Muharrem Kaya makaleler adı, Soyadı : Muharrem Kaya İş Unvanı : Doç. Dr


ERGENEKON DESTANI’NDAN YARARLANAN ESERLER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə6/16
tarix31.10.2017
ölçüsü1,26 Mb.
#23594
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

ERGENEKON DESTANI’NDAN YARARLANAN ESERLER ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Ergenekon Destanı’ndan Yararlanan Eserler Üzerine Bir Değerlendirme, Fen Edebiyat, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, MSGSÜ yayını, sayı: 5, 2006, s. 105-123.
ÖZET:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel temellerinden birini milliyetçilik oluşturur. Bu düşünce milletin kültürünü, edebiyatını ön plâna çıkartmıştır. Destanlar, özellikle de Ergenekon Destanı, Millî Mücadele döneminde milletin Anadolu’daki zor durumunun bir metaforu olarak yorumlanmıştır.

ANAHTAR KELİMELER:

Destan, Ergenekon, milliyetçilik, Atatürk, Yeni Türk Edebiyatı.

ABSTRACT:

One of the cultural basis of Rebuplic of Turkey is nationalism. Nationalism chearished literature and culture of the people most. The Epic of Ergenekon is a metaphore of the difficulties during the National Defence of the people by then in Anatolia.

KEY WORDS:

Epic, Ergenekon, nationalism, Atatürk, New Turkish Literature.

Destan Kavramı

Türkçe’ye destan şeklinde yerleşen kelimenin aslı Farsça “déstân”dır.[1] Bir rivayete göre “dâstân” İran kültürünün en önemli eserlerinden biri olan Şehnâme’nin kahramanlarından “meşhûr Rüstem-i Zâl’in ceddi Nerîmân’ın lâkabıdır”.[2] Destan, Osmanlı Türkçesi’nde her türlü manzum ve mensur hikâyeyi içine alacak şekilde anlam genişlemesi kazanmıştır. Yusuf ile Zeliha, Cümcüme Sultan gibi mesnevî tarzında yazılmış dinî hikâyeler; Risâletü’n-Nushiyye, Mantıku’t-Tayr, Fakrnâme gibi fikrî-tasavvufî eserler; Hüsrev ü Şirin, Leylî vü Mecnun gibi aşk hikâyeleri; Kabusnâme gibi nasihatnâmeler; Dâstân-ı Tevârih-i Mülûk-ı Âl-i Osman ile Düstûrnâme gibi manzûm vekâyinâmeler; Tâcü’t-Tevârih gibi mensûr tarihî eserler; Dâstân-ı Ahmed Harâmî gibi manzûm masallar; Destân-ı İmam Ali gibi mensûr biyografiler; Cengiznâme gibi mensûr epik eserler destan kelimesiyle belirtilmiştir.[3] Türk dünyasında dâstân, dastan, dessan, alıptığ nımax, comok, jomok, cır, jır, batırlar cırı, maadırlıg tool, kahramandık epos, kay çörçök, kaylap aydar çörçök, olongho, ölöñ, alıptıh nımah, boy, epos, epostık jırlar, köne epos, irtegi, batırlık ertegi, epik, epikalık gibi kelimeler de kullanılmaktadır.[4]

Günümüzde destan, bilinen tarihî devirlerde, toplumların başlarından geçmiş büyük bir savaşı, âfeti ve milleti zor durumdan kurtaran kahramanın hayatını anlatan epik eserler ile saz şairlerinin, sosyal, tarihî ve mizahî konularda söyledikleri manzumeler anlamında kullanılmaktadır. Epik eserler uzun ve manzum olarak oluşturulmuştur. Âşıklar da bu uzunluğu ve manzumluğu içeren çeşitli konularda şiirler yazmışlardır. Ergenekon Destanı, epik bir destandır.

Destanların oluşumunda çekirdek, gelişme ve tespit aşamaları vardır. Çekirdek aşamasında bütün toplumu etkileyen bir tarihî olay gerçekleşir ve bu olay, o toplumun destancıları tarafından edebî form içinde anlatılmaya başlanır. Gelişme aşamasında yine o toplumun başından geçen başka olaylar o destana eklenir. Başka kahramanların başından geçen olaylar ise destanın merkezindeki baş kahramana bağlanır, uyarlanır ve destan metni uzar. Bu aşama yüzyıllarca sürebilir. Eğer gelişme aşaması kısaysa o destanın tarihî temellerini, şahıslarını, olaylarını tespit etmek mümkün olabilir. Ama bu aşama uzunsa çeşitli tarihî katmanları, şahısları belirlemek mümkün olmayabilir. Hatta destana gerçek olayların dışında, masallarda görülen olağanüstü unsurlar da girebilir. Tespit aşaması ise ya bu kültüre meraklı birisinin ya bilimsel araştırma yapan bir bilim adamının anlatılanları yazıya geçirmesiyle ya da destancıların kendilerinin destanları yazmaları veya yazdırmalarıyla gerçekleşir.

Destanların İdeolojik Amaçlarla Kullanılması

Destanlar gerek tarih gerekse fikir ve sanat bakımından önemli bir yere sahiptir. Tarihi aydınlatır, fikir ve sanat eserlerine kaynaklık ederler. Tarihleri çok eskilere dayanan milletlerin tarih sahnesine çıkışlarının, gerçek tarihî olayların birtakım izlerini taşırlar. Destanlarda milletlerin yaban toplum döneminden kalma inanışları, büyüsel uygulamaları, törenleri; evren, dünya, tabiat, insan hakkında tutum ve değerlendirmeleri; olaylara karşı tavır ve yorumları da yer alabilir. Bütün bunlar, o toplumu temsil eden bir baş kahramanın merkezinde olduğu olay örgüsü içinde anlatılır.

Destanlar, milletlerin, büyük işler yapmak için kendilerine güven duymalarında, türlü sosyal ve tarihî sebeplerle uzaklaştıkları millî benliklerine dönmelerinde, yeniden büyük millet olmak, bağımsızlıklarını korumak için “millî uyanış” dönemlerinde kullanılmıştır. Araplar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlıların hakimiyeti altında millî kültürünü koruyan Acemlere, eski İran hayat, medeniyet ve kahramanlığını anlatan Firdevsî’nin Şehnâme’sinin etkisi büyük olmuştur. Alman millî uyanışında ve kalkınmasında da Cermen masal ve destanlarının etkisi vardır.[5] Bizde de özellikle Millî Edebiyat döneminde aydınlarımızın destanlara yöneldikleri görülür. Bu ilgi Cumhuriyet döneminde daha bilimsel bir çerçeveye girmiştir.

Ergenekon Destanı

Bilinen Türk destanlarından birisi de Ergenekon Destanı’dır. Destan metninin tamamı günümüze kadar ulaşamamış olsa da elde bu destanın özeti şeklinde metinler vardır. Metinlerin kısalığı sebebiyle “efsane”,[6] “tarihî efsane”[7] diye nitelendirilmesine sebep olmuştur.

Ergenekon Destanı’nın özeti iki kaynakta yer almaktadır. 14. yüzyılın başında Reşidüddin’in(1248-1318) Câmiü’t-Tevârih’te(1306)[8] yazdığı konuyu daha sonra 17. yüzyılda Ebu’l-Gazi Bahadır Han (1603-1663), Şecere-i Türkî’de tekrarlamıştır.[9] İslâmiyet’ten önceki Türk destanları içinde yer alan bu destanın Reşidüddin’in Câmiü’t-Tevârih’teki konusu şöyledir: Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han’la, Tatar Sevinç Han’ın giriştikleri savaşta Moğolların hepsi kılıçtan geçirilir. Bu savaştan yalnız İl Han’ın Kıyan (Kayan) adlı oğlu, Kıyan’ın amcasının oğlu (Tukuz) ve eşleri kaçıp kurtulurlar. Geçit vermeyen, ücra bir bölgeye sığınırlar; bu ülkede 400 yıl kalıp çoğalırlar. Sonunda bulundukları yer dar gelir; bir demirci, dağın demirini eriterek yol açar. Ergenekon’dan çıkarak ana yurtlarına dönerler. Tatarlardan atalarının intikamını alırlar. Bu sırada hakanları Börteçine’dir.

Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türkî’deki bilgileri hem Reşidüddin’in anılan eserinden hem de sözlü ve yazılı kaynaklardan yararlanarak kaydetmiştir.[10] Şecere-i Türkî’de Ergenekon Destanı’nıyla ilgili ek unsurlar olarak, Moğolların hükümdarı İl Han’ın Oğuz Han’ın soyundan geldiği, savaş alanını terk eder gibi görünüp tekrar dönmek ve saldırmak şeklindeki savaş hilesinin daha ayrıntılı tasviri, savaştan kaçan deve, at, öküz ve koyunlarını yanlarına almaları, Kıyan’ın oğullarına Kıyat, Nüküz’ün oğullarına Nüküzler ve Dürlügin denmesi, Kıyan’ın sel anlamına gelmesi, dağın böğründeki çatlağı eritmek için millete odun ve kömür vergisi salınması, Ergenekon’dan çıktıkları günün kurtuluş günü olarak bayram sayılması yer alır. Her iki ana kaynaktaki bilgiler, bir destanı belirterek onun olay örgüsünü vermek için değil, Moğolların tarihini anlatmak için kullanılmıştır.

Ergenekon Destanı’nın çekirdek aşamasında yaşanan tarihî olaylarla ilgili tarihçiler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Mehmet Fuat Köprülü[11] ve İbrahim Kafesoğlu[12] bu destanın kaynağını, Göktürklerin (552-745) atalarının kurttan türemiş olduklarını anlatan Çin kaynaklarında tespit edilen efsanelere kadar götürürler.

Çin yıllıklarından özellikle 556-581 yılları arasındaki olayları yazan Chou hanedanı yıllığı ve 589-618 yılları arasını yazan Sui hanedanı yıllığı Göktürk destanlarıyla ilgili güvenilir kaynaklardır. Çeşitli tarihî kaynakların ışığında Ergenekon Destanı’nın çekirdeğinde yer alan olaylar şu şekilde belirtilebilir: Alınca Han’ın ölümünden sonra Reşidüddin’in anlatısında devletin Moğol ve Tatar diye ikiye bölünmesi tarihte Hunların Kuzey ve Güney diye ikiye ayrılmasına uygun düşer. Destanda Moğolları Tatarların savaş alanında yok etmesi, Kuzey Hunlarının 93 yılında Çinlilerle birleşerek Güney Hunlarını yıkmalarına denk düşer. Kıyan ve Nüküz’ün ailelerinin Ergenekon’a sığınmaları, 93 yenilgisinden sonra iki Tigin’in veya iki boyun sarp bir yerde saklanmasını düşündürür. Destanda, Ergenekon’a sığınanların oradan 400 yıl sonra çıktıkları anlatılır. Göktürkler de 542 yılında bağımsızlıklarını ilân ederler,[13] bu tarihten 400 çıkartılırsa 142 yılı kalır, bu da nispeten 93 yılına yakın bir tarihtir. Ayrıca Ergenekon’dan çıktıktan sonra yapılan savaş da Göktürklerin 552 yılında Çinlilerin Juan-Juan dedikleri Avarlara karşı yaptıkları savaştan başka bir şey değildir.[14]

Destanın Hangi Millete Ait Olduğu Meselesi

İlhanlı (Moğol) tarihçisi Reşidüddin, bu destandan Câmiü’t-Tevârih’te “Ergenekon” adıyla bahseder. Reşidüddin’e göre “ergene” sözü “sarp”, “kon” da “dağ beli” anlamına gelir, buna göre Ergenekon, sarp dağ beli anlamını ifade eder. G. Doerfer’e göre “ergene” sözü Moğolca’dan alınmıştır.[15] Fakat kelimenin metindeki “kaydına bakılarak ve kayıt biçiminin özellikleri dikkate alınmadan köken itibariyle aslının Moğolca olduğu söylenemez”[16] şeklinde itirazlar da edilmiştir.

Dursun Yıldırım, “ergene” kelimesini, Türkçe “erk” kelimesinden türetilen “erkin”in Moğolca telâffuzu olarak yorumlamıştır. Yıldırım’a göre “kon” ise “kün” yani “gün”dür. Böylelikle “Erkin Kün”, Türklerin tutsaklıktan kurtulup oraya sığındıkları gün ve türeme yerinden çıkıp özgürlüğe kavuştukları günle ilgili olarak özgürlük, bağımsızlık günü anlamı kazanmaktadır. Yıldırım, Türkçe “Erkin Kün”ün, Ergenekon şeklinde yanlış kaydedilmiş olduğunu ve bu sebeple metin içinde yakıştırma açıklamalara ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.[17]

Reşidüddin, Câmiü’t-Tevârih’te diğer İslâm kavimlerinden farklı olarak Türk ve Moğolların ortak bir geçmişe, medeniyete sahip oldukları üzerinde durur.[18] Bu sebeple Türklerin sözlü tarihi diyebileceğimiz destanları, Moğolların tarihinin bir parçası olarak, tamamen siyasî amaçla bu eserde kullanılır. Reşidüddin bir Moğol’dur, Ebu’l-Gazi Bahadır Han da Cengiz’in soyundan gelmektedir. “Moğolların BORDSHING boyundan gelen Cengiz’e tarihî büyüklük kazandırmak için maksatlı olarak Bozkurt destanının Türkler arasında söylenen şeklini Moğollara mal ederek Cengiz’i destanda geçen Kıyan boyuna bağlamaktadırlar.”[19] Moğollardan daha önce devlet kurup bunları destanlaştıran Türklerin tarihlerinin, Moğollar tarafından, hükümdarlık soyunu asilleştirmek için kullanıldığı, bazı araştırmacılar tarafından tekrarlanmaktadır.[20]

Fuat Köprülü, bu meseleyi Cengiz Han’ın soyunu, Türk kökeninden gelen sülâleye bağlayarak çözmeye çalışır. Ona göre Çinlilerin Şato Türkleri dedikleri, Göktürklerin bir parçası olan sülâle, 840 yılındaki olaylar sonucunda kuzeydoğuya göçerek Moğol kabileleri arasına karışmıştır. Bu sülâle eski Türk hakanları soyundan geldiği için Göktürk geleneklerini korumuştur. Cengiz’in ataları da bunlardan geldiği için Cengiz Destanı da Göktürk destanlarının bir devamı olarak şekillenmiştir. Bu sebeple, Köprülü’ye göre Ergenekon’da belirtilen Moğollar, aslında Oğuzlardır. Daha önceki dönemlerde Çin kaynaklarında yer alan bilgilerle, Reşidüddin’in ve Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın eserlerindeki benzerlik Köprülü’ye göre bunların Oğuzlar olmasının bir başka delilidir.[21]

Anılan eserlerdeki Ergenekon anlatılarında Türk, Oğuz, Moğol ayrımının yapılmamasını, eserlerin yazıldığı dönemde çelişkileri uzlaştırıcı bir anlayışla, bunlar arasında bir ayrım gözetmemek tutumuyla yazıldığına bağlayarak açıklama yoluna da gidilmiştir. Ama metnin daha ilk cümlesinde İl Han’ın soyunun Oğuz Han’a bağlanması bu destanın kime ait olduğunu gösterir.[22]

Ayrıca, bozkurt, daha doğrusu kurt toteminin (Moğollarda daha çok köpeğin kutsallığı yaygındır[23]), mağaranın ve demirin o dönem halk inanışında kutsal olması gibi ortak unsurların kullanılması, bu destanın, Moğol ozanlarınca Moğollaştırılarak anlatılmasına, Reşidüddin’in de bunları yazıya geçirmesine sebep olmuş olabilir.

Ergenekon Destanı’nın Türk destanı olmadığını ileri sürenler de vardır. Talat Tekin, Ergenekon ve Börteçine kelimelerinin Moğolca olmasından hareket eder. Tekin, Reşidüddin’in eserinde Oğuzlara, Uygurlara ve başka Türk boylarına ait efsanelerin de yer aldığını belirtir. Ayrıca Câmiü’t-Tevârih’in, Türk ve Moğol tarihi için güvenilir bir kaynak olduğuna inanarak Ergenekon’un “büyük olasılıkla Moğollara ait” olduğunu yazar. Tekin, Türkler arasında Ergenekon’dan çıkışın sembolü olarak kutlanan Nevruz’un da “İranlılar’ın malı” olduğunu belirtir.[24]

Talat Tekin’in dikkat etmediği nokta ise Ergenekon anlatılarının çekirdeğini oluşturan türeyişle ilgili efsanelerin birkaç rivayet hâlinde Reşidüddin’in eserinden çok önce Çin kaynaklarında tespit edilmiş olmasıdır. Bunlarda destanın kahramanları Türklerdir. Ergenekon Destanı’nda İl Han’ın soyunun Oğuz Han’a bağlanması da Türklerle ilgisini kuvvetlendiren bir başka unsurdur. Nevruz da sadece İranlılarda değil, Balkanlar’da, Anadolu’da, Kıbrıs’ta, Kafkasya’da, Mezopotamya’da, Orta Asya’da pek çok halk tarafından bilinmekte ve kutlanmaktadır.

Ergenekon Destanı’ndaki İnanç ve Kültür Unsurları

Bu destanda totem inanışının, kutsal ata hayvan ruhuyla ilgili izleri bulunmaktadır. Totemizmde, totem olarak kabul edilen hayvanın sosyal ilişkilerinin o toplum tarafından model alındığı, diğer türlerle olan yakınlıklarına göre toplulukların sınıflandırılmasında, adlandırılmasında kullanıldığı görülür.[25] Bu destanda kurt, model alma, sınıflandırmanın dışında kendisinden türenilen kutsal ata hayvan olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk kültüründe önemi dolayısıyla kurtla ilgili pek çok araştırma da yapılmıştır.[26]

Reşidüddin’in eserinde bir şahıs gibi gösterilen Börteçine diğer rivayetlerde yol gösterici bir kurttur. Gerek Ergenekon Destanı’nda gerekse Bozkurt Destanı’nda totem devri yaşayan Türklerin kendilerine kılavuz olarak kurdu seçmeleri sebepsiz değildir. Çünkü kurt, çok geniş arazide, bozkırda yaşayan, çobanlık yapan, hayvanlarını kurt, tilki, çakal, ayı gibi yırtıcı, avcı hayvanlardan korumaya çalışan insanlar için hem korkulan hem de saygı duyulan bir hayvandır. Anadolu’da kurt görmenin uğur getireceğine, üzerinde kurt dişi taşıyanlara yıldırım çarpmayacağına, kurşun işlemeyeceğine inanılır.[27]

Kurt, Türkiye Türklerinde orduyu temsil eden Mehmetçik sembolünün eski Türkler tarafından tanrılaştırılmış bir benzeridir. Ayrıca şu özellikleriyle de sembolleştirilmiştir: 1. Sessizliğin ve ataklığın sembolüdür. 2. Askerî ilerleme sembolüdür. 3. Askerî yaklaşma, baskı ve şaşırtma sembolüdür. 4. Cesaretin, soğukkanlılığın ve kurnazlığın örneğidir. 5. Düşmanın zayıf yanını bilme örneğidir. 6. Haberleşme örneğidir. 7. Sabrın, ihtiyatın, çok düşmanı olmanın sembolüdür. 8. Çobansız bulduğu sürüyü imha etmesinin bir manası da, milleti idare edenlere millete sahip olunuz mesajını vermesidir.[28]Cumhuriyet döneminde çeşitli kurumlarda, süslemelerde, paraların üzerinde, Türkiyat Mecmuası’nın üzerinde yer alan kurt motifi doğrudan doğruya Atatürk’ü ifade eder.Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet sembolünün ne olması gerektiğiyle ilgili yarışmada kurdun önerilmesi de hayli anlamlıdır.[29]

Ergenekon Destanı’nda dağların arasındaki ova, tıpkı içinde türenilen, çoğalınan bir mağara gibidir. Bozkurt Destanı ve diğer türeyiş efsanelerinde ise mağara, tıpkı bir ana rahmi gibi türeme yeridir. Destanda kaçıp sığınılan mağara, ana rahminin metaforudur. Bu sebeple mağaraların bir kısmı “Atalar Mağarası”[30] olarak adlandırılmış, içinde çeşitli büyü, tören, âyin gerçekleştirilmiştir. Uygarlık tarihine bakıldığında, insan topluluklarının mağaralarda yaşadığı dönemleri atlattıktan sonra, bu yerleri saygıyla kutsallaştırdıkları düşünülmektedir. Ayrıca yaban toplumların mitolojisinde mağara, hem kozmogonik bütünlük açısından derinliğiyle yer altını yer yüzüne bağlayan hem de teogonik açıdan yer altındaki ruhları da yeryüzüne çıkartan bir rol üstlenmiştir.

Ergenekon Destanı’nda dikkati çekici motiflerden biri de demirdir. Göktürklerin demircilik yaptıkları bilinen tarihî bir gerçektir.[31] Yaban toplum insanı, demirin içinde güçlü bir ruh bulunduğunu, savaş aletlerinde demirin içindeki bu ruhun canlılara zarar verdiğini, bu sebeple ona saygı gösterilmesi gerektiğini düşünmüştür. Tabiattaki varlıkların içinde bir ruh olduğu inanışı olan animizmle bağlantılı olarak demir, kutsallaştırılmış olmalıdır. Anadolu’da hâlâ alkarısı gibi kötü ruhlardan korunmak için insanlar çevrelerinde demirden yapılan eşyalar bulundururlar. Ölenin göğsüne demir koyarlar.[32]

Millî Edebiyat Dönemi’nde Ergenekon

Ergenekon Destanı, İslâmiyet’ten önceki Türk varlığı, tarihi ve kültürü gibi, ancak on dokuzuncu yüzyılın sonunda milliyetçilik bilincinin uyanmasından, Millî Edebiyat cereyanının başlamasından sonra Türkiye Türklerinin ilgisini çekmiştir. Şecere-i Türk, Tanzimat döneminde Ahmet Vefik Paşa tarafından 1864 yılında Türkiye Türkçesine çevrilir.[33] Süleyman Paşa, Tarih-i Âlem adlı kitabının“Şark Türkleri” bölümünde Ergenekon Destanı’nın özetini Reşidüddin’in kitabındaki bilgilere benzer bir şekilde verir.[34] Fakat Süleyman Paşa, buradaki Moğollar için “Şimal Hunları” açaklamasını yapar. Bu iki eserde Türk destanları tarihî bilgi olarak yer almıştır. Destanların siyaset ve edebiyatta kullanılışı, bu kitapların yayınlanışından daha sonra gerçekleşir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda zor duruma düşmesi, ağır kayıplar vermesi o dönem aydınlarını, tıpkı Ergenekon Destanı’ndaki gibi bir kurtuluş umuduna yönlendirmiştir. Ergenekon, mecazen Türk milletinin zor bir duruma, dar bir coğrafyaya sokulması anlamını, özellikle Millî Mücadele döneminde kazanmıştır.

Selanik’te 1911 yılında çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisinde, Ali Canib ve Ömer Seyfettin’in başlattıkları dilde sadeleşme hareketine, Türkçülük programı şeklinde yön vermek isteyen Ziya Gökalp de katılır. Hem düşünce hem de sanat açısından bir önder, bir yol gösterici olur. Türk halk anlatılarından yararlanarak[35] şiirler yazar. 45 dörtlükten oluşan ünlü “Börteçine Kurd’un adı / Ergenekon yurdun adı / Dörtyüz sene durdun, hadi / Çık, ey yüzbin mızrağımız!” dörtlüğünün de yer aldığı “Ergenekon”[36] şiiri bunlardan biridir. Ziya Gökalp bu şiirinde, Ergenekon’dan öncesini ve sonrasını da kısaca anlatarak âdeta Türklerin küçük, destanî bir tarihini yazmıştır. Dede Korkut Kitabı’ndaki Basat hikâyesiyle ilgili “Arslan Basat”[37] adlı bir şiir de yazmış; Tepegöz adlı canavarı toplumu tehdit eden bir felâket, Basat’ı ise toplumu bu felâketten kurtaran bir kahraman olarak göstererek bu hikâyeyi “ikinci Ergenekon” olarak değerlendirmiştir. Ziya Gökalp’e göre Basat, büyük bir kahramanlık yaparak Oğuz ilini Ergenekon’a benzer ikinci bir felâketten kurtarmıştır. [38] Böylelikle Ergenekon Destanı’nda ilk bahseden Ahmet Vefik Paşa, eserlerinde bu destandan ilk yararlanan ise Ziya Gökalp olmuştur.

Ziya Gökalp’in pek çok Türk destanıyla birlikte Ergenekon Destanı’nı milliyetçi duyguları coşturacak şekilde işlemesinden etkilenen Ömer Seyfettin, eski destanlarımıza yönelmiştir. Ergenekon Destanı’nı bir şiirinde işlediği gibi diğer destanî şiirlerinde de buna yer vermiştir. “Yeni Gün, Ergenekon’dan Çıkış: 27 Mart”[39] başlıklı şiirde, Bozkurt ve Türkler dörtlüklerle birbirleriyle konuşurlar. Bu şiirde uyanmak, kendine gelip Turan’a yayılmak ana temadır. Bozkurt, Türkleri şöyle uyarır:

“Dörtyüz yıl burada kapalı kaldık,

“Tûran, Tûran!” diye rü’yâya daldık.

Uyanmak zamânı geldi, uyanın,

Haydi Türkler, haydi kılıç kuşanın...”[40]

Bu şiirde Bozkurt âdeta bir lider gibi Türklere millî kimlikleriyle gurur duymalarını, tıpkı destandaki gibi orada uzun süre kaldıklarını söyleyerek onları Ergenekon’dan çıkıp Turan’ı ele geçirmeye yönlendirir. Şiir, 1914 yılında yayınlanmıştır;[41] o dönemde Osmanlı’nın zor durumu düşünülünce, Türklüğün neden ayağa kalkmasının istendiği daha iyi anlaşılmaktadır. Ömer Seyfettin, o dönemdeki Türk dünyasının perişan, esir hâlini Ergenekon’a benzetir ve âdeta bir kurtarıcı bekler.

Ömer Seyfettin, “Köroğlu Kimdi Büyük Bir Destan’ın Dîbâçesi”[42] başlıklı şiirinde Köroğlu ve Ergenekon destanlarını birbirinin içinde kullanır. Ana hikâye Köroğlu’nun hayatının anlatılmasıdır; Ergenekon da Türklerin bir dönem sığındığı bir yer olarak geçer. Köroğlu bu şiirde Çinlilerin tarafını tutan Türk beyleriyle savaşan bir yiğittir. Kayan ve Nuhuz ise Çinlilerin elinden kurtulup dağa saklanmış iki Türk reisidir. Şiirin, Türk tarihini ve destanlarını kapsaması amacıyla yazılmaya başlandığı Ömer Seyfettin’in baştaki açıklamalarından anlaşılmaktadır fakat 260 mısralık şiirde hikâye, daha başlangıçta kalmıştır. Ömer Seyfettin’in, başka destanların konularından yararlandığı “Kırk Kız”[43] ve “Altun Destan”[44] adlı şiirleri de bulunmaktadır.

Ömer Seyfettin, “Türklerin Millî Bayramı, Yeni Gün: 9 Mart”[45] başlıklı makalesinde Ergenekon Destanı’yla ilgili çeşitli yorumlar yapar.[46] Bu makalede, destanın hikâyesini anlattıktan sonra Türklerin Ergenekon’dan çıkıp Turan’a kavuştukları güne “Yeni Gün” deyip millî bayram addettiklerini, “Bozkurt” kelimesini Moğolların kendi dillerine çevirip “Börteçine” dediklerini ve bu millî bayramı onların da tanıdıklarını belirtir. Eski Türk tarihlerinin “Yeni Gün”den, demir ayininden bahsettiklerini; Acem tarihinde Nevruz’a sebep olabilecek bir tarihî olay, masal, gelenek, rivayet olmadığını; hâlbuki Türk tarihinin, geleneğinin, bugüne kadar gelen akislerinin, Acemlerin “Nevruz” dedikleri şeyin tamamiyle bizim “Yeni Gün”ümüz olduğunu ispata yeterli olduğunu anlatır. Ayrıca 1914 yılının o karmaşık döneminde Türklüğün bir millî bayrama ihtiyacı olduğunu, Türk’ün millî bayramı olarak Ergenekon’dan çıkışın kabulünü ister.

Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun 1920 yılında tefrika edilen Gönül Hanım romanında, roman kahramanları, Orhun vadisine giderler. Manzara onları âdeta büyüler. Ormanda bir de geyik görürler. Ali Bahadır Bey tüfeğini geyiğe doğrultunca Tolun Bey onu engelleyerek şöyle der: “Durunuz! Bu güzel bir Ergenekon, bu hayvan Alageyik olmasın, dedim. Belki ecdadımızın dörtyüz sene içinde bocaladığını haber veren masal burada geçmiştir.” Gönül Hanım da ekler: “Hâtıra tamam olmak için bir de Bozkurt ele geçirmeliyiz.”[47]Türk tarihi açısından önemli olan bu yerlerde görülen her şey destanla, tarihle bağlantılı olarak algılanır. Bu roman da o dönemde Türkçü duyguları uyandırmak için yazılmıştır.

Ergenekon, daha sonraki dönemde millî mücadelenin sembolü olmuş, Millî Mücadele’ye Ergenekon’dan yeniden çıkış denmiştir. Necip Ali (Küçüka) Bey’in Ankara Halkevi’nde verdiği nutuktan bir parça bunu çok güzel gösterir: “Aziz arkadaşlarım; Ergenekon, Türk milletinin karanlık tarihlerinde yaptığı bir kahramanlığın hayalleştirilmiş, ebedîleştirilmiş bir efsanesi idi. İstiklâl cidali yirminci asrın ortasında efsanevi bir hakikattir.”[48]

Savaşın devam ettiği 1921 yılında Kütahya Mebusu Besim (Atalay) Bey’in Hakimiyet-i Milliye’de yayınlanan “Ergenekon-Nevruz” başlıklı yazısı bir başka örnektir: “Bu Ergenekon hadisesinden çıkacak mühim netice bizim bugünkü millî mücadelemizle olan müşâbehetidir. Dokuz kişiden türeyerek düşmanlarından intikam alan Türk soyu, bugün de kendi varlığına kasdedenlere karşı silâhlanmış ve yarın muvaffakiyetini temin edeceğine ve ulu Tanrı’nın yardımı ve milletin gayretiyle kara günlerden kurtulacağına eminim. Çünkü ‘Bir tekerrürdür müselsel âlemin tarihi hep.’”[49] Bu yazıda şartların zorluğu karşısında tarihî geçmişe dönüp ondan güç almaya çalışan ve bu güçle bütün zorlukların üstesinden geleceğine inanan bir ruh hâli göze çarpar.

Cumhuriyet Dönemi’nde Ergenekon

Ergenekon, Cumhuriyet devri yazarlarını da etkilemiştir. Halide Edip Adıvar, Millî Mücadele dönemindeki yazılarını topladığı kitaba yine bu destandan aldığı ilhamla Dağa Çıkan Kurd[50] adını vermiş olmalıdır. Kitabın isminin Yahya Kemal’in 1921 yılında yayınlanan bir gazete yazısında bahsettiği[51] Alfred de Vigny’nin “Kurdun Ölümü” adlı şiirine yönelik dikkatinin etkisinde kalmıştır. Yahya Kemal, bahsedilen şiirde anlatılan, eşini ve yavrularını kurtarmak için kendini bile bile ölüme atan kurdun fazileti, vefakârlığı, özgürlüğüne düşkünlüğüyle, o dönemdeki Türk ordusu ve Anadolu arasında bağlantı kurar: “Zannettim ki şâir Vigny bizim mâcerâmızı anlatmış! O erkek kurt, ölen ordudur; o dişi kurt, anne Anadolu’dur, o kurdun yavruları İnönü ve Dumlupınar çocuklarıdır ki dul annelerinden aldıkları dersi tekrâr ediyorlar: ‘Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl!’”[52] Halide Edip, yıllar sonra seyrettiği bir film dolayısıyla Anadolu’yu “kurdun memleketi” diye niteler.[53] Yakup Kadri de millî mücadele yazılarını topladığı kitabına yine bu destanın etkisiyle Ergenekon[54] adını vermiştir.

1934 yılında yayınlanan Yakup Kadri’nin Ankara romanının üçüncü bölümünde, ütopik bir Ankara anlatılırken yine aynı destandan yararlanılır: “Caddelerdeki, takların her biri, bir yüksek sanat eseri idi ve her biri, inkılâp savaşının bir menkıbesini anlatıyordu. Kimi bir kule, kimi bir köprü, kimi bir kale kapısı şeklinde yapılmış bir taklar dizisinin en başında Ergenekon masalını temsil eden bir allegorik âbide duruyordu.”[55]

Bozkurt, Cumhuriyet dönemi edebiyatında bir topluluğun iradesi, bu iradenin de Atatürk’te toplanması şeklinde görülmüştür. Atatürk hayattayken, 1932’de yayınlanan, onun hayatını anlatan, yabancı bir yazarın kaleme aldığı bir kitaba Bozkurt[56] adının verilmesi de bu sebepledir.

Nihat Şevki’nin Ergenekon[57] adlı piyesinde, bu destan Millî Mücadele döneminde ümit tazelemek, millî benliği bulmak için anlatılan bir masal olarak kullanılmıştır. Piyeste olaylar cephe gerisinde bir hastane çadırında geçmektedir. Yaralı bir subay olan Doğan Bey’e operatör, Ergenekon’u şu şekilde anlatır: “Bizim Ergenekon efsanemiz diyebilirim ki, her milletin masalından kuvvetlidir. Sen benden ümit için ilâç istemiştin. İşte bu masal ile ben senin ümidini tazeleyeceğim. Eyi dinle yavrum. Eyi dinle de kendi benliğini bulasın..”[58] Operatör, destandaki savaşın Çinliler ve Türkler arasında yapıldığını belirtir. İki adsız diye belirtilen kahramanlar, yine iki adsız kadını alıp Ergenekon’da konaklarlar. Çoğalınca da demir dağı eritip Ergenekon’dan Bürteçine’nin kılavuzluğunda çıkarlar. Operatör, o günlerde yaşadıklarını Ergenekon’un bir benzeri olarak görür. Eser, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin ve İstiklâl Marşı’nın okunmasıyla biter.

Enver Naci Gökşen’in Behçet Kemal Çağlar adlı kitabında, Behçet Kemal’in Ergenekon adında bir piyes yazdığı ve bunu Atatürk’ün huzurunda bir arkadaşıyla birlikte oynadığı belirtilir. Behçet Kemal şöyle anlatır: “Ankara’ya ayak basışının yıldönümünü kutlamaya Halkevi’nde ilk defa karar vermiştik. Reşit Galip nutuklarının en güzelini söylemiş, ben de Ergenekon ismindeki manzum ve bir perdelik bir piyes bir arkadaşla oynamıştım. Birinci efsane Ergenekon’la ikinci hakikî Ankara Ergenekon’u birbirine vasleden bu piyeste dağlar, demircinin çekiciyle parçalanınca Turan illeri yerine Ankara görünüyor ve kaybolan Bozkurt’un yerine Atatürk’ün silüeti ufukta güneş gibi parlıyordu... Ankara dekorunun önünde seymenler türkülerine ve rakslarına başlıyorlardı.”[59]

Behçet Kemal Çağlar, Bozkurt motifini ve Ergenekon temasını “Atatürk’ü Dinlerken” şiirinde de kullanır:

“Yay yine gerilmede, fırlayacak yine ok,

Yine vatanımızın yeryüzünde eşi yok;

Bozkurt, Ergenekon’u yeni delmiş gibidir;

Herkes bir ihtiraı seyre gelmiş gibidir.”[60]

Mehmet Necati Öngay’ın kitabına adını veren “Ergenekon’dan Doğan Güneş” şiirinde, güneş, tanrısal gücüyle Türk varlığının kaynağı olarak yorumlanmıştır.

“Hey Tanrının güneşi, hey evren ışıtmanı!

Her damla ışığında atamın saklı kanı.

Senden erk, senden dirim, senden kan aldım Güneş

Yine kızıl yüzünün seyrine daldım Güneş.

Sen doğmasan tarihten silinirdi Türk adı,

Kim okur, kim dinlerdi, bu ölmez serenadı?..”[61] Şiirde hem güneş hem de onun doğduğu yer olan Ergenekon, kültürümüzde Türklüğün kaynağı, koruyucusu olan güçlü, ilahî unsurlardır.

Mehmet Sadık San’an, Ergenekon Yolları adlı kitabında notalarını da verdiği bir “Ergenekon Türküsü”nü yayınlar. İki dörtlük ve iki defa tekrarlanan beş mısralık bentten oluşan şiirde, Türklerin her çağda özgür yaşadıkları vurgulandıktan sonra Ergenekon, Türklüğün doğduğu yer, Tanrı dağları da ana vatan olarak gösterilir.

“Doğdular Altaylarda ulu babalarımız,

Şenlendirdi acunu bizim obalarımız...

Tanrı tek “Tanrı dağlar” bizim ana yurdumuz...

Çıktık Ergenekondan, yol açtı boz kurdumuz...”[62]

Bu kitapta, Sovyetler Birliği’nde Rusların Türklere yaptığı mezalimler anlatılarak Türkiye’deki kamuoyu etkilenmeye çalışılmıştır. Yayın yeri, tarihi ve şairinin Fazilet Niyazi diye belirtildiği “Haydi Kızıl Elmaya” şiirinde komünist Ruslara karşı Orta Asya’nın da bir Kızıl Elma olduğu belirtilir. Bu şiirden sonraki “Ergenekon” başlıklı şiirde de yine aynı bakış açısının izleri görülür:

“Bu yer cennettir bilin,

Burda kızıl bir elin

Dolaşmasına artık

Razı olmayın.. gelin!..”[63]

Anadolu düşmandan kurtarılmıştır, artık yeni Ergenekon, Orta Asya’da yaşayan Türklerin bulunduğu yerler olarak gösterilmiştir.

Vasfi Mahir Kocatürk, “İstiklâl Savaşı Destanı”nda, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı sırada “tanrısal Bozkurt”un geldiğini belirtir. Şiirde destanî bir tablo çizilir.

“Güneşin çizdiği izden

Canlı bir umut geliyor;

Ufku dumanlı denizden

Tanrısal Bozkurt geliyor.”[64]

Sonraki dörtlükte destandaki demir dağlar yerine, Millî Mücadele dönemindeki Anadolu dağlarının geçit vermesi yer alır; umutların ufukları sarması dileği de belirtilir.

Vasfi Mahir Kocatürk, Ergenekon[65] adında bir şiir kitabı da yayınlamıştır. Kitapta Mavi Kurt, Tanrı’dan ilahî bir görev ve kılıç alır. Görevi işgal altındaki yurdu kurtarmaktır. Türk milletinin Atilla, Timur gibi beklediği bir lider olan Atatürk ortaya çıkar; o âdeta tanrısal bir Bozkurt’tur. Mehmetçik de Rüstem, Behram, Zigfrid, Hektor, Aşil gibidir. Bu kahramanlar, Ergenekon’da ölüp Dumlupınar, Sakarya’da tekrar dirileceklerdir.

Oğuz Akkan’ın Ergenekon[66] kitabının aynı adlı ilk şiirinde bu destanın gayet sade bir anlatımla dörtlüklere dökülmüş özetini okuruz. Yalnız destanın bilinen metinlerinden farklı olarak, ikinci asırda Hun Türklerine Cucen akını düzenlendiği ve bir avuç Türk’ün, Sibirya, Pamir veya Kuzey Çin’de olmayan bir yere sığındığı anlatılır. Türkler bir kurdun yol göstermesiyle bir mağaraya girer, oradan bir vadiye ulaşır ve vadideki düşmanları temizleyerek orayı yurt edinirler. Akkan, şiirin son iki bendinde destanı, İstiklâl Savaşı’na, Anadolu’ya ve Atatürk’e şöyle bağlar:

“İstiklâl savaşında çıktık Ergenekondan

Orta Anadoluda yazıldı ayni destan

ATATÜRK kurdumuzdu yurt ise Ergenekon

Bu yurt için uğraştık bu yurt için döktük kan

Ergenekondan çıkıp düşmanı yere serdik

Kurtuluşu birlikte, ilerlemede gördük.”[67]

Nurettin Özyürek’in “Mustafa Kemal Paşa” şiirinde, onun Kocatepe’ye çıkışı Bozkurt’un yol göstericiliğiyle birleşir:

“Ve bir gümüş ay yükseldi yangınlıklar üstüne

Kuru dallar çiçek verdi

Çıkıp Kocatepe’ye bozkurt misâli

Kemal Paşa yol gösterdi.”[68]

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Mustafa Kemal” şiirinde de Bozkurt bir topluluğun iradesidir. Ayrıca bu iradenin Atatürk’te toplandığı şeklinde bir yorumla karşılaşılır:

“Bozkurt çıkmış kapanık dünyalardan dışarı

Parıltısı yeryüzüne, ellerimizdeki tuğun

Mustafa Kemal hiç kimse değil,

Mustafa Kemal

İradesi topluluğun.”[69]

Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Mustafa Kemal’in Kurdu” adlı şiirinde Orta Asya’yı, Anadolu’yu, Bozkurt’u ve Atatürk’ü bir araya getirir, âdeta Ergenekon’la Atatürk’ü birleştirir:

“Bir kurdu vardı Mustafa Kemal’in

Kimi Orta Asya’dan gelmiş der,

Kimi Anadolu’da dinelmiş der

Bir kurdu vardı Mustafa Kemal’in

Kimi Tanrı’ya Tanrı’ya yükselmiş der

(.....)


Daralmış yüreği yurdun ulusun,

Er kişiye ölüm son değil

Bir mağara değil ki dele dele gidesin hey

Bir demir yamaç değil ki eritesin hey

Bu güç daha, bu büyük daha, Ergenekon değil,

O sıra bir kurt bozdan sarı,

O sıra bir kurt yakında, uzakta.

O sıra var, geçmişten geleceğe, o sıra var,

O sıra hep.

O sıra bir kurt gözleri yanmakta.

(.....)

İşte işte Mustafa Kemal’in kurdu kocaman



Kocaman bir gündü.

Yurt üzre, yeryüzü üzre,

Sonsuzluk üzre,

58 yıl göründü.”[70]

Şükûfe Nihal’in “Ankara” şiirinde ise bir önderle yurdun cennete döndüğü anlatılır:

“Bu diyarda göründü ışık yeleli Bozkurt

O günden beridir ki cennetine buldu yurt”[71]

Ergenekon Destanı çeşitli yazarlar tarafından hikâyeleştirilmiştir. Muin Memduh Tayanç’ın Ergenekon, Türk Gençliğine[72] kitabı bunlardan birisidir. Destanın bilinen konusu zaman, mekân ve olay örgüsü genişletilerek tekrarlanmıştır. Kişiler tıpkı destanlardaki gibi anlatının başından sonuna kadar karakter özellikleri değişmeyen düz tiplerdir. Kıyan ve Tokuz’un amacı, Türk’ü yeniden diriltip yaşatmak, düşmanlarına kinini canlı tutmak, kendini savunmaktır. Eserde Türklüğe, kendine güvenmek, düşmana kin, nefret duymak, savaşmak sürekli tekrarlanmaktadır. Kitabın sonunda yazarın destanı zamanımıza bağlayan şu açıklamaları yer alır: “Bu menkıbe bir efsane değil, bir hakikattir. (...) Yirmi bir yıl önce, bütün dünya Türke düşman olmuş, el ele vererek onu ardından vurmuştu. Bu vuruşla yok olacağımızı bekledikleri anda Türk şahlandı, önderlerini buldu, dirilen ülküsünü kanı ile besleyerek çarpıştı ve İnönülerini, Sakaryaları, Dumlupınarları yarattı... Anadolumuzda, bu yeni Ergenekonumuzda, asîl Türk çocuklarının kanı ile yıkadığımız içimizin acısını unuttuk, bayrağımızın rengini, öz kanımızla tazeledik ve bütün dünyanın saygı ile eğilen başları önünde şimdi yükseliyoruz. Ruhlarımızı bu gün (ALTI OK) tutuşturuyor ve .... geçitleri gösteriyor!”[73] Burada da CHP’nin ilkelerini belirten altı ok, tıpkı Bozkurt gibi millete yol göstermektedir.

Enver Behnan Şapolyo’nun Ergenekon[74] adlı kitabı çocuklar için hazırlanmıştır. Son derece açık, basit bir dil ve olay örgüsüyle Reşidüddin’in kitabındaki bölüm hikâye hâline getirilmiştir. Aradaki önemli fark ise savaşın Türklerle Moğollar arasında yapılması ve Börteçine’nin yol gösterici bir kurt olarak gösterilmesidir.

Millî Mücadele döneminin ikinci Ergenekon gibi gösterildiği bir eser de Haydar Berköz’ün yazdığı İkinci Ergenekon’dur.[75] Bu dönemde yaşanan olayların ve bu olayların kahramanlarının hikâyelerinden oluşan bir kitaptır. Yazarın kitabı yazma amacı da o günleri yaşamamış Cumhuriyet sonrası nesillere o ruhu hissettirmektir.[76]

Hilmi Dilibal’ın Terkedilen Ülke (Ergenekon),[77] adlı kitabında, obanın sel âfeti sonunda yaşanamaz hâle gelmesi ve insanların oradan dağlık bölgeye göç etmesi hikâye edilmiştir. Bu hikâyenin Ergenekon Destanı ile arasındaki benzerlik, göç eden bu insanların demircilikle uğraşması, onlara bir kurdun yol göstermesi, demir çıkartılan bir mağarada açılan delikten yurt edinilecek bir ülkeye geçmeleridir. Aralarındaki farklar ise savaşın yerini sel âfetinin, iki erkek ve eşlerinin yerini obada sağ kalan az sayıda kişinin almasıdır. Dolayısıyla hikâyede, Ergenekon’da çoğalıp düşmandan öç almak gibi bir olayı da okuyamıyoruz.

Orhan Ural, bu destanı, Reşidüdin’in kitabındaki bilgilere dayalı olarak hikâyeleştirmiştir. Fakat eserinde “Kök-Türkler” ile Tatarları savaştırır. Hayatta kalanların adı ise Kıyan ve Tukuz’dur. Yazara göre bu destan, “utku ve yenilginin, üstünlük ile köleliğin ortamını yaşayan bir ulusun, Kök-Türklerindir. Yenilginin alçalmasından, tutsaklığın küçültücü horlanmasından kurtuluşun bir destanıdır. Umutların yitirildiği anda, ‘bir gün çok ilerde de olsa bir gün’ diye geleceğe inananların, demir dağını eritenlerin destanıdır.”[78]

Hadi Besleyici, Ergenekon[79] adlı eserinde, destanı, şahıs, olay örgüsü, zaman, mekân, üslûp açısından genişletip zenginleştirerek romanlaştırmıştır. Ama şahıslar yine destanlardaki gibi düz tiplerdir. Göktürkler hile nedir bilmezler. Çinliler onları hile ile yenmiştir. Göktürk soyundan geriye Göktürk başbuğu İl Han’ın küçük oğlu Kayı, eşi, 4 yaşındaki oğlu Ersegün, yeğeni Dokuz Oğuz, eşi, 1 yaşındaki kızı Aykız kalmıştır. Bu altı kişi Ergenekon’a giderler, çocuklarını Göktürk geleneklerine göre yetiştirirler. Onlar yaşlanıp öldükleri zaman, birbirlerinin çocukları karşılıklı olarak evlendiklerinden dolayı sayıları oldukça artmıştır. Her nesil bir sonraki nesli, öçlerinin alınıp, adlarının yeniden dünyaya yayılması bilinciyle yetiştirir. Çok uzun yıllar sonra Kayı’nın torunlarından Demirci Çalkara, artık kendilerine yetmeyen Ergenekon’dan kurtuluş yolunu bir kurdun kılavuzluğuyla bulur. Bumin Kağan yönetiminde Ergenekon’dan çıkan Göktürkler, Çinlilerin üzerine sefer düzenler, askerlerini öldürürler; diğer boylara da haber salarak dostla dost, düşmanla düşman olacaklarını bildirerek bağımsızlıklarını ilân ederler. Çin hakanı akıllıca davranıp atalarının yaptıklarından dolayı özür diler, dostluk teklif eder. Olay örgüsü bu şekilde oluşturulmuş olan eser, anlatımındaki gerçekçilikle roman özellikleri taşır.

Ali Kemal Meram, Ergenekon (Büyük Göç)[80] adlı eserinde destana benzer şekilde işlediği olay örgüsüyle Göktürklerin var olma mücadelesini anlatır. Çin, Mançu, Tunguz ve Moğol orduları birleşip Göktürklere saldırırlar. Çin kralının vurup çekilme taktiği uygulanır. Düşmanı püskürttüklerini düşünüp yarım yamalak bir zaferden sonra şölen düzenleyen, arkasından da uyuyan Göktürkler, ani bir saldırıyla yok edilir, bütün malları yağmalanır. Göktürk başbuğu İlhan’ın oğlu Kayı ile İlhan’ın kardeşinin oğlu Dokuz Oğuz esir düşerler. Düşman askerlerini hançerleyip, atlarını da çalarak esirlikten kurtulurlar; kendileri gibi hayatta kalan birkaç kişiyi de yanlarına alırlar. Düşmana karşı koyacak güçleri olmadığı için başka bir yurt bulmayı kararlaştırırlar. Uluğ Dağ’da saklanabilecek bir yer ararken bir kurdun izlerini takip edip güvenli, verimli bir yurt bulurlar. Bu kurdun izlerini takip eden izciye, Kayı Tigin, Gökbörü adını ve yüzbaşılık rütbesini verir. Kurultayda, dar bir geçitten geçip ulaştıkları bu yere de Ergenekon adını takarlar. Birinci bölüm Ergenekon’un yurt edinilmesiyle biter.

İkinci bölüme “400 Yıl Sonra” başlığıyla geçilir. Ülkede tahıl ve maden üretiminin, ticaretin yapıldığı, “yalnız başkentte değil ülkenin her yerinde okullar”[81] açıldığı anlatılır. Göktürkler demir, çelik, altın ve gümüş işleme sanatında ilerlemişler ve zenginleşmişlerdir. Ayrıca Göktürkler, Ergenekon’da üstün bir medeniyet kurmuş millet olarak gösterilir. Oradaki düşmanların yurtlarını da almışlardır. Fakat artık Ergenekon’a sığmamakta yeni yurt aramaktadırlar. Demir çelik işçiliğinde uzmanlaşan bir kurul Demir Dağ’a gönderilir ama bu kurul geçit bulamaz. Yalnızca yaşlı bir bilge kişi, dağın bir bölümünün eritilirse oradan çıkabileceklerini söyler. Yetmiş kat odun, yetmiş kat kömür istiflenir, yetmiş dev körükle ateş yakılır, dağın bir kısmı eritilir. Ergenekon’a girerken olduğu gibi yine bir kurt ortaya çıkar; ayak izleri takip edilerek eritilen geçit yerinden dışarıya çıkılır. Kurt yirmi yedi gün yirmi yedi gece sonra “Ormanlık (Ötüken)”[82] bölgesine ulaştırır. Burasının eski ata yurdu olduğunu ve bunun kurt aracılığıyla bulunduğunu düşünürler. Göktürk Kağanı Açinaoğlu Börteçine, Demir Dağ’ı 9 Mayıs günü tutuşturdukları için büyük göçün ve ulusal kurtuluşun başlangıç tarihi olarak şölenlerle kutlanmasını emreder. Börteçine, çevredeki ülkelere, iyi komşuluk ilişkileri kurmak istediğini, kendisine saldırdıkları takdirde en ağır cezanın vereceğini bildiren mektuplar gönderir. Fakat düşmanlar gizlice saldırıya geçerler. Börteçine, Moğol soyundan Kara Hitaylardan bir esir subaya “Göktürk Kağan’ı, Moğol ülkesine baskın yapacakmış, gücü yeterse hazırlığa başlasın karşı koysun”[83] der; bu haberi götürmesi için onu sağ bırakır. Böylelikle dostluk elini reddeden düşmanlarına meydan okur. Hikâye kitabı ileride kurulacak Göktürk İmparatorluğu’ndan bahsederek biter.

Ergenekon Destanı ve Siyaset

Açılış tarihi 17.1.1949 olarak gösterilen Ergenekon Köylü İşçi Partisi’nin tüzüğünde,[84] vatan, millet, demokrasi davasına hizmet eden, komünizmi reddeden barışçı partinin, “milletimizi ikinci bir Ergenekon ihtifasına çekerek harbden uzak yaşatıp millî dâvalarımızı”[85] gerçekleştireceği belirtilmiştir. Tek parti diktatoryasına karşı çıkıp demokrasinin nimetlerinden faydalanarak milliyetçi, halkçı bir çizgi belirlemiş olan parti, komünizm kadar ırkçı Turancılığa da karşı olduğunu tüzüğünde ifade eder. Geçici İdare Kurulu Genel Başkanı Parti Kurucusu Ârif Hikmet Adsız’ın imzasını taşıyan parti beyannamesi, geçmişten ibret almayı öğütleyen cümlelerle sona erer. Altıncı maddede, Türk milletinin “millî ve tarihî vazifelerini yapabilmesi için ikinci bir Ergenekon’a çekilmesi”[86] gerektiği yazılmıştır.

İstanbul Ülkü Ocakları Birliği’nin, 12.5.1970 tarihinde basılmış olan Ergenekon[87] adlı dergisinde, o günkü Türkiye’nin durumu ile Ergenekon arasında bağlantı kurulur. “Ergenekon çukurunda sıkışan atalarımızla, bugünkü Türklerin durumları arasında bir benzerlik vardır: Türk Milleti’nin 4 te 3’ü esirdir. Son kalemiz Türkiye, geri kalmış devletlerin 76. sırasını teşkil etmektedir. Dış düşmanlarımızın gözü vatanımızdadır.” Bu durumdan kurtulmanın yolları da şöyle gösterilir: “Bu İKİNCİ ERGENEKON çıkmazından kurtulacağız! BAŞBUĞ’umuz, imânımızın bayraktarı; Milliyetçi-Toplumcu Türk gençleri, bizler, Büyük Ülkünün azimli akıncıları olarak, mâzinin bu destanlaşmış hâtırasından ilham alıp, İkinci Ergenekon’dan çıkış olayını gerçekleştireceğiz. Karşımızda DEMİR DAĞLAR dahi çıksa, ÜSTTE GÖK ÇÖKMEDİKÇE, ALTTA YER DELİNMEDİKÇE, kuvvetli, kudretli BÜYÜK TÜRKİYE kurulacaktır. TANRI TÜRK’Ü KORUSUN.”[88] 1970’li yılların sağcı-solcu çatışmalarında, ülkücü kesimin, o dönemdeki Türkiye’nin benzeri olarak gördüğü Ergenekon, onların eylemlerinin gerekçesinin metaforu olarak da kullanılmıştır.

Askerî öğretmenlik yapmış olan Tahsin Ünal’ın şu cümleleri Ergenekon’un 1970’li yıllarda nasıl yorumlandığının iyi bir örneğidir: “Bugün memleket ve milletin ufuklarında beliren ve bir hançer gibi milletin kalbine saplanmak istenen komünizme ve Rus egemenliğine karşı milletin, gençliğin ve ordunun şiddetli muhalefet etmesi, Ergenekon’dan çıkış için bir hazırlıktır.”[89]

NATO’ya bağlı ülkelerde, Gladio adıyla komünizmle mücadele örgütleri kurulmuştur. Bunun Türkiye’deki örneğinin adı ise Ergenekon’dur.[90]

Ergenekon Destanı ve Nevruz

Abdulhalûk M. Çay’ın Türk Ergenekon Bayramı Nevrûz[91] adlı kitabı, Nevruz’un Türk ve İran topluluklarında ortak olarak kutlandığı, Nevruz’un bir Türk bayramı olduğu tezi üzerine kurulmuştur. Türkler Ergenekon’dan çıktıktan sonra bu günü bayram ilân etmişlerdir. Nevruz hem kurtuluş günü hem de yılbaşıdır. “Ergenekon/Nevrûz bayramı” Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde görülür. Ayrıca Nevruz, takvim sistemi açısından mevsim dönüşümünü belirten bir işleve sahiptir, baharın başlangıcıdır. Bu açıdan bakıldığında tarım toplumlarında görülen bereket törenlerinin bir benzeridir.

Bu kitapta Batı ve Doğu Türkistan, Azerbaycan Türkleri, Karapapaklar, Kırım, Kazan, Batı Trakya, Yugoslavya, Kıbrıs Türkleri, Toros ve Tahtacı Türkmenleri, Alevî-Bektaşî Türk Toplulukları, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesi Türk topluluklarınca kutlanan bu bayramın gelenek, tören, inanış özellikleri örneklerle anlatılmıştır.

Abdulhalûk M. Çay, Şiî, Alevî, Bektaşîler kadar Sünnî Türklerin arasında da nevrûzun yaygın olduğunu, Orta Asya Türklerinde Sultan Navrız, Noruz diye bilindiğini yazar. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Orta Asya’da, Nevruz, bir kurtuluş günü olarak kutlanır. Ama aynı zamanda, tabiatın uyanmaya başladığı baharda yapıldığı için bir tür tabiat bayramıdır, bir yer kültüdür.[92]

Bahar geldiği zaman Uygur, Kazan, Ufa ve Mişer Türkleri, özellikle Nevruz’da Ergenekon Destanı okumaktadırlar. “Bu destan ayrıca dinî bayramlarda da Kur’an-ı Kerîm’in okunması bittikten sonra aile reisinin başkanlığında yapılan toplantıda söylenmektedir.”[93] Ergenekon’un Orta Asya Türkleri arasında özlemi çekilen cennet anlamında olduğunu belirten yazar, destan metninin Türkiye Türkçesine çevirisini şöyle verir:

“Ergenekon! Ergenekon!

Davarlar yok oldu,

Erkekler kocadı,

Yeniden balalar doğdu,

Bizim yolumuz (göçümüz) hâlâ bitmedi.

Acaba denize daha çok mu var?

Ağaçlar yeşerdi.

Kuzular doğdu, çiçekler açtı,

Şimdi yaz geldi,

Bugün bizim bayram günü,

Ergenekon’a dönmek istiyorum!

Çünkü orada çiçekler kokulu

Rüzgârlar güzel kokulu.

Dağlardan, çayırlardan bal akıyor!

Seni uzaktan görenler

Ölü gibi zannederler,

Neden yerlere yüz sürüyorsun?

Köpürmek için Türkleri mi bekliyorsun?

Oğulların, kızların esir oldular,

Bugün bayram,

Lâkin bizim için,

Matem günüdür.”[94]

Nevruza, Azerbaycan Türkleri arasında Noruz, Noyruz hatta Ergenekon Bayramı, Bozkurt Bayramı dendiğini kaydeden yazar, bu bayramın dinî olmaktan çok millî nitelik taşıdığını belirtir.

Kıbrıs Türkleri arasında yapılan bir derlemede Nevruz’un “çok eskiden Türkler’in dağa çıkması ile ilgili bir vakadan dolayı” mart ayının dokuzunda kutlandığı şeklinde bir bilgiye rastlanmıştır.[95] Bu da Nevruz’un Ergenekon’la bağının bir başka örneğidir.

Kitapta, Türklerce “yılbaşı” bayramı olarak kutlanan Nevruz’un kökeninin Ergenekon’dan çıkış günü olan 21 Mart’a rastladığı vurgulanır. Bu günde gece gündüz zaman farkı eşitlenir. Ayrıca bahar mevsiminin hatta yeni yılın bu günle başladığı bazı topluluklar tarafından kabul edilir.

Nevruz törenlerinde yapılan gökböri oyunu, at yarışı, cirit oyunu, kılıç sallama, yamba kapma, güreş, at üzeride güç gösterisi, sinsin oyunu gibi sportif oyunlar; kos-kosa oyunu, deve oyunu, ekende yok biçende yok yeyende ortag gardaş, kış bovay, yolbars, argımak gibi halk tiyatrosu; halay oyunu, yaşıl yaprag gızıl gül oyunu, hahışta oyunu, benövşe oyunu, niyet oyunu, mani, şarkı, türkü yarışmaları gibi mahallî eğlenceler hakkında ayrıntılı bilgi verilir. Kitapta, Nevruz törenlerinin her bölgede her toplulukta farklılaşan şekilleriyle ilgili çeşitli malzemeler de sunulmuştur.

Nevruz’a başkaları da sahip çıkmaya çalışmaktadır. Bölücü unsurların Nevruz’u istismar etmeye çalıştıklarına da dikkat çekilerek Batı kamuoyunun konuyu bilmedikleri belirtilir. Kitapta hiçbir kültür unsurunu Türklere yakıştırmayan Türk düşmanlarının bu unsuru da başka milletlerde arama hastalığına tutuldukları vurgulanır.

Türklük Dünyasında Ergenekon

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını ilân eden Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Türkiye’nin ortak çıkarlar etrafında birleşmesini sembolize etmek için Ergenekon’dan çıkış kullanılmıştır. Liderler, demir dövme âyinini, Türklük âleminin yükselmesini temenni eden bir amaçla, Türk Kurultayı’nda bir ritüel olarak gerçekleştirmişlerdir. Türklük dünyasının birlikteliğini belirtmek için bu temsilin yapılması, Nevruz’un hem bütün Türk cumhuriyetlerinde biliniyor olması hem de dış devletlere karşı bir mesaj vermesi açısından dikkati çekicidir. Tarihte nasıl beyler bir araya geldiyse Türk liderleri de siyasî anlamda beraberlik, biz bir aradayız mesajı vermek için Ergenekon’dan çıkış ritüelini tekrarlamışlardır. Ama sosyal, siyasî, kültürel ve ekonomik koordinasyonun eksik ve kısa vadeli oluşu, plânlamadan uzak gündelik politikaların takip edilmesi şimdilik bunu temsilî bir mahiyetten öteye götürememiştir.

Sonuç

Destanlar, onu yaratan toplumun başından geçmiş, o toplumu derinden etkilemiş olayları, merkezî bir şahsın, kahramanın etrafında anlatırlar. Bu anlamda destanlar, birer sözlü tarihtirler. Zaten bu metinlerin birer tarih metni olarak görülmesi, Göktürklerin yaşadıklarının Câmiü’t-Tevârih ve Şecere-i Türkî gibi tarih kitaplarında yer almasını sağlamıştır. Hatta 19. yüzyılda yazılmış Tarih-i Âlem’de bile tarihî bir bilgi olarak bu destan kullanılmıştır.



Zorluklarla karşılaşan insanın kendi geçmişine dönmesi ne kadar normal psikolojik bir davranış tarzıysa, zor şartlar altındaki bir milletin tarihine sığınması da o kadar normal sosyo-psikolojik bir gerçektir. Bu sebeple Ergenekon da zor dönemlerde kendisine yönelinen bir destan olmuştur.

Ergenekon Destanı, içerdiği temalar açısından kendisine ihtiyaç duyulduğu dönemlerde kullanılmıştır. Totemizme dayalı bir inanışı ve türeyişi anlatan bu destan, millî uyanış döneminde Türk kimliğinin bir simgesi gibi algılanmıştır. Millî Mücadele öncesinde Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ergenekon Destanı’nı, hem devletin ve milletin zor durumunun bir simgesi hem de tıpkı destandaki gibi bu zorlukları aşıp ferahlığa ulaşmanın, umudu canlı tutmanın tarihî bir örneği olarak görmüşlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde yayıldığı coğrafya ile Mondros Mütarekesi sonrasında Türklere bırakılan Orta Anadolu’daki alan karşılaştırıldığında, Ergenekon’un kazandığı anlam daha iyi anlaşılabilir. Ergenekon’la Orta Anadolu birbirine benzetilmiştir.

Ergenekon Destanı, savaş sonrasında, Cumhuriyet döneminde de kendisinden güç alınan edebî bir eserdir. Bu dönemde Ergenekon’dan çıkan Göktürkler gibi kendi devletimizi kurduk ayrıca onların imparatorluğuna benzer bir devlet kuracak potansiyele sahibiz düşüncesi de kendisini göstermektedir.

Destan artık bazı eserlerde kullanılan motif olmaktan çıkıp başlı başına bir kitabın ana konusu hâline gelmiştir. Halide Edip, Yakup Kadri, Nihat Şevki, Enver Naci Gökşen, Behçet Kemal Çağlar, Mehmet Necati Öngay, Mehmet Sadık San’an, Vasfi Mahir Kocatürk, Oğuz Akkan, Nurettin Özyürek, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Muin Memduh Tayanç, Enver Behnan Şapolyo, Haydar Berköz, Hilmi Dilibal, Orhan Ural, Hadi Besleyici, Ali Kemal Meram bu destandan aldıkları ilhamla ya destanı değişik bir şekilde işleyen deneme, şiir, tiyatro, roman, hikâye yazmışlar ya da eserlerinde destandan bahsetmişlerdir.

Ergenekon’un siyasî amaçla kullanıldığı da görülür. Özellikle milliyetçi kesim, Ergenekon’la, Göktürk devleti gibi güçlü devlet kurma isteğini birleştirmiştir.

Tabiatın ilkbaharda uyanışı törenlerine dayalı Nevruz’un temelinde de Ergenekon’un bulunduğu ileri sürülmüş, halk kültürü unsurlarının ideolojik amaçlar için çarpıtılmasına cevap verilmiştir.

Ergenekon’un kazandığı simgesel anlamları kısaca belirtmek gerekirse şunu söyleyebiliriz: Ergenekon’a giriş, Türk milletinin, maddî veya manevî plânda hakkı olandan çok dar bir sahaya sokulması demektir. Ergenekon’dan çıkış ise Türk milletinin tarihî gücünü yeniden kazanarak hakkı olan maddî ve manevî büyüklüğe doğru yol almasıdır.

KAYNAKÇA

Adıvar,Halide Edip, Dağa Çıkan Kurd, Necm-i İstikbal Basımevi, İstanbul, 1926, 240 s.

Akkan, Oğuz, Ergenekon, Uygun Basımevi, Bursa, 1946, 16 s.

Argunşah, Mustafa, “Ömer Seyfettin’de Ergenekon Destanı”, Doğumunun 100. Yılında Ömer Seyfeddin, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1984, s. 170-180.

Armstrong, H. C., Bozkurt, Kemal Atatürk’ün Yaşamı, çev. Gül Çağalı Güven, Arba Yayınları, İstanbul, 1996, 278 s. Atatürk’ün Armstrong’a Cevabı, der. Sadi Borak, Kaynak Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 1997, 125 s.

Atatürk Devri Fikir Hayatı 2, haz.: Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Necat Birinci, Abdullah Uçman, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, 743 s.

Atatürk Şiirleri Antolojisi, haz. Mehmet Kaplan, Necat Birinci, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986, 463 s.

Atatürk Şiirleri, haz. Behçet Necatigil, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, 242 s.

Atsız, Nihal, Türk Edebiyatı Tarihi,Baysan Yayınları, İstanbul, 1992, 179 s.

Berköz, Haydar, İkinci Ergenekon, Şehit ve Gazilerin, Kanlarıyla Yazdıkları Gerçek Ölüm Destanları 1919-1922, cilt: 1, Yeni Matbaa, İstanbul, 1965, 416 s.

Besleyici, Hadi, Ergenekon, Özyürek Yayınevi, İstanbul, 1974, 112 s.

Boratav, Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru, K Kitaplığı, İstanbul, 2003, 383 s.

Çağlar, Behçet Kemal, “Atatürk’ü Dinlerken”, Yücel, sayı: 34, Birinci Kânın (Aralık) 1934, s. 14-15.

Çay, Abdulhalûk M., Türk Ergenekon Bayramı Nevrûz, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 4. baskı, Ankara, 1991, 230+XIII s.

Çobanoğlu, Özkul, “Kılavuz Bozkurt Motifinin Tarihsel Bağlamlarda ve Günümüz Alevi-Bektaşi Tarikatlerindeki Yapısal ve İşlevsel Sürekliliği Üzerine Tespitler”, Kadri Eroğan: Hacı Bektaş Veli Armağanı, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s. 165-173.

Çobanoğlu, Özkul, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, Akçağ Yayınları, 2. baskı, Ankara, 2002, 366 s.

Çobanoğlu, Özkul, Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003, 480 s.

Çoruhlu, Yaşar, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, Seyran Yayınevi, İstanbul, 1995, 286 s.

Dağlarca, Fazıl Hüsnü, “Mustafa Kemal’in Kurdu”, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1973, s. 142-144.

Dağlarca, Fazıl Hüsnü, “Mustafa Kemal”, Türk Dili, sayı: 13, Ekim 1952, s. 64.

Dilibal, Hilmi, Terkedilen Ülke (Ergenekon),Renk Yayınevi, İstanbul, 1966, 32 s.

Divitçioğlu, Sencer, Kök Türkler, Ada Yayınları, İstanbul, 1987, 335 s.

Durkheim, Emile, Dini Hayatın İlkel Biçimleri, çev. Fuat Aydın, Ataç Yayınları, İstanbul, 2005, s. 115-289;

Dündar, Can; Celal Kazdağlı, Ergenekon, İmge Kitabevi, 4. baskı, Ankara, 1997, 147 s.

Elçin, Şükrü, “Türk Dilinde “Destan” Kelimesi ve Mefhumu”, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2. baskı, Ankara, 1986, s. 145-155.

“Ergenekon”, Yeni Türk Ansiklopedisi, cilt: 3, Ötüken Yayınları, s. 824-826.

Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi Tüzüğü, Öztürk Basımevi, İstanbul, tarihsiz, 48 s.

Filizok, Rıza, Ziya Gökalp’in Edebî Eserlerinde Halk Edebiyatı Tesiri Üzerine Bir Araştırma, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991, X+318 s.

Gökşen, Enver Naci, Behçet Kemal Çağlar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1970, 200 s.

İnan, Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler, cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. baskı, Ankara, 1987, 729 s.

İnan, Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler, cilt: 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, 417 s.

Kafesoğlu,İbrahim, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi Yayınevi, 12. baskı, İstanbul, 1995, 445 s.

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993, 175 s.

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri Ergenekon, kitap: 1-2, Hamit Matbaası, İstanbul, 1929, 165+172 s.

Kılıç, Erol, “Ergenekon”, Ergenekon, İstanbul Ülkü Ocakları Birliği yayını, 12.5.1970, s. 3.

Kocatürk, Vasfi Mahir, Ergenekon, Ahmet Halit Kitabevi, 1941, 60 s.

Komisyon, “destan”, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, cilt: 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 166-167.

Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, 3. baskı, 1986, 437 s.

Levi-Strauss, Claude, Yaban Düşünce, çev. Tahsin Yücel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994, 346 s.

Meram, Ali Kemal, Ergenekon (Büyük Göç), Ülkü Basım Yayım, İstanbul, 1981, 48 s.

Muzaffer Reşit, Atatürk Şiirleri Antolojisi, Varlık Yayınları, 6. baskı, 1958, 170 s.

Müftüoğlu, Ahmet Hikmet, Gönül Hanım, haz.: Fethi Tevetoğlu, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1971, XIV+138 s.

Nihat Şevki, Ergenekon, 2 perde 1 tablo, Yeni Matbaa, İzmir, 1933, 48 s.

Olgun, İbrahim; Cemşit Drahşan, Farsça-Türkçe Sözlük, Müessese-i İntişârât-ı Talâş, Tebrîz, 1363, s. 538.

Orkun, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1936.

Oy, Aydın, Şiir Dünyamızda Atatürk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, 198 s.

Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi, cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, 644 s.

Ömer Seyfettin, “Türklerin Millî Bayramı, Yeni Gün: 9 Mart”, Ömer Seyfettin Bütün Eserleri 16, Türklük Üzerine Yazılar, haz. Muzaffer Uyguner, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s. 97-106.

Ömer Seyfettin’in Şiirleri, haz. Fevziye Abdullah Tansel, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, 86 s.

Öngay, Mehmet Necati, Ergenekondan Doğan Güneş, Şiirler, Resimli Ay Basımevi, İstanbul, 1935, 48 s.

Öztürk, Ali, Çağları İçinde Türk Destanları, Emel Matbaacılık, İstanbul, 1980, 334 s.

Roux, Jean-Paul, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, çev. Aykut Kazancıgil, Lale Arslan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, 440 s.

Roux, Jean-Paul, Türklerin Moğolların Eski Dini, çev. Aykut Kazancıgil, İşaret Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 1998, 304 s.

Sakaoğlu, Saim, “Anadolu Folklorunda Göktürk Efsanelerinin İzleri”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi İstanbul, 23-28 Eylül 1985 Tebliğler II. Türk Edebiyatı, cilt 1, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Araştırma Merkezi Yayını, İstanbul, 1985, s. 255-262.

San’an, Mehmet Sadık, Ergenekon Yolları, Millî Mecmua Matbaası, İstanbul, 1935, 120 s.

Süleyman Paşa, Tarih-i Âlem, İstanbul, 1293 (1876), 546 s.

Şapolyo, Enver Behnan, Ergenekon, Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Merkezi, Yeni Seri Çocuk Yayınları, İstanbul, 1954, 72 s.

Şemsettin Sami, Kâmusü’l-Alâm, 3. cilt, Mihrân Matbaası, İstanbul, 1308, s. 2089.

Taşağıl, Ahmet, Gök-Türkler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995, 200+23 s.

Tayanç, Muin Memduh, Ergenekon Türk Gençliğine, Kıral Matbaası, Kastamonu, 1941, 48 s.

Tekin, Talat, “Türk Kurultayı, Nevrûz ve Ergenekon”, Cumhuriyet gazetesi, 19.4.1993, s. 2.

Togan, Zeki Velidi, “Ebülgâzi Bahadır Han”, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, cilt: 4, İstanbul, 1988, s. 79-83.

Togan, Zeki Velidi, “Reşid-üd-Din Tabîb”, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, cilt: 9, İstanbul, 1988, s. 705-712.

Ural, Orhan, Üç Destan, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1972, 64 s.

Ünal, Tahsin, Türklüğün Sembolü Bozkurt, Millî Ülkü Yayınları, Konya, 1976, 85 s.

Yahya Kemal, “Kurdun Dişisi ve Yavruları”, Eğil Dağlar, İstiklâl Harbi Yazıları, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 91-93.

Yıldırım, Dursun, “[Ergene Kon]=[Erkin Kün] Mü?”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1997, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s. 61-149.

Ziya Gökalp, Şiirler ve Halk Masalları, haz.: Fevziye Abdullah Tansel, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 78-83.


* Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

[1] İbrahim Olgun, Cemşit Drahşan, Farsça-Türkçe Sözlük, Müessese-i İntişârât-ı Talâş, Tebrîz, 1363, s. 155.

[2] Şemsettin Sami, Kâmusü’l-Alâm, cilt: 3, Mihrân Matbaası, İstanbul, 1308, s. 2089.

[3] Şükrü Elçin, “Türk Dilinde “Destan” Kelimesi ve Mefhumu”, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2. baskı, Ankara, 1986, s. 155.

[4] Özkul Çobanoğlu, Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003, s. 13-15; Komisyon, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, cilt: 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 166-167.

[5] Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, cilt: 1, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1971, s. 1-11; M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, 3. baskı, 1986, s. 41-45; Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, Akçağ Yayınları, 2. baskı, Ankara, 2002, s. 177-181.

[6] Saim Sakaoğlu, “Anadolu Folklorunda Göktürk Efsanelerinin İzleri”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi İstanbul, 23-28 Eylül 1985 Tebliğler II. Türk Edebiyatı, cilt: 1, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkiyat Araştırma Merkezi Yayını, İstanbul, 1985, s. 256.

[7] Dursun Yıldırım, “[Ergene Kon]=[Erkin Kün] Mü?”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1997, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s. 61

[8] Zeki Velidi Togan, “Reşid-üd-Din Tabîb”, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, cilt: 9, İstanbul, 1988, s. 705-712.

[9] Zeki Velidi Togan, “Ebülgâzi Bahadır Han”, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, cilt: 4, İstanbul, 1988, s. 79-83.

[10] Yıldırım, a.g.e., s. 68.

[11] Köprülü, a.g.e.,s. 55-57.

[12] İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi Yayınevi, 12. baskı, İstanbul, 1995, s. 316-321.

[13] Ahmet Taşağıl, Gök-Türkler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995, s. 14.

[14] Abdülkadir İnan, “Türk Destanlarına Genel Bir Bakış”, Makaleler ve İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. baskı, Ankara, 1987, s. 230; Nihal Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi, Baysan Yayınları, İstanbul, 1992, s. 74; Ali Öztürk, Çağları İçinde Türk Destanları, Emel Matbaacılık, İstanbul, 1980, s. 229.

[15] Köprülü, a.g.e., s. 56-59; Kafesoğlu, a.g.e., s. 316-320; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, s. 59-71.

[16] Yıldırım, a.g.e., s. 84.

[17] A.e.,s. 86-88.

[18] Togan, “Reşid-üd-Din Tabîb”, s. 710.

[19] Öztürk, a.g.e., s. 227.

[20] İnan, a.g.e., s. 229, 231; İnan, “Türk Rivayetlerinde ‘Bozkurt’”, a.e., s. 71; Ögel, a.g.e., s. 63-66.

[21] Köprülü, a.g.e., s. 56.

[22] Yıldırım, a.g.e., s. 68, 70.

[23] Ögel, a.g.e., s. 561-568.

[24] Talat Tekin, “Türk Kurultayı, Nevrûz ve Ergenekon”, Cumhuriyet gazetesi, 19.4.1993, s. 2.

[25] Claude Levi-Strauss, Yaban Düşünce, çev. Tahsin Yücel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994, 61-167; Emile Durkheim, Dini Hayatın İlkel Biçimleri, çev. Fuat Aydın, Ataç Yayınları, İstanbul, 2005, s. 115-289; Jean-Paul Roux, “Altaylılarda Totemcilik”, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, çev. Aykut Kazancıgil, Lale Arslan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 391-402.

[26] Bu konuda bir fikir vermek amacıyla bu çalışmalardan bir kısmı verilmiştir: Abdülkadir İnan, “Türk Rivayetlerinde ‘Bozkurt’”, a.y., s. 69-75; Tahsin Ünal, Türklüğün Sembolü Bozkurt, Millî Ülkü Yayınları, Konya, 1976, 85 s.; Ögel, “Türklerin Kurttan Türeyişi ile İlgili Efsaneler”, a.g.e., s. 13-57; Yaşar Çoruhlu, “Bölüm V: Kurt”, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, Seyran Yayınevi, İstanbul, 1995, s. 93-111; Özkul Çobanoğlu, “Kılavuz Bozkurt Motifinin Tarihsel Bağlamlarda ve Günümüz Alevi-Bektaşi Tarikatlerindeki Yapısal ve İşlevsel Sürekliliği Üzerine Tespitler”, Kadri Eroğan: Hacı Bektaş Veli Armağanı, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1997, s. 165-173; Jean-Paul Roux, “Büyük Kök Efsaneler: Kurt”, Türklerin Moğolların Eski Dini, çev. Aykut Kazancıgil, İşaret Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 1998, s. 151-157; Roux, “A. Mavi Kurt Döngüsü”, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, s. 300-323.

[27] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, K Kitaplığı, İstanbul, 2003, s. 79-80;

[28] Ünal, a.g.e., 85 s.

[29] “Ergenekon”, Yeni Türk Ansiklopedisi, cilt: 3, Ötüken Yayınları, s. 824-826.

[30] Ögel, “1. Kutsal Mağaralar ve Ergenekon”, a.g.e., s. 21-22, ayrıca ejderha mağarası s. 398, geyikli mağara s. 24, 578, inekli mağara s. 120 ; Yıldırım, a.g.e., s. 76; Sencer Divitçioğlu, Kök Türkler, Ada Yayınları, İstanbul, 1987, s. 106.

[31] Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1936, s. 5; Abdülkadir İnan, “Türklerde Demircilik Sanatı (Tarihte ve Folklorda)”, Makaleler ve İncelemeler, cilt: 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s. 229-231; Ögel, “4. Türkler ve ‘Demircilik’”, a.g.e., s. 66-67; Taşağıl, a.g.e., s. 17.

[32] İnan, a.e., s. 231.

[33] Togan, “Ebülgâzi Bahadır Han”, s. 82.

[34] Süleyman Paşa, Tarih-i Âlem, İstanbul, 1293 (1876), s. 327-329.

[35] Bu konuda daha fazla bilgi için bakınız: Rıza Filizok, Ziya Gökalp’in Edebî Eserlerinde Halk Edebiyatı Tesiri Üzerine Bir Araştırma, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991, X+318 s.

[36] Ziya Gökalp, Şiirler ve Halk Masalları, haz.: Fevziye Abdullah Tansel, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 78-83.

[37] A.e.,s. 200-224.

[38] A.e.,s. 218.

[39] Ömer Seyfettin’in Şiirleri, haz. Fevziye Abdullah Tansel, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, s. 34-35.

[40] A.e.,s. 34.

[41] Halka Doğru, no: 51, 27 Mart 1330/9 Nisan 1914 (Ömer Seyfettin’in Şiirleri, s. 35’ten.).

[42] Ömer Seyfettin’in Şiirleri, s. 63-71.

[43] A.e.,s. 48-51.

[44] A.e.,s. 72.

[45] Ömer Seyfettin, “Türklerin Millî Bayramı, Yeni Gün: 9 Mart”, Tanin, sayı: 187, 5 Mart 1330 (18 Mart 1914) (Yazı şu kaynaktan alınmıştır: Ömer Seyfettin Bütün Eserleri 16, Türklük Üzerine Yazılar, haz. Muzaffer Uyguner, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s. 97-106).

[46] Ömer Seyfettin’in bu yazısının geniş değerlendirmesi için bakınız: Mustafa Argunşah, “Ömer Seyfettin’de Ergenekon Destanı”, Doğumunun 100. Yılında Ömer Seyfeddin, Marmara Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1984, s. 170-180.

[47] Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Gönül Hanım, haz.: Fethi Tevetoğlu, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1971, s. 53.

[48] Atatürk Devri Fikir Hayatı 2, haz.: Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Necat Birinci, Abdullah Uçman, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, s. 659.

[49] Atatürk Devri Fikir Hayatı 2, s. 701.

[50] Halide Edip Adıvar,Dağa Çıkan Kurd, Necm-i İstikbal Basımevi, İstanbul, 1926, 240 s.

[51] Yahya Kemal, “Kurdun Dişisi ve Yavruları”, Eğil Dağlar, İstiklâl Harbi Yazıları, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 91-93.

[52] A.e., s. 93.

[53] Halide Edip Adıvar,Dağa Çıkan Kurd, s. 142.

[54] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ergenekon, kitap: 1-2, Hamit Matbaası, İstanbul, 1929, 165+172 s.

[55] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 170.

[56] H. C. Armstrong, Bozkurt, Kemal Atatürk’ün Yaşamı, çev. Gül Çağalı Güven, Arba Yayınları, İstanbul, 1996, 278 s. (Ayrıca bakınız: Atatürk’ün Armstrong’a Cevabı, der. Sadi Borak, Kaynak Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 1997, 125 s.).

[57] Nihat Şevki, Ergenekon, 2 perde 1 tablo, Yeni Matbaa, İzmir, 1933, 48 s.

[58] A.e., s. 20.

[59] Enver Naci Gökşen, Behçet Kemal Çağlar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1970, s. 50.

[60] Behçet Kemal Çağlar, “Atatürk’ü Dinlerken”, Yücel, sayı: 34, Birinci Kânın (Aralık) 1934, s. 14-15 (Bu şiir şu kaynaklarda da yer almaktadır: Atatürk Şiirleri, haz. Behçet Necatigil, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, s. 44; Atatürk Şiirleri Antolojisi, haz. Mehmet Kaplan, Necat Birinci, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986, s. 76; Aydın Oy, Şiir Dünyamızda Atatürk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 32.).

[61] Mehmet Necati Öngay, Ergenekondan Doğan Güneş, Şiirler, Resimli Ay Basımevi, İstanbul, 1935, s. 4.

[62] Mehmet Sadık San’an, Ergenekon Yolları, Millî Mecmua Matbaası, İstanbul, 1935, s. 6.

[63] A.e., s. 8-9.

[64] Vasfi Mahir Kocatürk, “İstiklâl Savaşı Destanı’ndan XI”, Gençlik, sayı: 4, 1 Temmuz 1938 (Atatürk Şiirleri, s. 47; Atatürk Şiirleri Antolojisi, s. 79; Oy, a.g.e., s. 33.).

[65] Vasfi Mahir Kocatürk, Ergenekon, Ahmet Halit Kitabevi, 1941, 60 s.

[66] Oğuz Akkan, Ergenekon, Uygun Basımevi, Bursa, 1946, 16 s.

[67] A.e.,s. 4.

[68] Muzaffer Reşit, Atatürk Şiirleri Antolojisi, Varlık Yayınları, 6. baskı, 1958, s. 94 (Atatürk Şiirleri, s. 189;Oy, a.g.e., s. 33.).

[69] Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Mustafa Kemal”, Türk Dili, sayı: 13, Ekim 1952, s. 64 (Atatürk Şiirleri, s. 157; Atatürk Şiirleri Antolojisi, s. 243; Oy, a.g.e., s. 32.).

[70] Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Mustafa Kemal’in Kurdu”, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1973, s. 142-144.

[71] Oy, a.g.e., s. 33.

[72] Muin Memduh Tayanç, Ergenekon Türk Gençliğine, Kıral Matbaası, Kastamonu, 1941, 48 s.

[73] A.e., s. 47.

[74] Enver Behnan Şapolyo, Ergenekon, Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Merkezi, Yeni Seri Çocuk Yayınları, İstanbul, 1954, s. 9-14.

[75] Haydar Berköz, İkinci Ergenekon, Şehit ve Gazilerin, Kanlarıyla Yazdıkları Gerçek Ölüm Destanları 1919-1922, cilt: 1, Yeni Matbaa, İstanbul, 1965, 416 s.

[76] A.e., s. 6.

[77] Hilmi Dilibal, Terkedilen Ülke (Ergenekon), Renk Yayınevi, İstanbul, 1966, 32 s.

[78] Orhan Ural, “Ergenekon Destanı”, Üç Destan, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1972, s. 20.

[79] Hadi Besleyici, Ergenekon, Özyürek Yayınevi, İstanbul, 1974, 112 s.

[80] Ali Kemal Meram, Ergenekon (Büyük Göç), Ülkü Basım Yayım, İstanbul, 1981, 48 s.

[81] A.e., s. 21.

[82] A.e., s. 42.

[83] A.e., s. 47.

[84] Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi Tüzüğü, Öztürk Basımevi, İstanbul, tarihsiz, 48 s.

[85] A.e., s. 2.

[86] A.e., 6.

[87] Erol Kılıç, “Ergenekon”, Ergenekon, İstanbul Ülkü Ocakları Birliği yayını, 12.5.1970, s. 3.

[88] A.e., s. 3.

[89] Ünal, a.g.e., s. 54.

[90] Can Dündar, Celal Kazdağlı, Ergenekon, İmge Kitabevi, 4. baskı, Ankara, 1997, 147 s.

[91] Abdulhalûk M. Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevrûz, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 4. baskı, Ankara, 1991, 230+XIII s.

[92] A.e., s. 23.

[93] A.e., s. 72.

[94] A.e., s. 72-73.

[95] A.e., s. 116.



Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin