2019 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’na ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə17/33
tarix27.12.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#87132
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   33

EĞİTİM HAKKI


Eğitim insanlık tarihiyle yaşıt olmakla birlikte eğitimin modern anlamda kurumsallaşmasının 18 inci yüzyılın sonlarına rastladığı kabul edilmektedir. Eğitim iktidarlar açısından yurttaşların çocukluktan itibaren terbiye edildiği, şekillendirildiği, benzeştirildiği ve itaat ettirildikleri; Althusser’in ifadesi ile ideolojik aygıtlarından biri olarak görülmüştür. Eğitim kurumlarında bireyler kontrol edilmek, gözlenmek, baskı altında tutulmak, disipline edilmek ve siyasal iktidarla uyumlulaştırmak istenmiştir. Günümüzde en gelişmiş ülkelerde bile siyasal iktidarların örtük ya da açık bir şekilde bu yönlü eğitim politikaları geliştirdiği söylenebilir.

Eğitimin temel ve vazgeçilmez bir hak, kamusal bir hizmet olduğu, bilimsel, laik, demokratik ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde hiçbir hak kaybına ve ayrımcılığa izin verilmeden devletlerin sorumluluğunda olduğu ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde yerini almıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948), Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına dair Sözleşme (1989), BM Avrupa Sosyal Şartı (1961; 1996) ve BM Engelli Haklarına İlişkin Sözleşme (2006) ile tüm çocukların eğitim haklarının cinsiyet, dil, din ve ırk ayrımı yapılmaksızın güvence altına alınması gerekliliği ortaya konulmuştur.

Türkiye’de de Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim iktidarlar tarafından ideolojik bir aygıt olarak ele alınmıştır. Resmi ideolojiye paralele olarak eğitim tekçi, cinsiyetçi, merkezi, militarist, milliyetçi ve şoven içerikle donatılmıştır. Öğrenciler kimliklerine göre sürekli olarak ayrıştırılmış, derin eşitsizlikler yaratmıştır. AKP iktidarları döneminde ise bu eşitsizlikler çok daha vahim bir noktaya taşınmıştır. AKP hükümetinin eğitime yönelik müdahaleleri 12 Eylül askeri darbe rejimi Anayasasının meşru saydığı sınırları dahi aşmış, öte yandan Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası insan ve çocuk hakları antlaşmalarının öngördüğü bütün hedef ve standartları yok sayar bir merhaleye ulaşmıştır.

2019 Bütçesinde Eğitim Kötüye Gitmeye Devam Ediyor


2019 yılı MEB bütçesi, “Eğitimde 2023 Vizyonu123 ” olarak ifade edilen hedeflerin aslında bir tür eylemsizlik/politikasızlık olduğunun kanıtıdır. Milli Eğitim Bakanlığının 2019 yılı için öngörülen bütçesi, Merkezi Toplam Bütçesinin % 11,84’üdür. Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi 2017 bütçesine göre % 1,34 ve 2018’ e göre ise % 0,29 oranında azalmıştır. 2018 yılında eğitim yatırımlarına ayrılan pay % 8,36 iken, 2019 yılında bu oran % 4,88’e gerilemiştir.

MEB bütçesinin rakamsal büyüklüğü büyük bir yanıltmacadır. AKP sözcülerinin sıklıkla dile getirdiği eğitime çok önem verildiği argümanı gerçeği yansıtmamaktadır, zira MEB bütçesinin rakamsal büyüklüğünün temel nedeni, büyük ölçüde personel harcamaları ve zorunlu cari ödemelerden kaynaklanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı 2019 yılı bütçesinin % 83,4’ünün, zorunlu personel harcamaları olan Personel Giderleri ve Sosyal Güvenlik Kurumuna Devlet Primi Giderleri için kullanılması öngörülmektedir.

AKP iktidarı tarafından 2002 yılından bugüne dek MEB bütçesinde büyük artışlar yapılmış olduğu hemen hemen her fırsatta dillendirilmektedir. Oysa AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında MEB bütçesinin milli gelire oranı % 2,13 iken, 2019 yılı için öngörülen bütçe rakamlarıyla bugün bu oran % 2,56’ya yükselmiştir. Diğer bir ifade ile MEB bütçesinin milli gelire oranı, 16 yıl içinde sadece ve sadece % 0,43 oranında artmıştır.

OECD ülkelerinde milli gelirin ortalama yüzde 6’sı eğitime ayrılmaktadır. Bu haliyle Türkiye, 2019 yılında da eğitime ayırdığı bütçe açısından OECD ülkelerinin gerisinde kalmaya ve eğitime en az pay ayıran ülkeler arasında yer almaya devam etmektedir.

AKP 2002 yılı seçimleri sonrası iktidara geldiğinde MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay % 17,18 iken, 2018 yılı itibariyle bu oran % 8,36’ya gerilemiştir. Bugün gelinen noktada ise, 2019 yılı MEB bütçesinden bu kalem için ayrılan pay önceki yıla göre yüzde 58,37 azalarak 4,88’e kadar düşmüştür. OECD ülkeleri arasında eğitim kademelerine göre öğrenci başına yapılan yıllık eğitim harcamasında Türkiye en son sıralarda gelmektedir.

Bakanın İsmi Hariç, Eğitim Cephesinde Değişen Bir Şey Yok!


Türkiye’nin eğitim sisteminin köklü sorunları var ve bunlar 16 yıl içinde daha da derinleşmiştir. 2002 yılından bugüne siyasi iktidarın elinde adeta yap-boz tahtasına dönüşen eğitim sistemi, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav esaslı eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiştir. Okul öncesi eğitimden tutalım da, üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, en temel işlevlerini yerine getiremez hale getirilmiştir.

Eğitim Ticarileştirilmeye Devam Ediyor


Kamusal eğitimi tasfiye uygulamaları hız kesmeden devam ederken, özel okullara kamu kaynaklarıyla teşvik miktarı 1 milyar 300 milyon lirayı bulmuştur. OECD’nin Eğitime Bir Bakış 2017 Raporu’na124 göre, ilkokuldan üniversiteye kadar öğrenci başına gerçekleştirilen yıllık eğitim harcamaları Türkiye’de kişi başına düşen milli gelirin yüzde 18’ine, OECD ülkeleri ortalamasında ise yüzde 27’sine denk gelmektedir. OECD ülkeleri ortalamasında ilkokuldan üniversiteye kadar geçen eğitim süresinde öğrenci başına yapılan yıllık harcama 10.759 dolardır. Türkiye, 4.259 dolarlık eğitim harcamasıyla Meksika (3.703 dolar) ile birlikte öğrenci başına yapılan yıllık eğitim harcamasının en düşük olduğu iki ülkeden biridir.

MEB’in açıkladığı, 2017-2018 örgün eğitim istatistiklerine göre geçen yıl yüzde 7,6 olan özel öğretimin payı bu yıl binde 7’lik artış ile yüzde 8,3 olmuştur. İstatistikler, devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında belirgin olarak azaldığını göstermektedir. Buna karşın özel okullarda okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise sayıları ile bu okullara yönlendirilen öğrenci sayılarının dikkat çekecek şekilde arttığını göstermektedir.

MEB 2017-2018 örgün eğitim istatistiklerine göre; okul öncesi eğitimde özel öğretimin payı yüzde 15,8; ilkokulda özel öğretimin payı yüzde 4,6; ortaokulda özel öğretimin payı yüzde 6,0; lisede ise özel öğretimin payı yüzde 13,0’ye ulaşmıştır. Özel eğitim payı açısından OECD ortalaması yüzde 9, AB ortalaması yüzde 7 iken, Türkiye’de bu oranın yüzde 20’dir!

Anadilinde Eğitim Hakkı Yok Sayılmaya Devam Ediyor


Anadilinde eğitim, eğitim biliminin en temel ilkelerinden birisidir. Türkiye, birden çok anadilin, kültürün ve kimliğin her türlü engele karşın konuşulduğu, işitildiği, yaşamayı devam ettirdiği bir halklar bahçesiyken, iktidarın tekçi dayatmaları ülkenin bu tarihsel ve kültürel zenginliğinin gelişmesini engellemektedir.

Türkiye’de Talim ve Terbiye Kurulu’nun belirlediği esaslara uygun olacak şekilde ilkokul ve ortaokullarda, haftada iki ders saati “Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersi seçilebilmektedir. Ancak gerçekte MEB bu branşlara sembolik olarak nitelendirilecek sayıda öğretmen ataması gerçekleştirmektedir. 2017 Şubat atamalarında ise Kürtçe dili için sadece ve sadece 2 Kurmançi ve 1 de Zazaki branşında olmak üzere toplam 3 öğretmen kadrosu açılmıştır.

2018 yılında merkezi yönetim bütçe kanunu için verdiğimiz şerhte belirtiğimiz Kürtçe eğitim yapılan Cizre’de Berivan, Amed’de Ferzad Kemanger ve Ali Erel, Yüksekova’da Dayika Uveyş okulları, kayyum atanan belediyelerde Kürtçe hizmet veren kreşler kapatılmıştır. Ayrıca Kürtçe oyunlar sahneleyen şehir tiyatroları, Kürtçe üzerine çalışma yapan Kürdi Der, İstanbul Kürt Enstitüsü gibi kurumlar da kapatılmıştır.

Bugün dünyanın birçok ülkesinde anadilinde eğitim ve öğretim hakkı anayasal güvence altındadır. Türkiye’deki durum ise bu konuda oldukça vahimdir. Devletin farklı dil ve lehçelere yaklaşımı sadece yasakla sınırlı kalmamış; anadiller yok sayılmış, inkâr edilmiştir. Bir an önce bu yasakçı zihniyet bir kenara bırakılmalı, çok dilli kamu hizmetleri hayata geçirilmeli ve Türkiye’de konuşulan tüm anadillerinde eğitim anayasal ve yasal güvenceye alınmalıdır.


Güvencesiz İstihdam ve Ataması Yapılmayan Öğretmenler


15 Temmuz sonrasında öğretmen atamalarında mülakat sınavının benimsenmesi ve son olarak Milli Eğitim Bakanı’nın bundan sonra öğretmen istihdamının sözleşmeli olarak yapılacağını açıklaması, öğretmen atamalarının ve istihdamının açık bir şekilde ‘politik güvencesizleştirmeye dönüştüğünün kanıtıdır.

2017 verilerine göre ücretli çalıştırılan öğretmen sayısı 81 ilde toplam 63 bin 829’dur. Ücretli öğretmenlerin 27 bin 409’u eğitim fakültesi mezunu, 27 bin 936’sı lisans mezunu (eğitim fakültesi hariç), 8 bin 484’ü ön lisans mezunudur. Ataması yapılmayan yarım milyona ulaşan eğitim fakültesi mezunu varken, 2017 yılında da, hayvan yetiştiriciliği, bağcılık, ziraat vb. bölüm mezunu kişiler öğretmen olarak atanmıştır. Öğretmenler sınav, mülakat ve güvenlik soruşturması kuşatması ile karşı karşıyadır.

MEB ataması yapılmayan öğretmen sayısını 438 bin, resmi öğretmen açığını ise 109 bin olarak açıklamıştır. 2003-2017 yılları arasında KPSS’ye giren her 100 öğretmenden ortalama 17’sinin ataması yapılmış, geriye kalan 83 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır.

Eğitim Emekçileri Üzerindeki Baskılar ve OHAL Dönemi


İki yıl sürdürülen ve 19 Temmuz 2018 günü kaldırılan OHAL kapsamında 36 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılmıştır. KHK’ler ile toplam 135 bin 144 kamu görevlisi hukuken kendilerini savunma hakkı tanınmadan, tamamen siyasi ve idari tasarruflar sonucunda hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiştir. Kamudan ihraç edilenlerin 41 bin 705’i (yüzde 30,86) eğitim ve yükseköğretim kurumlarındandır. KHK’ler ile MEB’den 34 bin 393 kişi, Yükseköğretim Kurumlarından 7 bin 312 kişi (5 bin 904 akademisyen, bin 408 idari personel) ihraç edilmiştir. 2017 yılı içinde 133 kişiye uyarma, 374 kişiye kınama, 7 bin 298 kişiye aylıktan kesme, 680 kişiye kademe ilerlemesinin durdurulması, 47 kişiye devlet memurluğundan çıkarma, 51 kişiye adli teklif, 8 bin 530 kişiye disiplin yönünden idari ceza teklifi getirilmiştir.

OHAL dönemi; AKP iktidarının politikalarına itiraz eden ya da iktidardan yana taraf tutmayan öğretmenlerin ve diğer eğitim emekçilerinin, başta OHAL kararnameleri olmak üzere, MEB bünyesinde yapılan inceleme ve soruşturmalarla susturulmaya ve yıldırılmaya çalışıldığı, işsizlikle ve yoksullukla terbiye edilmeye çalışıldığı, kapkara bir dönem olarak eğitim tarihindeki yerini almıştır.


Okullar Diyanete, Dini Cemaat ve Vakıflara Açılıyor


2017-18 eğitim öğretim yılında MEB, eğitimde mezhepçi politikalarını daha da yoğunlaştırmıştır. Yıllardır özellikle eğitim sistemi üzerinden hayata geçirilen, bilim ve pedagoji düşmanı politika, uygulama ve dayatmalar geçtiğimiz dönem belirgin bir ivme kazanmıştır. MEB, Diyanetle, Ensar, Birlik, Hikmet, Hayrat, İHH, TÜRGEV gibi dini vakıf ve derneklerle sayısız protokoller imzalayarak eğitimi dinselleştirme sürecinde cemaatlere “Özel görevler” vermiştir. MEB bir yandan imzaladığı protokoller ile cemaat ve tarikatları okullara sokarken diğer taraftan çocuklarımızı ve gençlerimizi barınma, kurs, etkinlik vb. gereksinimler gerekçesi ile bu yapıların mekânlarına taşımaktadır.

Müfredat Değişiklikleri ile Laik ve Demokratik Eğitim Tasfiye Ediliyor


Bir ülkede çocukların ve gençlerin okullarda nasıl yetiştirileceğini belirleyen faktörlerden birisi müfredattır, yani eğitim programlarıdır. 1980 sonrası üretilen müfredat ve ders kitaplarının, örneğin neoliberal kapitalizmin taleplerine göre yazıldığı iyi bilinmektedir. Müfredatlarda yapılan değişiklikler küreselleşen patriyarkal kapitalizm gerekliliklerine göre bireyin gelecekte piyasadaki olası performansına seslenen bilgi ve değerler oluşturmaktadır. Dolayısıyla, süreç böyle olunca, müfredat ve ders kitapları özgürleşmenin değil, sömürü ve yabancılaşmanın araçları olarak şekillendirilmekte ve kullanılmaktadır.

2017-2018 eğitim öğretim yılı başından itibaren uygulanmaya başlanan yeni müfredatın bilimsel değerlendirme ve pilot uygulama yapılmadan uygulanmaya başlanması ve yıllar içinde yapboz tahtasına çevrilerek sürekli değiştirilen sınav sistemleri nedeniyle öğrenci ve velilerin kafası hiç olmadığı kadar karıştırılmıştır.


Eğitimde Kademeler Arası Geçişte Bitmeyen Değişiklikler


Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sisteminin (TEOG) yerine getirilen yeni ortaöğretime geçiş sisteminin (LKS), öğrenci ve veliler açısından ciddi sorunlar yarattığı bilinen bir gerçekliktir. MEB’in ‘sınavı kaldıracağız’ söylemiyle parlatılan, devamında gelen çelişkili açıklamalarla öğrenci ve velilerde kafa karışıklığı ve endişeye neden olan sistem değişikliği en sonunda yine bilindik bir yere yani merkezi bir sınava bağlanmıştır.

2018 yılında ortaokulu bitiren ve LGS’ye başvuran 1 milyon 9 bin 260 çocuğumuzdan yaklaşık yüzde 10’unun yani sadece 127 bin 480 öğrencinin, Bakanlığın deyimiyle 1556 “nitelikli” okula yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Öte yandan, ‘nitelikli’ olarak tarif edilen 1556 okulun yarısından fazlasının imam hatip ve meslek liselerinden oluşması, MEB’in asıl amacının ne olduğunu ortaya koymuştur. Velilerden çocuklarını imam hatip ya da meslek liselerine göndermeleri ya da doğrudan özel liseleri tercih etmeleri istenmektedir.


Çocuk Yaşta Evlilik, Çocuk İşçilik Ve Çocuk İstismarı


Türkiye’de geçtiğimiz eğitim ve öğretim dönemi, her ne kadar eğitimde çeşitli reformların hayata geçirildiği, parlak bir dönem olarak lanse edilmeye çalışılmışsa da, ortaya çıkan sonuç, durumun özellikle çocuklar açısından hiç de öyle ifade edildiği gibi olmadığını ortaya sermektedir. Örneğin geçen dönem; çocuk yaşta evlenmeyi özendiren düzenlemeler yapılmış, çocuk işçiler sorunu büyümüş, okullarda, yurtlarda, kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakaları artmıştır. Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtme/görünmez kılma çabalarına rağmen, faillerinin cezasızlıkla cesaretlendirilmesinin de etkisiyle çok sayıda kadına ve çocuğa yönelik taciz ve tecavüz olayının yaşandığı bilinmektedir.

Yaygınlaştırılan İmam Hatip Okulları


2015-2016 eğitim yılı verilerine göre toplamda bin 622 olan imam hatip ortaokulu sayısı, 2017-2018 yılı sonunda yüzde 76 artışla 2 bin 859’e çıkmıştır. Öte yandan aynı dönemde bin 149 olan toplam imam hatip lisesi sayısı, iki yılın sonunda yüzde 40 artışla bin 604’e ulaşmıştır.

Türkiye’de her konuda ve her alanda yaşanan ayrımcı uygulamaların toplumun geleceğinin şekillendiği okullarda bizzat MEB eliyle yapılıyor olması dikkat çekicidir. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, MEB politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.


Okullaşma Oranındaki Gerileme


2017-2018 eğitim öğretim yılı verilerine göre, MEB’e bağlı özel ve resmi örgün eğitim öğretim kurumlarında 65 bin 568 okul bulunmaktadır. Bu okulların 11 bin 694’ü özel, 53 bin 870’i resmi, 4’ü ise açık öğretim okuludur. Okullaşma oranları incelendiğinde; okul öncesinde 5 yaş için net okullaşma oranı yüzde 66.88, ilkokulda yüzde 91.54, ortaokulda yüzde 94.47 ve son olarak lise düzeyinde net okullaşma oranı yüzde 83.59 olarak gerçekleşmiştir.

Açık öğretim öğrencilerinin içinde ortaokul öğrenci oranı yüzde 12, lise öğrenci oranı yüzde 88’dir. 4+4+4 sonrasında zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıktığı iddia edilmesine rağmen, ortalama eğitim süresi 7,5 yılda kalmıştır. MEB verilerine göre bu çağda ikili eğitim yapılan okul oranı yüzde 25,71’dir, diğer bir ifade ile her dört okuldan birinde ikili eğitim yapılmaktadır.


Yükseköğretim Kurumu (YÖK)


“Her İle Bir Üniversite” projesinin 2006 yılında hayata geçirilmesinin ardından üniversiteler, AKP iktidarının kadrolaşma seferberliğinin, otoriter, piyasacı, cinsiyetçi, ırkçı ve muhafazakâr politikalarının odağına yerleşmiştir.

YÖK 2017-2018 öğretim yılı resmi istatistiklerine göre yükseköğretim sistemi her geçen yıl büyümektedir. Ancak bu büyüme ifadesinin arka planında sokak aralarında, apartman dairelerinde bitiveren üniversiteler olduğu anlaşılmaktadır.

Eğitim Sen’in yayınladığı 2019 Yükseköğretim Bütçesi Analizinde125 son 16 yıl içinde devlet üniversitesi sayısı 53’ten 129’a, toplam üniversite sayısı ise 76’dan 208’e, öğrenci sayısı ise 1,9 milyondan 8 milyona ulaşmıştır. Üniversite sayısı ve öğrenci sayısındaki hızlı artışa rağmen, yükseköğretim bütçesinin söz konusu artışı karşılayabilecek kadar arttırılmadığını görülmektedir. Yükseköğretim kurumlarına bütçeden ayrılan payın gerek milli gelire (GSYH) gerekse merkezi yönetim bütçesine oranının 2016 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde azaltılması dikkat çekicidir.

Her yıl öğrenci kontenjan sayıları artarken, barınma sorunu da buna koşut olarak büyümeye devam etmektedir. 7 buçuk milyondan fazla yükseköğretim öğrencisi için devlet yurtlarının 629 bin 762 kişilik kapasitesi bulunmakta, yani her 12 öğrenciye sadece 1 yatak düşmektedir. Bu yurtlara yerleşebilenleri 6-8 kişilik odalarda kötü koşullarda yaşamak beklemekte, geri kalanlar cemaat ve vakıf yurtlarının insafına terk edilmektedir. Öğrencilerin güvenlik soruşturmalarındaki sudan bahanelerle yurt ve burs haklarından mahrum bırakılmaları gerçekliği orta yerde durmaktadır. Çoğunluğu eğitim hakkı elinden alınmış olan 69 bin 731 öğrencinin hapishanelerde kalmaya devam etmesi ise eğitim-baskı ilişkisinin somut bir göstergesidir.

Üniversite özerkliği ile akademik özgürlüğün büyük bir saldırıyla karşı karşıya olduğu Türkiye’de, görevi akıl yürütme ve vicdan muhakemesi sonunda vardığı fikirleri toplumla paylaşmak olan akademisyenlerin özgürce düşünüp üretebildikleri zemin giderek daralmakta; siyasi iktidar, üniversite ideasını aşındırmaya devam etmektedir. Bu yaklaşımın en somut halini 11 Ocak 2016 tarihinde Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’nin yayınladığı ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildiri sonrasında yaşatılan linç kampanyasında görmek mümkündür.

OHAL KHK’lerinin özel olarak hedef aldığı kesimlerin başında üniversiteler ve akademisyenler gelmektedir. Bu süreçte 15 Vakıf Üniversitesi kapatılmış, 1176'sı devlet, 401'i vakıf üniversitesinde olmak üzere 1577 dekanın istifası istenmiştir. OHAL KHK’leri ile 5 bin 904 akademisyen, 1408 idari personel olmak üzere toplam 7 bin 312 kişi üniversitelerden ihraç edilmiştir.

Tıpkı eğitimde olduğu gibi akademide de sözleşmeli istihdam uygulamaları KHK’ler ile hayata geçirilmiştir. 674 sayılı OHAL KHK’sı ile 13 bin 179 Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) bünyesindeki araştırma görevlisinin kadrosu değiştirilmiş ve kadroları yıllık sözleşmeli istihdam biçimi olan 50/d’ye dönüştürülmüştür.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanan 2019 yılı bütçe kanun teklifinde, Milli Eğitim Bakanlığı gerek kurumsal gerekse de fonksiyonel açıdan eğitim alanındaki sorunları çözecek şekilde oluşturulmamış, bilakis bu sorunları derinleştirmeye aday olacak şekilde oluşturulmuştur.



  1. Yüklə 1,43 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin