3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə40/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   72

05.03.2012 Tarihli Toplantı




  • BİRİNCİ OTURUM

  • Açılma Saati: 10.50

  • -----0-----

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Arkadaşlar, hoş geldiniz öncelikle.

  • Bugün sizleri dinleyeceğiz. Bizim buradaki konuşma düzenimiz, yani gelenler kendi düşüncelerini, fikirlerini kısmen de sunabilirler -yani sadece kendi çalışma sahalarıyla ilgili de sunabilirler- Anayasa’nın tamamı üzerinde de görüş beyan edebilirler. Buradaki konuşmalar sizleri dinleme şeklinde, yani bir tartışma, münakaşa, müzakere şeklinde değil. Süremiz kırk dakika. Ama eğer bize bu kırk dakikanın son beŞ on dakikasını bırakabilirseniz -yani yarım saatlik bir sunumdan sonra bir on dakika olursa- eksik anladığımız veya açmanızı istediğimiz bazı mevzular varsa bunları size soru şeklinde yöneltiyor üyeler, bu on dakikayı da öyle değerlendiriyoruz.

  • Komisyonumuzun AK PARTİ’li üyesi Sayın Ahmet İyimaya, Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Oktay Öztürk, Cumhuriyet Halk Partisinden de Sayın Atilla Kart, ben de Barış ve Demokrasi Partisi adına Altan Tan.

  • Buyurun sizleri dinleyelim. Konuşmaya başlarken kendinizi tanıtıp bu düğmeye de basarsanız, çünkü sesli olarak da bütün bu konuşmalar kayıt altına alınıyor. Yani kimin ağzından çıktığı o kayıtları yazıya dökme noktasında bize yardımcı olursunuz.

  • Teşekkür ederiz.

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL SEKRETERİ FEVZİ GÜMÜŞ – Ben de Sayın Komisyonu saygıyla selamlıyorum.

  • Aramızda şöyle bir iş bölümü yaptık: Ben kısaca federasyonumuzu tanıtacağım, diğer arkadaşlarımız da bu anayasa tartışmaları başladığından bugüne kendi bünyemizde yürüttüğümüz bir anayasa tartışması var. Bu süreci koordine eden arkadaşlar, onlar da size düşüncelerini hem alanımızla ilgili, inanç grubumuzla ilgili hem de genel Türkiye'nin yeni anayasa ihtiyacına ilişkin düşüncelerimizi sunacaklar.

  • Alevi Bektaşi Federasyonu Türkiye’de Kurulu bulunan iki yüz civarında, Türkiye'nin değişik bölgelerinde faaliyet yürüten Alevi derneklerinin yan yana gelmesiyle 2002 yılında kuruldu ve bugüne kadar da faaliyetlerini sürdürüyor. Bu iki yüz civarındaki Alevi derneği, esasen, Türkiye’de örgütlü bulunan Alevilerin de yüzde 90-95’ini temsil eden bir örgütlülük. 2002 yılından önce Türkiye’de “Alevi” adıyla örgütlenmek mümkün değildi. Genelde Alevi kuruluşları o yüzden Alevi ulularının, yol önderlerinin adlarıyla kurulmuştu; “Hacı Bektaşı Veli, Pir Sultan Abdal” gibi, “Yunus Emre” gibi. 2002 yılında Avrupa Birliği sürecinin de bir dayatmasıyla Dernekler Yasası’nda yapılan değişiklikten sonra “Alevi” adıyla dernek, vakıf vesaire kurma imkânı doğdu ve federasyonumuz ondan önce yine bir benzer derneklerin yan yana gelmesiyle birlik şeklinde faaliyet yürütürken yasal olarak “Alevi Bektaşi Federasyonu” adı altında örgütlendi. Alevi Bektaşi Federasyonu’nu kamuoyundan daha çok Kadıköy’de, Sıhhiye’de ve İzmir’de yaptığımız büyük Alevi mitinglerinden tanıyabilme imkânı var. Bu yaptığımız üç mitinginde ana başlığı eşit yurttaşlık için demokratik anayasa mitingleriydi. Esasen, bugün yürürlükte bulunan 82 Anayasası’ndan hoşnut olmayan inanç gruplarının başında Aleviler geliyor.

  • Ayrıntılara çok girmek istemiyorum, arkadaşların alanlarını da daraltmak istemiyorum ama hani, Türkiye’deki mevcut laiklik uygulamasının, Türkiye’deki farklı inanç gruplarının mağdur edildiği, eşitsiz bir ortamın yaratıldığı, ayrımcı uygulamalara zemin hazırladığı çok açık. Bu nedenle de, Alevi Bektaşi Federasyonu olarak yeni anayasa sürecini destekliyoruz ancak bunun eşit yurttaşlık temelinde, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa olmasını istiyoruz deyip, sözlerimi kesiyorum.

  • Necdet Arkadaşımız, biraz evvel bahsettiğim gibi, uzmanlık alanıyla ilgili sizi bilgilendirecek.

  • Bu arada, Rıza Beyi de saygıyla selamlıyorum.

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI NECDET SARAÇ – Fevzi Bey de genel olarak federasyonumuzu özetledi.

  • Biz, yeni anayasa oluşumuyla ilgili, geçtiğimiz yılın son ayı 17 Aralıkta -Rıza Bey de aramıza katıldı- Rıza Beyin de katıldığı bir demokratik anayasa konferansı yaptık. Demokratik Anayasa Konferansı’ndaki birkaç başlığı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sonuç Bildirisini size sunduk, bir fotokopisini size sunduk. Bununla ilgili dokümanların tümünü demin Ahmet Beye ilettik zaten, sizlerde de olacaktır diye düşünüyoruz.

  • Şimdi, bizim açımızdan birinci nokta şu: Mevcut 12 Eylülden bu yana gelen Anayasayı biz Alevi Bektaşi Federasyonu olarak benimseyen bir kurum değiliz, o anlamıyla da işin ruhunu tümden reddeden bir kurumuz, 12 Eylül Anayasa’sının ruhunu tümden reddeden bir kurumuz. Yeni anayasada ne olmalıdır? Konferansımızda da tartıştık, Alevi Bektaşi Federasyonunun bütün yapısında da tartıştık, yeni anayasada iki önemli beklentimiz var: Bir tanesi, bu anayasa bir biçimde toplumsal barış projesi olabilmeli. Bunun olabilmesi için de biz “anayasal vatandaşlık” kavramının anayasada mutlaka yer almasını öneriyoruz. “Anayasal vatandaşlık” kavramının eşit vatandaşlığı, eşit yurttaşlığı besleyeceği ve destekleyeceğini düşünüyoruz çünkü Türkiye’deki en önemli sorunlardan bir tanesi bu. Kendi alanımız itibarıyla Alevilerle ilgili son birkaç aydır yaşanan sorunda da bunu çok net görüyoruz. Yani eğer eşit yurttaşlık kavramı oturtulamadığı sürece anayasanın ruhu demokratikleştirilemediği sürece ayrımcılıkların önüne geçilemediği sürece nefret suçları ve kin giderek artıyor. Nitekim en son Adıyaman örneğinde gördüğünüz gibi bu tesadüfi değildir. Tabii, burada söylemek durumundayız da Sayın Başbakan da bu süreci çok ciddi bir biçimde tetikliyor. Yani gerek yargıya dedelerin müdahalesi vurgularının çok sık yapılıyor olması, Kılıçdaroğlu’na mezhep vurgusunun çok sık yapılıyor olması, “dindar ve kindar gençlik” vurguları bize göre kendisini buralarda ifade ediyor. Suriye’yle ilgili tabii Alevilerin öne çıkarılması, Alevi vurgusunun öne çıkarılması da ayrımcılığı ciddi bir biçimde öne çıkarıyor. Bu anlamıyla bizim yeni anayasadan en önemli beklentimiz, ayrımcılığa, nefret suçlarına yönelik insanı merkeze alan bir yapılanmayı yeniden yaratmalıdır, ruhu bu olmalıdır. Bu anlamıyla da anayasal vatandaşlık ve eşit yurttaşlık vurgusunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Biz bu yeni anayasada bize ait yaklaşımlarda da ki bu Alevileri tek başına ilgilendiren değil aslında bütün inanç gruplarını ilgilendiren şeydir, yaklaşımdır. Yeni anayasada Diyanet İşleri Başkanlığının devletin kurumsal yapısı dışına çıkarılmasını biz istiyoruz. Bu, son derece bizim açımızdan önemli bir taleptir. Türkiye’de laikliğin olmadığına inanan bir kurumuz. Yani Türkiye anayasal olarak laik bir ülke, ancak Türkiye’de laikliğin olmadığına inanan bir kurumuz ve laikliğin olmamasında da Diyanet İşleri Başkanlığının belirleyici bir kurum olduğu kanaatindeyiz ve laiklik olgusunu reddeden bir kurum olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamıyla da devletin kurumsal kimliği dışına çıkarılmasını öneriyoruz.

  • İkinci önemli talebimiz: Zorunlu din derslerinin mutlaka anayasanın dışına çıkarılması gerekiyor. Zorunlu din derslerini tümüyle reddeden bir kurumuz Alevi Bektaşi Federasyonu. Önümüzdeki, yani işin ruhu zaten buna uygun olursa, umuyoruz ve inanıyoruz ki anayasada zaten “zorunlu din dersleri” gibi bir vurgulama olmayacaktır. Parantez içinde tabii onu da söylememiz gerekiyor: Biz zorunlu din derslerini bütün değişikliklere rağmen ki bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aslında öngörüsü yerine getirilmemiştir, bize göre fiilî olarak suç işlemeye devam ediliyordur çünkü Alevilik ve Bektaşiliğin din derslerine, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerine ilave edildiği, dâhil edildiği iddiasının biz gerçekçi olmadığı kanaatindeyiz. Bu anlamıyla da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı fiilî olarak Türkiye’de reddedilmektedir, Türkiye’deki Alevi çocuklarına Sünnilik öğretilmeye devam etmektedir. Bunlar, bizim, anayasadaki temel beklentilerimiz. Bu beklentilerimizin ruhuna uygun olarak da şu tür şeylerin, bunların bir anayasa maddesi olmayacağını biliyoruz ama bu anlatmaya çalıştığım -ki arkadaşlarımız da o noktada bir biçimde ifade edeceklerdir ama- bu ruha uygun olarak Aleviliğin yasal olarak tanınmasını istiyoruz, bu kimliğin anayasada bir biçimde, Alevilik vurgusu dışında.

  • İki: Cemevleri meselesinin mutlaka çözülmesini istiyoruz. Cemevleriyle ilgili hiçbir tartışmayı kabul etmiyoruz. Cemevlerinin inanç merkezi olarak kabul edilmesini istiyoruz. Bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı burada bir bilirkişi rolü oynamaktadır ve cemevleriyle ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının temel vurgusu “İslam’da cami ve mescit dışında bir başka inanç merkezi yoktur.” vurgusu vardır. Biz cemevlerinin buraya dâhil edilmesini, ibadet yerin kapsamında dâhil edilmesini istiyoruz.

  • Hacıbektaş Dergâhı başta olmak üzere Alevi Bektaşi dergâhlarının gerçek sahiplerine devredilmesini, iade edilmesini istiyoruz. Biliyorsunuz bunlar müze statüsünde ve şu anda normal olarak bu gelenekten gelen Alevi ve Bektaşilerin kullanımına açık değildir, Hacı Bektaş Dergâhı bunun tipik örneğidir, müze statüsündedir. Bugün, dünyanın hiçbir yerinde yoktur böyle bir uygulama. Alevi toplumu, Aleviler kendi dergâhlarına para ödeyerek girmektedirler. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin bir ayıbıdır, devletin bir ayıbıdır. Bu ayıbın hızla ortadan kaldırılması gerekiyor.

  • Yine, önemli bir talebimiz: 1826 ve 1925’te Alevi Bektaşi dergâhlarına el konulmuş, bir biçimde talan edilmiş, bütün dokümantasyonun Alevilere iade edilmesini, ilgili kurumlara iade edilmesini istiyoruz. Bu, tabii, doğal olarak 667 sayılı Tekke ve Zaviyeler Yasası’nın yeniden düzenlenmesini de zorunlu kılıyor. Türkiye’de devrim yasalarıyla ilgili tartışmayı bilen bir kurumuz. Ama Tekke ve Zaviyeler Yasası’nın mutlaka değişmesi gerekiyor ki orada özellikle Alevi dünyası açısından “dedeler” gibi, “dervişler” gibi “pirler” gibi bizim açımızdan son derece önemli makamlar, üfürükçüler, hokkabazlarla yan yana anılmaktadır ve normal olarak Türkiye’de fiilî bir uygulama var aslında şu anda bizim “dede” olarak kullandığımız bütün kavramlar yasaya göre suç kapsamında ama fiilî, meşru bir zemin de olduğu için, bu, suçun dışında ama sizin de bildiğiniz gibi altı aydan başlayıp para cezasına tekabül eden uygulamalar var.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu kavramları bir daha söyler misiniz Necdet Bey.

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI NECDET SARAÇ – Dedeler, pirler, dervişler, seyitler, çelebiler…

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL SEKRETERİ FEVZİ GÜMÜŞ – Halifeler falan… 1’inci maddenin ikinci fıkrası…

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI NECDET SARAÇ – Bunlar şu anda yasada suç. Ama biz dedelerimize “dede” diyoruz, Alevi örgütleri uzun süredir bunu kullanıyor. Alevi köylerine yapılan camilerin kaldırılması ve buraya gönderilen din görevlilerinin, Diyanet İşleri tarafından gönderilen din görevlilerinin derhâl geri çağrılmasını talep ediyoruz.

  • Nusayri Aleviler açısından Arap Alevilerinin kutsal günü olan Gadir Hum Bayramının da bir dinî inanç günü olarak Türkiye’de resmîleştirilmesini istiyoruz. Aynı şekilde aşure günüyle de ilgili, yani Alevilerin yılda on ya da on iki kez yöreye göre değişen yası matem ayı sonunda yaptıkları aşure gününün de Türkiye Cumhuriyetinin resmî dinî kutsal günlerinden biri olarak kabul edilmesini istiyoruz.

  • Ders kitapları, sözlük, medya, gazete gibi yerlerde Alevilerle ilgili bütün ayrımcılık ifadelerinin kaldırılmasını istiyoruz. Tarih kitaplarının yeniden yazılmasını istiyoruz. Medyada eşit yurttaşlık perspektifine uygun olarak nefret suçlarına, kin uygulamalarına, kini öne çıkaran uygulamalara yönelik yaptırımların cezai yaptırımlar olmalarını talep ediyoruz.

  • Alevi dünyası, son olarak zamanı daha fazla uzatmayayım ama elinizde var, kayıtlara geçmesi açısından bunları tabii söylüyorum, bizim dışımızdaki bütün inanç grupları açısından da biz eşitlikten yanayız. Bu anlamıyla, örneğin Süryanilerin Mor Gabriyel Kilisesi’nin Süryanilere iade edilmesini istiyoruz. Örneğin Ruhban Okuluyla ilgili bütün yasakların kaldırılmasını istiyoruz. Türkiye’de dinî grupların kendilerini rahatlıkla ifade etmesini istiyoruz. Yani yalnızca Sünniler ve Alevi ekseninin ötesinde Hıristiyanların, Ermenilerin, Yahudilerin, Süryanilerin de bu kapsamda dillerini, dinlerini ve kültürlerini özgürce kullanmalarını sağlayacak bir anayasa istiyoruz.

  • Genel yaklaşımımız bu. Umuyoruz ve inanıyoruz ki böyle bir anayasanın –bunu da son cümle olarak söyleyeyim- yapılabilmesi için sizin şu anda yaptığınız gibi siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, akli insanların dinlenmesi bu süreci artırabilir. Buradaki somut önerimiz de yeni anayasanın aslında bu ruha uygun olabilmesi için de bir anayasa meclisiyle -yani deyim yerindeyse- Türkiye Cumhuriyetinin bugüne kadar görüp göreceği en önemli meclis -eğer İkinci Meşrutiyeti, Meclisi Mebusanı saymazsak- 1920 Meclisidir, temsil kabiliyeti son derece güçlü bir meclistir, bir anayasa meclisinin oluşturularak, geçici bir anayasa meclisinin oluşturularak inanç gruplarının, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin de temsil edilebildiği bir anayasa meclisinde yeni anayasanın yapılmasını istiyoruz.

  • Sözü sevgili Kemal Bülbül arkadaşıma bırakıyorum.

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI KEMAL BÜLBÜL – Teşekkür ediyorum.

  • Değerli komisyon üyelerini saygıyla selamlıyorum, çalışmalarınızın başarılı ve ülkemizde toplumsal barışa hizmet etmesini diliyorum.

  • Şimdi, biz, olaya şöyle bir perspektiften bakıyoruz aslında: Bize göre Diyanet İşleri Başkanlığı Osmanlı’nın Bizans Patrikliğinden taklitle ortaya koyduğu bir kurumdur. Osmanlı’da Şeyhülislam diye oluşan ve 1424 yılında ll. Murat döneminde fiilî olarak başlayan, ama çok ilginçtir, aslında Osmanlı’nın l. Şeyhülislamı Şeyh Bedrettin’dir. Şeyh Bedrettin Şeyhülislamlığın uygulamasına itiraz ettiği ve eşitlikçi davrandığı için Osmanlı tarafından idam edilmiştir ve Şeyhülislamlık cumhuriyete evrildiğinde Diyanet İşleri Başkanlığı olarak devam etmiş ve Türkiye’de iki vesayet kurumundan biri olmuştur: Birisi militarist askerî anlayıştır birisi de Diyanet İşleri Başkanlığıdır ve ciddi bir vesayet kurumu olarak devam etmektedir.

  • Biz şu anda Türkiye’de devlet eliyle yürütülen –kendi deyimleriyle- İslam’ın da Muhammed Mustafa’nın ifade ettiği, tabir ettiği İslam’la alakasının olmadığını, bir devlet dinî olduğunu düşünüyoruz ve aynı şekilde devletin din anlayışı içerisine enjekte edilmiş olan Hanefiliğin de İmamı Azam Ebu Hanife’nin ifade ettiği, yapmaya, uygulamaya çalıştığı Hanefilikle bir alakasının olmadığını düşünüyoruz ve dolayısıyla, aslında kendi meşrebince ifade etmek istediği anlayışları oturtamayan bir yapı, Alevilikle ilgili, örneğin “Hacı Bektaş, Yunus Emre” gibi yol ulularımızla ilgili değerleri hiç ifade edemez. Dolayısıyla, ortada ciddi bir kargaşa vardır. “Din ve Mezhep” diye ifade edilen şey devletin kendi kafasına göre kurguladığı ve yeniden yeniden yeniden tartışılması gereken tarih yazımı vesaire olması gereken bir şeydir. Tam da bu süreçte anayasa tartışması yapılırken olması gereken şey şudur: Bence beş maddelik bir anayasa olmalıdır, biraz espri olarak algılayabilirsiniz bunu ama: Hiçbir kimliği övmeyen, hiçbir kimliğe sövmeyen, hiçbir kimliği dövmeyen, hiçbir kimliği yermeyen, bu kimlik, etnik, inançsal, sınıfsal vesaire, bütün nitelikleri kapsayan bir kimlik olgusundan söz ediyorum ve çoğulcu, katılımcı, eşitlikçi, özgürlükçü, çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı bir anayasa. Tabii çok inançlıdan kavram inancın miktarı değil ama inançların farklılığı kastediyorum burada. Böyle bir anayasa olduğunda Türkiye’de bir sorun olmayacaktır ve bizim bakış açımızda, biraz önce Necdet Arkadaşım da ifade etmeye çalıştı, sadece Alevi cenahından değil, yol ulumuz Hacı Bektaş Veli’nin ifade ettiği üzere “Yetmiş iki millete bir nazarla bakma düsturundan hareketle, Türkiye’deki bütün etnik ve inançsal kimliklerin hak ettiği değeri kazanması.” gibi yol ulularımızın bize ifade ettiği bir anlayış var. Bu bizim için çok önemlidir, bu bizim için vazgeçilmezdir. Aynı şekilde anayasanın yapılış biçimiyle ilgili eleştirilerimiz var tabii, ama bizde bir yol ulumuzun ifade ettiği bir beyit var, diyor ki: “Elini yuğ, kendi kendinden teslim kıl canı, girdin ise tariki aşka budur ayini erkânı.” Tariki aşka girdiysek eğer ayini erkânı yerine getirmek durumundayız. Bu sadece bir komisyon olarak dinlemekle olmaz, katılımcılığın önünü açmak, örneğin Adıyaman’a ilişkin vurgular yapmak, örneğin Adıyaman’da olan şey konusunda, psikolojik, toplumsal, sosyal olarak sahip çıkmak ve Alevi’nin Sünni’ye, Kürt’ün Türk’e, efendim, ya da Ermeni’ye vesaire, sahip çıktığı, karşılıklı birbirini onöre ettiği ve bu kimliklerin aslında iç içe yaşayan, birlikte yaşayan ve birlikte yaşamak zorunda olan kimlikler olduğu vurgusu tarafınızdan ya da yetkililer tarafından olabildiği kadar vurgu yapılmalı.

  • Şimdi, biraz önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği zorunlu din dersi kararından söz edildi. Örneğin ben kendim aslında bir eğitimciyim ve bütün din dersi kitaplarını baştan sona tek tek inceledim ben, burada Alevilikle ilgili sadece birkaç cümle vurgusu var. Mesela bir yerde, sanıyorum ilköğretim dördüncü sınıf kitabında olmalı sadece Hacı Bektaş Veli’den söz eden bir cümlecik var, onun dışında böyle bir şey yok. Kaldı ki, bizim talebimiz, din dersi kitaplarında Alevilikten söz etmesi değil, din dersinin bütün inançları kapsayan bir şey olması, burada bir manipülasyon, bir vurgunun olmaması ve zorunlu olmaktan çıkarılması gibi bir talebimiz var. Türkiye’deki örneğin Yezidilik’ten tutalım da Hıristiyanlığa kadar bütün inançlardan bir manipülasyon, bir övgü, bir yergi yapmaksızın bunlardan söz edilmesi.

  • Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığı, âdeta hüccet veren, âdeta fetva veren bir kurum niteliğindedir ve içler acısı, çok yaralayıcı, çok incitici, çok zedeleyici, öteleyici, iteleyici ve ötekileştirici bir anlayışı vardır. Alevilikten söz edildiğinde hemen “camiden başka bir ibadet merkezi yoktur, ibadet merkezi tektir” demek artık bir hakareti aşmıştır, artık -beni bağışlayın- bir densizliktir bu. Bu, mantıkla, hukukla, demokrasi bilinciyle, akılla açıklanabilecek durumda değildir. Dolayısıyla, aslında, bir bütün olarak 131 tane şeyhülislam geçmiş örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı sürecine kadar. Diyanet İşleri Başkanlığı sürecini de düşünecek olursak, aslında, kısmi olarak sadece böyle hoşgörü adı altında, inancımıza, kültürümüze, toplumsal yapımıza bir yaklaşım var ki, bu hoşgörü de zedeleyicidir. Bu hoşgörü anlamak ve saygı duymaktan öte, sanki böyle mahallenin delisi -affedersiniz- ve buna bir inayet gösterilmesi gerekiyor, böyle bir yaklaşım vardır. Biz bu yaklaşımı kabul etmiyoruz, edemeyiz. Bu yaklaşımı kabul etmek yol ulularımıza, inançlarımıza hakaret olur.

  • Şimdi, anayasayla ilgili ve politikayla ilgili tartışma yürüten sosyal bilimlerle ilgili tartışma yürütenlere benim şöyle bir önerim var: Bakınız, bu topraklar bize çok şey borçlu. Niye? Çünkü biz size Hacı Bektaş Veli’yi, Yunus Emre’yi, Pir Sultan Abdal’ı hediye ettik. Bunlar Türkiye'nin geçmişinden geleceğine tüm zamanlara hizmet eden değerler ürettiler. Neden bunun kıymeti bilinmiyor. Bu armağanların kıymetinin bizatihi bilinmesi gerekiyor ve bu çerçevede bizim hak ettiğimiz değerin ortaya konulması gerekir ama bir cümleyle şunu tekrar ederek izninizle bitirmek istiyorum: 1925 yılından beri Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla Alevilik inancı resmen yasaklıdır ve şu anda “Devrim Yasası” diye yürürlüktedir bu yasak. Bu yasağı kaldırabilecek, bütün inançların eşit, özgür, hakkaniyetli bir temelde bir arada yaşayabileceği toplumsal barış ortamını yaratabilecek bir anayasa gerekir. Bu çalışmada rehberiniz Hak olsun, yardımcınız halk olsun.

  • Teşekkür ediyorum bizi dinlediğiniz için.

  • ALEVİ BEKTAŞİ DERNEKLERİ FEDERASYONU ANAYASA KOMİSYONU ÜYESİ KAMİL ATEŞOĞULLARI – Teşekkür ederim.

  • Hukukçuyum, 18’inci Dönem Ankara Milletvekili ve Adalet Komisyonu eski üyesiyim.

  • Önce yöntemle ilgili söyleyeceklerim var, sonra esasa ilişkin görüşlerimi belirteceğim.

  • Şimdi, sanıyorum ki 2012 yılı içerisinde bu anayasa çalışmalarının bitirilmesi öngörülüyor. Diğer birtakım ülkelere baktığımızda bu süre, gerçekten, kısa ve toplumsal kesimlerin birbirini tanımasına fırsat vermeyecek bir zaman süresi.

  • İkincisi, bu anayasa sonuç eksenli mi süreç eksenli mi olacak? Bir defa bunun tartışılması gerekiyor. Eğer süreç eksenli olacaksa ki gerçekten bugüne kadar uygulanmayan bir şeyle alt komisyon olsun, uzlaşı komisyonu çeşitli kesimleri dinliyor ama çeşitli kesimlerin bir araya gelerek birbirlerini dinlemeleri için böyle bir uzun süreye ihtiyaç vardı. Ülkede çeşitli etnik yapılar var, çeşitli kültürler var, diller var ve inançlar var. Önemli olan bunların bir araya gelerek uzlaşmalarıydı, birbirini tanımalarıydı, önyargılardan kurtulmalarıydı. Bu bir noktada da Türkiye’de toplumsal barışa giden ilk adımı oluştururdu diye düşünüyorum bir Türkiye Barış Meclisi üyesi ve sekreteryasında çalışan kişi olarak.

  • Şimdi, neden? Birbirimize karşı önyargılarımız var ve bu yargılardan kurtaran bir tümel yaklaşımla olaylara bakıyoruz. Oysa eleştirel yaklaşımla insanlar konuları ele alıp tartışsalardı, sanıyorum ki bir mutabakat sağlanırdı, her ne kadar “toplumsal uzlaşma sözleşmesi” deniyorsa da anayasaya uzlaşma değil de toplumsal mutabakat sözleşmesini yeğliyorum ben çünkü gerçekten belli bir konuda mutabakatın sağlanması gerekiyordu. Toplum bir araya gelsin ve birbirini tanısın.

  • Cumhuriyet var fakat cumhur yok ortada. Nasıl cumhursuz cumhuriyet? Gerçekten üzerinden durduğum konulardan bir tanesi de bu. Uzun süreden beri zaten bu çalışmaları yapıyorum. Örnekleri var, işte daha önce örneklerini verdim: Nazilli Konferansı, Evliyayı Selase, o üç vilayette olsun, Trakya, Rumeli’de olsun ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kongreler var, yirmi sekiz kongre toplanıyor, mütareke dönemiyle Meclis arasında ve kendi kendini yönetecek erginliğe ulaşmış bir halk varken ve Güney Afrika modelinde bu iş gerçekten 1 milyon 700 bin civarında öneri geliyor ilgili komisyona, 11 bine düşürüyorlar, 11 ayrı dilde 7 milyon anayasa taslağı halka dağıtılıyor, çeşitli toplantılar, yayınlar ve buna benzer şeylerle insanları önce bilgilendiriyorlar ve böylece Türkiye’den daha dağınık ve parçalı bir yerde bir anayasa ortaya çıkabiliyor. Biz neden böyle bir uygulamaya gitmedik, işte bunun bir gündeme getirilmesine gerek var.

  • Türkiye Büyük Millet Meclisi seçildi ama anayasa yapmak gerçekten ayrı bir iş. Bugünkü Meclis, günlük çalışmalarını, bütçeyi ve Anayasa’nın temel esprisi ve mantığı belli olduğu için değişiklik gereken birtakım uyum yasalarını çıkarmayla görevli olsa da bir anayasa hazırlama meclisi ya da işte buna benzer bir meclis çeşitli toplum kesimlerinden, cinsiyetler arası dengeleri gözeten, bir kısmı seçimle gelen ama bir kısmı da çeşitli kuruluşlardan gelen, belli sınırda çalışıp sonra bu yaptığı çalışmayı Meclise vererek görevi biten, ama parti genel başkanlarının da vesayetinden kurtulmuş bir meclis olsaydı ki bu toplumsal kesimlerle buluşma daha kolay olabilirdi diye şey yapıyoruz.

  • Şimdi, bir de bu tartışmaların açılabilmesi için gerçekten sağduyulu ve soğukkanlı bir ortama ihtiyaç var. Çatışmaların olduğu bir yerde eğer ateşkes yoksa veya birtakım yol temizliği yapılmamışsa ki İspanya’da örnek, önce bir af çıktı, çeşitli uyum yasaları yapıldı, o ortamda sağlıklı bir süreçler değişik değişik olmasına karşın bir anayasaya varabildiler, bunların olması gerekiyordu.

  • İkincisi: Halkoyuna sunulmasında mesela, geçen referandum dönemi Anayasa’nın 175’inci maddesindeki kurallara bile uyulmadı. Ben Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yapılan değişikliklere evet diyorum, ama evet dediğim maddeyi de onunla beraber oyladım. Böyle olacağına ve Venedik Komisyonunun aldığı karara rağmen, bir torba yasa biçiminde değil uygunlukları, ayrılıkları ayrı ayrı oylatılarak böyle bir sürecin izlenmesinde de yarar görüyorum. Bunun için uluslararası yargı kararları ki 90’ıncı madde var, ama 90’ıncı madde daha yeni geldi, bizim göz ardı ettiğimiz bir şey, birer tane çıkarttım herhâlde vardır Lozan Barış Antlaşmasının 37’inci maddesi, 90’ıncı maddenin anası rolünde fakat bu bugüne kadar göz ardı edilmiş bir durum. 38’inci maddenin ikinci, 39’uncu maddenin iki ve üçüncü fıkraları açık olmasına karşın bugüne kadar gerçekten uygulanmamış, bu nedenle şey yapıyoruz, bunların göz önüne alınarak bir şey vardır “Lozan’ı deldirmeyiz.” falan, Lozan’ı deldirme diye kimsenin bir şeyi yok. Lozan’daki o üç madde uygulansın, başka bir isteğimiz yok, yani bunu belirtmek istiyorum.

    Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin