2008 kriZİ sonrasi tüRKİye ekonomiSİne genel bir bakiş


Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri



Yüklə 165,98 Kb.
səhifə3/3
tarix25.07.2018
ölçüsü165,98 Kb.
#57897
1   2   3

Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Borç Krizleri

Euro Bölgesi’ne dahil olan üye devletlerde ortak para birimi olan Euro’nun kullanılması ve bu ülkelerde para politikasının Avrupa Merkez Bankası (AMB) aracılığı ile tek bir elden yürütülüyor olması, söz konusu ülke ekonomilerinin birbirine sıkı bir şekilde bağlı olmasına ve bir Euro Bölgesi ülkesinde meydana gelen olumsuz gelişmelerin diğer Euro Bölgesi ülkelerine de kısa sürede yayılmasına yol açmaktadır. Bu hususun yanı sıra, AB üyesi ülkelerin finans ve reel sektörlerinin yüksek entegrasyon düzeyi de ülkelerin birbirinden etkilenme seviyesini ve hızını artırmaktadır. Nitekim 2010 yılının ikinci çeyreğinde Yunanistan’da patlak veren borç krizi, kısa sürede diğer Euro Bölgesi ülkelerini ve hatta ekonomik ve parasal birliğin geleceğini tehdit altına sokmuştur. Başta Almanya olmak üzere bazı üye ülkelerin Yunanistan’a yardım konusunda isteksiz olması, piyasalarda panik havasının yayılmasına neden olmuş ve sonuçta kamu maliyesi ve bankacılık kesimleri sorunlu olan İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya ve Belçika da borç krizine sürüklenme tehdidi ile karşı karşıya kalmışlardır.




  1. Yunanistan Krizi

Uzun süredir gündemde olan yapısal reformların bir türlü hayata geçirilememesi ve dış borçlanmayla sağlanan mali kaynakların doğru kullanılamaması gibi hususlar küresel krizin yarattığı olumsuz etkilerle birleşmiş ve Yunan ekonomisinin ciddi ölçekli bir krize sürüklenmesine yol açmıştır. İzlenen politikalar çerçevesinde, ekonomik büyümenin temel olarak dış borç kaynaklı olması orta ve uzun vadede Yunanistan’ın kamu borçlarında çok ciddi boyutta artışa yol açmıştır. 2000 yılında 150 milyar Euro seviyesinde olan Yunanistan’ın kamu borçları, geçtiğimiz on yıl içerisinde % 100 oranında artış göstererek, 2009 sonu itibarıyla 300 milyar Euro seviyesine yükselmiştir. Kamu borçlarındaki ciddi oranlı artışa rağmen, kamu gelirlerinde aynı oranda artış sağlanamamıştır. 2001 yılında GSYH’nin % 21,8’i seviyesinde olan vergi gelirleri 2009 yılında GSYH’nin % 19’una düşmüş olup, bu oran AB ülkeleri içindeki en düşük orana tekabül etmektedir. Tüm bu sorunlara ilave olarak, uluslararası finansal kriz Yunanistan’ın gelirlerinde önemli oranda düşüşe sebep olmuştur. Ülkenin döviz kaynakları için hayati önem taşıyan ve toplam milli gelirde önemli payı bulunan turizm gelirlerinde 2009 yılında % 15’in üzerinde azalma gözlemlenmiştir. Diğer taraftan dünyadaki yük gemilerinin % 20’sine sahip olan ve deniz yolu taşımacılığında ilk sırayı alan Yunanistan, yine kriz sebebiyle dünya mal ticaretindeki daralmadan en fazla etkilenen ülkelerden birisi olmuş ve 2009 yılında taşımacılık gelirlerinde % 30 civarında bir düşüş gerçekleşmiştir. Yunan hükümeti, 2009 yılında % 12,7 olarak açıkladığı bütçe açığını 2012 yılında % 2,8'e indirmek için 14 Ocak 2010 tarihinde bir istikrar programı açıklamıştır.

Ancak, daha sonra Yunanistan'ın 2009 yılındaki bütçe açığının GSYH’nin % 15,4’ü düzeyinde olduğu ortaya çıkmış, bu durum Yunanistan’a olan güvensizliği daha da artırmıştır. Bütçe açığına ilişkin söz konusu rakam, Euro Bölgesi ülkelerinin Maastricht Kriterleri çerçevesinde uyması gereken % 3 sınırının beş katına tekabül etmektedir. Krizin, Euro Bölgesi’nde yer alan ve ekonomilerinde bazı yapısal sorunlar barındıran ülkeleri etkilemesinden korkulması ve krizin derinleşeceğine yönelik kaygılar, bazı ülkelerde tahvil fiyatlarının düşmesine, faiz oranlarının ve dolayısıyla borçlanma maliyetlerinin yükselmesine ve neticede kamu borcunun GSYH içindeki payının artmasına ve borç sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine yol açmıştır. Nitekim Yunanistan’da sonra İrlanda ve Portekiz de yardım talebi ile AB’ye başvurmak zorunda kalmışlardır


  1. İrlanda Krizi

İrlanda’yı krize sürükleyen nedenlerin başında, krizin ortaya çıkmasının ardından emlak piyasasında yaşanan hızlı değer kayıpları ile kamu sektöründe yoğun bir biçimde alınan tasarruf tedbirlerinin piyasalarda doğurduğu panik havası ve durmadan artan işten çıkarmalar gelmektedir.

1990’lı yıllardan küresel krizin ortaya çıktığı 2008 yılına kadar sürekli bir refah artışı yaşanan İrlanda’da ekonomik tablonun hep bu şekilde devam edeceğine olan inanç, emlak fiyatlarında astronomik artışları tetikleyerek spekülatif bir emlak piyasasının oluşmasına yol açmıştır. Nüfusu 4,5 milyon olan İrlanda’da hiç kimsenin yaşamadığı 300 bin konutun inşa edilmiş olması nedeniyle oluşan emlak sektörü balonu, krizin en önemli sebeplerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Büyümesinin büyük bölümünü konut ve finans sektöründeki patlamaya borçlu olan İrlanda’da, 2008 yılındaki küresel finansal krizden sonra konut fiyatlarının % 50-60 oranında değer kaybetmesi, konut kredilerinin büyük bölümünü yapılandıran bankaların ciddi oranda zarar etmesine yol açmıştır. Hükümetin bankaları kurtarmak için 45 milyar Euro tutarında kaynak aktarması bütçe açığının hızla büyümesine neden olmuştur. İrlanda`da 2009 yılında GSYH’nin % 14,3’ü düzeyinde olan bütçe açığı, 2010 yılında GSYH`nin % 32,4’üne ulaşmıştır. Vergi gelirlerinin de hızlı biçimde gerilediği ülkede ikinci bir resesyon riski olduğu düşünülmektedir.

İrlanda’da yaşanan krizin nedenlerine bakıldığında, İrlanda ile ABD’deki yaşanan krizin benzer noktalar içerdiği görülmektedir. Her iki ülkede de, hem alıcılar hem de satıcılar, irrasyonel bir biçimde yükselmiş olan emlak fiyatlarının artmaya devam edeceğine inanmışlardır. Her iki ülkede de aşırı şekilde ucuz kaynak girişi yaşanmıştır. ABD’ye giren ucuz maliyetli paranın kaynağı Çin olurken, İrlanda’da ise bu kaynak başta Almanya olmak üzere Euro Alanı’nın diğer ülkelerinden sağlanmıştır. İki ülke arasındaki en önemli benzerlik ise düzenleyici ve denetleyici çerçevenin risk algılama ve önleme konusundaki yetersizliği olmuştur. İki ülkede de bankaların riskten kaçınmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınmaması ve denetim ve gözetim mekanizmalarının etkili bir şekilde işlememesi nedeniyle kriz ortaya çıkmıştır.



  1. Portekiz Krizi

Portekiz’de kamu maliyesine ilişkin problemler, Yunanistan ve İrlanda’daki kadar ciddi boyutlarda olmamakla birlikte, uzun süredir devam etmektedir. Öyle ki Portekiz, 2001 yılında İstikrar ve Büyüme Paktı (İBP) kurallarını ihlal eden ilk Euro Bölgesi ülkesi olmuştur. Portekiz ekonomisinde uzun zamandır yaşanmakta olan durgunluk, kamu maliyesinin iyileştirilmesini daha da zor hale getirmiştir. Bütçe açıklarının azaltılması amacıyla hazırlanan istikrar programının mecliste yapılan oylamada reddedilmesinin ardından Portekiz Başbakanı Jose Socrates istifa etmiştir. 2013 yılına kadar bütçe açığının GSYH’nin % 2'sine düşürülmesini öngören söz konusu program emekli maaşlarının dondurulması, 1500 Euro’dan fazla olan kamu kesimi maaşlarında % 5 ila % 10 arasında kesinti yapılması, sağlık, eğitim harcamalarının ve yerel yönetimlerin bütçelerinin kısıtlanması gibi tedbirler içermektedir. Başbakanın istifası ile siyasi istikrarın bozulması ve daha da kötüleşen ekonomik durum nedeniyle kredi derecelendirme kuruluşları da Portekiz’in kredi notunu düşürmüşlerdir. Bu gelişmeler neticesinde Portekiz için finansal bir kriz riskinin daha da belirginleşmesi üzerine AB, uluslararası yardım almayı reddeden Portekiz’e baskı yapmaya başlamıştır. Durgun bir ekonomi ve büyük bir borç stokuna sahip olan ülkede dış yardım olmadan mevcut durumun sürdürülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, Portekiz sonunda AB’ye yardım talebi ile başvurmak zorunda kalmıştır.



  1. Borç Krizinin Sonuçları

2008 yılı sonunda ABD’de patlak veren finansal kriz kısa sürede bütün dünyayı etkisi altına alarak küresel çapta bir krize dönüşmüştür. AB, ekonomik yönetimindeki eksiklikler ve bazı üye ülkelerin nispeten düşük rekabet gücü gibi sebeplerle krizden çok ciddi biçimde etkilenmiştir. AB üyesi ülkelerde kamu açıkları ve borç stokları ciddi boyutlarda artmış ve birçok ülkede kamu maliyesinin sürdürülebilirliği tehlikeye girmiştir. Kamu maliyesinde yaşanan bozulmanın yanı sıra AB’de toparlanma sürecinin oldukça yavaş gerçekleşmesi, borç krizinin yayılarak Euro Alanı’nın istikrarını ve geleceğini tehdit eder hale gelmesine yol açmıştır.

Başlangıçta kamu maliyeleri sorunlu olan zayıf ülkelere mali yardım yapmak konusunda isteksiz davranılsa da, krizin derinleşmesinin ve yayılma riskinin arttığının anlaşılmasının ardından AB düzeyinde başlatılan girişimler vasıtasıyla borç krizi içindeki Yunanistan, İrlanda ve Portekiz için gecikmeli de olsa ardı ardına kurtarma paketleri açıklanmıştır.

Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler, Euro sisteminin eksikliklerini gözler önüne sermiş ve AB’yi Euro Alanı’nın istikrarını ve varlığını sürdürebilmesi için mevcut politikalar, mekanizmalar ve ekonomik yönetişim sisteminin güçlendirilmesine yönelik yeni arayışlara sevk etmiştir. Euro Alanı’nın en büyük ekonomisi konumundaki Almanya, Fransa’nın da desteğini alarak bu süreçte öncü ve önemli bir rol üstlenmiştir.

Bu kapsamda, 29 Eylül 2010 tarihinde AB’de bütçesel ve makroekonomik gözetim ve denetimi güçlendirmeyi amaçlayan kapsamlı bir ekonomik yönetişim paketi kabul edilmiştir. Ayrıca, bundan sonraki dönemde Euro Bölgesi ülkelerinde yaşanan borç krizlerinin Birliğin ekonomik istikrarını tehlikeye sokmasının engellenmesi amacıyla 2013 yılında işlemeye başlayacak olan Avrupa İstikrar Mekanizmasının kurulması kararlaştırılmıştır.

AB düzeyinde ekonomik yönetişimin iyileştirilmesi ve üye ülkelerin karşılaşabileceği krizlerde devreye girebilecek fon mekanizmalarının oluşturulmasına yönelik çabaların yanı sıra, yaşanan krizlerde rekabet gücünün de önemli bir faktör olduğu fikrinden hareketle, 4 Şubat 2011 tarihinde Almanya ve Fransa tarafından Euro Alanı ülkelerini kapsayacak bir Rekabet Paktı oluşturulması fikri ortaya atılmıştır. Söz konusu Pakt ile üye devletlerde rekabet gücünün artırılması ve AB düzeyinde ekonomik yakınsamanın geliştirilmesi için birçok ekonomik ve sosyal reformun gerçekleştirilmesi ve maliye politikalarının temel unsurlarının da AB düzeyinde belirlenmesi önerilmiştir.


Tablo1 : Euro Bölgesi Çevre Ülkeleri için Seçilmiş Temel Göstergelere ilişkin Tahminler3

  1. Avrupa Borç Krizi ve Türkiye’ye Yansımaları

Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye arasındaki ekonomik bütünleşme oldukça ileri bir seviyededir. AB ve Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi 2011 yılında 110 milyar Euro’ya ulaşmıştır. AB Türkiye’nin bir numaralı ticaret ortağı ve önde gelen ihracat pazarıdır. 2008 – 2011 döneminde Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların dörtte üçü AB kaynaklı olmuştur. Türkiye, sunduğu yatırım olanakları ile pek çok AB şirketinin üretim ve lojistik zincirlerinde giderek daha fazla yer almaktadır. Türkiye’nin düşük iç tasarruf seviyesi ve ekonomik faaliyetlerin dış finansmana bağımlılığı, ekonominin AB krizi gibi dışsal şoklara kırılganlığını artırmaktadır.


Türkiye AB üyeliği sürecinde katılım müzakereleri yürüten bir aday ülke konumundadır. Tüm bu etmenler, Türkiye’nin AB’de yaşanan krizden kendini soyutlamasının mümkün olmadığını göstermektedir. Aksine, Türkiye krizden en fazla etkilenen ve ileride de etkilenecek ülkelerden birisi olarak ortaya çıkmaktadır. AB’nin Türkiye’nin ihracatındaki ağırlığı nedeni ile ülkenin ihracat performansı AB üyelerindeki talep koşulları ile doğrudan ilgilidir. AB üyelerinde yaşanan ekonomik yavaşlama ve durgunluk Türk ihracatçıları ve üreticilerini pazar daralması şeklinde olumsuz yönde etkilemektedir.

Sonuç olarak, AB krizi Türkiye’nin ihracat performansını ciddi ölçüde ve olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye’nin ülkenin iç-dış talep koşullarını dengeleme ve dış ticaret açığını küçültme yönündeki çabaları 2012 yılında yavaş yavaş başlamıştır. Ancak üçüncü ülkelere yapılan ihracatın artmasına rağmen, AB’ye yapılan ihracatın durağan kalması ve zaman zaman azalıyor olması Türkiye’nin dış ticaret dengesizliğindeki düzeltmenin arzu edilen hızda olmasını engellemektedir.

AB’de kredi sisteminin işleyişinde yaşanan sorunların Türkiye’de de hissedilmesine yol açmaktadır. Krizin etkisi ile bankaların ve banka-dışı reel sektörün özellikle uzun vadeli ve uygun koşullu yurtdışı finansmana erişimde zorluk yaşadıkları bilinmektedir. Proje finansmanına erişimde yaşanan güçlükler pek çok özelleştirme ihalesinin (elektrik, doğal gaz dağıtım) 2010-2011 döneminde başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmıştır.

AB bankalarının sermaye yeterliliğini güçlendirme yönündeki çabaları bankaların Türkiye’ye sağladıkları kredileri ve dolayısı ile Türk bankalarının kredi sağlama kapasitelerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu bağlamda, özellikle KOBİ’lerin finansmana erişimde daha dezavantajlı oldukları görülmektedir. Bu kesimin toplam banka kredilerinden aldığı pay 2007’de % 26,7 seviyesinden 2009 yılında % 21,4’e düşmüş, halen kriz öncesi seviyesine ulaşamamıştır.




  1. KRİZ SONRASI DÖNEMİN YENİLİĞİ: MAKRO İHTİYATLI DÜZENLEMELER

Finansal kriz öncesi birçok merkez bankasının temel hedefi fiyat istikrarını sürdürmekti. Ancak gelişmiş ülkelerde düşük enflasyon, olumlu makroekonomik ortam  finansal istikrarı sağlamada yetersiz kaldı.  Bunun yanı sıra, denetim, gözetim mekanizmasındaki yetersizlikler yaşanan krizi şiddetlendirdi.

Makro ihtiyatlı düzenlemeler (macro-prudential regulation) krizden sonra ortaya çıkan önemli yeniliklerin başında geliyor: Eleştiriler,  kriz öncesinde düzenleyici  kuruluşların bireysel olarak kurumların denetimine çok fazla odaklandıkları (micro-prudential regulation) ancak sistemin geneline yeteri kadar dikkat etmediklerine yoğunlaşıyor.

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet, her ne kadar krizin çıkmasına yol açan risklerin bir çoğunun merkez bankaları ve uluslararası resmi finansal kuruluşlar tarafından tanımlanmış olsa da bu risklerin birbirleri ile birleşerek ve birbirlerini güçlendirerek sert sistemik krize yol açmalarına yeterince dikkat edilmediğini  belirtiyor.

Makro ihtiyatlı analiz tüm finansal sektördeki sistemik riskin izlenmesini ve değerlendirilmesini içeriyor.  Finansal sistemin istikrarına odaklanarak kredi ve aktif fiyatlarındaki balonun önlenmesi veya hafifletilmesi amacını taşıyor. Sistemik riske odaklanılmasının sebebi ise,  her ne kadar büyük finansal kuruluşlar tek tek sıkı regülasyona tabii olsa da denetim dışı kalan hedge fonlar ve bilanço dışı finansal kuruluşların operasyonları risk oluşturuyor. Tüm bu kuruluşlar arası bağımlılık oranının yüksek olması nedeniyle bu kuruluşların toplu davranışlarının da sistemik riski artırdığı değerlendiriliyor.

Makro ihtiyatlı düzenlemeler finansal sisteme yönelik potansiyel riskleri ve tehditleri  (sistemdeki borçluluk oranının artması, aktif fiyatlarının seyri, finansal yeni ürünlerin takibi gibi) izleyip erken teşhis ederek finansal istikrarı sağlamayı hedefliyor. Bu bağlamda sistemdeki tüm unsurlar göz önüne alınarak birbirleri ve ekonominin geneli ile nasıl bir etkileşim içinde olduğu değerlendiriliyor.  Merkez bankalarına da finansal istikrara yönelik riskleri teşhis için daha fazla sorumluluk verilmesi  değerlendiriliyor.

AB'de bu riskleri kontrol altına almak için Avrupa Sistemik Risk Kurulu (ESRB) oluşturuldu. 2011 başında faaliyete geçmesi beklenen kurul makro ihtiyatlı politikaların gözetiminden sorumlu olacak. Bu bağlamda görevleri: sistemik riskleri tanımlamak ve önceliklendirmek, önemli sistemik riskler çıktığında erken uyarılar yayınlamak, gerektiği takdirde belirlenmiş risklere karşı alınması gereken aksiyonları tavsiye etmek. Bu tavsiyeler kanuni olarak bağlayıcı olmayacak ancak bu tavsiyelerin muhataplarının belirlenen risklere pasif kalmaması bekleniyor. Risk kurulu diğer kuruluşların fonksiyonlarını üstlenmeyecek ancak bunlara tamamlayıcı özellikte faaliyet gösterecek ve finansal denetim ve düzenleme alanındaki kuruluşlarla etkileşim halinde olacak. Organizasyon açısından ise; Genel Kurul ESRB'nin karar verici birimini oluşturuyor; 33 kişiden oluşan kurulun 27 üyesini merkez bankası başkanları oluşturuyor.

Bu yaklaşıma getirilen eleştiriler de mevcut: Sistemde fazla regülasyon riski:  Halen kurumlara yönelik regülasyonlar mevcut iken, sisteme yönelik ek düzenlemelerin regülasyon fazlalığına yol açabileceği değerlendiriliyor.  Bir diğer görüş  ise kurulun sistemik riskleri görmekte yetersiz kalabileceği yönünde.

AB'de, düzenleyici ve denetleyici politikaların sistemik riske karşı savunmada çok önemli olduğu öngörülüyor. Bu görevi de ayrı bir kurula vermiş durumda. Yeni  kurulan kurul da bu önemin bir göstergesi niteliğini taşıyor.

Kriz sonrası dönemde fiyat istikrarı ve finansal istikrar birlikte hedefleniyor. Finansal istikrarı tesis edebilmek için zorunlu karşılık oranları ve diğer makro ihtiyatlı düzenlemeler değerlendirilecek.  Finansal istikrarın ölçümünde bakılan gösterge ise kredi büyümesi ve varlık fiyatlarındaki artışlar. TCMB, kredi büyümesi  gelişmelerini  de (ilk sekiz ayda %18) göz önüne alarak zorunlu karşılık oranlarını arttırdı ve önümüzdeki dönemde kredi büyümesinin istenilen düzeyin üzerine çıkması halinde zorunlu karşılık oranlarını daha etkin olarak kullanacağını belirtti.

TCMB, son dönemde aldığı önlemleri yeni konjonktüre karşı bir hazırlık olarak değerlendiriyor. Bu konjonktür yükselen piyasa ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucu bu ekonomilerde aşırı ısınma ve varlık fiyatları balonlarının oluşması riskinin belirmesi ve cari açığın yükselerek finansal istikrarı tehdit edecek düzeye ulaşması ihtimalini içeriyor.

Nobel ödüllü Paul Krugman bir keresinde Merkez Bankası Başkanlarını  parti (piyasa) hareketlendikçe hiç bir şey yapması gerekmeyen ancak parti sonunda herkesi evine güvenli bir biçimde döndürmesi beklenen sürücülere benzetmiş idi.  Ancak krizle birlikle bu kavramın değiştiği görülüyor.



  1. SONUÇ VE ÖNERİLER

2008 krizinin diğer krizlerden farkı tam anlamıyla bir küresel kriz olması ve dünyadaki tüm ülkeleri etkilemiş olmasıdır. Büyük buhran denilen 1929 kriziyle karşılaştırdığımız zaman o dönemde dünya bu kadar entegre olmadığından ve piyasa ekonomisini uygulamayan ülkeler olduğundan, 1929 krizi için küresel ifadesini kullanamayız. 2008 krizini bundan önceki krizlerden ayırıp onu küresel konumuna getiren şey sermaye hareketlerinin serbest bırakılmış olmasıdır. Dünya tarihi açısından bir dönüm noktası olan bu krizle birlikte birçok ezber bozuldu. (1929 sonrası Keynes’in fikirleriyle ezberleri bozduğu gibi)Bunu uygulanan politika değişikliklerinden görebiliyoruz.

Türkiye açısından krize bakacak olursak her ne kadar krize biraz hazırlıksız yakalanmış olsa da 2001 krizi sonrası yapmış olduğu reformlar sonucu sağlam bir ekonomiyle Türkiye krizle mücadele etmiştir. Geçmiş krizlerden farklı olarak herhangi bir finansal sektör krizi yaşanmadan genelde reel kesim üzerinde etkili olmuştur. Uyguladığı politikalarla krizin etkisini azaltan Türkiye tamamen krizin etkisinden kurtulamamıştır. Özellikle Avrupa bölgesindeki bazı ülkelerin borç kriziyle karşı karşıya kalması belirsizlikleri arttırmıştır. Bu çerçevede 2012 sonrası Türkiye’nin ileriye dönük olarak ekonomideki kırılganlıkları azaltacak politikalar ve yapısal reformlar uygulaması gerekmektedir. Özellikle cari açık ve büyüme arasındaki korelasyona dikkat etmeli ve bu bağlamda uzun dönemli, arz yönlü yeni bir büyüme politikası çerçevesi çizilmelidir. Üretkenliği arttırmak, ARGE çalışmalarına kaynak ayırmak, inovasyonu teşvik etmek, beşeri sermayeyi güçlendirme , fiziki alt yapıya yatırım yapmak ve piyasa ekonomisinin etkinliğini arttıracak reformlar yapması gerekmektedir.Can alıcı nokta ise devletin vergi alırken ve gelir dağılımında adaleti sağlamasıdır.Ekonomik kalkınma ve refah artışı olmadan krizden tamamen çıkmamız mümkün değildir.



Sonuç olarak bütün bu krizlerden sonra, finansal sisteme yönelik potansiyel riskleri ve tehditleri izleyip erken teşhis ederek finansal istikrarı sağlamayı hedeflenen Makro ihtiyatlı adlı yeni politika ve finansal kuruluşlar ortaya çıkıyor.


  1. KAYNAKÇA


Afşar A.(2011),Global Kriz Ve Türkiye Konut Piyasasına Etkileri,1. Baskı:Eskişehir, Eskişehir Meslek Yüksekokulu yayınları;no.13

Alantar, D. (2008), Küresel Finansal Kriz: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme, Maliye ve Finans Yazıları Sayı:81

Aralık 2011 Yayın No: TÜSİAD-T/2011-12/525 

Başçı, E.(2012), TCMB Para Politikaları, İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı:17,ss 4-6

Dailymarkets:http://www.dailymarkets.info/ekonomik-kriz-teorik-analiz(Erişim Tarihi:05/12/2012)

Danacı M. C. ,Uluyol O. , En Son Yaşanan Küresel Krizin Türkiye Ekonomisine Etkilerinin İşletmeler Bazında Değerlendirilmesi ve Bir Örnek Olay, İnönü Üniversitesi, İİBF

Delice G. Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Analiz, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 20, Ocak-Haziran 2003, ss. 57-81.

Deloitte Türkiye. Member of Deloitte Touche Tohmatsu Limited 2012

Eğilmez, M.(2011), Küresel Finans Krizi: Piyasa Sisteminin Eleştirisi,8. Baskı İstanbul: Remzi Kitabevi

Eser, K. A.(2012), Finansal Serbestleşme Sürecinde Artan Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri: Türkiye Ekonomisine Etkileri, Riskler ve Politika Araçları, Mesleki Yeterlilik Tezi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara

International Monetary Funds (IMF): Erişim: www.imf.org

iRRasyonel:http://globalekonomikmonitor.blogspot.com/2008/11/finansal-krizin-balamasyla-birlikte-bir.html (Erişim Tarihi:17/12/2012)

Kara A. H.(2012), Küresel Kriz Sonrası Para Politikası, TCMB Çalışma Tebliği No:12/17, Haziran 2012

Korkmaz E. ,Tay A. , Küresel Kriz Türkiye’ye Etkileri ve Çözüm Önerileri, http://www.esfenderkorkmaz.com/arastirma-yazilari/kuresel-kriz-turkiye-ye-etkileri-ve-cozum-onerileri.html (Erişim Tarihi: 04/12/2012)

Marmarakpss : http://www.marmarakpss.com/sayfa/36/finansal-krizler---3 (Erişim Tarihi: 12/12/2012)

Özatay, F. (2011), Finansal Krizler ve Türkiye, Genişletilmiş 3. Baskı Ankara: Doğan kitap

Özatay, F.(2011),Parasal İktisat Kuram ve Politika, 2. Baskı Ankara: Efil Yayınevi

Rodrik, D.(2011), Akıllı Küreselleşme, 1. Baskı,Çeviri Efil Yayınevi

Sönmez, M.(2009), 100 Soruda Küresel Kriz ve Türkiye,1. Baskı İstanbul: Alan yayınları

SubaşatT. ;Yetkiner H.(2010),Küresel Kriz Çerçevesinde Türkiye’nin Cari Açık Sorunsalı,1.Baskı:Ankara,Efil Yayınevi

Susam N.,Bakkal U. ,(Temmuz-Aralık 2008),Kriz Süreci Makro ve 2009 Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek?,Maliye Dergisi

Tuluy H. ,Mustafaoğlu Z.(2012), Küresel Kriz ve Krize Karşı Uygulanan Politikalar: Türkiye ve Latin Amerika Karşılaştırması, İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı:17,ss 16-26

Wikipedia, www.wikipedia.org, erişim: World map showing real GDP growth rates for 2009. (Countries in brown were in recession.)

Yıldırım, S.(2010), 2008 Yılı Küresel Ekonomi Krizinin Dünya ve Türkiye Ekonomisine Etkileri, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 12 (18): 47-55

ZOROĞLU B.(2011), Avrupa Borç Krizi, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü;

1Wikipedia, www.wikipedia.org, erişim: World map showing real GDP growth rates for 2009. (Countries in brown were in recession.)

2Barış ZOROĞLU(2011), Avrupa Borç Krizi, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü;


3Barış ZOROĞLU(2011), Avrupa Borç Krizi, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü;


ANTALYA 20142008 KRİZİ SONRASI TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ

www.moutari.weebly.com;M. Moutari Abdou


Yüklə 165,98 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin