapalanır, ilaçlanır ve gelişmesi için her türlü ilgi gösterilirse o meyve ağacının dalları, yaprakları ve meyveleriyle çok güzel olduğunu görürüz. Sulamaz, çapalamaz ve her türlü bakımını yapmazsak o meyve ağacının hem cılız, hem de meyvesiz olduğunu görürüz. Bunun gibi insanlarda îmân da bir meyve ağacı gibi zamanla gelişir ve kemâlâta ulaşır. Sulanması, çapalanması ve her türlü bakımının yapılması ise kâmillerin sohbetlerinde bulunmaktır. Hz. Muhammed’in yolu sohbet yoludur. İlim irfâniyet yoludur. Sevmek ve sevilme yoludur. Ahlâkı güzelleştirme yoludur. İnsanlardan uzak kalarak bir kenara çekilme yolu değil, bilâkis insanlarla iç içe olup onlarla yardımlaşma yoludur. Cenâb-ı Hakk bile, Muhammed'siz kendi yüceliklerini zuhûra getirmiyor. Dâima Muhammed’le beraber oluyor. Sen ise neden Muhammed'siz yaşıyorsun. Bu yüzden ‘kulluk’ tasavvufta en son mertebedir. Tevhîde gönül verenler şunu çok iyi bilirler ki, bu yola ‘bilmek’ ve ‘olmak’ için değil, ‘hiç olmak’ ve ‘hiçbir şey bilmemek’ için gelinir. Çünkü ‘Bilen’ ve ‘Mevcûd’ olan Allah’tır. Zâten Melamî, kendi varlığının olmadığını bilip kabullenerek, Hakk’ın varlığında yok olan demektir. Bilen ve gören kul değil, Allah’tır.

Bilmek ve olmak amacıyla gelenler maalesef bu yolda ilimden başka bir şey elde edemezler. İnanan kardeşlerim de, gönüllerindeki gayriyet ve cehâlet temizliğini sağlayarak, îmân ağacı altında Allah, Muhammed ve kulluklarının idrâk zevkini dâima yaşarlar.

Allah bütün kardeşlerime, kendi vücûd ülkelerinde Allah, Muhammed ve kulluk idrâkini yaşatmak nâsib etsin. Âmin.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin