“Muhacir Olmak da Varmış” “Rumelili Bir Kalem Efendisinin Anıları” Üzerine



Yüklə 173,64 Kb.
səhifə2/2
tarix27.10.2017
ölçüsü173,64 Kb.
#15837
növüYazı
1   2

Hoş Bir Tesadüf

Dedemin anılarının hazırlanmasıyla ilgili olarak görüşmek üzere yayınevine bir gidişimde o zamana ilişkin bazı görsel malzemeyle kitabın zenginleştirilmesi üzerine konuşmuştuk. Ben de bu önsözü yazarken İnternette yüzeysel bir araştırma yapmış ve bazı görsel malzemeler de toplamıştım. Bunların arasında, Kesriyeli Yahudi bir aileye ilişkin bir fotoğraf da vardı.

Bu konuşmadan sonra çıkıp bir Fotoğrafçılık dergisi de çıkaran bir arkadaşımı ziyarete gittim. Çıkardıkları dergiden19 bir sayı verdi bir fikir sahibi olayım diye. Derginin içine bakınca, İnternette araştırma yaparken bulduğum Kesriyeli Yahudi Ailesi’nin fotoğrafına rastladım ve ben bunu biliyorum dedim. Sonra fotoğrafı çekene ve diğer fotoğraflara bakınca, bir hazineyle karşılaştığımı gördüm.

Fotoğrafçı, Leonidas Papazoğlu idi. Dedemle aynı yıl (1872) Kesriye’de doğmuştu ve aynı neredeyse aynı yıl (1918) Kesriye’de İspanyol gribinden ölmüştü. (Dedem Veremden ölmüş ama oğlu Bahriyeli Necmeddin de İspanyol gribinden ölmüş) Tıpkı Manaki’ler gibi iki kardeşler (diğer kardeşin adı Pandelis). Babalarının ölümünden sonra (1890’ların sonu) Kesriye’ye yerleşmişler ve orada yıllarca fotoğrafçılık yapmışlar. Kimbilir belki dedemin resmi bile Papazoğlu’nun çektiği bir resim olabilir. Belki Dedemin anılarında anlattığı İstanbul’a ilk gelişinde orada buluştuğu ve misafirperverliklerini övdüğü Kesriyeli Rum ve Bulgar hemşehrileri arasında Papazoğlu kardeşler de vardı. Çünkü küçük bir kasabada herkes birbirini tanır hele aynı yıl doğmuşlarsa. Ve büyük şehre gidenler birbirlerine yardımcı olurlar.

Leonidas Papazoğlu’nun fotoğrafları o dönemin Kesriye ve Balkanlarının eşsiz belgeleri. Özellikle çeteler ve tiplere ait fotoğraflar o dönemin insanları, giyinişleri ve ilişkileri hakkında daha somut bir görüntü sağlıyor.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Demir Küçükaydın


1 Bahaeddin Demir Aydın “Muhacir Olmak da Varmış”, Hazırlayanlar: Figen Taşkın, Mustafa Yeni. İş Bankası Kültür Yayınları

2 Nazım’ın “Onlarki (...) / korkak / cesur / cahil / hakim / ve çocukturlar (...)” şeklinde süren satırlarına benzetmiştim. Şimdi dedemin anılarının girişindeki o satırların şöye olduğunu görüyorum:

İnsan namıyla be-nâm olan eşraf-ı mahlukat, “âlim, fâzıl, kamil, sehi, şeci*, sabır, kâbet, metin, fedakar! Aynı zamanda hayvan, cahil, bencil, korkak, aciz naciz, vahşi, şaki, dini, cani, gaddar, hûn-hârdır.”

Her ne kadar Nazım Proletarya’dan Demir Aydın genel olarak insanlardan bahsediyorsa da çelişkili özellikleri yan yana dizmek bakımından bir yakınlıkları olduğu ve o ilk izlenimin pek temelsiz olmadığı görülüyor.


3 Bir bakıma dedemin anıları bu genel eğilimin bir gerçekleşmesi olarak görülebilir. Ölümüne yakın ailesi ve geçmişi üzerine düşünmeye ve yazmaya başlar.

Eric Hobsbawm, takvimi değil, temel karakteristiklerini göz önüne alarak, Yirminci Yüzyılı 1917’de Ekim Devrimi ile başlatıp 1989 veya 90’larda Duvar’ın veya Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle bitiriyor ve bu nedenle ona “Kısa Yüzyıl” ama aynı zamanda bir “Aşırılıklar Çağı” diyor.

4 Yanaki (1878-1954) ve Milton (1880-1964) Manaki, Avdela’nın Vlach köyünde doğdular. 1898 yılında Yanaki bir meslek lisesinde kaligrafi ve çizim öğrettiği Yanya’da bir fotoğraf stüdyosu açtı. Aynı sene, Milton Manaki’de ona katıldı ve kardeşinin stüdyosunda fotoğraf sanatını öğrenmeye başladı.

1904’te Manaki Kardeşler Manastır’a (Bitola) taşınmaya karar verdiler. Şehir o dönemde Balkanların önemli bir ekonomik, politik ve kültürel merkeziydi. Bir sene sonra Manastır’da meşhur “Sanat Fotoğrafçılığı Atölyesi”ni açtılar. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken, Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı ile çalkalanan Balkanlar’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan kanadında yer alan Manastır’da 30 bin Türk askeri bulunuyordu. Burada askeri akademi, okullar, bankalar ve matbaalar vardı. Avrupa etkisinde zengin ailelerin yanı sıra banliyölerde yoksul sınıfın da olduğu bir ticaret merkezi haline gelmişti. Kısaca, Manastır’da yoğun bir şekilde fotoğraf makinesiyle çalışan Manaki Kardeşleri cezbeden ilginç, çekici bir hayat vardı

Milton Manaki’nin anılarında 1905’te ağabeyi Yanaki’nin Avrupa’daki başkentlere seyahat ettiği yazar. Yanaki Londra’daki Charles Şehir Ticaret Merkezi’nden 300 model numaralı Bioskop film kamerası alır. Camera 300 olarak bilinen bu kamerayla mahalledeki ve ailelerindeki başka kadınlarla gezinen 114 yaşındaki neneleri Despina’yı ölümsüzleştirirler (1905). Bu onların ilk filmidir.

Ölümünden kısa bir süre önce, Milton tüm foıtoğraflarını ve dosyalarını Makedonya Devlet Arşivi’ne verir. Bu kararı sayesinde Manaki Kardeşlerin çok önemli eserleri korunmuştur. Bugün Bitola Arşivinde içlerinden 10,952’si Manaki Kardeşler tarafından basılmış ve gerisi negatiflerden çoğaltılmış 17,854 fotoğraf bulunmaktadır. 1950’de 2000 metreden uzun film malzemesi basılıp çoğaltılmış ve Budapeşte’deki laboratuarda 1955 yılında 35 mm.’ye aktarılmıştır. Bu eserler, bugün Üsküp’teki Makedonya Sinematek’nde korunmaktadırlar. Bugün Makedonya’da Bitola’da (Manastır) onların anısına film festivalleri ve ödülleri bulunmaktadır.



5 Tabii burada da zamanın ruhuna uygun olarak farklı eğilimler görülmeye başlıyor. Resmi tarih Fuat Uzkınay'ın 1914 yılında çektiği 'Ayastefonas'taki Rus Abidesinin Yıkılışı' filmini ilk Türk filmi kabul ediyor. Ama sinema tarihçisi Burçak Evren, Osmanlı tebasından olan Manaki kardeşlerin 1911'de Sutan V. Mehmet'in (Reşat) Bitola (Manastır) ziyaretini belgeleyen filminin, Türk sinemasının ilk filmi olduğunu söylüyormuş.

6 İknici Dünya Savaşı’na kadar Selanik nüfusunun çoğunluğunu Yahudiler oluşturuyordu. Naziler bu insanları imha ettiler.

7 Burada “Bey” değil “Efendi” sözcüğünü kasıtlı kullanıyorum. Babaannem eşinin kendisine “Bey” denmesinden hoşlanmadığını “Efendi” sıfatını tercih ettiğini, Herkesin “Bey” olabileceğini ama “Efendi” olamayacağını söylediğini söylerdi hatırladığım kadarıyla.

8 O sıralar asıl ilgimi çeken konu, Kürt aşiretlerinin birbiriyle yakınlıkları ve bunların şemasıydı ve bu konuda da gerçekten çok şeyler biliyordu. O gece oturup, bütün Kürt aşiretlerinin bir şemasını çıkarmıştık. Bu şema daha sonra hapishanedeki aramalarda kaybolup gitti. Yanlış hatırlamıyorsam şemada “Mil” ve “Zil” diye iki ana kol olduğu görülüyor ve diğer bütün aşiretler bunlardan bir ağacın dalları gibi dağılıyordu.

9 “Kürdistan”daki Medreselerin bu binlerce yıldan süzülmüş birikimin taşıyıcısı olduğunu, medreselerin kapanmasının ruhsal ve entelektüel bir çölleşme ile sonuçlandığını yıllar sonra fark edebilecektim. Bir Musa Anter veya Sırrı Süreyya Önder’de görülen o başka derinlikler, bu yok olmuş Medrese birikimiyle ilgiliydi kanımca.

10 Dionysos, (Baküs, Cemşid) dini neolitik devrimin bütün izlerini taşımaktadır. Burada ilginç bir anekdot aktarılabilir o neolitik köy topluluğunun bugüne kadar başka biçimler altında devam ettiğine ilişkin olarak. Eurupides’in Bakkhalar’ını çeviren Sabahattin Eyüboğlu kitabın Önsöz’ünde şöyle bir Anekdot aktarıyor:

Bektaşi ayinlerinde Dionysos dininden bazı izler bulunması kuvvetle tahmin edilebilir. Bu münasebetle şahsi bir hatıramı anlatmadan geçemeyeceğim. 1943 yılında İzmir’de Müze Müdürü Selahattin’in yardımıyla meydana çıkarılan bir Yunan agorasını gezmeye gitmiştim. Selahattin Bey’e Bakkhalar tragedyasında adı geçen Tmolos Dağı’nın yerini sormuş ve Manisa’daki Bozdağ olduğunu öğrenmiştim. Selahattin Bey bana, “Yunan agorasında heykeller ve abideler arasında bulduğu, Türklere ait çok eski mezar taşları gösterdi; bunların ilk Bektaşi kadınlara ait olduğunu ve bu kadınların agoraya tesadüfen gömülmüş olmadıklarını söyledi. Biraz tereddüt ettikten sonra bana bir sır da verdi: “Bektaşiliğin Dionysos diniyle yakın akrabalığını ispat edebilecek haldeyim, türlü türlü bilgiler biriktirdim, ama bunlar ancak ölümümden sonra ortaya çıkacak, siz de kimseye söylemeyin” Umarım ki geçen yıl Selahattin Bey’i çok sevdiği agorasından ansızın ayıran ölüm bu sırrı da alıp götürmemiştir.”



Sır, ulusal tarih ile gerçeğin çelişmesidir. Türk devletinin memuru ve resmi tarihi ile o memurun öğrendiği ve görmezden gelemeyeceği gerçekler çelişmektedir. Ölümünden sonraya aktararak bu çelişkiden kurtulmaya çalışmaktadır. O mezarlar “Türk” değildir ya da “Türk” mezarı denenler aslında orada binlerce yıldır yaşayanlardır. Yani Bu günün Bektaşi ve Alevileri vs. Dünün katarları, Paulikanları, Bogomilleri; daha öncesinin Orfeusçuları veya Dyonizosçularıdır. Örneğin Bu günkü Horon, Hora tepme vs. veya Alevi Bektaşi dansları, hepsi bu neolilitik dinlerden, Dyonizos’un “horos”undan geliyor olabilir. Bu süreklilik Balkanlar’da da aynen görülebilir. Örneğin Demir Baba tekkesi muhtemelen daha önce Pagan dönemde de yine benzer işlevleri olan bir kutsal yer olsa gerektir.

11 Muhtemelen Anadolu ve Balkanlarda ilk Müslümanlık nasıl Bizans’ın resmi Ortodoks Hıristiyanlığına karşı, Bogomil ve Paulikanların , Alevi Bektaşilik biçiminde bir yenilenme yaşamalarıyla yayılarak girdi ise, ilk Hristiyanlık da “Pagan” dönemin resmi dinine karşı, o dönemin “Paulikan veya “Bogomil”leri; “Alevi” ve “Bektaşi”leri olan “Orpheus”çuların ilk Hıristiyanlık biçiminde bir yenilenme yaşamalarıyla girmiş olabilir. Orpheus’u İsa olarak gösteren Roma Katakomblarındaki resimler bunu ima ediyorlar. Ayrıca “Orpheus Kültü”nün, çok tanrılı Antik dönemde tek tanrı fikrine yol açıcılık yaptığı da birçok araştırmacı tarafından ifade edilmektedir. Bunların ciddi biçimde araştırılması gerekmektedir.

12 Kesriye’de her yıl yapılan Karnaval da Dyonizos kültüyle ilgilidir. Bu karnavalla ilgili Leonidas Papazoğlu’nun da çektiği fotoğraflar vardır.

13 Çocukluğumda birkaç kez Babaannemin “Biz Türk değiliz, Osmanlıyız” dediğini hatırlıyorum. Bu ifade okulda bütün öğrendiklerimle çelişiyordu ve nereye koyacağımı bilemiyordum. Dedemin anılarında da Türkm sozü hiç geçmiz. Tırnak içinde “Jön Türkler” olarak geçer ama kendi kullanımı değildir.

14 Muhtemelen Aydın soyadının da, aydınlanma ile iç içe geçmiş Aydın kavramıyla ilgisi yok ve yine aynı gelenekle ilgili olabilir. Bilindiği gibi, Rumeli de Aydın adı da çoktur. Bunun bir nedeni, Alevilere, sapkın mezheplerden olanlara, “ışık taifesi” denmesiyle bağlantılı olabilir. Ayrıca daha sonra Kesriye’de bir de Aydın Baba dergahı olduğunu öğrendim. Aydın adı verilmesi bu Bektaşi babasıyla da ilgili olabilir.

15 Latince Kastel (Kasr) veya Grek mitolojisindeki Castor ve Pollux’tan geldiğini öne süren teoriler de var.

16 İkinci Dünya Savaşının son zamanlarında (Mart 1944) Alman işgalciler şehrin Yahudilerini (763 kişi) Auschwitz-Birkenau konsantrasyon kamplarına götürüp imha ediyorlar. Bundan dört buçuk ay sonra Halk Ordusunun gerillaları şehri kurtarıyor. İç savaşın sonunda en son savaşların olduğu yerlerden biri Kesriye aynı zamanda.

17 “Pederim balık avlamak ve ahiren balık avlamak sanatını terk ederek alıp satmak sanatıyla meşgul idi. Validem de pederime el bezlerini dokumak ve nakış, el işleri eden ve mukabilinde aldığı mebaliğle pederime muavenet eyler idi”

18 Ancak bu Sünnileşmenin neredeyse bütün Balkanlar’da olduğu gibi derine işlemediği de görülmektedir. Uzunca bir dönem her akşam içki içer. “Validem (…) bazı işret alemlerinde bulunduğumdan dolayı son derece mütessir olur ve bu hallerden vazgeçmekliğimi emir eder idi”. “1303 senesinden 1318 senesi evasıtına kadar işret kullandım. Binaenaleyh giceleri bazen saat bir, ikide bazen de üç derununda eve gelür idim.”

19 Fotoğrafevi İz Dergisi, No:20, 2009/2

Yüklə 173,64 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin